Giriş
Sahneye baktığı o koyu kahve gözleri ışıl ışıldı. Hayatının en parlak çağını yaşıyordu. Güç ve kariyer artık onun avuçları arasındaydı ve Ruken hayatında daha mutlu olduğu bir gün hatırlamıyordu. Bugün onun taçlanma günüydü. Yirmi sekiz yaşındaydı ve en genç kadın CEO unvanını elinde tutuyordu.
Yaptığı yapacağı her şey bundan sonrası için daha çok çalışmak ve daha çok başarmaktan öteye geçmeyecekti. Kalbi deli gibi atıyordu. Yüzlerce insanın arasındaydı. Belli etmemeyi öğrenmişti. Geçen seneler Ruken de pek çok şeyi değiştirmişti. Saf yanını hâlâ saklıyor olabilirdi belki ama o iş dünyasının en genç birinci kadın CEO’suydu.
Sahnede konuşan alımlı kadını izliyordu ve elini kalbine götürüp sakince nefes aldı. Gözlerini kırpmıyordu. Kalbi her an durabilirdi. Sektörde pek çok insanı sollamış, gücüne güç katmış, sene boyu yaptığı işlerin cirosuyla ve yatırımlarıyla tüm iş kadınları sollamıştı.
Kadın onu izleyen ve dinleyen halka kocaman gülümsedi. Elindeki kalın kağıda bakıp sahneye döndü. “Yılın iş kadını ödülü! Türkiye’nin en genç kadın CEO’larından ve Türkiye’nin en büyük teknoloji şirketlerinden ASİLKAN TEKNOLOJİ’nin CEO’su Ruken Kara.” Son sözlerini yüksek sesle sarf eden kadınla Ruken koskocaman gülümsedi. Kalbi hızlı hızlı çarptı. Alkışlar dev salonu inlettirken yanındaki ablası ve eniştesine döndü. Rüzgar ona hayrandı. Rüzgar için Ruken en güzel kız kardeşlerden biriydi.
Alkışların inim inim inlettiği salonda ayağa kalktı. Rüzgar da onunla kalktı ve baldızına sarıldı. “Çok başarılı daha başarılı olacaksın, demiştim sana.”
“Hepsi senin sayende.”
“Hadi git ödülünü al.”
Ruken arkasını dündü. Arka koltuklarda oturan ablalarına ve abisine bakındı. Hepsi onun mutluluğunu en sonuna kadar paylaşıyordu. Ama Karahan’ın kara gözleri gururla parlıyordu.
Onlardan da gözlerini alıp önüne döndü. İş dünyasının Kara Prenses’i unvanını almıştı Ruken. Siyah onun her şeyiydi. Siyah uzun elbisesinin eteğini savurdu. Yukarı doğru açılan derin yırtmaçla önüne baktı. Uzun siyah ama aralara döşenmiş kahverengi saçları alabildiğine sırtına salınmıştı. Saçların uçlarındaki kahvelerin olduğu bölgede kocaman bukleler vardı. Daracık elbisenin geniş etekleriyle usulca arz-ı endam ederek merdivenleri tırmandı. Alkış sesleri bitmiyordu ve her bir alkış sesi kalbinde bir kuş gibi kanat çırpıyordu. Bir adam ve bir kadının sahnede onu bekliyor oluşuna baktı. Gülümsedi.
Sahneyi yutarcasına yürüyordu. Tüm her şey ona aitmiş gibi özgüveni yerindeydi. Yerini biliyordu, dişiyle tırnağıyla kazımıştı yerini. Hak etmiş ve sonunda başarmıştı. Daha pek çok şeyi başarmıştı. Ondan korkan yaşı yüksek iş adamları vardı. Yaşı genç iş kadınları. Ama Ruken Kara, kendini buldu bulalı adını Türk iş tarihine altın harflerle yazdırmıştı.
Yüksek sesler arasında ona uzatılan plaketi ve altın kaplama kadın figürünü taşıyan uzun ödülü kavradı. Sahneye dönerek fotoğrafçılara poz verdi. Bir gün bu şekilde bir kadın olacağını on sene önce asla tahmin edemezdi. Ruken olmak istediği yerde hayal bile edemediği bir gücün tam merkezindeydi.
O bir kod mühendisiydi…
Onun yaptığı kodların tüm dünya teknoloji firmaları peşindeydi.
Ruken saf bir zekadan ibaretti.
O kendi ülkesine hizmet için çalışıyordu. Milliyetçi bir kadındı. Devletin pek çok alanında aranan bir deha idi. Elini atmadığı tek bir teknolojik alan kalmamıştı.
Ve tehlikenin tam göbeğindeydi.
Kürsüye geçmesi için onu yönlendiren adama da gülümsedi. Birkaç söz söylemesi gerekiyordu. Çok ama çok heyecanlıydı. Sözlerini toparlamıştı. Sahneden insanlara gülümseyerek baktı.
“Mütevazi olamayacağım,” dedi önce, gülümsedi. Gülüş sesleri duydu. “Çalıştım. Başardım. Kazandım. Çalışmaya. Başarmaya. Kazanmaya devam edeceğim. Çok teşekkür ederim!” Ödülünü parmakları arasına sıkıştırıp havaya kaldırdı. Eniştesini ayağa kalkmış alkışlarken gördü. Hayatındaki en parlak çağ tam olarak açılmıştı…
Oturduğu yerden onu izleyen başka bir kadın vardı. Onunla aynı yaştaydı. En genç ikinci kadın CEO Hazal Arman… Mavi, koyu mavi gözlerine ateş kızılı saçlarıyla Ruken’in bir numaralı rakibiydi. Farklı dallarda olsa da işleri her ikisi de Türkiye’nin en genç kadın CEO’ları pozisyonunu paylaşıyordu. Rakip rakipti. Mavi gözleri kısılmıştı. Bu sene Ruken’e kaptırmıştı ödülü. Dirsekleri koltuk kenarında, ellerinin birleştirmiş parmaklarıyla sakince hareketler yapıyordu. Yanındaki teyzesi de onu sinsice gülümseyerek izliyordu. Teyzesi onu tam bir iş kadını olarak yetiştirmişti.
İki genç kadın…
Biri esmer biri kızıl…
İkisi de birbirinden nefret ediyordu.
Biri Kara Prenses digeri Kızıl…
Ölesiye rakip ölesiye hırslıydılar.
Her ikisinin de kaybetmeye tahammülü asla yoktu.
Ve dünyanın Ruken’e uzak bir şehrinde, bilgisayarına kilitlenmiş gibi bakan bir adam vardı. Kumral saçlarını eliyle geriye tarar gibi yapıp naifçe gülümsedi. Ela gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Eli ensesine indi ve enseye tutunup öylece kaldı bir süre. Bakışları ekrandaki güzel kadındaydı.
Adı Kenan değildi.
Kenan mı?
Kenan Ruken de bile değildi…
Fakat bir gün dönecekti. Hakkı neyse alacaktı.
….
Sol yanı o diye atarken, gurur her yerini sarmıştı. Hayatı boyunca böylesi gururlu biri olduğunu ona anımsatacak herhangi bir şey yaşamadığını hissetti. Bir adım dahi atamıyordu.
Ama adam karşısında durmuş ona öyle sessiz, kaskatı bakarken o adımı atması içinde bir şey yapması gerekmiyordu. Gitmeliydi. Uzaklaşmalı ve düşünmeliydi. Son zamanlar da ne kadar çok düşünür olduğunu sorguladı orada ve anında silkelendi. Ne kadar düşünse de çıkış hep aynı yöndü. O, bir günah kadar çekiciydi.
Aralarındaki mesafe çok azdı. Bir adım atan öne geçerdi ama o adımı her ikisi de atmıyordu.
“Seni gördüm,” dedi kadın. “Onunla gördüm. Burada olacağına onun yanında olmalıydın.”
“Ne gördüğünü umursamıyorum,” dedi adam. “Sana hiçbir şey anlatamamışım, onun için buradayım. Kendimi savunmaya gelmedim. Sana yalvarmaya hiç, gelmedim.”
Çenesi havaya kalkarken saçları arkasında hareket etti. Uzun siyah tellerin arasına atılmış kahve tutamlar ve kalem gibi düz ve uzun saçları.
“Bu benim umurumda mı sanıyorsun?”
Adamın gözleri bir an için kadının duruşundaki ahenge takılı kaldı fakat çabuk toparlandı. Çekici esmer güzeli bir kadın, hayallerinin ötesinde hislerle çevrelemişti. İlk bakışından, ilk görüşünden ve ilk öpüşünden bu yana sadece Ruken diye atıyordu kalbi.
Ama kadın o kadar mağrurdu ki, önüne geçemiyordu. “Bu tavrın ne o halde?” dedi sakin ve temkinli bir sesle. Gözleri hâlâ alacakaranlıktı. Kadının güçlü yapısı ardındaki yine o güçlü ama aşık bakışları arıyordu aslında. Kendini o gözlerde her şeye rağmen bir kez dahi olsa görmüştü.
“Kıskanıyorsun.”
Dudakları sahte gülüşüyle kısıldı. “Kendini ne kadar da önemsiyorsun.”
Belki bir evet, belki de net bir hayır, duymak isterdi. Fakat öfkesini artıran sözler git gide kırıyordu. Yeterince örselenmiş duygunun üzerine hem de, kadın ona inanmıyordu. Tek adımı attı ve burnunun ucuna kadar girdi kadının. Dokunmadı. Tepeden dişlerini sıkarak baktı.
Ruken çenesini biraz daha kaldırıp ona meydan okuyan kahverengi gözleriyle öfke saçtı.
“Ben kendimi değil seni önemsiyorum, ama görüyorum ki, Ruken Hanım’ın kıskançlık damarı çok kalın, hatta tıkalı.”
Kadının dudağının ucu kavislendi. “Evimden gidersen çok memnun olacağım. Dinlenmem gerekiyor ve zamanımı sana ayırmak istemiyorum.”
Arkasını döndüğü anda kolundan tutularak adama çevrildi. Burunlarından aldıkları sert soluklar birbirine karışıyordu. O kadar çekici bir kadındı ki, ne olduğunun zerre kadar farkında değildi.
“Ben bu evden giderim de,” dedi Ruken’i bırakıp işaret parmağını kadının kalbine bastırdı. “Buradan nasıl kovacaksın beni?”
Elinin tersiyle itti adamın kolunu. “Orası bana ait, kimseye değil. Hükmü ben veririm. Ve ayrıca orada olduğunu sana kim söyledi? Arkasını dönerek salonu terk etmek istedi. Kendi evinde salonunu terk etmek…
“İçi,” dedi adam çok yüksek sesle. Ruken’in adımı havada kaldı. Sesteki katılıkla yutkundu. Arkasını dönmedi.
“Dışı, öncesi, sonrası, ilki, sonu, benim umrumda bile değil.” Sesinin tonu düşmüyor hatta git gide yükseliyordu adamın. Hissettiği hüsranın haddi hesabı yoktu ama kadına yenilmeyecek, onun istediğini ona vermeyecekti.
“Kalbinin tek hükümdarı benim!”
…
Beş yıl önce…
Aşk dediğin heyecan isterdi. Aşka baktığında yüreğin ona çarpa çarpa uçmak isterdi. Bir dokunuşla uçmak, olduğun andan kopmak isterdi. Ona bakmak ve tüm dünyayı unutmak isterdi. Aşk insan bünyesindeki en güçlü duyguydu ve hükmünü süre süre büyümek isterdi. Ve alırdı! Yapardı! Aşk güçlüydü çünkü.
Fakat bunların birini bile bulamıyorsa olduğu kalbi terk ederdi.
Zamana yenilir, isteklere burun kıvırır, açlığı bastırır, tokmuş hissi verirdi. Ama istediklerini alamadığında açlığını ifade ederdi.
Aradaki sevgi bağı kopar, yerini çekilmez ulaşılmaz iki insana teslim ederdi.
Karşılıklı oturan Ruken ve Kenan’a da tam olarak bunları yapıyordu aşk. Aradan çekilmek istiyordu. Bu iki insan kendisinin kıymetini bilmiyor, bilmek için de hiçbir şey yapmıyorlardı. Genç kalpleri ve tez canlılıkları buna izin vermiyordu fakat ikisi de bunun henüz farkında değildi.
“Seni anlamıyorum…” diye başlayan sözler anlamak istemiyorumdur aslında.
Ruken, Kenan’a kaldırdı kahverengi gözlerini. “Benim de seni anladığım söylenemez.” Aynı şeyi karşısındaki adama ifade ediyordu kadın. Anlamak istemiyordu.
Kenan göz devirdi. “Birlikte gidecektik Ruken. Sen master yapacaktın ben de. Ne oldu şimdi?”
“Çok istediğimi biliyorsun. Ama fark ettim ki ailemden bir adım uzağa gidemem.”
“Benden gideceksin yani, öyle mi?” Kenan kızgındı. Sesi de bunu ortaya seriyordu.
Ruken kararlıydı. Evet, gitmek çok istemişti ama gerçekten de yıllarca sürecek ayrılığa hazır değildi. Eğitimini kendi ülkesinde geliştirebilirdi. Bu, gezmek yeni yerler görmek gibi değildi. Hayatını başka bir ülkede başka bir şehirde yeniden kurmaktı. Ruken bunu artık istemiyordu. Bu, onun tercihiydi.
“Sen gideceksin yani, sende benden gidebiliyorsun demek ki…”
“Biz bu hayali birlikte kurduk Ruken. Benimde ailem var! Ama bu hayat benim!”
“Hayatımızı bizden çalmıyor ailelerimiz. İnsanız ve isteklerimiz değişebiliyor. Sana hatırlatmak istiyorum; bu hayal senindi, benim değildi. Sen kurdun ve benim de içinde olmamı istedin.”
“Seni zorlamadım. Çok beğendiğini de ben hatırlatılmak isterim.”
“Evet, hoştu, güzeldi. Büyüdük biz Kenan. Ben ilk tanıştığımızdaki yaşımda değildim. Artık yirmi üç yaşındayım.”
“Yaşımız büyürken aşkımız küçülmüş, ben öyle anlıyorum.”
Adama bakıp nefes bıraktı Ruken. Hangi aşktan bahsediyordu ki Kenan. Beş yılın kaçta kaçını aşkla yaşamışlardı? Bir dargın bir barışık geçen beş sene.
“Bize bir bak Kenan,” dedi sakin bir tonda. “Her şey için tartışır olduk. Zamanla uzlaşma sağlayacak konularımız azaldı. Biz büyürken aşkımıza ne oldu bilmiyorum ama biz değiştik. Sen benim için çok değerlisin. Seni kaybetmek değil, kazanmak istiyorum.”
“Kazanmak için ne yapıyorsun peki? Beni yarı yolda bırakıyorsun. Benim değerim bu mu?”
“Kalmak isteyen sen olsan ben bu şekilde davranmazdım.”
Kenan eğreti bir gülüş attı kadına. “Duyda inanma. Sen Ruken Kara’sın. Damarlarında inat akıyor.”
Gözlerini kıstı Ruken. “Bana bunu sen mi söylüyorsun, Kenan Kurşunlu? Karadenizin inatçı oğlu. Biz tam olarak buyuz işte. İkimiz orta yolu bulamıyoruz. Bu şekilde olmamalı, ortak bir noktada buluşabiliriz. Başka bir yol deneyelim. Düşünelim. İkimizin de istediği bir şey olabilir.”
“Öyle mi?” dedi Kenan. “Ne istediğini söyle hadi!”
“Kalmanı istiyorum, gitmeni değil.”
“Bu mu ortak nokta? Bu senin istediğin. Benim istediğim ne olacak? Ben gitmek istiyorum. Yaşımız çok genç ve ben dünyayı dolaşmak istiyorum. Seninle!”
Adamın yeşil gözlerine sevgiyle baktı. “Ben de hayatımda sadece seni istiyorum. Dünyayı yine dolaşabiliriz. Bunun için ülke değiştirmeye gerek yok.”
Kenan başını yana çevirdi. Yüzünde katı bir ifade vardı. “Bu çözüm değil. İstemediğimiz bir şeyi birbirimize zorla yaptırırsak sonunda ikimiz de üzüleceğiz,” dedi kadına döndü. “Bu bizi mutlu etmez.
Konuşmanın gidişatı Ruken’i derin bir hüzünle kapladı. “Haklısın,” diyebildi. “Ama seni seviyorum…”
İstekler ve uyumsuzluklar… isteklerinin aralarını doldurmayan çakıl taşları gibiydi. O hayran olduğu kahve gözlere baktı. “Ben de seni seviyorum. Sevgimiz bunu aşacak mı?”
“Kenan… Gözümü açtım seni gördüm. Senden başka erkek tanımıyorum, tanımakta istemiyorum. Aşmak zorunda!”
“Zorundalıklarla nereye kadar Ruken? Bu seçimlerin sonucu kendiliğinden olmuyor muydu? Ablalarımıza abilerimize bak! Hepsinin seçimleri birbirleri. Ablaların müziği bıraktı, eniştelerin istemiyor diye. Mutsuzlar mı?”
“Hayır, çok mutlular. Asla aksini düşünmüyorlar. Aynı yere geliyoruz Kenan. Ortak bir nokta buluyorlar. Evliler, çocukları var mutlular ve seviyorlar, seviliyorlar. Bunlar basit eylemler değil.”
“Seviyorum kızım seni!” Sesi yüksek çıkmıştı aniden. Kafenin içindeki birkaç baş onlara dönmüştü ama her ikisi de bunu umursamadı. “Basit olmayan eylem bu! Elini taşın altına koy bir kez!”
Gözlerini kapatıp açtı ve derin nefes aldı Ruken. “Aynı şeyi sen de yapabilirsin. Asya artık şarkı söylemiyor ama Fırat’ta tüm vaktini kulübe adamıyor. Nil artık çalışmıyor ve Nihat otelleri gezmiyor. Rüzgar eniştemin tek yaptığı holding ve ev arası mekik dokumak. Bu adamlar veriyor Kenan. Alırken vermesini de biliyor. Ben de aileminki gibi sağlam ve dingin bir hayat istiyorum, düzenimi bozmak değil.”
“Yine aynı yere geldik. Evlenmek istiyorum diye başlayacaksın.”
“İstiyorum, kimseyi benimle evlenmesi için zorlamıyorum. Ne zaman istersen o zaman evlenebiliriz. Evet, çok genciz bunda haklısın. Sana hak veriyorum. Ama senin istediğin başka bir ülkede birlikte yaşamak. İki sevgili olarak. Meçhul bir gelecek…”
Sözlerin ona saçma gelişiyle eğreti gülüşü peyda oldu suratında. “Ne yani, ben seni bir gün terk edebilirim, bunu mu düşünüyorsun?”
“Saçmalama lütfen. Beş yıldır sevgilimsin. Bunu bir kez bile düşünmedim.”
“Kalırsam evlenmek zorunda olacağız. Abin birlikte yaşamamıza asla izin vermez. Bırak yaşamayı abin bizi birlikte bile görmek istemiyor. Ben artık seni yanımda istiyorum.”
“Sen neden korkuyorsun evlilikten? Ben başka bir Ruken mi olacağım evlenince, bu mu korkun? Sana sürekli dır dır edeceğim, sorun çıkaracağım falan mı var aklında?”
Dirseklerini masaya verip iki eliyle yüzünü kapatıp düşündü Kenan. Neden istemediğini bilmiyordu. Kendini böylesi bir şeye hazır hissetmediğini biliyordu sadece. Ruken’i seviyor ama evlilik çok uzak geliyordu. Başını kaldırıp ellerini burnuna kadar indirip gözlerini araladı. “Bilmiyorum. Kendimi hazır hissetmiyorum. Senden vazgeçmek istemiyorum, ama kendimi zorlanmış hissedersem bunun ikizimize de faydası olmayacak.”
Acıttı sözleri. Kalbinde bir yere fena çarptı kadının. Çelişki çelişki doğruyordu. Kenan evlilik yükünün altına -her şekilde- girmeye hazır değildi. Ruken onu zorlayamazdı.
“Bunu söylerken bile beden vazgeçiyorsun. Bu, aşk değil. Buradan kalkıp evine gittiğinde ben olmayacağım. Sen bunu seviyorsun! Her daim yanında değilim sen, bunu da seviyorsun. Evde seni bekleyen biri yok, sen en çok bunu seviyorsun. Tartıştığımızda evine gidebilirsin, ben orada değilim çünkü. Ortak bir paydamız yok. Sen özgür olmak için can veriyorsun Kenan. Çok haklısın! Bu düşünecelerle ikimizin de birbirimize bir faydası olmayacak.”
Asıl kendinden geçen kadına hüzünlü taneleriyle sessizce baktı. “Gelmiyor musun benimle?”
“Kalmıyor musun benimle?”
İki soru tek cevap havada asılı duruyordu ve her ikisi de dile getiremiyordu. Birbirlerine hüsranla bakıyorlardı. Cevaplar gözlerde takılıydı ve okunuyordu. Her ikisinin de yüreği en derinden kanıyordu. Aşk, kanırta kanırta parçalıyordu onları. Yakıyordu, yıkıyordu, darmadağın ederek valizini topluyordu.
“Seni çok seviyorum. Mutlu olduğunda daha çok seveceğim. Seninle gelerek seni mutsuzluğa sürükleyip sende olan yerime leke sürmeyeceğim. Beni hep güzel anacaksın. Tıpkı benim seni eşsiz kılacağım gibi. Yerini kimse alamayacak. Sen bir kadının ilk aşkısın. İlk öpücüğü en deli çağlarısın. Sana asla sitem etmeyeceğim. Sende bana etme. Düşmanım değil, dostum değil, arkadaşım değil ilk aşkım olarak kalacaksın. Belki çok üzüleceğiz… Belki mutlu olacağız… Belki de ayrı yapamayacağız, işte o zaman gerçekten orta yolu bulmuş olacağız.”
Adamın kalbine çöken kasvetli kapkara bulutlar gözlerine hücum etti. Ruken onun ilk sevdasıydı. İlk kalp atışı… Gözlerinde kendini gördüğü ilk kadındı. “Ruken…” dedi içindeki fırtınalarla dolu yorgun sesiyle. “Yapma!”
Kenan onun ilk aşkıydı. İlk dokunuşu… bir adamda bulacağı en güzel sevgisi, sevgilisiydi. Kalbine kocaman bir taş oturdu. Bazen zorlamamak en iyisiydi. “Kenan… Ben hayatımı seninle geçirmek istiyorum, ama sen bu yükün altına girmeye hazır değilsin. Altında kalırsın. Beni de kendini de harcarsın. Evlenmiş boşanmış olmak sorun değil. O yıllarda neler yaşayacağız, o sorun. Belki bir çocuğumuz olacak ve biz ayrılmış olacağız. Neden biliyorsun… Biz aslında birbirimize yetemiyoruz. Sevgimiz bizi kurtarmaya yetmeyecek, bunu sende görüyorsun. Birbirimizi körü körüne istiyoruz. O kadar genciz ki, sonrasını düşünmek istemiyoruz. Sen hızlı bir hayat istiyorsun ben, tam tersi.”
Adam, kadına uzun uzun bakıyordu. Kahve gözlere bulutlar iniyordu. Tıpkı kendi kalbi gibi ağlamak istiyordu. Onu zorlayamazdı. Kendi de istemediği bir hayatta onu mutlu edemezdi. “Haklısın,” dedi yüzünü deniz manzarasına çevirdi. “Gideceğim ben. Kalmayı sen seçtin.”
Kalmaktan ziyade kalmasını istiyordu bencilce. Kendi isteği varsa Kenan’ın da bir dünyası vardı. Kenan onu zorlamıyordu, o da Kenan’ı zorlayamazdı. Gözlerini kapattığında yüreğindeki ağırlığın gözyaşları gözlerine hücum etti. Yutkunarak sıktı göz kapaklarını. Gerisin geriye yolladı. Zorla gülümsedi. “Yine geleceksin, bende geleceğim belki. Görüşürüz iki eski tanıdık gibi. Düşman değiliz ki.”
“Geleceğim, görüşürüz. Sende gel. Başarabileceğimizi düşünüyorsun, belki de başarırız.” Kenan da zorla gülümsedi, içi kan ağlaya ağlaya. “Seni üzdüm belki de. Evlenmek, yuva kurmak istiyorsun. Bu, senin en doğal hakkın. Peki beni unutabilecek misin?”
Ruken’in bakışları önüne düştü. “Deneyeceğim. Ya sen?”
“Deneyeceğim…”
“Senin kadar iyi bir adam daha karşıma çıkmaz. Senden daha azı ile yetinmeyeceğimi biliyorum. Sen, çevremdeki adamlar gibisin. Çok güzel adamsın. Seni hak etmeyen bir kadınla olma.”
“Ben senin gibi sadakatiyle başımı döndüren bir kadını bulabilecek miyim peki? Sen de asla benden çok sevmeyeceğin bir adamla olma. Seni hak etmeyen bir adamla olursan, o zaman gerçekten de senin hakkında yanılmışım diyeceğim. Sana verdiğim sevgiye layık ol. Seni benden daha çok seven bir adam … varsa… Onunla mutlu olursun, bende senin adına mutlu olurum. Çünkü ben öyle yapacağım. Bir gün senden daha çok seveceğim bir kadınla mutlu olursam seni minnetle anar ilk aşkım diye kalbimin bir köşesinde taşırım.”
Derin nefes bırakıp ayağa kalktı. Kalırsa hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı. Bunu istemiyordu. Yalnız kalmalıydı. “Sen kiminle olursan ol, ben seni ilk aşkım olarak kalbimde baş köşeye koyacağım.”
En yakınını kaybeden birinin cenazesi kalkıyordu adamın kalbinden. Ayağa kalktı Kenan. Dudaklarını zorla yukarı kıvırdı. Kollarını açarak onu çağırdı. “Gel, güzel kız. Senin yerini kimse alamaz.”
Gözyaşı izinsiz indi kadının, ama gülümsedi. Bu seçimi onlar yapıyordu ve bedeller ödenmeye hazırdı. “Aptal!” dedi Kenan’a sokulurken. Gözlerini kapatan adam kadının özleyeceği kokusunu içine son kez doldurdu. Elleri siyah saçlarda dolandı. Kollarıyla sımsıkı sarıp mecburen bıraktı. Adam üzgün, kadın üzgündü. Yapılacak en iyi şey onlar için buydu.
“Her geldiğinde beni ara. Gecelere akarız.”
“Sen gecelere akmayı sevmiyorsun,” dedi Kenan.
“Ara sıra severim, biliyorsun.”
Kadının yüzünü elleri arasına alarak yanağına son öpücüğünü kondurdu. Ruken’in kalbi paramparçaydı artık. Birkaç damla daha indi sessizce. “Ağlıyorum ama geçer. Üzülme lütfen.”
“Bensiz mutlu olacaksan senin için üzülmem.”
“Aynı şey senin içinde geçerli.”
Ellerini çekti Kenan. “Birkaç güne gitmiş olurum. Beni yolcu etmeye gelme. Bugün gidiyorum say. Arayacağım seni, sende beni ara.”
“Mutlaka arayacağım.” Arkasını hızla döndü ve AZA’nın çıkış kapısına koşar adım ulaştı. Cam kapıyı hızla iterek kafeden çıktı. Kenan yerine oturdu ve hüsranla oynaşan nefesini saldı. Çok değişik bir sancı vardı kalbinin üzerinde. Geçmez! Bitmez! Dinmez! Azalmaz sandığı sancılı günler bekliyordu onu. Feci bir acıydı. Avucu kadar kalbinin, hiç hissetmediği biçimde varlığını duyumsuyordu. Sol yanındaki ağrı nefesini tıkıyor, sanki öleceği anın geldiğini hissettiriyordu. Omzundaki elin sahibini dönmeden hissetti.
“Aşk acıtıyor değil mi, Kenan?”
Başını sağa sola salladı dert ve sıkıntı içinde. Kapana kısılmış, can çekişen kurt gibiydi. Canı o kadar yanıyordu ki, etrafını yakıp yıkmak istiyordu. “Aşk ağlatıyor abla.”
Aslı, olmayan erkek kardeşinin yerine koyduğu Kenan’ın omzunu sıktı. Yanındaki sandalyeye oturdu. Kenan ona bakmadan kendi içindeki ateşte kor oluyordu. “Bazen gitmek gerekir, hiç sebep yokken. Çokmuş gibi görünür sorunlar, ama belki de yoktur. Anlamak istemezsin karşındakini, anlamıyor seni diye. Sorun edersin bunu, sorunmuş gibi görünür ya.”
Kenan dönerek ona nemli yeşil gözleriyle baktığında Aslı da ağlamak istedi. Hayatta kıyamadığı pek çok insandan öndeydi Kenan. “Bazen giden bir gün döner mi?”
Aslı zorla gülümsedi. “Hayat bir dümen, rotası olmayan gemide savrulur durursun. Limanı görmeden varacağın bir nokta olduğunu bilemezsin. Karaya ayak yastığında karşında kim varsa o senin kaderindir. Bazen beklediğin dönmez bazen, hiç beklemediğin anda çıkar gelir. Dümeni elinden alır rotasını sana çevirir. Limanı da sen olursun.”
Önüne dönerek başını eğdi Kenan. “Onu çok seviyorum. Kimsesiz bir limanda onu bekleyecek kadar acıyı nasıl taşıyacağım?”
“O da seni çok seviyor. Senin taşıdığın acının aynısını o da yaşıyor. Kimsesiz limandır acı. Kimseyi almaz, kabul etmez. Bakarsın bir gün bir gemi yanaşır. İçinde seni çok mutlu edecek bi’ Ruken getirir.”
“Acı çekmeden aşk yaşanmıyor mu abla?”
“Yaşanıyor. Ama bu herkese nasip olmuyor. Bazı aşklar sınamaya mahkum kalıyor. Bu suç değil, insanların arzuları da değil. Kenan… ne yaşanacaksa o yaşanıyor.”
“Yapamayız değil mi?” dedi Kenan, Aslı’ya beni anla dercesine baktı. “Birbirimiz olmadan yapamayız. Bir yerde vazgeçeriz. Özlem ağır basar belki. Belki sevgimiz sandığımızdan daha büyüktür.”
Aslı kocaman gülümsedi. “Gerçek aşk bu işte! Yolunuza bakın ve sevginizin o ağır basacağı günü bekleyin.”
Kalbinde bir filiz can buldu Kenan’ın. Ruken ondan geçmezdi. O Ruken’den geçmezdi. Her sevgilinin başına gelebilecek bir şeydi bu sonuçta. Onlar birbirlerini deli gibi seviyordu. Gülümsedi acı acı. “Seni çok seviyorum, biliyorsun değil mi?”
“Tabii ki biliyorum. Sen benim kardeşimsin. Kardeşler bilir, söylemeye bile gerek yok.”
…
Arabasını eve kadar nasıl getirdi, bilmiyordu. Gözlerini sile sile araç kullanmıştı. Malikanenin bahçesine arabayı park edip çıktı. Sürekli ağlıyordu ve kimseyle tek kelime etmek istemiyordu. Fakat eve varana kadar akşam olmuştu. Şimdi herkes evde hatta yemekte bile olabilirdi.
Zile basıp devasa kapının açılmasını bekledi. Parmaklarıyla sürekli gözlerini kuruluyordu. Hizmetlinin açtığı kapıdan geçti hızla. Orta yaşlı kadın ona bir kez bakmış ve önüne dönmüştü. Evin küçük kızı ağlıyordu.
“Yemeğe inmeyeceğim, söylersin,” dedikten sonra odasına çıkmak için merdivenlere koşar adım ulaştı. Ama son basmakta abisini görmeyi beklemiyordu. Göz göze gelen abi kardeşten kaşlarını çatan Karahan oldu. Gözlerini kaçıran ise Ruken. “Ruken?”
“Abi konuşmak istemiyorum, lütfen.” Abisinin yanından geçerek odasına giden yolda ilerledi. Karahan ardından baktı kaldı öylece. Aşağı indi mecburen. Yemek odasında masanın etrafını saran ailesine baktı.
“Gelen kimdi Karam?” dedi Nazlı. Karahan ona boş gözlerle baktığında kız kardeşleri ve eşlerinin olduğu masada herkesin dikkatini üzerinde toplamıştı. Karnı burnunda olan Hare, “Abi?” dedi. “Ne oldu?”
“Ruken geldi ve ağlıyordu.”
Babaları Turgut Bey yerinden kalkıyordu ki, Duru, “Sen dur babacığım, biz bakarız,” dediğinde Nil, Duru, Hare ve Nazlı yerinden kalktı. Masada beyler takımı olarak kalmışlardı ve Rüzgar, Fatih ve Nihat birbirlerine bakıyordu.
“Kenan…” dedi Karahan. “Bakışıp durmayın, bilmiyorum sanki. Ne yaptı kardeşime Allah bilir.”
“Karahan!” dedi Turgut Bey. “Ne yapabilir? Tartışmış olmalılar. Koskoca kadın oldu kardeşin. Artık kabullen.”
“Ben daha bunlara verdiğimi kabullenemedim baba,” dedi eliyle damatları işaret ederek.
“Bu?” dedi Nihat. “Çekilmez adamsın Karahan,” diyerek yüzünü buruşturdu. “Sensin bu!”
“Üstüme alınmıyorum bile,” dedi Fatih. “Ben bu evin oğluyum.”
“En çok seni dövesim var Fatih. Konuşma bence…”
Fatih gülümserken, Rüzgar kahkaha attı. “Seni takmıyoruz Karahan. Sen, bence bunu kabullenemiyorsun.”
“Ah…” dedi Karahan başını sağa sola salladı. “Ulan sizi zamanında evire çevire dövecek sonra verecektim kızı da bak böyle konuşabiliyor muydunuz…”
“Yediğim yumrukları neden saymıyorsun o zaman,” dedi Rüzgar, umursamaz bir tavırla.
Karahan sırıttı. “Sahi, seni elden geçirmiştim. Sıra Kenan da. Ağzını burnunu deşeceğim o itin.”
“Aslı seni parçalar!” dedi Nihat. “Aslı’nın koruması altında Kenan. Parçalarını köpekleye yem eder.”
“Aslı biraz da Ruken’i mi düşünse bu konuda?” dedi Karahan.
“Aslı herkesi düşünür Karahan. Hatta fazla düşünür,” dedi Rüzgar.
“Kenan da ona hayran. Ablam da ablam, diye dönüyor etrafında. Hepimiz bir kenara Kenan, Aslı da bir tarafa.”
“Yani,” dedi Nihat. “Kenan’a bir şey yapamazsın Karahan. “Otur oturduğun yerde. Sana ne! Hepimize çektirdin -en çok bana- ama Kenan’ı yedirtmez Aslı sana.”
“Damat değil, düşman! Şunlara bak baba!” Babasından destek alamayan Karahan damatlara döndü tekrar. “Bacım, bacınız. Ne demek sana ne? Bırakalım da üzsün mü bacımızı?”
“Sende üzdün bir zamanlar birilerinin bacısını,” dedi babası Turgut Bey. Karahan sustu. “Sonuç değişmiyor, seven sevdiğine geri dönüyor. Kim karışırsa karışsın sonuç değişmiyor.”
Rüzgar tam zamanı olarak gördüğü anı kolladı ve ciddi bir tonda Karahan ve babasına döndü. “Benim size bir diyeceğim var. Hazır kızlar da yokken.”
“Hayr olsun,” dedi Turgut Bey.
“Ben artık çalışmak istemiyorum.”
“O da ne demek?” dedi Nihat.
Nihat’ın sorusu hepsinin aklından geçenlerdi. Nihat’a bakıp haklı soruyla cevap bekledikleri adama döndüler.
“Çok basit, artık çalışmak istemiyorum. Kalbim iyi evet ama bu yaşadığım stresli hayata ne kadar dayanacak, bilmiyorum. Ailemle tıpkı dedem gibi bir hayat yaşamak istiyorum.”
“Nasıl yani?,” dedi Fatih. “Kapatacak mısın holdingi?”
“Hayır, öyle bir şey olur mu? Geleceğimiz orası bizim. Çocuklarımın Hare’nin dedemin hakkı var orada. Babamın emeklerini nasıl heba ederim.”
“Anladım,” dedi Karahan. “Başına yönetici mi atayacaksın?”
“Gibi…”
“Olmaz o,” dedi Karahan. “Kimse senin olanı senin gibi koruyamaz. Batar, iflas edersin.”
“Bunu, ben de biliyorum. Aklımda biri var!”
“Kim?” dedi Turgut Bey.
Hepsi de meraklı gözlerle Rüzgar’a bakıyordu. Kim olabilirdi ki?
“Ruken!”
Nutku tutulan dört adam da Rüzgar’a baktı. Ruken’i asla beklemiyorlardı. Ruken henüz iş dünyası için çok küçük denilecek bir yaşta sıfır tecrübedeydi. “Ruken mi?” dedi Turgut Kara. “Oğlum o daha yeni mezun oldu.”
“İşte şimdi batarsın Rüzgar,” dedi Karahan. “Ruken… evet seninle ortak özelliği kod mühendisi olması ama iş dünyası için Ruken bir çerez.”
“Başına bırakıp kaçmayacağım. En az bir yıl işi öğreteceğim. Tabii henüz teklif etmedim. Kabul ederse tüm haklarımın yöneticisi ilan edeceğim vakti gelince. Ve hep arkasında duracağım. Ben, Ruken de o ışığı görüyorum. O çok zeki. O çocuksu saf yanının altında pırıl pırıl bir zeka var.”
“Abim doğru söylüyor, abi,” dedi Fatih, Karahan’a dönerek. “Müthiş bir teknik zekası var. Okuldaki başarısı buna delil zaten. Yurtdışından aldığı teklifi reddetti evet, ama bu bile onu çok zeki olduğunu gösteriyor. ‘Gitmek istemiyorum. Ülkemde kalıp kendi vatanıma hayrım dokunsun’ demişti.”
“Ben de katılıyorum bacanaklarıma. Ruken bu işi yapabilir.”
Turgut Bey ve Karahan göz ucuyla birbirlerine baktılar. Ruken’in zekasından şüphe etmek değildi onlarınki. İş dünyası farklı bir kapıydı. Başarmak ve başaramamak… ikisi de aslanın ağzındaki ekmek kadar tehlikeliydi.
“Sen güveniyorsan, o da kabul ederse benim için sorun yok,” dedi Turgut Bey.
Karahan elini çenesine verip bir süre düşündü. Olabilirliği yok değildi ama tereddütleri elbette vardı.
“Ruken çok genç. Böylesi bir yükün altına girer mi, bilmiyorum. Ama kabul ederse benim içinde sorun yok. Hatta memnun olurum. Yurtdışına gidecek diye ödüm kopuyor zaten. Bana da minnet olur.”
“Vakti gelince konuşacağım…”
…
Odasına girip kapıyı kapatarak çantasını olduğu yere bıraktı. Yüreğinin tam ortasına kocaman bir ateş yanıyordu. O, Kenansız bir hayatın tam olarak ne olduğunu bilmiyordu. Onu tanığı günden bu güne hayatında başka bir erkeğe ne bakmış, ne de kadınsı bir duygu hissetmişti. Varsa Kenan yoksa Kenandı. Fakat kör değildi. Sevmek her şey değildi.
Geçen yıllar içinde pek çok kez anlaşmazlık yaşamış, bir ayrılıp bir barışmışlardı. Ne birlikte olabiliyorlardı ne de ayrı… Hayata bakış açıları farklı, istekleri bambaşka ama sevgileri hep aynı yöne bakmıştı. Artık içinden çıkamıyordu Ruken, bu ilişkinin.
Seviyor ve seviliyordu ama yetmiyordu. Açıkları kapatmıyordu sevgileri. Kenan hızlı bir yaşam istiyordu Ruken, sakin. Sürekli tartışma halinde tetikte yaşamak -her ne kadar seviyorsa da- yoruyordu artık. Yıpratıyordu.
Kenan sağlam karakterli bir adamdı. Sadakati çok başkaydı. Sevgisi her şeyin üzerini örtecek kadar büyüktü belki, ama bir gün o da yorulacaktı ve bunu göremiyordu. Hayatı boyunca onun gibi biriyle daha tanışacağını sanmıyordu Ruken.
Ve her seven kavuşmuyordu. Kavuşamıyordu. Bazı aşklar solmaya mahkumdu belki de…
Yatağının ucuna oturduğunda gözlerinden akanları parmaklarıyla sildi. Başını elleri arasına aldı. Zor günler geçirecekti, buna emindi. Çok ama çok özleyecekti. Gözü hep bir çift yeşil gözü arayacaktı. Kenan’ın duruşunu, gülüşünü, sesini ve ona dokunuşunu öpüşüne hasret, çok zor günler geçirecekti. Dayanabilecek miydi? Bunu görecekti. Kendileri yetişkin birer insan olurken sevgileri de büyümüş, aklı başında hal almıştı.
Kapısının önündeki sesleri duyduğunda daha çok ağlama isteğiyle doldu. Küçük bir tıklama duydu ve içeri giren dört kadına da bakmadı. Yine Kenan’la kavga ettim diyecekti ve onlar, “Yarın barışırsınız” diyecekti. Bu sefer hiç öyle değildi. Bu sefer gidiş tek yönlüydü. Dönüş bileti kesilmemişti.
Bir yanına Nazlı diğer yanına Hare oturdu. Duru ve Nil’de önüne diz çöktü. Kız kardeşleri her zamanki ayrılık acısını yaşıyordu onlara göre. “Evet, anladık o kısmı. Tartıştınız,” dedi Nil.
Ruken sesini çıkarmadı. Parmaklarına bakıyordu. Birleşik ellerin baş parmağı birbirine ritmik hareketler uyguluyordu. “Ayrıldık.”
“Bu kaçıncı?” dedi Duru. “Bu hep oluyor Ruken. Bu sefer sorun nedir?”
“Bu sonuncuydu.” Kalbideki acıyla hıçkırığına engel olamadı. Dört kadının da gözleri aralandı büyükçe. Bu kadar derin bir hıçkırığı hiç duymamışlardı Ruken’den. Hare uzanıp ellerini tuttu kardeşinin. “Ruken, ama neden?”
Islak gözlerini Hare ablasına çevirdi. “Olmuyor. Ne kadar zorlarsak o kadar altında kalıyoruz.”
Nazlı, en küçük görümcesini omzundan tutup kendi omzuna yasladı başını. “Zorla sevda mı olur Ruken? Biraz zaman iyi gelebilir. Ağlama lütfen.”
“Anlamıyor beni Nazlı abla. Onun istediği hayatın benimle uzaktan yakından alakası yok. O istiyor, benimde uygulamamı bekliyor.”
“Ama seni de çok seviyor,” dedi Nil.
“Ben de onu seviyorum ama eniştelerim gibi değil o. Kendinden veremiyor. İçinden gelmiyor. Zorlandığını hissedince benden nefret etmesini istemiyorum.”
Kardeşinin elini sıktı Duru. “Belki kısa bir mola iyi gelir. Nazlı haklı. Seni bu kadar seven bir adam bırakır mı hiç? Anlarsınız birbirinizi ve bir yolunu bulursunuz.”
Nazlı’nın omzundan kaldırdı başını. “O gidiyor abla. Benimle gitmek istediği yere bensiz gidiyor. Bu sefer gerçekten bitti!”
Her giden döner miydi, bilinmezdi. Ama kadınların aklından bir gün döneceği geçiyordu fakat bunu nasıl dile getirseler bilmiyorlardı. Sabır, döner bir gün gibi saçma bir söz edemiyor ama düşüyorlardı. Belki de sadece Ruken’i rahatlatmak için akıllarından geçiriyorlardı ama yine de konuşmadılar.
“Gerçek sevgi ne biter ne gider,” dedi Nazlı. “Kendini üzme derdim ama bu imkansız. Bir gün boşuna üzülmüşüm diyeceksin, onun için sakince bekle Ruken. Sen ne kadar ağlarsan ağla, sonuç değişmiyor, değişmeyecek. Sonunda gülen de olabilirsin, unutanda. Sen doğru olanı veya yanlış olanı yaptın, belki o da. Seçimlerimizin bizi götüreceği yere sürükleniyoruz. Her ne oluyorsa ve olacaksa … bunu yaşamaya ister istemez mecbur kalıyoruz.”
“Sessizce acını çekeceksin mi diyorsun?” Her zaman masumane bulduğu kahve gözler Nazlı’ya tersini söyle dercesine bakıyordu. Nazlı hüzünle gülümsedi. “Dışardan sesi çıkmaz acının, içerden ise hiç susmaz. İster sessizce ister bağıra çağıra, seçimi siz yaptınız acıyı da siz çekeceksiniz
Bakalım Ruken ve Kenan’ın hikayesinde bizi neler bekliyor. Emeklerine sağlık.