Kitabını alıp merdivenleri tek tek inerken dün geceki konuşmaya kaydı aklı. Artık ertelenmeyecek bir şeyleri vardı ve Kenan ondan daha hevesli görünüyordu. 

“Her neredeysen yanına gelmek istiyorum, seninle konuşmam gerekiyor, yüz yüze!” demişti Kenan. 

“Ben de seni görmek istiyorum, benim gelmem imkansız, bulunduğum yerden ayrılamam ama seni nasıl göreceğimi de bilmiyorum.” 

“Nasıl olacağını sen bulacaksın Ruken, ama bulmak zorundasın.” 

Aklına gelen bir fikirle telefonu kapatmıştı, bir dakika sonra tekrar arayacağını söylemişti. Oğuzhan’ın yanına varmış, “Biriyle acil görüşmem lazım, ne yapabilirim?” diye sormuştu. 

“Kim?” Bu soruyu sorabiliyordu ama Ruken onu yanıtsız bırakmıştı. “Ne yapacaksın Oğuzhan? Bunun oluru var mı? Bana onu söyle.”

Aklından biri geçiyordu ama asla ihtimal bile vermek istememişti. “Müsteşarlığa ulaşsın, ben kalanını hallederim.” Ruken’in yanına geçerken durdu ve kulağına eğildi. “Ruken Hanım’ın misafiri varmış derim.” 

“Teşekkür ederim.” Oğuzhan yanından geçip gidince Efşan’ı tekrar aramıştı. Efşan açtığı telefonu Kenan’a verdiğinde, “Yarından sonraki gün Ankara’da MİT Müsteşarlığına gel. Oradan seni yanıma getirecekler. Ruken Kara’nın ziyaretçisi olduğunu söylersin.” 

Rahat nefesini hisseden Ruken’in yüreği sızlamıştı. Duyacakları Kenan’ı ne hâle getirecek tahmin bile edemiyordu. Beni bekleme… Ben gidiyorum… Gittim! 

İç çekerek kaçınılmaz sona bir gün kala kendini yatıştırmaya çalışıyordu. Efşan’ın verdiği kitapla bahçeye çıktı. Öve öve bitiremediği ve Vedat’ın nefret ettiği kitap… Öğlen arasına girmişlerdi ve güneş sımsıcaktı. Cihan’ın günler önce gönderdiği elbiselerden en sevdiği olan tülden, lacivert, küçük küçük çiçeklerin döşendiği dizlerinde biten fırfırlı etekli olanı giymişti. Sürekli evin içinde olduğundan elbise giymeyi bile özlemişti. 

Bahçeye çıktığında çimlerin üzerine boylu boyunda uzanmış adama gülümseyerek baktı. Yanına adım adım ulaşıp tepesinde dikildiğinde kesilen güneşle gözlerini araladı Oğuzhan. Saçlarını iki yanından ören kadının o mükemmel elbisenin içinde harikulade görüntüsüne nefes alarak bakıp gülümsedi. 

“Bugün ayrı bir güzelsin, ilk defa elbiseyle görüyorum seni.” 

Örgüsünü arkasına attı, güzel sözleri yüreğine nakışladı ve oturdu. “Her zamanki hâlim.” 

“Bu konuda haklısın çünkü her zaman güzelsin ve çikolata gibisin.” 

“Oyna oyna kalbime oyna. “ 

Gözlerini kapatıp gülümserken bedeni de ona eşlik etti. “Ne kitabı o?” 

Gözlerini kapatan adamı minnet bilerek eteğini yukarı doğru sıyırdı, biraz güneş iyi gelecekti bedenine. Sırtı çimenle buluşurken bacakları sıcağı emmeye başlamıştı bile. Oğuzhan’ın tersine o bacaklarını adamın başına gelecek şekilde uzatmıştı. “Limonlu Aşk, romantik tür, adından da anlaşıldığı üzere.”

“Ne anlatıyor?” Oğuzhan iki elini de başının altına almış sere serpe güneşi içiyordu. 

“İki edebiyat öğretmeninin birbirlerine olan sevgisini, çok eğlenceli yarısına geldim. Arkadaşımın eşi bu kitaptan nefret ediyor.” Uzandığı yerde kaldığı yeri açıp ayracı göğsüne bıraktı. 

“Neden?” diye sordu Oğuzhan. 

“Kitaptaki adam yani Tunahan çok romantik, kadınların kalbine oynuyor ama öyle böyle değil. Bir kadının, bir erkekte arayacağı tüm özellikleri tek bünyede toplamış. Yazar işi biliyor.” 

“Bence yazar bir kadın, bildim mi?” 

“Evet, ama erkekler okusun diye de yazıyor, sadece kadınlara yazmıyor. İdeal erkek nasıl olunur adlı çalışma.” 

Gözleri kapalı nefes aldı. “Kadınlar…” diye mırıldandı. “Sevgi arsızı canlılar.” 

“Aslı, sevginin,  aşkın kadına yakıştığını söyler, aşkın kadını genç tuttuğunu, ruhunu okşadığını; o yüzden sevmek ve aşkı vermenin de erkeğe yakıştığını anlatır.” 

“Yani hep biz mi vereceğiz? Alacağımız ne?” 

“Sonsuza kadar mutlu yaşadılar… Seven ve sevilen kadınların açılımı buymuş. Sen seveceksin o sevecek. Düşününce etrafımda ne kadar çok gerçek aşkı yaşayan kadın olduğunu saysam da aklımda tutamam sanki ve tabii adam.” 

“Gerçek aşk…” diye tekrar etti Oğuzhan. “Nasıl anlıyoruz gerçek olduğunu?” 

“Bilmiyorum, ama gördüğüm kadarıyla o kendini gelince tanıtıyor ve biliyor musun, ailemde hiç kimse mükemmel anlaşmıyor. Hare ablam Fatih abimin kıskançlığından sızlanır, Nil kendine sürekli dır dır eden ve neredeyse kendi kadar dik bir eşe sahip. Duru ablamın eşi Rüzgar eniştem ablama bitişik yaşamak istediğinden ablam şikayetçi ve abim Nazlı’nın ömrünü yemeye yemin etmiş gibi. Kıskanç, dik, bitişik… abim hepsini tek bünyede toplamış tabii birde susmayan çenesi var. Nazlı’m… Güneşim… Hayır, Nazlı, giyemezsin Nazlı, gidemezsin Nazlı.”

Oğuzhan uzak da olsa kendi ailesini dinliyordu. Hoşnut gülümsemesi tatlı bir huzura dönüştü yüzünde. “Bir ama gelecek gibi hissediyorum.”

“Birçok ama var. Ama bu adamlar kadınlarını çok seviyor, onlar şikayet ederken bile aşıklar, deliriyorlar gözleri başka kimseyi görmüyor. Nazlı evde terör estirirken -ki bu kesin abimin suçudur- abim zevkten dört köşe oluyor. Ablalarım çok şanslı, ailem çok şanslı. Annemin eli hâlâ üzerimizde gibi, bunun bir nedeni de aslında Nazlı. Abimi, babamı çoğu zaman bizi kolluyor, Nazlı’nın kocaman bir kalbi ve kanatları var.” 

“Aşkın insana neler yaptıracağını bilmeyecek kadar cahilim ama anlıyorum ki, çok şeyi yaptırabiliyor.” 

Ruken gülümserken başını kaldırıp Oğuzhan’a baktı. “Sana tüm hikayeleri anlatsam yok daha neler derdin.” Başını yere geri bıraktı. “Başka bir zaman, kitabıma dönüyorum.”

“Ne yapıyor o? Tuna mıydı?” 

“Evet, Tunahan. Şu an Balat’ı yakmakla meşgul.” 

“Ben de okuyacağım.” 

“Olur, bitince sana veririm.” 

Çevrilen sayfaların sesinden başka ses duymuyordu Oğuzhan, ama Ruken bir ses duyduğuna emindi. Kitabı yüzünden çekerek gökyüzüne baktığında gözlerini kıstı. “Oğuzhan?” 

“Güzelim.” 

“Evladın neden tepemizde?” 

Gözleri açıldı, tepelerinde neyin olduğunu anlamak ister gibi çevirdi gözlerini yuvalarında. “Evladım?” 

“Gündüz arıları, senin evladın değil mi?” 

“Benim evladım da,” derken yattığı yerden doğrulup gökyüzüne kaldırdı bakışlarını. O kadar yakından uçuyordu ki, ilginçti. Cebindeki telefonu çıkarmak için önüne dönerken Ruken’in açık eteğini fark etti. “Evladım da olsa…” diyerek kadının eteğini ucundan tutarak kapatırken Ruken kahkaha atıyordu.  

Telefonun ucundaki adam keyifle açmıştı. “Buyurun Oğuz Bey?”

“Arının burada ne işi var? Evin etrafını gözetlemesi gerekmiyor mu?” 

“Ön bahçedeki kamerayı neden yerinden söktüğünü anlatırsan bu soruna cevap verebilirim.” 

“Sana ne!” 

Adamın gülümsemesini hissediyordu. “Tehlikeli oynuyorsun.” 

“Bizi bu eve kapatırken aklınız neredeydi?” dedi arkadaşına.

“Çok gönüllü görünüyordun.” 

“O yüzden söktüm, çek şimdi arıları ben diyene kadar da gönderme evladım demem sonra.” 

“Kıyma ona babası, annesini özlemiş bir gönderelim dedik. Keyfiniz yerinde maşaAllah.”

“Zevzek.” Telefonu kapatıp çimenin üzerine atarken Ruken yattığı yerde yan dönmüş, elini başına vermişti. “Rezil olmak diye buna derim. MİT’in ağızına magazin olacak kadın mıydım ben?” 

“MİT’e olduğuna şükür et, ya jet sosyeteye olsaydın?” Oğuzhan tekrar uzandı, gözlerini kapattı. 

Ruken rahat adamın tavırlarına gözlerini kıstı. “Sen gerçekten kimsin?” 

O gerçekten kimdi? Pek çok şeyi diyebilirdi ama bir eksikle doğruları tercih etti. Tekrar doğrulup oturdu. “Ülkeler arası MİT ajanı, askeri, çalışanı ne istersen ekle üzerine. Sadece mühendis değilim, Owen Black hiç değilim.” 

Ruken de kalkınca yüz yüze geldiler. “Kaç senedir?” 

“Sekiz, Rusya’nın beni kullanmaya kalkmasının hemen üzerine uyandım ve ülkeme gelerek gerekli bağlantıları yaptım.”

“Bunu tek başına yapmış olamazsın, kimse seni ciddiye almaz, arkanda kim vardı?” 

“Gerçekten duymak istediğine emin misin?” 

“Şimdi daha çok merak ettim, çabuk anlat.” 

“Yiğit Demirkan.” 

Oğuzhan şaşırmasını beklerken Ruken’in kısık gözlerine gülüşü eşlik etti. “Şaşırmadım. Yiğit abinin elinin uzanmadığı tek bir yer yoktur.” 

Yoktu evet ama soyadını o bile sorgulamamıştı. Owen Black olarak tanışmışlardı, birlikte çok işe imza atmışlardı ama sorgulamamıştı veya üzerine uğramak istememişti Yiğit. “En tehlikeli ipten adam kurtaracak kadar müthiş biri Yiğit Demirkan. Bildiğim duyduğum mafya liderleri onunla asla uğraşmaz, müthiş bir güce sahip. Onun sayesinde bugün ülkeme hizmet ediyorum yoksa Rusya beni şimdi öldürmüş bile olabilirdi.” 

“Nasıl?” derken elini Oğuzhan’ın koluna bıraktı. “Neden, ne yaptın?” 

“Kimyasal silah istediler ama yapmadım. Bende o yeteneği görmemeleri gerekiyordu ama uyandılar, nasıl olduğunu bilmiyorum. Ufak işler yaparak daha çok bilgi topluyordum. Türk olduğum bilinmiyordu, onu da bir şekilde anladılar. Yaşadığım her ülkede ayrı bir adım var, kızımın annemin… Türkiye’ye dönmem için bana birçok MİT çalışanı eşlik etti, o zaman anladılar benim gerçekte kim olduğumu. İki ülkenin selameti için araya girenlerin makamı, sayısı arttı ve ben dönebildim. Diplomatik dokunulmazlığım var aslında, dokunulmazım ama ailemi tehlikeye atmak istemedim.” 

“Peki şimdi? Sen, kızın, annen tehlikede misiniz?” 

“Belki…” diyerek dudak büktü. “Onlardan aldığım bir şey yok. Onlar için tehlike arz etmiyorum tersine onlara lazımdım, beni kaybettiler.” 

Rahatça nefes verdiğinde bakışları havuza kaydı. Ürkütücü bir dünyada rol alıyorlardı. Kendisini gizleme kararı bu yüzdendi Ruken’in. Neşeli yüzünü kaplayan tedirginliği fark eden Oğuzhan, kolundaki eli tutup iki elinin arasına aldı. “Korkma! Burada bizi kimse bulamaz. Her tarafımız asker, polis dolu. Evimize döneceğiz ikimiz de.” 

Ruken başını iki yana salladı. “Benim korkum bu ev değil, gelecek. Yaptığımız iş başlı başına tehlike. Benim kimliğim bilinmiyor, ama sen açık hedef gibisin.”

“Bana bir şey olmaz, sana da olmaz hadi gülümse. Hem sen nereden biliyorsun gündüz arılarını benim yaptığımı, söylemiş miydim?”

“Hayır, geldiğim gün Sedat Bey anlatmıştı.” 

Oğuzhan’ın yüzünde çarpık, çapkınca bir gülüş belirdi. “Benden daha zeki olmanı kıskandım.” 

Başını geriye atarak şuh edasıyla yandan baktı. “Ah, teşekkür ederim, teveccühünüz.” 

Oğuzhan kahkaha atarken çimenlerin üzerine tekrar uzandı. Elinden tutup çektiği kadını omzuna yatırdı. “Şimdi senin bu takım bizi izliyor mu?” 

“Bahçedeki kamerayı söküp, havuza attım. Arılarda olmadığına göre şu an göremezler.” 

“Arkada dedikodumuz dönüyor Oğuz, hiç hoş değil, hem de elle tutulur bir şeyimiz yokken.” 

“Aldırma… O arkadakilerin ne haltlar yediğini de ben biliyorum ve ayrıca başkanlara böyle şeyler ulaşmaz.” 

“Eğleniyor mu şimdi onlar? Bizi konuşup aralarında ne diyorlar? Oğuzhan’dan bize yeni yenge! Kaptı gül gibi mühendisi…” 

“Yeni yenge? Başka yengeleri de mi vardı?” 

Başını Oğuzhan’ın omzunda çevirip yüzüne baktığında, o da kendine dönmüştü. “Bunu bana sen söyleyeceksin, daha önce de kadınlarla çalışan sensin, benim çalıştığım ilk erkek sen olduğuna göre…” 

Elinin altındaki örgüyü parmakları arasında çeviriyordu, ela gözleri çok şey ifade ediyordu belki ama Ruken neyi görmek istiyordu? 

“Başka yengeleri olmadı, ben çalıştığım kadınlara bakmam, ilgilenmem ya da sevgi gösterisinde bulunmam.” 

“Allah Allah…” derken kalkıp elini toprağa verip adama yukarıdan baktı. “Buna nasıl inanayım?” 

“Sen bilirsin güzelim, ben doğruyu söylüyorum. Sen bir istisnasın ki zaten senin gibi bir kadınla hiç çalışmadım. Sen sabah ayazındaki çiğ tanesi gibisin, onlar… özellikle Ruslar.” 

“O kadar saf değilim, Oğuzhan.” Dizlerini çimene verip yükselirken Oğuzhan da kalkıp ona döndü. “Ne alaka şimdi?” 

“Rus kadınları demek, bir altmış beş boyunda standart ölçülerde bir kadın demek değil.” Konuşması, sesi sitemkâr çıkıyordu ama Oğuz pek anlamıyordu. 

“Hiç anlam veremedim Ruken. Ne anlatmaya çalışıyorsun?” 

Ruken sinirle boynunu iki yana esnetti. “Aptala yatmak benim işim, sen konuşmak istemiyorsun. Haklısın tabii bacak boyu bir buçuk metre olan kadınların, doksan beş numaralı göğüslerini benden gizlemen gereksiz. Rus kadınları diye bir gerçek var.” 

Oğuzhan ona bakarken birden gülümsedi. Ruken onu olmayan kadınlardan kıskanıyordu. “Sen beni kıskanıyor musun?” 

Yüzünü ekşitip ayağa kalktı. “Başka işim yoktu, seni kıskanacağım. Sen bana gerçeklerden bahsetmiyorsun diye teyit edeyim dedim.” 

Ağır çekimde ayağa kalkıp karşısında dikildi. Aklını oynatan kadının asık suratına sırıttı. “Gerçekler bende tam olarak şöyle; Ben bacak boyu bir buçuk metre olan kadınlardan hoşlanmıyorum ve göğüsleri doksan beş numara olan.” 

Elini havada salladı, hiç inandırıcı değildi. “Tabii tabii, dolgun dudaklar ve o allığın enfes durduğu yüz, rujun dudakları öne çıkarttığı kadınları da ilgi çekici bulmuyorsundur.” 

“Evet, bulmuyorum. Bana ne rujlu dolgun dudaktan canım ruj yemek istese alır yerim, bunun için bir Rus’u öpmeme gerek yok. Allık, fondötenle kaplı suratta öpmek istemiyorum. Ben Rus kadınlarından hoşlanmıyorum, hoşlanmadım.” 

Histerik bir gülüş çıktı Ruken’in sesinden. “Dalga geçiyorsun, güzel kadınlar onlar.” 

“Benimle aynı boydalar Ruken, nesi çekici?” 

Kollarını göğsünde birleştirip, başını yana yatırdı. “Sen gerçek misin?” 

Bir adım atarak kadının dibinde bitti. “Evet.” Ellerini cebine atıp Ruken’in yanına geçip kulağına eğildi, fısıltılı ve iç gıcıklayıcı bir tonda Ruken’i kalbinin ortasından vurdu. 

“ben güzel gözlü kadınları severim

bir de küçük ayaklıları, uzun boyluları

hem nasıl severim, öyle severim işte

terler avuçları, kesilir solukları.

ben mahzun kadınları severim,

yavru ceylanca kadınları, ürkekçe,

hem nasıl severim, öyle severim işte.

bilemezsin ne güzeldirler öpüştükçe,

ben akıllı kadınları severim,

düşünen, az konuşan, çok bilen,

her yerde her zaman nazı çekilen,

hem nasıl severim, öyle severim işte.

içimde büyük, sonsuz ateşler yanmalı

ölümüm bile o kadın yüzünden olmalı!” 

Tüm tüyleri ayaklanıp, teninden içeri fırtına esintisi etkisi yapınca burun kemerini sıktı. Hoşuna giden şiirin etkisi, kanında dolanan arzuların titreşimiyle nefes alıp doğruldu. “Sen şimdi bana hiçbir Rus’la birlikte olmadığını mı anlattın?” 

“Yat aptala yat!” Oğuzhan arkasını dönerek gülümsedi. 

Ruken onun sırtına bakarak sırıttı. “Tamam ya, cevabımı aldım.” 

“Nasıl mutlu oldum, bir an kendimi anlatamayacağım sanmıştım.” 

Birkaç adımda ona yetişip önüne geçti. “Ayaklarım da küçük.” Kocaman gülümsedi Ruken. “Ama az konuşamam.” 

Oğuzhan’ın gülüşü küçüldü, gözlerini Ruken’in çikolatayı andıran gözlerine dikti. “Gözlerinde güzel…” Bakışları dudaklarına kaydı. “Bilemezsin ne güzeldir öpüştükçe.” 

Kalbinin tüm odalarının kapısını zorlayan adama gülümsemekle yetindi. Konuyu şimdi değiştirmezse kendini kaybedecekti. “Sana yemek yapayım mı bu akşam?” 

Kaşları havalanan adam, başını sağa sola salladı. Konuyu değiştirtmek de aptala yatmanın bir yöntemiydi. “Olur, ne yapacaksın?” 

“Ne seversin?” 

Oğuzhan gözlerini bir tur döndürüp, durdu. “Köfte, patates.”

Ruken, Oğuzhan’ın koluna girip, eve yöneltti. “Biraz çalışalım o dediğin çok kolay. Sence ne kadar daha bu evdeyiz?” 

“Birkaç hafta daha sürer diye düşünüyorum, sen?” 

“Aynı fikirdeyim. Gece de mi çalışsak?” 

“On ve on iki arası olabilir. Sekizde bırakırız, ama sen benden kurtulmak istiyorsun sanki.” 

“Bu evin dışında birer hayatımız var Oğuzhan, senin bir çocuğun benimse kocaman bir ailem. Normal değil mi? Ama bunu üzerine alınma, seninle bu evde çok eğleniyorum.” 

“Ha ben eğlenilecek adamım?” 

“Ne kadar çok abime benziyorsun, o da böyle her söze alınır, küsme huyu bile var ama bir tek eşine küsüyor.” 

“En çok onu seviyor da o yüzden. İnsan hep en çok sevdiğine küsermiş. Çok sevmenin de böyle dertleri var.”

“Hiç de bile, eniştelerimde çok seviyor ama onlarda böyle bir huy yok.” 

Oğuzhan, Karahan’ı git gide merak ediyordu. Ruken’in dilinden düşürmediği adamı deli gibi merak ediyordu. 

Bir aydır tek bir renk vermediği yüzüne fırçayı sürdü. Gözlerine çektiği simsiyah kalemli bakışları ona bile yabancıydı. Dudağına sürdüğü kahve tonundaki rujunu perçinledi. Saçlarını dümdüz saldı. Boynuna ince bir kolye geçirdi. Bileğine şık siyah kayışlı saatini taktı. Kalın askılı siyah, bedenine tam oturan, dizlerinde biten elbisesini giydi. Çekici parfümünü sıktı. Siyah topuklu ayakkabılarını giyip telefonunu avucuna sıkıştırdı. 

Odasının kapısını açıp çıkarken nasıl döneceğini bilmiyordu. Adım adım aşağı indiğinde merdivenlerin başında buldu Oğuzhan’ı. Ellerini cebine atmış, sırtını trabzana vermiş, başını kaldırmış kendine bakıyordu. Ruken söylememişti belki ama Oğuzhan kimin geldiğini bilecek kadar zeki bir adamdı. 

Yaslandığı yerden doğrulan adam karşısına geçip kadını baştan ayağa inceledi. O ekranda gördüğü uzak, mesafeli kadına bürünmüştü. “Makyaj yapmışsın?”

“Öyle…” 

“Söylemeyecek misin kimin geldiğini?” 

“Bildiğini sanıyorum, yanılıyor muyum?” Saçını geriye attı başını kaldırırken. Ela gözlerinin içindeki kuşkuların tam ortasındaydı Ruken. Kalbi yerinden çıkacak, Kenan onun kalbini sökecekmiş gibiydi. 

“Senden duymak istiyorumdur.” 

“Neyi değiştirecek?” 

“Benim korkum da bu! Bir şey değişecek ama ne?” 

Hızlı atan kalbinin sıkıntısıyla nefesini kuvvetle alıp verdi. Bilemiyordu ki cevap versin. Sessizce adamın yanından geçip gitti. Alt kata inerek tünele ulaştı. Her adımda sıkıntısı misli misli artıyordu. Kendini bekleyen küçük araca bindi. Binmesine yardım eden genç adama bakmadı. Bu çıktığı en kısa ama en yorucu yolculuk olacaktı. 

Hisleri tonlarca kiloya ulaşmış, altında can çekişiyordu. Gidiş belli, dönüş belliydi. Tek bir bilinmezliği vardı, adı Oğuzhan’dı. 

Müsteşarlıktan gözleri bağlı çıkarılıp, nereye getirildiğini bile bilmiyordu. Işıkların aydınlattığı karanlık, penceresi olmayan bir odanın içinde yarım saattir ölüyordu Kenan. İnce montunu çıkarmış, oturduğu sandalyenin arkasına bırakmıştı. 

Kendinden nefret ettiği bu küçük odanın içinde can veriyordu. Ruken’i yarı yolda bırakmanın acısını bedeninin her bir hücresinde hissediyordu. Hücreleri iğne olmuş kanını akıta akıta canını deşiyordu. Başını elleri arasına almış neye nereden başlayacağını bile bilmediği sözleri toparlamaya çalışıyordu. Bildiği bir gerçek vardı ki, Hazal onun son sevda hasatı olmaya yeminli bir kadın gibi tim hücrelerinden içeri sızıyordu. 

Kapı kolunun indirilme sesiyle ayağa fırladı. Her zaman görmeye alışkın olduğu kadının eşsiz güzelliğiyle gözleri hüzünle kısıldı. 

İçinde çağlayan misali kabaran hislerinin zıvanadan çıkartmaya uğraştığı başka bir adamdı Oğuzhan. “Beni odaya bağla, kamerayı aç!” dedi sert bir tonda. 

“Sen kafayı yedin dostum. Neler oluyor, o adam kim?” 

“Eski sevgilisi, aç dedim!” 

“Oğuzhan, bu doğru değil. Ne yaşıyorsunuz siz, eve gelince konuşursunuz.”

“Sana aç dedim, Haldun! Aç!” 

Ses kesildi telefon suratına kapandı. Avucunda sıktığı telefona gelen bildirimi hızla açtığında Ruken’in, Kenan’a sımsıkı sarılmasıyla gözlerini kederle yumdu. 

Kendisi açılan kollara girmek için tereddüt dahi etmedi. Kenan’ın onu göğsüne sımsıkı sarışıyla o da özleyeceğini, bir dost bile olsa bir daha bu şekilde sarılamayacağını anlayınca adamın kokusunu içine çekerek sokuldu. 

Bir daha bu şekilde kollarına almayacağı kadını içine sokar gibi sıktı Kenan. Saçlarından öpücükler kopardı. “Seni özlemişim.” 

‘Ben seni hep özleyeceğim,” dedi içinden. Ağır hareketle ayrıldı Kenan’dan. Gülümsedi başını kaldırırken. “Seni buraya hangi rüzgar getirdi?” 

Kendinden kopan kadının buz gibi hareketlerine takılamayacak kadar doluydu Kenan. “Oturalım.” Ruken karşısına otururken arkasına yaslanıp kadına uzun uzun baktı. Ruken de onu izliyordu. 

On koca sene sonra bu olmamalıydı… “Sana anlatmam gereken çok önemli bir şey var,” dedi Kenan. 

“Benim de.” Sesi titreyen bir çiğ damlası gibi ha düştü ha düşecek gibiydi. 

“Önce ben.” Kenan masaya yaklaşıp başını elleri arasına aldı. “Ruken ben deliriyorum.” Bu ses  tonunu yabancıydı kadın, öne eğildi korkuyla. “Ne? Ne oldu?” 

“Ben onu ilk kez o gün gördüm ama hiçbir şey hissetmedim yemin ederim Ruken, öyle yabancı bir kadındı ki, bakmadım bile.” 

Kendi içindekileri bir yana alan Ruken, kaşlarını çattı. “Kadın mı?” 

Kenan ellerini başından çekerek ayağa kalktı. Gergin ve gerçekten delirmek üzere olan adamın tavrıyla o da ayağa kalktı. “Şunu düzgünce anlat Kenan.” Yanına ulaşıp kolundan tuttuğu adamı kendine çevirdi. Hayatı boyunca asla Kenan’ın gözlerini dolu görmemişti. 

“Sonra bir daha gördüm, yine ilgilenmedim. Sonra yine gördüm yine gördüm… Bir şey oldu bilmiyorum nasıl oldu ama oldu.” 

Kenan’ın kolundaki elini çekti. Şimdi gözleri dolan kendisiydi. Ne için gelmişti ama neler duyuyordu. İçinin yandığını, kavrulduğunu hissediyordu ama nedenini bilmiyordu. Oysa bunları o diyecekti. Tüm sözlerini yuttu. 

“Ne oldu Kenan?” 

“Affet beni…” Yalvarıyordu, can çekişiyor, inliyordu. 

Gözleri dolu dolu gülümsedi. “Ederim.” 

Kenan’ın sol gözünden düşen bir damla yaşa uzandı parmakları. O, gözyaşını silerken yanağındaki eli tuttu Kenan. “Bunu hak etmiyorum, silme.”

“Aptal,” dedi gülümseyerek, bir damla yaşta ondan düşmüştü. “O benim için damlıyor, silmek benim görevim.” 

Kenan da uzanıp Ruken’in gözyaşlarını iki eliyle tuttuğu yüzünden sildi. “Bunlarda benim hakkım, o zaman.” 

Ruken başını aşağı yukarı salladı. “Sen âşık oldun, bunun için delirme.” 

“Seni yarı yolda bıraktım, sözümü tutamadım. Kendimden nefret ediyorum.” 

“Saçmalama! Bunu konuşmuştuk seninle, geçen on sene içinde olmadın diye şimdi de olmayacak değilsin.” 

“Çok utanıyorum Ruken, kafayı yiyeceğim.” 

Kenan’ı karşısında ezilirken görmek, en az kendi de onun kadar suçluyken canını yakıyordu. Gözyaşlarını sildi. “Asla, bunu söyleme.” Kocaman gülümsedi ve ellerini tuttu. “Biz birbirimize hayranız ama âşık değiliz. Bunu geç fark etmiş olmamız ikimizin de hatası. Eğer bu suçsa sadece senin değil, benim de suçum.” 

Kenan, onun ellerini dudaklarına götürüp öptü. Nemli gözleriyle zorla gülümsedi. “Bunu beni rahatlatmak için söylüyorsun.” 

“Hayır, burada düşünecek çok zamanım oldu. Kenan… biz birbirimizi çok seviyoruz hep seveceğiz ama bu sevgi bize yetmeyecekti. Hayatlarımıza birinin gireceğini konuşmuştuk, an bu ansa yapabilecek neyimiz var ki?” 

Başını kaldırıp derin derin soludu. “Bu olmamalıydı, ben hep senli bir hayatın hayalini kurdum. Canım yanıyor Ruken, kıskacın tam ortasındayım.”

Ruken, ölesiye mutluydu. İlk aşkı olarak kalacak adamı hayatının sonuna kadar böyle güzel anacaktı. Gözyaşları nedensiz akarken buna gülümsedi. “Ben sana hâlâ aşık değilim.” 

Başını indirdi Kenan. İnanmak istemiyordu, Ruken onu rahatlatmak için kuruyordu bu cümleleri. “Bunun doğru olması için her şeyimi verirdim.” 

“Her şeyini o şanslı kadına verirsin, doğruyu söylüyorum. Biz, bizim oyunu yıllar önce kaybettik Kenan. Sen giderken, ben de senin gitmene izin verirken bittik biz. Ama ben çok şanslı bir kadınım, sen benim ilklerimi yaşadığım en güzel adamsın. Senden daha iyi birini bulamazdım.” 

“Seni seviyorum, hep seveceğim.” 

“Ben de, kimse seni elimden alamaz. Kenan benim yârim olamadı ama dostum olarak kalacak, bunu ona ilet.” 

Kenan hüsranla gülümsedi. “Sen muhteşem bir kadınsın.” 

“Hayır, değilim. Güzel sözlerini bana söyleme artık.” Kenan ve Ruken ayrılıp gözyaşlarını sildiler. 

“Asıl şanslı olan benim,” dedi Kenan. “Seni tanıdım, ömrüme güzellikler kattın, bu kalp seni unutmaz.” 

“Unutur, unutacak ve gelecekte bir gün hatta her gün birbirimizi güzel anacağız. Hadi şimdi bana kim olduğunu söyle, merak ettim doğrusu bu güzel kadın kim?” 

Kenan gözlerini kapatıp açarak tek nefeste itiraf etti. “Hazal.” 

“Hazal?” derken kaşları birleşti, aklındaki Hazal’la aynı kişi olmadığına inandı. 

“Hazal Arman. Yemin ederim elimi bile sürmedim, elini bile tutmadım.”

Ruken utanarak başını çevirdi. Oysa daha fazlasını yapmıştı ama itiraf edemiyordu. Belki bir gün anlatırdı ama o gün, bugün değildi. “Elini bile tutmadığın bir kadına mı aşık oldun, hem de benim rakibime?” 

“Ben aşığım demedim, neler hissettiğimi bilmiyorum ama onu kıskanırken buluyorum kendimi. Sürekli aklımı meşgul ediyor. Ne olacaksa olsun önce seninle konuşmam gerekiyordu. Olacak veya olmayacak… kendimi adi bir adam gibi hissettim.” 

Ruken’in vicdani inim inim inliyordu. Aynı zamanda benzer şeyleri yaşamak, nasıl bir kaderdi? “Hissetme, sen asla öyle biri olmadın. Demek Hazal ödülü bana kaptırdı, ben de eski sevgilimi ona.” 

“Onu tanımıyorum bile Ruken. Nasıl biri olduğunu bile bilmiyorum. Beş dakika sohbetimiz olmadı.” 

“Çok enteresan adamsın Kenan ama çok asilsin de. Ne diyebilirim ki… Çok mutlu olmanı isterim. Kaçtığın o nikâh masasına oturmanı ve aile babası olmanı.” 

Kenan, gözlerini kısarak Ruken’i izledi. Ne kadar da rahattı konuşurken. “Sen beni gerçekten sevmiyordun.” 

“Seviyordum, hâlâ seviyorum. Biz ayrılığa alıştık, arkadaş olmaya bağışıklık kazandık. Kendimizi yorduk, farkında olmadan. Evlendiğimizi düşünsene, ya o zaman olsaydı bunlar?” Oğuzhan’ın teorileri ortaya bir bir dökülüyordu. 

Kenan sessizce önüne baktı. “O zaman benden nefret edecektin?”

“Evet ve belki ben de başka birine tutulacaktım. Olan bize olacak, geri dönülmez yollara girecektik ama şimdi konuşabiliyoruz.” 

Elini tutup kendine çekerek sarıldı Ruken’e. Hayatının küçük kadını gidiyordu, dönmemesiye. “Kalbimde yerin olacak.” 

Ellerini Kenan’ın sırtına sardı. Saçlarında gezen ellerin dostluğuna teslim oldu. “Kalbimdeki yerini kimse alamayacak. Ruken’in ilki olarak kalacaksın. Bir gün ben de birine teslim olacağım. Herkes kendi hayatını, kaderini yaşar.” 

“Umarım çok mutlu olursun,” dedi Kenan, içinden geçen en gerçek duyguydu bu. 

“Umarım… Sen de …” 

Kenan’ın gözlerini bağlayan adama bakıyordu. Arada kendine kayan bakışları da yakalıyordu. “Kenan Bey, arkadaşlar size eşlik edecek.” 

Ruken buna gerek olmadığını söylese de adının Haldun olduğunu öğrendiği adam, “Kural bu şekilde,” demişti. 

Kenan’ı araca bindirip gidişini izledi. Kolları iki yanına düştü. Anlamsız bir acı içini yakıyordu. Ağlamak, hiç susmamak istiyordu. Yanındaki adamsa ona dönmüştü. “Sizi eve ben götüreceğim.” 

“Gerek yok, yürüyeceğim.” 

“İki kilometre yürümek mi?” dedi Haldun. 

Ruken arkasını dönerek yürümeye başladı. “Beş olsa bile yürüyeceğim.”

Her adımda geçen on seneyi düşündü. Kenan’ın onu ilk kez öpüşünü, elini tutuşunu. Sarılmasını ve yeşil gözlerindeki gülümsemeyi. Kendine bakarken kısılan, elleriyle yüzünü kaplayıp öpen adamı… 

Gidişini… eşsiz sadakatini… gidişine izin verişini… Ve asla pişman olmamasını… Gözyaşları yol boyu bir bir inerken kalbinin en derinden tek bir şey için kırılışını… Aynı adamdan ikinci gidişiydi ve bunun bir dönüşü olmayacaktı. Kenanlı hayallerin son bölümü oynuyordu kalbinde, az sonra ekran mutsuz sonsuza veda edecekti… 

Recommended Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

error: Content is protected !!