Ankara…

Rutini hâline gelen bir şeydi, her sabah uyandığında Oğuzhan’ın nefesini boyun çukurunda bulmak. Her güne bu şekilde uyanıyordu Ruken ve muhtemelen yarın sabah olmayacaktı. Göğsüne yakın olan dövmeye uzandı parmakları. Dalların üzerinde dolaştı yine, bunu yapmayı seviyordu hatta tutkunu olmuştu. Boynunda sıcacık bir kıpırtı hissedince gülümsedi.

Güneş henüz doğuyordu ve Oğuzhan loş odada biraz daha sokuldu. “Neden erken uyandın?”

Ellerinin talan ettiği saçları okşadı. “Bilmiyorum, uykumu almış gibiyim. Son sabah uyumak bir şey kazandırmayacak.”

Oğuzhan’ın kalbinin tam ortasında başlayacak yangının kıvılcımları çakıyordu. Örtünün altından kadının çıplak bedenini kendine çekip sardı. “Başka sabahlara uyanacağız, her gecenin bir sabahı olacak.”

Olacaktı ama birlikte mi, orasını kestiremiyordu Ruken. “Hadi kalkalım, kahvaltı edelim ve yükleme işlemine başlayalım. Haldun kapıda biter birazdan.”

Kollarından sıyrılıp çıkarken ona izin verdi. Derinden aldığı nefesiyle yatağa devrildi. Ruken ellerinin arasından kayıp gidiyordu ve hiçbir şey yapamıyordu. Aklından geçenleri duymadan da yapacak bir şeyi yoktu. Elbette konuşacaktı. Başucunda titreyen telefonu eline aldığında annesinin arıyor olmasıyla doğruldu. Ruken banyoya girip kapıyı kapatmıştı. Telaşla kulağına götürdü.

“Anne?”

“Korkma oğlum, biz iyiyiz ama bu senin deli kızın bu saatte uyandı. Rüya görmüş onu sana anlatacakmış. Bana da anlatmıyor, mecbur kaldım aramaya.”

Gülümseyerek yatağa devrildi. “Bu saatte ne rüyası olabilir, ve bakalım.”

Annesi ve Leyla’nın sesini duyuyordu ki, “Babacığım,” diyen sesle daha geniş gülümsedi. “Canım, ne gördüm rüyanda?”

“Baba ben annemi gördüm.” Bıcır bıcır sesi çok heyecanlı çıkıyordu ama sözler Oğuzhan’ın tüm gülüşü sildi yüzünden. Oysa annesinin tek bir fotoğrafı bile yoktu. Oğuzhan, kızını görmek dahi istemeyen kadını annesi olarak göremiyordu.

“Anneni mi?”

“Evet, baba annemdi. Kucağında uyuyordum ben, sende vardın.”

Kızının ele avuca sığmaz sevinci onun kursağında kalıyordu. Kimi görmüştü anne olarak?”

“Nasıldı annen?” Annesi sarışın bir kadındı hemen hemen. Buğday tene, küçük kara gözlere sahipti.

“Simsiyah saçları vardı baba.” Kızının sözleriyle banyonun kapısına baktı. Annesinin saçları asla siyah değildi. “Başka?”

“Başka hatırlamıyorum.” Hüzünle düşmüştü sesi ama aniden tekrar yükseldi. “Çok güzel gülüyordu. Beni omuzumdan öptü ama ben uyandım. Neden uyandım ki.”

Şu an o küçük tatlı dudakları büzülmüştü, Oğuzhan buna emindi. “Akşam dönüyorum, bana bir daha anlatırsın.”

“Babaannem söyledi döneceğini, bekliyorum babacığım. Uyumayacağım, seni bekleyeceğim.”

“Uyuma Leyla, seni çok özledim. Benden istediğin bir şey var mı?”

“Sevdiğim şekerlerden,” derken kıkırdadı Leyla.

“Tamam.” Küçük kızın gönlünü yaparak kapattı telefonu. Kızının rüyasına giriyordu ama gitmek için an sayıyordu. Onları nelerin beklediğini bilmek bile istemiyordu.

Kahvaltı ederlerken her zamanki gülümseyen hali ona iyi geliyor olsa da biliyordu biraz sonra bir şeyler gelecekti. İki Türk kahvesiyle karşısında, salonda belirince anladı zamanın geldiğini.

“Konuşalım mı?” dedi Ruken, Oğuzhan kaskatı bir ifadeyle baktı. “Konuşalım, buradan el ele çıkıp sana gidelim, bana gidelim, babana gidelim, anneme gidelim. Bunları konuşalım.”

Yanına oturdu Ruken, ellerini kucağında birleştirip kararlı sesiyle konuşmaya başladı. “Bir gün olabilir, ama şimdi değil. Beni anlamak zorundasın.”

Bedeniyle döndü kadına. “Neyi anlamak zorundayım?”

“Oğuz…” dedi nefes alıp verdi. “İki aydır bu evin içindeyiz, mahkum gibi bağlıyız birbirimize. Sen ve ben çıkmaz sokağın sakinleri gibi olmadık mı?”

“Sen beni böyle mi görüyorsun, mecburi istikamet?” Ayağa kalkıp öfkeyle elini saçına daldırıp Ruken’e döndü. “Yani hiçbir şey yok içinde ve beni evde kullanabildiğin biri gibi mi görüyordun?”

Telaşla ayağa kalkıp yaklaştı. Asla öyle bir düşüncesi olmamıştı. “Hayır hayır, öyle değil, gerçekten. Ben… Ben sadece bende nerede olduğunu bilmiyorum, bulmak istiyorum ve bunun için zamana ihtiyacım var.”

Oğuzhan ona o zamanı vermeyecek kadar tıka basa Ruken doluydu ve kadının tam olarak ne olduğunu biliyordu. “Sana anlatamadım Ruken? Bunca zaman ben sende neredeyim, anlatamadım mı?” Sesi sakin ve kırgın çıkıyordu. Ruken’in gözleri doluyordu ama Oğuzhan ona hak vermiyordu.

“Sana kopalım, bitelim gidelim olmamış gibi yapalım demiyorum. Biraz zaman ver bana, seni özlemek istiyorum.”

“Ya özlemezsen? Ya ben aklına bile gelmezsem?”

Öyle olursa Oğuzhan bitecekti Ruken de, hiç olmamış gibi olacaktı. Ruken’in de merak ettiği buydu ama canının yanıyor olması… Sessiz kalan kadına yaklaştı ama sertti. Netti.

“Yapma Ruken! Ben bunu istemiyorum. Sen de kendine eziyet ediyorsun. Birlikte ne olduğumuzu bulabiliriz, bunun için arkanı dönüp gitmen gerekmiyor.”

Başını sağa sola salladı. “Anlamıyorsun, kafam çok karışık. Kendimi bulamıyorum ki seni bulayım. Çok fazla şey yaşadım, gelenler gidenler, bitenler başlayanlar… Nefes istiyorum. Bu kadar zor olmamalı. Aynı şehirde yaşıyoruz senin beni benim seni bulmam zor değil.”

Dişlerini birbirine kenetleyen adamın da aklı karışıyordu şimdi. Ruken’in aklı gerçekten neredeydi? “Ben!” diye bağırdığında Ruken gözlerini kapattı. “Ben Kenan değilim!” dedi, ilk kez adını doğru söylemişti.

Ruken yüreğinin ortasına balyoz yemiş gibi geriledi. Dolan gözlerinden damlalar yanaklarına süzüldü. “Yapma!” diyebildi.

“Beni bir köşeye bırakıp canın çektiğinde geri alamazsın. Ben senin oyuncağın da değilim, arkadaşın olmaya hak kazanacak son adam bile değilim. Şimdi git sonra gel bakarız diyebileceğin biri asla değilim. Ya şimdi vazgeç ya da benim gazabımdan seni kimse kurtaramaz! Ömrünün en büyük pişmanlığı ben olurum.”

Ruken Kara damarının tik tak diye attığına yemin edebilirdi. Islak gözleri kısıldı. Kimse ona gazabı yaşatmazdı, kim olursa olsun o kararlarından asla pişman olmazdı. Oğuzhan kendi pişmanlığının gazabını yaşayacaktı. Elleriyle yüzünü kurulayıp Oğuzhan’ın ela gözlerine nefretle baktı. “Hoşça kal.”

Oğuzhan’ın yanında geçip odasına çıktı. Şimdi kendine izin vermiyordu. Ağlamak isteyeceği bir an gelecekse bile o sözlerden sonra şimdi değildi. Odasının kapısını kırarcasına kapattığında Oğuzhan’ın gücü tükenmişti. Koltuğa oturup başını elleri arasına aldığında Haldun’un sesini işitti, omuzunda da elini.

“Neden o kadar sert çıktın? Haklı yönleri var.”

“Yok!” dedi, ayağa kalkıp. “Birlikte de yapabilirdik ama alışkın olduğu yolu seçti. Ama ben aptal değilim.”

Haldun simsiyah şık takım elbisesi içinde ellerini cebine attı. “Hadi git hazırlan, yükleme işlemini başlatın. Gerisini halledeceğinize eminim, bu gözler,” dedi kendi gözlerini işaret ederek. “Bu aşka şahit oldu, er ya da geç olacak. Sıkma canını, içindeki seni bulduğunda her şey yoluna girecektir.”

“Her şey yoluna girene kadar çekilen acı kâr mi kalacak Haldun? Gerek var mıydı?”

Haldun gülümsedi. Aşktan nasibini almış bir adam olarak, arkadaşını gayet iyi anlıyordu. “Acıtmıyorsa ona aşk diyemezsin.”

….

Dar paça pantolonun altına sivri, yüksek topuklarını giymişti. Siyah takımının içinde yine o ulaşılmaz kadını oynuyordu. Saçlarını arkasına kalem gibi salmıştı. Uçlarındaki kahveler belinde ahenkle dans ediyordu. Yüzündeki yeterli makyaj, gözlerindeki o siyah çekimlerle kadına bakmaya doyamıyordu ama o, gidiyordu.

Büyük diski bilgisayarına takıp koltuğuna otururdu. Göz ucuyla yanındaki adama baktı. Geldiği günki kadar yakışıklıydı. İki aydır takım elbisesiyle görmediği adam bakmalara doyulmuyordu ama ona şu an deli gibi kızgındı. İki aydır bir kez bile sıkmadığı o çekici parfümüyse nefesine takla attırıyordu, ama yine de kızgındı.

Haldun elleri cebinde yan yana oturan ve suratları beş karış ikiliyi izliyordu. Sessizlik bir çığ gibi büyüyordu küçük odanın içinde. İkiliye bakarak sırıttı. “İlk çocuğunuz erkek olursa adını Haldun koyacaksınız, itiraz istemem.”

Tuşları basan parmakları havada kaldı Ruken’in. Yana kayan gözleri görüyordu ki, Oğuzhan’ın da dikkati dağılmıştı. Tekrar işine döndü. “Onun için babasının yanında şahıs olması gerekiyor, Haldun. Ben artık bundan pek emin değilim.”

Haldun’un gülüşü çarpık bir hâl aldı. “Öncesinde emindin yani?”

Oğuzhan koltuğunu Ruken’e çevirdi. Hem öfkeli hem deli gibi tutkundu kadına. Bileğine yapışıp, “Bir yere gidemezsin!” demek istiyordu ama dişlerini sıktı onun yerine. Söylemesi şart değildi, Ruken yaptığı hatanın büyüklüğünü anlayacaktı.

Ruken önüne bakıyordu ama ona dönen adamın kurşun misali bakışlarını yüzünde hissediyordu. “Laf olsun diye dedim, sözlerine karşılık olarak.”

Haldun dudaklarını büzüp kızışacak ortamın heyecanını yaşadı. Bakışları Oğuzhan’a kaydığında adamın az sonra tüm evi yakacak öfkesiniyle usulca sıvıştı.

Ruken’in koltuğunu tutup sertçe kendine çevirdi. Korkusuz, meydan okuyan kahverengi gözlere odaklandı. Yüzünü yaklaştırdı. “On çocuğun da olsa babası ben olacağı, önce bunu anla! Sen. Benimsin. Ben olsamda olmasamda, kafanın içinde ne taşıdığını bilmiyorum ama bazı şeyleri net anlatamamışım sana. Senin kafan karışık olabilir ama benimki değil.”

Koltuğun tekerleğinden faydalanıp, kendini geriye itti. Neler söylemişti, neler söylüyordu… “Senin kafan benimkinden daha karışık. Hayatıma giren girer çıkan, çıkar. Asıl ben kimsenin oyuncağı değilim. Şansını kaybeden kaderine küser.”

Kaderine, gelmişine geçmişine dalacak, ortalığı duman edecek öfkesini dizginledi. Gözlerini kapatıp burnundan içeri sesli nefes aldı. “Ruken,” dedi, sesi kadının içini delip geçti, bilemedi. “Leyla seni rüyasında görmüş. Annemdi dedi, simsiyah saçları vardı, dedi. Beni omuzunda uyuttu, dedi. Omuzunda! Onu doğuran kadının saçları siyah değildi. Onu hiç omuzunda uyutmak istemedi.”

Ruken’in bakışlarına merhamet perdesi çekildi. Küçücük bir kızın rüyalarında olmanın hüznü parçaladı içini. Muhtemelen bir yanılgı, bir rüya karmaşı içindeydi Leyla. “Bana izin ver,” dedi titreyen sesiyle. “Sen çok değerli bir adamsın. Bu şekilde bitemez. İstediğim biraz zaman.”

Oğuzhan tükenen umuduyla başını sağa sola salladı. “Bana geri dönmemi beklemeyeceğim. Acaba o gün gelecek mi, diye kendimi parçalamayacağım.” Sesi bir anda yükseldi. “Ama sen benim kızımın annesi olacaksın, o güne kadar da ben seni bu yaptığına pişman edeceğim. Hayatının ilk ve son pişmanlığına kendini hazırla. Gözüm hep üstünde olacak! Seni onun yanında görürsem, duyarsam Ruken…”

“Sen ne tür bir manyaksın? Bana bu yüzünü hiç göstermedin. Ne geliyorsun, ne anlıyorsun, ne müsaade ediyorsun ama ben ne sana ne senin bu saçma sözlerine uyacak değilim. Çelişkiden geçilmiyorsun, dengesiz. Her neredeysen orada mutlu kal. İlk yaram olmazsın.”

“Beni terk edeceğini geç fark ettiğim için anlayamadın bu adamı. Sana beni kırma yoksa sen bile toplayamazsın demiştim. Çelişki ben değilim Ruken, çelişki senin beyninde. Ben sana bu evde her şey oldum ama her şey, sende bana. Sende eksik olan bir şey var ama bende yok. Ben ne hissettiğimi çok iyi biliyorum. İlk ve son yaran olacağım çünkü benimsin benim olarak öleceksin. Aklını kaçıracaksın, delireceksin ama yüzümü bile göremeyeceksin.”

Önüne dönerek tuşlara basmaya devam etti. Yazılan sistem diske akmaya başladığında kalkıp odadan çıktı. Ruken’i ardında kafası daha çok karışık, bilinmez bir geleceğin ortasında bıraktı. İstediği sadece kalbinin biraz sesini dinlemekti oysa.

Saçma bir gülüşü gizleme gereği duydu. Dudakları büküldü adamın ardından. “Manyak! Sanki başkasına varacağım dedim. Havalara bak. Serseri.”

Haldun’un son sistem kilitli, Oğuzhan ve Ruken’in el izlerini taşıyan çantaya bıraktı diskleri. Birbirine hiç bakmayan ikiliye bakıp umutsuzca başını salladı.

Çantasının kulbundan tutup eve son kez göz attığında Oğuzhan yan bakışlarıyla hâlâ onu izliyordu. Yolları ayrılana dek umut vardı onu için. Ama Ruken için umut bu evin dışındaydı. Oğuzhan ondan bir adım uzağa gidemiyordu, gideceğini düşünmek bile acı veriyordu. Nasıl oluyordu da Ruken bu kadar inat ve düz durabiliyordu?

“Gidelim mi?”

Haldun’un sesiyle zorla gülümsedi. Gitmek istemiyordu, bu saçmaydı ama istemiyordu. “Gidelim.” Önden bodruma inen merdivenlere yöneldi. Gerçek anlamda içi yanıyordu. Bu eve nasıl gelmişti, nasıl gidiyordu… Arkasından gelen adamın varlığını ensesinde hissetmesi şimdilik ona yeriyordu.

Demir kapı açıldı ve iki aracın onları beklediğini gördüler. Oğuzhan öndekine yürüdüğünde Ruken’i ardında bıraktı. “Sen benim arabaya gel,” dedi Haldun. Oğuzhan çoktan hareket etmişti.

Oğuzhan’ın ardından bakıp Haldun’un uzattığı eli tutarak bindi her yani açık araca. Arkasına bakmak istiyordu ama göreceği bir demir yığınıydı. Nefes alıp önüne dönerken, gaza bastı Haldun.

“Ben sana hak veriyorum ama biraz değişik bu konuda.”

“Değişik olduğunu anladım, bugünü burnumdan getirdi. Bu kadar zor olmamalıydı. Sadece biraz durup düşünmek istiyorum.”

“Onun korkusu da bu, senin düşündükçe ondan tamamen kopacağın. O da bu konuda haklı.”

“Basit gibi görünebilir ama basit şeyler yaşamadık. O kadar da değil Haldun, onu özlemek istemem suç mu? Çok uzun zamandır dip dibeyiz, onun bendeki yerini bulmak istemem suç mu?”

“Hayır, değil tabii ki. O şu var ki, o senin ondaki yerini bulmuş, kaybetmek istemiyor. Tüm hırsı bu yüzden. Ayrıca basit değildiniz. Ben Oğuzhan’ı beş yıldır tanıyorum. Hayatında bir kadına denk gelmedim. Şimdi seni kaybetmek istememesi o kadar doğal geliyor ki gözüme, anlatamam.”

“Bana dünyayı nasıl dar edecek merak ediyorum. Ajanım olur musun?”

Haldun kahkaha attı. “Seni özleyeceğim Ruken ve hayır olmam.”

“Ama seninde bana işin düşer bir gün.”

“Sende yaparsın, eminim. Asla kin tutamıyorsun.”

“Ne ara tanıdın beni?”

“Bizlerin işidir insan, tanımazsak ayıp olur. Suyuna gitmeni öneriyorum. Bence sana olan özleminden aklını kaçıracak. “

Gülümsemesinin nedenini bile sormadı kendine. “Umarım.”

“Ama,” dedi Haldun. “Özlerse ve senin geri adımını görmezse sana dünyayı o zaman dar edecek, buna da emin ol.”

Eliyle saçını geriye taradı. Ondan da yapacağı hiçbir şeyden de korkmuyordu. “Dünyam onsuz nasıl olacak bilmiyorum ama dar gelirse ben onu bulacak kadar egosuz bir kadınım. Hata edersem hatamı da telafi ederim lakin önce yaşamamız gerekiyor.”

Haldun sessiz kalmayı tercih etti. Oğuzhan fazla abartıyordu ona göre, ya da Haldun aşkın ne olduğunu, neler yaptırdığını unutmuştu.

Tünelin sonundaki evin bahçesinden zırhlı araca yine üçü bindi. Etraflarını saran motorlu polislerin, iki tane daha önünde ve ardında olan araçla Roketsan’a yola çıktılar.

Bir dizi sürekli hareket eden Oğuzhan’ın bacağına kaydı bakışları. Gergindi, onca zaman bu gerginliği hiç sezmemişti, onu hiç bu kadar gergin görmemişti. Ama onu anlaması gerekiyordu. Belki birkaç gün belki birkaç hafta sürecek kısacık ayrılığı devasa bir hale getirmişti Oğuzhan.

“Boşanmaya gitmiyoruz Oğuzhan,” dedi sert bir dille. “Düşman gibi durman yersiz.” Adamın bakışlarını anında yüzüne çevirmesine neden oldu.

“Öyle mi? Nereye gidiyoruz Ruken?”

Oğuzhan’ın katı sesiyle Haldun gözlerini devirdi. “Gençler, benim yüreğim sizi daha fazla kaldırmıyor. Bugün bir tarihi birlikte yazıyoruz. Şunu evinizde öpüşerek kutlar mısınız?”

“Evimize gitmiyoruz Haldun,” dedi Oğuzhan. “Biz ayrı evlere gidiyoruz. Ne de olsa ayrıldık, sahi Ruken,” derken ona döndü. “Neyiz biz? Neydik biz?”

Ruken kabaran sinirleri, gerilen yüz hatlarıyla öne eğildi. “Cehennemin dibi. Anlamadıysan şimdiye kadar, diyecek sözüm yok.”

“Şu gidişin zaten cehennemin dibi küçük hanım, ben anlamışım sadece ama sen anlamamışsın.”

“Neyi anlamamışım?” derken daha büyük bir öfkeyle arkasına yaslandı. “Ben anlayacağımı anlamamışım evet, sen.. sen çok dik kafalısın. Nerede o Oğuzhan? Hani anlayıştan beni kalbimden vuran?”

“Of,” dedi Haldun. “Ben diğer araca mı geçsem?”

“Evet!” dedi Oğuzhan. VIP aracın camıma vurduğunda aralandı küçük pencere. “Durdur arabayı, Haldun Bey diğer araca binecek.”

Haldun yüzünü buruşturdu. Ruken dişlerini sıktı. Bir dakikaya sığan durma ve inme işleminden sonra küçük pencereyi kapattı Oğuzhan. Ruken başını çevirmiş, tozlu yolları izliyordu. “Konuşacak bir şeyimiz kalmadı.”

Yerinden kalkıp Ruken’in yanına oturdu, kadını kendine çevirirken çok da kibar değildi. Ruken’siz bir sabaha uyanacaktı ve bu, delice bir öfkeye neden oluyordu. Karışısındaki kadına ne ara bu kadar tutkun olmuştu, o da bilmiyordu.

“Ruken, uyan,” dedi sakin bir tonda. “Yarın sabah sensiz uyanacağım. Delirmek üzereyim!”

Adamın sakin sesi, aşk dolu tınıları kalbinin bir köşesinde sızladı. “Normal olanı bu, neden bu kadar zora koşuyorsun? Birlikte olmaya karar versek bile bir süre ayrı uyanacağız güne.”

“Ama sen gidiyorsun, bu öyle değil. Nereye gittiğin bile belli değil. Sen beni bulamazsan ben biterim.”

Omuzları çöktü kadının. Onun sandığı gibi değildi gidişi ama anlatamıyordu. Hayatında onu istiyordu ama neler hissettiğini, hissedeceğini ve hislerinin büyüklüğünü anlamak zorundaydı. Bileğini kaldırıp, bilekliği işaret etti. “Bu hâlâ burada, burada kalacak. Sana, senin şu sözlerine inat olsun diye bile çıkartmayacağım çünkü beni anlayacaksın.”

Oğuzhan’ın iç dünyası bambaşka bir yerdeydi. Ruken onun yanındayken, onundu. O adam giderken yanında kendisi vardı. Yanında hiçbir şeyi düşünmüyordu. Ya gidince? Yalnız kalınca?

“Kabul etmiyorum. Benden gideceksin ve nereye sen bile bilmiyorsun. İşine, ailene geri döneceksin, belki beni de tarihe gömeceksin.”

Ruken merhamet dolu gülümsemesiyle ellerini adamın yüzüne yerleştirdi. İnce sakalları aşıp, gamzenin üzerine parmağını bastırdı. Gözlerini kapatan adamın gücü tükeniyordu, tek istediği nerede uyanırsa uyansın onu düşünsün, onda kalsındı ama ölesiye korkuyordu. Ya o adamı gerçekten unutamamışsa?

“Oğuz,” dedi, sıcak nefesi adamın yüzüne çarparken. “Kenan benim için bitti, bunu anla! Sen bambaşka birisin. Sen öyle kolay bir adam olamazsın, benim için hiç olamazsın. Tenimde hüküm süren tek erkeksin.”

Biraz rahatlamıştı ama çok değil. Korkusu dinecek, bitecek gibi değildi. Uyanmasın her güne, ama bilsin Ruken onda kalacak onu sevecek onu seçecek, her gün görebilirdi. Her anını ona adayabilirdi ama Ruken kendisini yanında istemiyordu. Kadının sıcak temasını dudakları üzerinde hissedince kalbi teslim oldu. Beyaz bayrağı sallayan savaş kaybedeni gibiydi şimdi.

Bir eli ensesine hızla ulaşırken diğeri Ruken’in sırtına ulaşmış içine sokarcasına bastırıyordu kendine. Saçlarının arasına dalan elleri kadının saç diplerine baskı uyguluyor, dudaklarına sertçe sokuluyordu. Ruken’in kollarını boynuna sıkıca dolanırken, fark edebildi, Ruken ondan kopamazdı. Öyle bile olsa, Oğuzhan buna izin vermeyecekti ama şartları hâlâ geçerliydi.

Arzuları katlanırken bir milim geriye çekildiler. Ruken’in kesik öpücükleri ilaç gibiydi Oğuzhan için. “Pisliksin, sabahtan beri canıma okudun.”’

“Okumaya devam edeceğim, bunu sen istedin.”

“Sen… Beni böyle öperken, beni bu şekilde sahiplenirken ne yapabilirsin ki?”

“Aynı şeyler senin içinde geçerli mi? Bana sarıldığın, öptüğün gibi başka birini dokunabilir misin? Sen beni sahipleniyor musun?”

Kaşlarını çatıp sıfır mesafede adamın ela gözlerine odaklandı. “Tabii ki yapmam, bunu biliyorsun.”

“Beni başka bir kadınla düşünebiliyor musun?”

Düşünemedi, hayır düşünür gibi oldu. Bulunduğu yerde başka bir kadının varlığını hissederken bedeni titredi. Bakışları karardı, kolları sıklaştı ve dudakları düz bir çizgi hâlini aldı.

Oğuzhan’ın gergin dudaklarında gülümseme oluştu. “Şimdi beni anladın mı? Sen beni bulamazsın diye nasıl korktuğumu?”

“Anladım,” derken gözlerini adamın dudaklarına kilitleyip, eğildi. “Ama sen korkma, sen bende güzel yerdesin. Bende korkmuyorum, sende bambaşka bir yerdeyim. Seni çok özleyeceğim, bundan şüphe etmemelisin. O zaman gelip seni bulacağım. Şimdi güzel ayrılalım mı?”

Oğuzhan gülümserken Ruken’in saçlarının arasındaki eliyle kendine bastırdı. “Seni pişman edeceğim, ben diye delireceksin. Yastığın boş tarafında beni hayal edeceksin. Her baktığın adamı bana benzeteceksin, kimse sana benim gibi iyi gelmeyecek. Şimdi güzel ayrılalım.”

“Çok konuşuyorsun, araba durana kadar öp beni.”

“Araba durana kadar, İstanbul’a inene kadar öpeceğim seni, sonrası olmayacak.”

“Vaktim azalıyor Oğuzhan,” derken inanından da kararından da geçmeyen kadın kapandı sevdiği dudaklara. Yüreği kuş gibi kanat açmış, özgürce dolaşıyordu gökyüzünde.

Aracın kapısı açılıp, ikisini de daha sakin bulan Haldun, araçtan indiğine dualar ediyordu. Ruken’in her zamanki gülüşü yüzündeydi. Oğuzhan da daha sakindi ama gülümsemiyordu. Buna da şükür çekip sona yaklaşan proje için adım attılar binaya. Ruken’in ilk gelişi değildi, o da en az onlar kadar mekanı biliyordu. Kimsenin olmadığı ama peşinde bir ordunun olduğu kalabalıkla geçtiler koridoru, asansörü.

Siyah bir kapıdan geçtiler. İçeriye girdilerinde etrafına bakındı Ruken dev bir ayna camın önüne kurulmuş bilgisayar düzeneğine bakıp gülümsedi. Odada bulunan sistemlerin pek çok ürününü o imal ediyordu.

Ruken ve Oğuzhan yaklaşıp geniş camlardan baktığında genç, yirmi kişiyi gördü. Hepsi bilgisayarlarının başında gelişigüzel serilmiş konuşuyorlardı ama ses gelmiyordu. Genç kadın ve erkekten oluşan gurubun keyfi yerinde gibi görünüyordu çünkü kahkaha sesleri gelmese de güldükleri anlaşılıyordu.

“Sevimliler,” dedi Ruken’e Oğuzhan da gülümseyerek başını sallayıp onayladı.

Baş Mühendis arklarından odaya girip kapıyı kapattı. “Hazırız,” derken öne yaklaşıp bir düğmeye bastı. Niyeti mühendislere yerlerine geçmesini söylemekti. Ama odayı dolduran sesle gözleri hızla açıldı Ruken’in.

Bir kadının, “Biri Oğuzhan Kara’ymış,” dedi.

Başmühendis bir tuşa daha basıp konuşacağı anda Ruken elini havaya kalırdı. “Bekleyin.”

Haldun dudaklarını sağa sola kıvırırken, gülüşünü gizliyordu. Oğuzhan Ellerini cebine etmiş kayıtsız duruyordu ama başmühendis hiç mutlu görünmüyordu.

O kadın devam etti. “Adamı bilmeyen mi var? Hem yakışıklı hem karizmatik ve zeki. Gitti gül gibi adam. Kaptırdık.”

Ruken burnundan sesli nefes alırken Oğuzhan’a göz attı. Tavana bakıyordu, ilginç bir şey görememesine rağmen. Yüzünü buruşturup baktı tekrar.

Ayaklarını masasına vermiş olan adamlardan biri ayağa kalktı. “Sen taş görmemişsin, istersen gel bi çarp, burnunu yeniden yaptırman için fırsat sana.” Ellerini cebine atan adam, az önce konuşan kadının başına gelip eğildi. “Kadın olanım adını gizliyorlar ama çok güzelmiş, esmer güzeli. Asıl ben kaptırdım, çocuklarımız bir dahi olabilirdi.”

Ruken elini ağzına kapatırken başını eğmişti. Oğuzhan’ın burnundan aldığı sesli soluğu işitti. Boğazını temizleyip bakışlarını tavana çevirdi. İlginçmiş tavan, fark etti.

Başmühendis nefesle düğmeye basmak için uzandı ama bu kez Oğuzhan durdurdu. Adam gözlerini devirip pes etti. Her zaman gevezeydi mühendisleri ama çok da zeki.

Başka bir kadının oturduğu yerden gülüşüne döndüler. “Çetin, ne kıskanç adamsın. Oğuzhan Kara bir taş ve sen değilsin. Şanslı kadınlar var bu hayatta. Ah ah ben yazacaktım S-400’ü çocuklarımız dahi olacaktı.”

İlk konuşan kadın ayağa kalkıp, Çetin’i göğsünden iterek kendinden uzaklaştırdı. “Adam güzel, zeki ve güzel. Hiç şansın yok oğlum, atı alan Üsküdar’ı geçti. Bence ben sana kalacağım.” İşaret parmağını adamın çenesinin altına koyup kaldırdı. Çetin gülümsedi. “Bin gönlüm olsa biri sana yar olmaz, kızım.”

“Eh,” dedi kadın, “Yazdım bunu.”

Başka bir adamın sesiyle döndüler. “Kim bilir belki ayrılırlar, iş aşkı işte kalır. Kadını çok merak ediyorum. Öve öve bitiremediler. Hazır gelecekler ya evlenme teklifi mi etsem? Belki ben daha iyiyim.”

Kadın olanlardan biri yüksek sesle kahkaha attı. “Ya git, ama öyle bir şey olsa ben ederdim. Çocuklarımız o zaman kesin dahi olurdu.”

“Adı ne?” dediler, aynı anda. Başmühendis Ruken ve Oğuzhan arasında göz gezdirdi.

“Son konuşan erkek Kenan, kadın olan da Bilge.”

Oğuzhan’ın göğsünü şişiren isim ve sözler beynine çarpa çarpa yol alıyordu. Ruken göz devirmekle yetindi. Ezbere bildiği düğmeye uzandı. “Kenan Bey,” dediğinde bütün mühendisler yerinde zıplamıştı. Herkes yerine geçerken Kenan ayakta kalmıştı.

“Evet,” dedi ortaya.

“Ben S-400 mühendisi.” Camların ardındaki insanların mum gibi olduğunu görünce gülümsedi. “Ayrılmadık, evlilik teklifiniz için teşekkür ederim ama kalbim başkasına ait.”

Mühendis Kenan gülümseyerek saçlarını karıştırdı. “Anladım efendim.” Arkadaşları da gülümsüyordu. Az sonra kahkaha tufanı kopabilirdi.

Oğuzhan’ın kaşları havalanırken gülümsemeyle indi. Ruken’in doğrulduğu mikrofona eğildi. “Bilge Hanım, benimde kalbim az önceki beyefendinin evlenme teklifi etmeyi düşündüğü kadına ait. Ve bizim çocuklarımız dahi olacak.”

Bilge yüzünü buruşturdu. “Çok yazık olduk ama biz.”

Oğuzhan gülümsedi. Ruken başını sağa sola salladı. Başmühendise göz attı, adam renkten renge giriyordu. “Sorun değil, hepsi çok tatlı. Eğleniyorlar,” diyerek gülümsedi. “Hadi biz başlayalım.”

Başmühendis herkese yerine geçmesini sert bir sesle ifade edince tüm mühendisler çivi gibi yerlerine çakıldı. Haldun çantayı ortaya bıraktı. Çantanın üzerindeki dokunmatik sisteme ellerini bırakırlarken birbirlerine göz atıp gülümsediler. Kilitler bir bir açıldı. Diskler yerlerine takılmak üzere masaya bırakıldı.

Ruken mikrofona eğildi. “Hazır mısınız, algoritmanız geliyor,” derken kocaman gülümsedi. Genç mühendislerin heyecanını unutmayacaktı. Yaşadığı hiçbir şeyi unutmayacaktı, her bir anını asla ama asla unutmayacaktı.

Mühendis Kenan’ın sesini işitti. “S-400 aşkına sevgili mühendislerimiz, gönderin gelsin.”

Recommended Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published.

error: Content is protected !!