Tüm gün ettiği sözlerin yorgunluğu çökmüştü belki üzerine ama bir de can dostu vardı sırada. Ankara’da olduğu günlerde rutinin dışında tek bir söz etmemişti Efşan’a. Sadece Kenan’ı biliyordu. Şimdi karşılıklı nargile ve Türk kahvelerinin karışına geçmişlerdi.

“Ruken, gözünü seveyim bacım, bir daha bu kadar uzun gitme. Şu meretin sensiz tadı bile yok, iki aydır ilk kez içiyorum.”

“Görev,” dedi göz kırparak. “Ama sanmam bir daha bu kadar uzun gideyim. Sevgilim izin vermeyebilir.”

“Ney?” dedi nargile dudaklarına giderken havada kaldı. “Ne sevgilisi?” Kenan olmazdı, ondan bahsetmediğine emindi Efşan.

Ruken’in kahkahası geceye karıştı. “Biriyle tanıştım, görev arkadaşım.”

Nutku tutan Efşan ayağını bacağından indirip Ruken’e döndü. “Ciddi misin? Anlat çabuk.”

“Ciddiyim. Adı Oğuzhan soyadı Kara. İlginç değil mi? Aynı soyadına sahibiz.”

“Olabilir bir şey bu, ee?”

“Çok yakışıklı, karizmatik. İki ay aynı evin içinde yaşadık. Ama neler yaşadık Efşan…” diye başlayan uzun uzun cümleler kuruyordu. Efşan gözleri heyecanla parlayarak dinliyordu.

“Birlikte olduk,” dedi en sonunda. “Bunu gerçekten istedim. O bana ben ona alıştık ama o kendinden çok emin, ben değilim. Bunun için bana aşırı kızgın. Bugün hiç aramadı, arayacağını da sanmıyorum. Beni delirteceğini söylerken yokluğuyla cezalandıracağını düşünmemiştim.”

“Tanımadığın bir adamla birlikte oldun ve seni aramasını bekliyorsun?” Efşan, Ruken’e bakarken işittiklerine inanamadı.

“Evet, tam da öyle yaptım. Pişman değilim, olacağımı da sanmıyorum. Mükemmel bir adam, beni bırakmamak için çok çırpındı ama kabul etti. Etmedi aslında, eminim buralar da bir yerdedir. Tanıdığım adamla on sene geçirdim ama bunu hiç düşünmedim, tanımakla olmuyormuş. Hani sen demiştin ya, kadınlar tutku ister diye, Oğuzhan başlı başına tutkudan ibaretti.”

Gülümsedi ve nargilesinden bir nefes aldı. “Öyle diyorsan…” derken gülümsemesi kahkahaya dönüştü. “Nasıl iyi miydi bari?”

Ruken ellerini havaya açıp başını geriye attı. “Ah, bulutların üzerinde hissedecek kadar iyi.”

Efşan daha şiddetli güldü. “İçindeki ateşli kadını çok uzun saklamışsın kardeşim.”

“Onu beklemişim, diyelim. Ama bak ses seda yok. Bakalım kaç gün sürecek bu hâli.”

“İstediğinde bir şey yok, onun korkusu Kenan mı?”

“Sanırım, sürekli söylememe rağmen onu kıskanıyor olmalı.” Nefesini salarken gökyüzüne bakındı. “Dün gece özlemeye başladım, korkum da buydu. Dün gece bıraktım dün gece özlemeye başladım. Onun bende aşk mı alışkanlık mı olduğunu anlamam gerekiyor.”

“Peki, alışkanlıksa, ya unutursan?” dedi Efşan.

“Unutulacak adam değil ama bilmiyorum. Zaman gösterecek.”

Başlarının üzerinde gezen şeye bakmak için ikisi de gökyüzüne dönmüştü. Ruken ayağa kalkarken Efşan da hareketlendi.

“Bu da ne?” diye soran Efşan’a gülümsedi. “Bu o,” dedi Ruken.

El kadar droneun bahçenin zemine inişini izleyen iki kadından Efşan ağızı açık kalandı. Ruken iki adımda ulaşıp droneu eline aldı. “Oğuzhan…” diye mırıldandı. Küçük makinaya bağlı kutuyu çözmek için siyah kurdelenin ucunu çekip açtı. Yere düşen kutuyu alıp açtı. Kaşları birleşirken Efşan da yanına çöktü.

“Pembe mi?” diye sordu Efşan. “Bu şey buraya nasıl geldi ayrıca? Nerede bu adam?”

“Telefonun ışığını açar mısın?”

Ruken onu duymuyor gibiydi. Sehpanın üzerine bıraktığı telefona ulaşmak için kalkınca Ruken de doğruldu. Feneri açıp yüzüğün üzerine tuttu Efşan. “Aman Allah’ım,” dedi. “Ruken bu pembe elmas mı?”

“Hem de pembe yıldız elmas,” diye mırıldandı Ruken. Geçen yıl açık artırmada milyon dolarlara alıcı bulmuştu bu taş.

“Ruken,” dedi Efşan. “Sen bu alışkanlığa aşık ol canım.”

Gülümseyerek parmağına geçirdi yüzüğü. “Oluyorum Efşan, tutma beni.”

“Ya tamam da bu şey buraya nasıl geldi? Emin misin, belki adresi şaşırmıştır?”

“Onu tanısaydın bunu ancak onun yapacağını da bilirdin.”

Arkasından gelen bildirim sesine dönerken hızlı adımla ulaşıp alıp açtı.

“Efşan’a selamımı söyle, adres doğru. Yüzük doğru parmakta.”

Efşan’ın kapanmayan dudaklarına bakıp kahkaha attı. “Kapat kızım ağızını. Yüzük benim,” dedi ve yerdeki drone baktı. “Bu şey bizi izliyor.” Eline alıp doğruldu. Kamerayı bulmaya çalıştı, küçük bir nokta olan kameraya gülümsedi. “Teşekkür ederim, çok beğendim. Kendin de getirebilirdin.”

“Manyak, makinayla konuşuyor.”

“Makine değil o, ucunda sevgilim var.”

Efşan kahkaha atarak yerine oturup, nargilesine döndü. “Kafayı bozmuşlar, bu kadar çok icat yapmayın.”

Drone havalanıp gökyüzünde kaybolurken gidişini izleyip parmağına baktı. “Çok güzel Efşan…” Eriyerek bakıyordu eline. Yüzük gecenin karanlığında etrafa ışıltısını saçıyordu.

“Zevkli adam olduğunu seni ele geçirmesinden anladım. Nasip tek taşa, umarım onu kendi getirir. Bu kadar zengin olduğunu söylememiştin.”

Yerine oturup parmağına yine baktı. “Zenginliği beş kuruş etmez, ondaki o gamze olmasa.”

Droneyi ve kumandasını odasına bırakırken hâlâ sırıtıyordu. Ağızı dolu dolu, “Ucunda sevgilim var,” deyişine bile aşık olabilirdi. Salona elleri cebinde keyifle girdi. Asistanlarının yanından geçip cam duvarların önündeki gri deriden olan berjere oturdu.

“Anlatın bakalım?”

Sarı saçlarını eliyle bir omzuna toplayan Sümeyra, notlarına baktı. “Sabah on birde Kenan Kurşunlu diye Bur adamla üç saat süren kahvaltı yaptı.”

Diğer asistanı, esmer genç adam, Selim devam etti. “Daha sonra Arman Holdinge uğradı. Bir saate yakın kaldı. Sonrasına Atabey oteline geçerek bir saatte orada kaldı.”

Sümeyra devam etti. “Akşamüstü Asilkan Holding’e geçti, bir saate yakında orada kalıp evine geçti, yani tam olarak alt sokak.” Sümeyra gülümsedi ve gizlemedi. “Biz ne yapıyoruz patron?”

“Müstakbel yengenizi gözetliyorsunuz.”

“Güvenlik duvarını kıramadık, gözetleyelim de dinleyemiyoruz,” dedi Selim. “Ama Kenan Bey’in telefonundan sabahki konuşmaları kayıt altına alabildik.”

“Gerek yok. Sil konuşmayı, dinlemek istemiyorum.” Ruken’e güveni tamdı ve gereksiz bir gerilim olacaktı konuşmayı dinlemek. “Ama kimseye söylemeyin Ruken’in güvenlik duvarını kıramadığınızı, adımı iki paralık edeceksiniz, itibarım yerle bir. Ne demek kıramadık?”

“Çok güçlü kodlanmış, geçemiyoruz. Biraz daha zorlarsak anlayacak,” dedi Selim.

Dudaklarını sağa sola kıvırıp gülümsemesini gizlemek istedi. S-400 yazdığı kadından başka türlüsü beklenmezdi. “Tamam, sadece nereye gittiği, neler yaptığını izleyin. Günlük rapor istiyorum.”

“Acaba diyorum,” dedi Sümeyra. “Bir izleme cihazı taksak yengemize daha az yorucu olmaz mıydı?”

“Olurdu ama senin yengen kod mühendisi, dakika da anlar şeker kız. Buna gerek yok, kısa bir süre izleyeceksiniz.”

“Son bir şey,” dedi Sümeyra, Oğuzhan’ın ondan sıkılan bakışlarına aldırmadan. “Yengemiz çok güzelmiş, tebrik ederim.”

Selim göz devirdiğinde Oğuzhan kocaman gülümsedi. “Teşekkür ederim. Hadi gidin artık, dinlenin.”

Asistanların gidişinin ardından annesi girdi salona. Leyla’yı uyutunca biraz konuşmak isteyen oğlunun karışındaki koltuğa oturdu. Anne oğul İstanbul’u izliyordu şimdi.

“Leyla’ya neden annesinden bahsettin?” diyerek söze girdi. “Sarışın olduğunu biliyor.”

“Bu kadarını bilmek onun hakkı, abartma lütfen.”

“Anlatma anne, anlatma çünkü annesi olacak kadının bir çocuğun hayalini süslemek hakkı değil. Onun hiçbir şeye hakkı yok.”

“Evet, biliyorum. Haklı olabilirsin ama o artık büyüdü ve anneye en çok ihtiyaç duyacağı birkaç senenin içine girdi. Sürekli olarak anne sayıklıyor artık. Bir buçuk ay okula gitti ve her gün anne anne anne…”

“Bende sana bir şey soracağım,” diyerek konuyu biraz kenara aldı. Annesi ona dönünce gözlerini çekmedi. “Baba, baba, baba!”

Nihan Hanım kaşlarını çattı. “Ne olmuş babana?”

“Bana seni aldattığını, sevgilisiyle uçak kazasında öldüğünü neden hiç söylemediğini soracağım?”

Göğsünün ortasında, hiç çıkmayan hançeri eliyle çevirdi oğlu. Oğluna bakan gözleri kısıldı, teslim ol anne bakışlarıyla başını eğdi. “Bunu nasıl öğrendin?”

“Bunun ne önemi var? Bana hiç bahsetmedin, beni babamın ender rastlanan bir adam olduğuna inandırdın.”

Arkasına yaslandı, gözleri dolmaya başlıyordu. “Öyleydi. Başka bir adam sevemedim, bu onu ender yaptı.”

Nasıl bir kadındı annesi? Bu nasıl aşktı, nasıl bir acıydı? Dilinin ucunda binlerce söz bir daha gün yüzüne çıkmayacak şekilde yutuldu. Yerinden kalkıp annesinin önüne diz çöküp ellerini tuttu. Annesinin yanağından inen bir damla yaşı sildi.

“Tamam, başka bir şey konuşmayacağım. Öyle diyorsan öyledir.”

Bakışları İstanbul’a döndü kadının. “Sorma, konuşma, ben onu güzel anıyorum sende öyle yap. Kaç yaşına gelirsen gel bunu hiçbir kadına yapma! Sana hakkımı helal etmem. Başka isteğim yok senden.”

Öyle bir şeyi yapmamıştı, yapmayacaktı. Annesi tanığı en cesur kadındı. “Yapmam, yapmayacağım. Biliyor musun?” derken annesinin iki elini avuçlarına alıp, bakışlarını birleşik ellerine çevirdi. “Bir kadınla tanıştım.”

Annesinin gözleri oğlunu hedef aldı anında. “Sahi mi?” derken gülümsedi. Islak gözleri gülüyordu şimdi. Oğlunun hayatına birinin girip hiç çıkmayacağı günü sabırla bekliyordu. “Kim?”

“Evet, onu tanıyorsun aslında.”

“Şimdi daha çok merak ettim, hadi söyle.”

Derin nefes alıp, gözlerini annesine kenetledi. “Turgut amcamın kızı, Ruken.”

Şekilden şekile giren annenin yüzüne gülümsedi. Kadının zihni durmuş gibiydi, oğluna şaşkınlık içinde bakıyordu. “Ruken mi?” diye mırıldandı Nihan Hanım. “Ama nasıl nerede tanıştınız, senin kim olduğunu biliyor mu?”

“Bu çıktığım son görevde birlikteydik, soyadımızı sorgulamadı. Bende çok açık vermedim, kim olduğumu biliyor ama akrabası olduğumu bilmiyor.”

“Kandırdın onu,” diyerek yüzünü buruşturdu. “Sana yakıştıramadım, neden yaptın bunu?”

“Karşısına çıktığımda, ‘Merhaba, ben senin uzaktan kuzenin,’ demeyi saçma buldum çünkü kuzenim olmayacak kadar güzel, zeki ve sevimli biri. Söyleseydim aramızdakilerin asla gelişmeyeceğine inandım, diyelim. İki akraba olarak değil, iki yabancı olarak tanıştık.”

“Gerçeği öğrendiğinde ne diyecek peki, bunu düşündün mü?”

Düşünmüştü, hem de onlarca kez. “O çok değişik bir kadın, kin güdemiyor. Kızamıyor, her olayın altından iyi bir şey çıkartabiliyor. Pozitif biri, sürekli gülümsüyor konuşuyor, duygularını olduğu yerde olduğu gibi yaşıyor. Çok kızacağına eminim ama bir yolunu bulacağım.”

Nihan Hanım kocaman gülümsedi. “Meral’i anlatıyorsun sandım.”

Oğuzhan da tebessüm etti. Meral Kara’yı tanımıyordu. Birkaç fotoğrafını görmüştü, annesinin aile albümünde. “Bilemiyorum, ona sen karar vereceksin.”

“Ne yaşadınız siz? Tüm o iki ayı birlikte mi geçirdiniz?” Başını sallayan oğluna bakıp gözlerinden okumak istediği şeylerin çoğunu yakalamıştı ama sustu. “Peki şimdi nerede?”

“Alt sokakta ve benim burada oturduğumu bilmiyor. Biraz ayrı kalmamızı, bana ne hissettiğini anlaması gerektiğine karar verdi.”

“Ya sen?”

“Ben kararımı ondan yana kullandım ama böyle düşünmüyor.”

“Sende buna saygı duydun, öyle mi?” Oğlunun takıntılı bir manyak olduğunu biliyordu. İstiyorsa, o şeye ulaşmadan nefes bile almazdı. Leyla bu tavrıyla dünyaya gelmişti. Geldiği iş dünyası da buna dahildi.

Oğuzhan kalkıp yerine oturdu. “Pek sayılmaz.”

“Niyetin nedir? Amcanın kızıyla bir şeyler yaşadığın duyulursa bu hiç hoş olmaz.”

“Niyetim belli, olacak. Ruken Kara her zaman Ruken Kara olarak kalacak.”

“Leyla’nın rüyasında gördüğü kadın, Ruken mi? Ama bu nasıl olur?”

“Bilmiyorum ama sanırım o.”

“Kızın olduğunu biliyor mu?”

“Biliyor, gösterdim ona Leyla’yı. Senden pek hoşlanmıyor,” derken kahkaha attı. “Ben çok anneciymişim, bence seni kıskanıyor.”

Nihan Hanım da gülümsedi. “Ne anlattın Allah bilir? Tanışmadan nefret etti benden, alacağın olsun Oğuzhan.”

Oğuzhan’ın aklına Ruken’in anneci sitemleri doldukça gülüşü büyüdü, kocaman kahkahalara dönüştü. Annesi yerinden kalkıp oğlunun tepesinde durdu. “Gül oğlum gül, senin kim olduğunu öğrendiği zaman dünyayı tepene geçirecek. Azıcık annesine benziyorsa, tersi pistir.”

Annesinin arkasından bakıp sırıtarak mırıldandı. “Başım gözüm üstüne.”

Tüm günü karmaşık duygular arasında bocalayarak geçirmişti. Kenan sabahtan bu saate hiç aramamıştı, arada bir telefonuna bakıyordu ama gereksiz bildirimler dışında Kenan’dan iz yoktu. Dedesinin dizine başını bırakmış, tepesinde kitap okuyan sessiz adamın huzurlu kucağında uzanıyordu.

Kapattığı ekranla telefonu yanına bırakıp, gözlerini kapatarak yerleşti dedesinin dizine. İç geçiren nefesiyle dedesi Cemil Bey kitabı yana alarak Hazal’a gözlülerinin altından baktı. Hazal saat onda evde olacaktı, hem de dedesinin dizinde. Bu o kadar yabancıydı ki adama şaşkındı fakat soru sormuyordu. Kızına kaldırdı bakışlarını. Halası Yıldız Hanım da en az babası kadar şaşkındı. Sessiz sorular bakışlarda dönmüştü, yine sessizce ‘bilmiyorum,’ dedi Yıldız Hanım.

Kitabına geri döndü Cemil Bey, nasılsa konuşurdu. Buraya konuşmaya değil, sessizlik ve huzur bulmaya geldiğini bilecek kadar tanıyordu torununu.

Yalının evi inleten zil sesiyle baba kız birbirine baktı. “Birini mi bekliyordun Yıldız?”

Yıldız Hanım ayağa kalkarken başını salladı. “Hayır babacığım, kimseyi beklemiyordum.”

Hazal oralı bile olmadı. Huzur bulmaya gelmişti, neredeyse kovun gitsin diyecekti gelen için. Yerinden kıpırdamadı bile, halasını yanından geçerken gördü yine oralı olmadı. Odaya giren hizmetçiye dönmüştü baba kız.

“Kenan Kurşunlu diye biri geldi efendim, Cemil Bey’le görüşmek istiyor.”

Hazal’ın gözleri kabından çıkacak kadar açıldı. Yerinden ok gibi doğruldu. “Kim?” dedi, haddinden fazla çıkan sesiyle.

“O kim?” derken kızına döndü Cemil Bey.

Yıldız Hanım, Kenan’ı tanıyordu ama bu saatte evlerine geliş sebebini merak etti. “Allah Allah,” diyerek mırıldanıp babasına döndü. “Çaykara çaylarının sahiplerinden babacığım, ama burada ne işi olduğunu merak ettim. İçeri alalım.”

“Gelsin tabii,” dedi Cemil Bey. Kitabını kapatıp yanındaki antika sehpaya bıraktı. Hazal bacaklarını koltuktan indirip ayakkabılarını ayağına geçirirken kalbi ağızından çıkacak gibiydi. Burada olduğunu nasıl biliyordu? Şimdi ne diyecekti halasına ve dedesine?

“Hazal, ne oldu?” Cemil Bey, torununda aniden gelişen tedirgin hâle gözlerini kısmıştı. “Yok bir şey dedeciğim, bende merak ettim neden geldiğini.”

Kenan elinde bir buket kırmızı gülle salona gülümseyerek girdi. Hazal’ın nefesi kesildi. Nasıl yakışıklı, çekici görünüyordu…

“Hoş geldiniz Kenan Bey,” dedi Yıldız, genç adamın uzattığı şık çiçekleri alırken. “Teşekkür ederim.”

“Hoş buldum, rica ederim. Sizin kadar güzel değiller ama.”

Yıldız Hanım hoş gülümsemesiyle babasına döndü. Yetmiş sekiz yaşındaki Cemil Bey yerinden kalkmaya yeltenince Kenan yanına yaklaşıp elini uzattı. “Lütfen kalkmayın, rica ederim.”

Arkasına yaslanan yaşlı adam elini uzattı. “Merhaba genç adam, hoş geldin.”

Kenan eli sıkmayı düşünmeyip, terbiyeli genç bir adam gibi usulünce öperek alnına bırakıp doğrulup gülümsedi. Cemil Bey bir eline bir de Kenan’a bakıp beklemediği harekete tebessüm etti.

“Hoş buldum, efendim,” derken Hazal’a döndü. Beyaz teni alev alev yanıyordu. Heyecanlı, şaşkın ve korkan Hazal’ın sevimli olduğu kanaatine vardı. “Hoş Hazal Hanım,” dedi kinayeli sesiyle.

Hazal başını sallarken, Yıldız Hanım Kenan’ı yönlendirip babasının tam karşısındaki koltuğa oturmasını istedi. Kenan usulca oturup kendime bakan, ne için geldiğini deli gibi merak eden ev halkına bakıp hafifçe gülümsedi.

“Sizinle ne zamandır tanışmak istiyordum Cemil Bey, torununuz sizi saklıyor da benden.” Gözleri kurşun olup, Hazal’a ulaşırken, yutkundu kadın. Yıldız ve babasının bakışları Hazal’a kayınca ortadaki garipliği sezer gibi oldular.

“Öyle mi?” dedi Cemil Bey, torundan aldığı bakışlarını tekrar Kenan’a yöneltirken. Hazal elini alınına götürüp ovaladı. Manyak mıydı Kenan? “Öyle oldu biraz dedeciğim.”

“Evet, öyle,” dedi Kenan. “Dedene gidelim diyorum, bekleyelim diyor. Annemi babamı getireyim diyorum, acelen ne diyor. Dogruyu söylüyorum telefonu yüzüme kapatıyor, yalan mı konuşayım?”

Yıldız Hanım gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp boğazını temizledi. “Ne içerisiniz?”

“Zıkkımın dinini içer hala.” Hazal’ın mavi gözleri ton atıyordu ama koyulaşacak tonu öfkeden bulamıyordu. Kenan ise gülümsüyordu ve bu daha sinir bozucuydu. Yıldız Hanım’a dönüp, “Ondan olsun,” dedi.

“Hazal!” diye uyardı Cemil Bey. Aklını kaçırmış gibi görünen genç adam cesaretiyle onu etkilemişti, anlaşılan ortada bir gönül meselesi vardı. Kenan’a alıcı gözle bir daha baktı. Genç, yakışıklı ve dürüst bir adam görüyordu.

“Yok, dede gerçekten zıkkım içecek, ben içereceğim. Beni sana şikayet ediyor, bir şey der misin?”

“Hak etme sende, edersen ederim,” dedi Kenan. Cemil Bey’e döndü, Hazal aldan mora dönerken. “Haksız mıyım?”

Yıldız Hanım yerinden kalkıp, salonun ortasından geçip kahve yapmalarını söylemek için ayrıldı. Biraz dışarıda kalıp gülebilirdi. Şımarık yeğenine takla attıran biri gibi göründü Kenan.

“Genç adam,” dedi Cemil Bey. “Sen kimsin, ben o kısmı duymak istiyorum.”

“O deli dede.”

Dedesi ayıplar gibi bir bakış atıp Kenan’a döndü. “Adın Kenan, soyadın Kurşunlu sonra?”

“Ben Hazal’ın erkek arkadaşıyım, beni sizden gizliyor.”

“Neden?” derken torununa baktı. “Hazal neler duyuyorum?”

Kızıl saçlarını geriye itti. “Dede söyleyecektim ama fırsat olmadı.”

“Yalan söylüyor,” dedi Kenan.

“Kenan!” derken sesini yükseltti Hazal. “Sussana!”

Cemil Bey’in kafası karışıyor, kendini ne düşüneceğini bilemediği bir alanda hissediyordu. “Bırak konuşsun kızım ama bunu senden duymak isterdim.”

Hazal acı çekiyordu, dedesinin önünde düştü düşecekti. “Biraz erken diye söylemek istemedim.”

“Tam bir ay oldu, Cemil Bey. Ben öyle bekliyorum Hazal’ın gönlü olacak diye.” Kenan inanılmaz zevk alıyordu durumdan. “Magazinden ayrı korkuyor, sizden ayrı çekiniyor.”

Yıldız Hanım salona geri dönüp yerine oturduğunda kahvede ardından gelmişti. “Demek bir ay?” diyerek yerine oturdu. “Aşk olsun halacığım, çok alındım.”

Hazal gözlerini devirip ayağa kalktı. “Biz biraz konuşalım, dışarıda.”

“Hayır, dedene ayıp olur, ben kahvemi içeceğim.”

Cemil Bey bıyıkları altından gülümsediğinde Hazal bunu gördü. Kenan’ı boğacak, delik deşik edecek gücü hissetti içinde. Dedesinin, halasının yanında onu takmıyordu, Kenan. “Kalk, Kenan!”

Sınırlarının etrafında dolandığını hissettiği kadını daha fazla zorlamak istemedi. “Olur, kalkayım.” Kalkıp dumur olmuş dedeye yaklaşıp eğildi. “Rahatsız ettim bu saatte, çok özür dilerim. İyi geceler,” derken Yıldız Hanım’a da dönmüştü. Yıldız Hanım başını sallayarak karşılık verdi. Kenan kapıya yönelince Hazal da arkasından yürüyüp öfkesine hakim oldu.

“Sen bir şey anladın mı, Yıldız?”

“Anladım babacığım, çok iyi anladım. Hazal sonunda kendini toplayacak adamı bulmuş gibi.”

Bahçeye çıkana kadar sabreden Hazal etrafına bakınıp, kimsenin olmadığına kanaat edince yumruklarını Kenan’ın göğsüne indirmeye başladı. “Salak, aptal ne yapıyorsun sen burada? Komşu çocuğunu şikayet eder gibi riv riv konuşmalar.”

Gülmek istiyordu ama kadının öfkesini perçinlemek istemiyordu. Bileklerinden tutup durdurdu. “Sen neden telefonu suratıma kapattın?”

“Kapatmadım, sana öyle gelmiş.” Çakmak mavileri cin gibi bakıyordu.

“Bak hâlâ yalan söylüyorsun. Peki, tüm gün neden aramadın?”

“Sen neden aramadın?”

“Seni bekledim.”

“Bende seni bekledim,” dedi Hazal.

“Ben sana anlatamıyorum Hazal, hani Ruken’i kıskanmayacaktın?”

“Kıskanmadım,” derken bileklerini çekip kurtardı. Kollarını birleştirip yan döndü.

“Hâlâ yalan, büyük büyük yalanlar. Yalanı söyleyen ben olsaydım yalıyı kafama geçirirdin. Bende seni yalıda ezmeye geldim.”

Elleri öfkeyle çözdü, havaya kaldırdı. “Bak ya, ezmeye geldim diyor.”

“Ya yok aslında tam olarak öyle değil,” derken parmağının ucuyla kadının saçını arkasına itti. Hazal başını geriye çekip yüzünü tersine çevirdi. “Ben Hazal’ı özledim, ondan geldim ama gelmişken ortalığı biraz karıştırayım dedim.”

“Çok güzel karıştırdın, artık bir sevgilim var, duymayan kalmasın.”

“Evet, bende öyle dedim. Çok seviyorum, duymayan kalmasın.”

Bütün öfkesi bulutlara yüklenmiş, yağmur olmuş üzerine yağıyordu. Kasları gevşeyerek un ufak hâle gelmişti. Kenan ilk defa sevdiğini söylüyordu, onca söz geçmişti aralarında ama bu tılsımlı sözleri ilk kez duyuyordu. Yüzünü usulca çevirdiğinde kendine bakan umutlu ve mutlu yeşil gözlerin içine çekildi.

“Kedi yavrusu gibisin, Hazal. Öyle bakma, doyamıyorum sevmelere.” Kızıl saçların üzerinden dudaklarını bastırıp, kokusunu alarak öptü. Kollarını yan duran kadına sarıp, sıktı. Çözülen kadının kolları bedenine dolandı. Hazal yüzünü sevdiği adamın göğsüne gizledi, Kenan daha sıkı sardı.

“Bende seni seviyorum ama yine de aptalsın.”

“Aptal ettin beni, gurur duy kendinle. Bir kadının kapısına dayanacağım aklıma gelmezdi.” Gülümsedi sinsice. “Demek sende beni seviyorsun, oysa hiç anlamamıştım.”

“Yalancı, senin aklın çark gibi dönüyor.”

“Durdursana, sen öperken aklım çıkıyor.”

Adamın kollarından çıkmadan başını kaldırıp gülümsedi. “Salak şey, yaklaş öpeyim.”

“Hım,” diyerek gülümseyen dudaklarını kadının pembe tenine yaklaştırdı. “Eve gidelim mi? Sana, bana, bize?”

Sıcak tenini dudakları üzerinde hisseden Hazal’ın kalbi hızla atıp, Kenan’ın kalbine çarpıyordu. “Şimdi bununla yetin, borcum olsun sana.”

Memnuniyetsizce kıvrıldı ağızı. “Yanıyorum, Hazal. Kendimi sende hissedemezsem can verecek gibiyim.”

“Evlenmeden olmaz kuralına ne oldu?” Küçük kahkahası Kenan’ın nefesinde kesildi kısa bir an. Belindeki sıkı elin çekimiyle kendini adama bastırdı.

“Bizim ailede gelenek böyle,” derken küçük bir kahkahada Kenan attı. “Önce çocuk yapar, sonra düğün yaparız. Niyetimiz bozuk, ne yaparsın. Bizim ne eksiğimiz var?”

Anlamadı Hazal, bilmiyordu ailesinde neler olmuş, kim hamile kalmış kim düğün yapmış. “Anlamadım?”

“Ben dana anlatacağım, sevgilim hem de nasıl anlatacağım, aklın duracak.”

“Eve gidemem, dedem ve halam anlarsa çok ayıp olur. Hevesini başka güne sakla.”

“Olur, ben ö

“Olur, ben öleyim acıma bana.”

“Kenan!”

“Yok, canım hiç üzülme benim için. Kenan kim ki?

Alnını adamın göğsüne yaslarken bedeni gülümsemesiyle hareket ediyordu. “Defol git, hiçbir şey olmaz.”

“Olur, ben gideyim.” Kadını bırakıp alnına öpücük kondurdu. “Bunu yazdım bir kenara, ateş olup yakacağım kızım seni, o zaman ne diyeceksin bakalım.”

“Seni sevdiğimi söylerim, gerisini sana bırakırım.”

Kenan ciğerlerini delip geçen nefesle gözlerini anlık kapatıp açtı. “Ben ben olalı, böyle eziyet çekmedim.”

Recommended Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

error: Content is protected !!