Kaç gün olduğunu saymaktan yorulmuştu. An geçiyor, gün geçiyordu ama Oğuzhan ortaya çıkmak bir kenarda dursun, aramıyordu bile. Eli telefona sürekli gidiyor ama geri dönüyordu. “Bunu sen istedin,” diyerek kendine kızıyordu çünkü özlüyordu.
Her gece hırçın bir özlemin koynunda uyuyordu ve daha hırçın bir sabaha uyanıyordu. Boyun çukurunda sıcak nefesinin olmadığı adamı arıyordu, teni ve tüm duyuları. Kendisini arayıp sormayan adamın yüzüğünü ve bilekliğini takıyordu. Sıkılınca onlar üzerinde parmaklarını gezdiriyordu. Git gide can sıkıcı bir hâl alıyordu durum. Kendisinin unutacağı korkusu şimdi Oğuzhan’ın onu unutuyor olduğu gerçeğine dönüşüyordu.
“Ruken Hanım?” dedi Cem.
Ruken bileğindeki elini çekip genç asistanına döndü. “Evet?”
“Bir süredir size sesleniyorum ama beni duymuyor gibisiniz.”
Gözlerini anlık kapatsın açarak nefesini tazeledi. “Dalmışım, be vardı?”
“İsviçre’deki Tree Of Life firmasından alacağımız raylar dün geldi.”
Oğuzhan’ın holdingiydi bu ama kimse bilmiyordu. Neden kimse bilmiyordu? Neredeydi bu adam? “Güzel. Makineler için eksik kaldı mı?”
“Hayır efendim, kalmadı. Yakında piyasaya çıkacaktı ama raylar arızalı geldi hem de hepsi.”
Ruken kaşlarını çatarak Cem’i anlamaya çalıştı. “Nasıl arızalı?”
“Kullanılması bizim için felaket denecek şekilde arızalı. Yükleme yapılması talimatını verdim, iade edeceğiz.”
“Yenisinin gelmesi aylar sürer, firmayla bağlantıya geçtiniz mi?”
“Denedik, en azından müdürleriyle görüştük. Bir hata olduğunu çok özür dilediklerini söylediler. Yeni rayların yola çıkması zaman alacakmış.”
Bilerek mi yapıyordu yoksa gerçekten bir sorun mu çıkmıştı? “Bana şirketin sahibi bağlayın.”
Cem’in başı geriye çıktı. “Sahibi? Onunla ne konuşacaksınız ki? Bu tür sorunlara bakmazlar.”
“Milyon dolarları ben eline tıkır tıkır sayarken bakıyorsam o da bana açıklama yapacak. Git, bul bağla!”
Nasıl ulaşacağını bilmeyen Cem, bir yolunu bulma umuduyla başını eğerek, “Peki efendim?” diyerek çıktı odadan.
Aylar demek para kaybetmek demekti. Para kaybetmek pirim kaybetmek demekti ve Oğuzhan’a giden yolda en kestirme yol. Gururunu önüne koyup elinin altındaki adama ulaşmıyordu ama Owen Black’e ulaşmak saha kolaydı. “Salaksın kızım sen.” Söylenerek ellerini havaya açıp ayağa kalktı. “Seni elime geçirdiğimde neler yapacağım Oğuzhan, sen bile bilmiyorsun.”
Kendini kandırıyordu, parmağını oynatamayacak kadar özlüyordu. Ela gözlerini görse, o çukura bir kez dokunsa eriyecekti. Kararından pişman olma yoluna giriyordu ve bunu kabul etmek istemiyordu.
Çok mu evde kalmıştı bu ara? Dışarı çıkmalıydı, aklını dağıtmalı, başka şeyleri düşünmeliydi. Onu unutanı o da unuturdu. Kiminle gidecekti? Arkadaşlarının hepsi evli mutlu çocukluydu. En iyisi abisine gitmekti, biraz çocuklarla vakit geçirmek ona iyi gelecekti hatta tüm yeğenlerini toplayıp havuz partisi yapmalıydı. Saatine baktı, yarım saate çıkabilirdi. Ablalarına yazdı hemen ve anında dönüş aldı. Akşam güneşine yetişmek için uygun bir saatti ve malikanede havuz partisi hazırdı.
…
Beyaz mayosunu giymiş, tüm yeğenlerini arkasına almıştı. Arkasına bakıp gülümsedi. “Hazır mıyız?”
Dokuz tane çocuğun çığlık çığlığa, “Hazırız,” sözleriyle bir adım attığında çocukların hepsi ondan önce havuza daldı. Ruken havuzun kenarında onlara bakıp kahkaha attı. “Kandırdım.”
Cocuklar, “Hala, teyze,” diyerek sitem ederken havuza girmek istemediğini fark etti. “Siz oynayın ben sonra gireceğim.” Paleosunu üzerine geçirip bahçeye kurulmuş masada oturan ablaları ve yengesinin yanına varıp oturdu.
“Neden girmedin?” diye soran Nazlı’ya, Duru da katıldı. “Evet, senin için toplandık?”
“Keyfim yok sanırım, fena mı yüzünü gördüm. Hepiniz kocalarınıza manyak gibi yapışmış durumdasınız. Bu ara sizi bünyem almıyor.”
Hanımlar birbirlerine göz ucuyla bakıp, neler oluyor sorusunu sessizce eda ediyorlardı. Hare hasır koltuğunu Ruken’e yaklaştırdı. “Benim bacım, senin bir derdin mi var?” Kolunu kardeşinin omzuna attı.
“Yok, ne derdim olabilir ki?” Gözlüğünü takarak soğuk limonatasına uzandı. Havuzun içinde deliler gibi eğlenen çocuklara bakıp gülümsedi. Onun da bir çocuğu olmalıydı, o da o havuzda bulunmalı, eğlenmeliydi.
“Ruken?” dedi Nil. “Sen böyle konuşmazdın, anlat var bir şey.”
“İki ay uzak kalınca adapte olmakta zorlanıyorum sanırım,” demeyi uygun gördü.
“Neredeydin, neler yaptın diye bile soramıyoruz ama sen ucundan biraz anlat istersen?” dedi Duru. “Ne yaptın iki ay boyunca?”
Çok eğlendim, hayatımın en eğlenceli günleriydi, diyemedi. “Yazdım çizdim, başka bir şey olmadı.”
“Kenan yüzünden mi böylesin?” diye sordu Nazlı.
“Hayır, Kenan hayatının kadınını bulmuş, onun adına ancak mutluyum. Başka bir şey aramayın.”
“Damarın tuttu Ruken,” dedi Nil. “Var sende bir şey ama bakalım çıkar kokusu.”
“Abiniz geliyor,” diyen Nazlı, merdivenleri inen Karahan’ı işaret etti. “Abinin yanında bu şekilde durma, Kenan’dan bilecek zaten sevmiyor, nefret etmesin çocuktan.”
Dört kız kardeşte ona hak verip sessizliği tercih ettiğinde Karahan önce karısının sonra kız kardeşlerinin tepelerine birer öpücük kondurup, Nazlı’nın yanına oturdu. “Gönlüm şenlendi, bacılarımı böyle görünce, daha sık gelmelisiniz.”
“Bende dedim az önce, kocalarınızı biraz boşlayın dedim ama kime dedim?” Ruken yüzünü buruşturup havuza döndü yine. Karahan kardeşine baktığında keyifsiz olduğunu anlayacak kadar onu tanıyor olduğunu Ruken bilmiyor gibiydi.
“Senin neyin var?”
“Herkes aynı şeyi soruyor, neyim olabilir ki? Her zamanki Ruken.”
“Ben her zamanki Ruken’i tanımasam…” dedi Karahan. “Kim soldurdu gülüşünü?”
Köşeye sıkıştığını geç fark ederek, “Bugün bir teslimat arızalı geldi, ona canım sıkıldı. Yeni yapacagım bulaşık makineleri hayal oldu. Para kaybediyorum, reklamım düşüyor, itibarım ıstırap çekiyor.”
“Abartma kızım,” dedi Nil.
“Abartıyorsun Ruken?” dedi Duru.
“Ya ben sana diyecektim,” diyerek kardeşine döndü Hare. Ablasına yandan bakıp başını salladı. “Ne?”
“Senin ve Hazal’ın bilboardları çalınıyor, asıl zararı biz yiyoruz bu ara.”
“Nasıl çalınıyor?” diye sordu Karahan’ı yerinde doğrulurken.
Ruken de kaşlarını çatmış, ablasının sözlerine devam etmesini bekliyordu. “Anlamadım?”
“Çok basit, asıyoruz sonra bakıyoruz, yok. Kataloglar toplanıyor, yenilerini basıp gönderiyoruz ama onlarda bir süre sonra ortadan kalkıyor. Anlamış değiliz, ciddi zarardayız. Işıklı denedik tabela şeklinde ama ertesi güne ya siliniyor ya bozuluyor. Delireceğiz!”
“Neden daha önce söylemedin?” diyen Karahan’ın sesi sertti. “Kenan yapıyor olabilir, sonuçta kız arkadaşı.”
Ruken’in zihninde çalan çan sesleri abisinin sözleriyle vurulmaya başlanmıştı. Önüne dönerek içeceğine uzandı. “Asmayın sizde, gören gördü.”
Hiç sorgulamadan duymuyormuş gibi yapan kadına bakıyordu ailesi. Ne kadar da vurdumduymaz bir tavırdı. Karahan gözlerini kısarak kardeşine uzun uzun baktı. “Kenan’dır o, zaten her kim yapıyorsa çok iyi yapıyor. Bacaklar göğüsler ortada, ben olsam yakardım.”
“Yandı bir tanesi abi,” dedi Hare. “Öyle bildigin ateşe vermişler. Bulamadılar kim yapmış, kim yakmış. Kameralar da tüm gece tek bir iz bile yakalayamadılar. Sökmüşler toplamışlar hemen yanındaki konteynerde ateşe vermişler. Biri görünüyor ama yüz, isim hiçbir şey yok.”
Dudaklarını birbirine bastırdı, kahkaha atmasına ramak vardı. Duru’nun, “Sen gülüyor musun?” sözleri nokta oldu. Kahkahası etrafındaki insanlar için hiç normal değildi ama Ruken’in içi kaynıyordu.
“Sinirlerim bozuldu,” diyebildi susmaya çalışırken. “Çok ilginçmiş.” Dudakları büküldü ama hala gülmek istiyordu. Demek Oğuz Bey iş üstündeydi, güzeldi. Unutulmuyordu ve deli gibi kıskanılıyordu.
Karahan kardeşine bakarken dişlerini birbirinin üzerinde gezdiriyor, düşüncelerin derin darbelerini yaşıyordu. “Çok hoşuna gitmiş gibi.”
Abisine bakmadı, ondan korkmuyordu. Evin en küçüğü en belalısı olabilirdi, en cesuru. “Yok, canım komik geldi birden, bu ara kafamda işler… İyi geldi.”
“Kızlar?” dedi Karahan, kardeşlerine bakmadan sadece Ruken’i izliyordu. “Telefonlarınızı toplayıp eve bırakıp gelin. Ruken bize iki ay boyunca nerede ne yaptığını anlatacak.”
Masada ses kesildi, sadece havuzda çığlık atan çocukların sesi duyuluyordu. Gözlüklerini çıkartıp masaya bıraktı. “Anlatmayacağım! Yakında duyarsınız.”
“Bana bak küçük fare, CEO falan dinlemem seni şu evin etrafında beş tur döndürürüm. Beni anlıyor musun?”
“Anlıyorum ama anlatmayacağım. İstersen on tur koşalım, olur mu abiciğim.”
Karahan başını aşağı yukarı salladı. “Sen bir halt karıştırdın Ruken ama duyarım.”
Omuz silkti Ruken. “Duyulacak bir şey yok. Olursa ben kendim söylerim.”
“Yeter!” dedi Nazlı usulca. “Kocamı germeyin, hadi kocalarınızı arayın yemeğe gelsinler.”
Ruken göz devirdi. “Ben gidiyorum.” Kalkıp telefonunu aldı. Malikanede odası her zaman her gün kalıyormuş gibi düzenliydi. “Odama çıkıyorum, akşam işim var, size iyi eğlenceler gençler.”
Kalanlar Ruken’in arkasından bakarken şok olmuştu. Kardeşlerine ne olmuştu? Bu Ruken başka Ruken’di.
“Buna ne olmuş?” dedi Duru. “Başka biri gibi davranıyor.”
“Adapte olmadığı bu hayat mı? Yirmi sekiz senedir bu ailenin içinde,” dedi Nil. “İki ayda ne değişmiş olabilir?”
Hare başını salladı. “Bu kız bizi bırakmamak için aşkını feda etti, şimdi bizi beğenmiyor, bizimle kalmak istemiyor.”
“Çok garip,” dedi Nazlı. “Bir sıkıntısı var ama ne?”
Karahan’ın yüreğine oturan sıkıntı bir şeylerin farkında oluşuydu. Fakat kardeşini bu hâlâ getirenin ne olduğunu, kim olduğunu bilmiyor olmak şimdi en büyük derdiydi. “Boş verin, her insanda olur böyle zamanlar,” dedi Karahan, normal olmadığını bile bile.
…
Çantasını gelişigüzel koltuğa fırlatıp, kendisi de bir kütle gibi hızla oturdu. Ellerini karnının üzerinde bağlayıp evin içini tura çıktı gözleri. Şahane bir yapıydı. Evin ön cephesi camdı. Üç tarafı taş ama ön tarafı İstanbul’a dönüktü. İzleyene bitmek tükenmek bilmez haz veren o ışıklı görsel…
Ruken neden bundan haz alamıyordu? O, ülkenin en başarılı iş kadınıydı. O, ülkesine S-400 yapan tek kadındı. O her şeyiyle başarının adresiydi. Gücün ve zekanın ödül sahibiydi. Ama yapayalnızdı.
Kocaman bir dünyanın, kocaman bir içinde tek başına… Ailesine haksızlık ettiğini biliyor, vicdan yapıyordu ama başka türlüsü içinden gelmiyordu. Çantasından telefonunu çıkartıp boş mesajların kapladığı ekrana baktı. Sesli, “Of,” sitemiyle çantasının kulbunu sarıp odasına çıktı.
“Özledim,” dese gelir miydi? Demeli miydi? İkilemin en çetin duvarlını tırnaklıyordu ruhu. Ayaklarını sürüyerek üzerini değiştirdi, boş yatağın başucunda duran kitaba gözü çarptı. “Bu gece kafayı Tunahan’la bulacağım, Oğuz. Allah seni bildiği yapsın. Geber kıskançlığından.”
Saat henüz gece olmaya yaklaşıyordu ama yapacak başka bir işi yoktu. Yatağa girip kitabı alarak sayfaları karıştırmaya başladı. “Hangi kısımı okusam?” Kendine kendine sorular sorarken çiftin sokak ortasındaki diyaloglarında durdu. Okudukça yüzünde artan sırıtmayı göremiyordu ama kalbi tik tak atıyordu.
“Şöyle adam gelmedi kaderime, yanarım da ona yanarım. Adam Kalbini istiyor, benimkiler ömrümü yiyor. Benimsin diyen vardı da biz durmadık.”
Söylenerek saatlerini akıtıp, kendi odasında kızı öptüğü sahnede kitap elinden düştü. Yatağın içine savrulan kitabı sabah bulacağı garantiydi. Kalbinde tatlı bir ritim, yüzünde hoş bir gülümseme eşliğinde uykuya dalmıştı.
Mis gibi rahat yatakta hareket ettiğinde ağzına kapanan elin gerçekliğiyle gözleri sonuna kadar açıldı. Kalbi koşmuş, nefessiz kalmışçasına atmaya başlamıştı. Kulağının sıfır mesafesinde sıcak nefesi aldı.
“Şişşş,” diyordu o ses. “Benim korkma!”
Yerinden kımıldayamıyor, kalbi hâlâ deli gibi çarpıyordu. Gözlerini kapatıp burnundan derin nefesler aldı. Ağzındaki el çekilmiyordu ama onun sıcaklığı bedenine yayılmaya başlamıştı. Boynunda hissettiği sıcak temasla yüreğindeki çarpıntı başka titreşimlere bırakıyordu yerini.
“Zalim kadın, ben günlerdir uyuyamıyorum ama sen ne kadar rahatsın.”
Kimdi zalim? Ruken günlerdir yaşadığı hayattan soğumuştu. Ailesine bile rest çekmişti, önüne gelene ters davranıyordu. Eve nasıl girmişti? Cevap ve soru hakkı doğmuştu, elini ağzındaki elin üzerine koyup çekmek istedi ama Oğuzhan izin vermedi, açmadı ağzını.
“Sen o küçük ağzını açma,” diye fısıldadı. Öpücükleri boynundan omuzuna uzandı. “İnsan bir arar sorar ama Ruken Hanım’ın umurunda mıyız?” Kadının kokusunu ciğerlerine sesli nefesiyle çektiğinde Ruken dizlerinin titrediğini hissetti. “Çok özledim, şifreni çok sevdim bu arada. On sekiz, dokuz, yirmi beş ve yirmi dokuz.” Dudaklarını çekmeden sürüyerek kadının şakağına kadar sürükledi. “Adımı kodlamışsın, beni bu kadar sevdiğini bilmiyordum.”
Sevmediği yönleri de vardı, eğer ağızındaki o el kalkabilirse Ruken’in çenesi açılacak, ateşli bir kavga kaçınılmaz olacaktı. Oğuzhan’ın elini bir kez daha çekti ama gücü yetmedi. İsyan eden hareketiyle bedeni gevşedi. “Elimi kısa süreliğine çekeceğim.”
Elindeki bandı kadının gözlerine takabilmesi için iki eline ihtiyacı vardı. Bandı çıkartıp Ruken’e gösterdi. “Bunu gözlerine bağlayacağım, sen o arada diyeceklerini sırala.” Bandı gözlerinin üzerine getirince Ruken’in ağızında olan elini çekti.
“Pislik, aptal,” diye alçak sesle bağırdığında bant gözlerini bulmuştu. “Sensin zalim, neredesin sen?! Sen neredesin? Kaç gün oldu? Merak etmezsin tabii Ruken ne yapıyor, neler yaşıyor. Gözlerimi neden bağlıyorsun?” Elleri banda ulaştığında Oğuzhan engel olup ağızını tekrar kapattı.
“Ben de seni seviyorum, Ruken.” Ruken’in sırtını yatağa devirip üzerindeki yerini aldı. Kadının açılan küçük ağızı yeni sitemleri sıralayacağı anda kapattı.
“Ben de seni seviyorum, Ruken,” de takılı kaldı.
Tüm sözlerini unutan, bir bir yutan ve kendini öpen adama tutkunun esiri olmuşçasına karşılık verdi. Her yer karanlıktı, Ruken onun gözlerine bakmak istiyordu ama Oğuzhan aksine bir oyun oynuyordu. Sadece tenini, dokunuşlarını hissettiği adama biraz daha sokulduğunda adamın arzuyla nefesine inlemesi bütün bedenini titretti.
Nefes mesafesi geri çekilen Oğuzhan fısıldadı. “Sen konuşma Ruken,” dedi yüzünü kadının boyun çukura sokarak, bedeninin yarısını Ruken’in sıcak bedeni üzerine bıraktı. Ruken’in hızlı soluklarını dinledi. “Sen konuşunca ben teslim oluyorum. O küçük ağızının bana neler yaptırdığını bilmiyorsun. Sana uyan aklıma yanayım.”
Birden konuşacak bir şey olmadığını hissederek sustu. Göğsünün üzerinde yatan adamın saçlarına elini daldırdı. Oğuzhan boynunda hareket ederek yerleşti. “Burayı nasıl özlediğimi bilmiyorsun. Her sabah boşluğa uyanıyor gibiyim, yoksun. Aklımdan çıkmıyorsun ama bunu sen istedin. Mutlu musun, Oğuzhan başka evde bir başına yanıyor?”
Zerre kadar mutlu değildi, olacak gibi hiç değildi. Ruken de başka bir evde kavruluyordu. Her güne aynı uyanıyor, mutsuz uyuyordu. Yaptığı hiçbir şey onu tatmin etmiyor, kendini herhangi bir yere ait hissetmiyordu.
“Konuşma, başlayacaksın şimdi bu bize lazımdı, ben seni bulacağım da seveceğim de…”
“Sadece sen mi konuşacaksın? Gözlerim neden bağlı?”
“Beni görmek istemiyordun, o yüzden bağlı.” Yerinden doğrulup, iki elini yatağa verip kadının üzerine tırmandı. “Sen konuş ama sadece aşk sözleri duymak istiyorum. Seni seviyorum Oğuzhan… Sensiz yapamıyorum Oğuzhan… Seviş benimle Oğuzhan… Özledim, özlüyorum, geri dön Oğuzhan…”
Gülümseyerek ellerini hislerinin onu ittiği kaslı göğüslere ulaştı. Tişörtünün üzerinde gezdirip, adamın boynunu iki eliyle kavradı. “Çok özledim, deli gibi özledim. Seni görmek istiyorum.” Parmağı aşina olduğu gamzeye uzandı. “Şuradan öpmek istiyorum. Oğuzhan…” dedi, fısıltıyı andıran sesiyle.
Oğuzhan dudaklarını sürttü kadının küçük ağızına. “Ne güzelim ne? Söyle, sen söyle Oğuzhan yapsın, kölen olsun ama senin olsun.”
“Öp!”
Gülümsedi, küçük burnunu dişleri arasına alıp ısırdı. “Sadece öpeyim mi?”
“Aslında senin üzerine çıkıp, sinirim geçene kadar seni tepelemek istiyorum ama sendeki bu tutku beni yakıyor, unutuyorum.”
“Ben sana ne yaptım ki?” Yanağından öpücüklerini kaydırıp boynuna indi. “Sen istedin.”
“Fotoğraflarımı toplatıp yakıyormuşsun, malları arızalı gönderiyorsun. On gündür bir kez bile aramadın, beni unutuyorsun sandım.” Çenesinde adamın dişlerini hissedince inledi, sözleri son buldu.
“Yapıyorum, yakıyorum ve yakacağım. Benim kadınımın ne işi var şehrin göbeğinde? Mallar arızalı değil, bana ulaşman için bir oyundu.” Gülümsedi. “Tuttu, kabul et. Hem sen unutulacak kadın mısın? Sana anlatamıyorum ki ben kendimi, daha nasıl izah edeceğim?”
“Bir ömür sürebilir, şimdi başla.”
Ruken’in son sözleri kalbindeki kapıların kilitlerini açarken bedeni de yine kadına olan teslim bayrağını çekiyordu. Gecenin siyah örtüsü hüküm sürerken Ruken’in çırılçıplak bedeninde hükümü sürüyordu Oğuzhan. Alıcı ve verici hislerin doyumsuzluğunu tadıyorlardı.
Simsiyah uzun saçları yastığa dağılmış kadının görüntüsü zihnin her köşesine kazınıyordu. Tükenmiş bedeni göğsünün üzerine yatırdığında o saçlar kendi bedenine yayıldı. Ruken’in yüzü yastığı gibi yerleşti tenine.
“Gitme, sabah uyandığımda seni görmek istiyorum,” dedi Ruken, huzurlu uykuya çekilirken.