Günler hızla akıp gitmişti. Zeynep’i isteme günü git gide yaklaşıyordu. Bir hafta sonrasına gün kararlaştırılmıştı.

Demirkan holdingin yetmişinci yılı kutlamalarının hemen ardından kız istemeye gidilecekti, öyle karar verilmişti. Ardından da hemen düğün yapılacaktı.

İkizler hızla büyürken Aslı’da doğum iznini ziyadesiyle yerine getiriyordu. Evlendireceğine yemin ettiği gençler için başlattığı proje camiada yankı bulmuştu. İstanbul’da ve elinin yettiği şehirlerde başlattığı proje bazı hayır severler tarafından da benimsenmişti. Kendi kendine verdiği söz ülke çapında bir fona dönüşecek gibiydi. Fakat bir grup insan dışında bu işin arkadaşındaki ismi kimse bilmiyordu.

On iki milyonluk sermayesi kısa sürede otuz milyona ulaşmıştı. Başvurular inceleme aşamasından sonra ihtiyaç sahibi ise hayata geçiriliyor ve evlenecek gençler rahat bir nefes alıyordu. Aslı’da zevkle ve mutlulukla gülümsüyordu. İnsanları mutlu etmekten mutluluk duyan bir çok insandan biriydi Aslı.

Vakti zamanında ailesi için hiç bir şey yapamamış olması onu üzüyordu. Belki biraz daha erken öğrenmiş olsa ufak tefekte olsa şeyler değişebilir düşüncesi kendini esir alıyor kısa süre sonra ‘nasipten ötesi yokmuş’ diyordu kendine. Her şey tıkırında yürürken onun aklının büyük kısmını da işgal eden Nazlı’ydı. Kız ölü gibi dolaşıyordu. Kimsenin ağzından da tek laf alamıyordu. Kocası ‘Gönül yarası’ diyor başka bir şey demiyordu. Kendide sinirlenip ‘Boş yere mi yara aldı? Bana anlat artık’ desede Yiğit’in anlatmak gibi bir düşüncesi yoktu. Asıl sebebin kendi olduğunu bilen Yiğit aslında karısından çekiniyordu. En nihayetinde mutluluğu yakalamış  evliliklerinde bir sorun daha çıkmasını istemiyordu adam. Ama kardeşi de İstanbul’a geldiğinden bu güne, gün be gün eriyordu. İki arada bir derede kalmıştı artık. Kardeşinin de mutlu olmasını istiyordu.

“Öğlen yemeğe çıkalım mı?” dedi yatağın üzerinde kızını emziren Aslı’ya. Zeynep doyunca sıra Mehmet Rasim’e gelecekti. O da yatağın üzerinde ellerini yemekle meşguldü.

“Olur canım, gelirim ben öğlen gibi.” dedi kızının kabak kafasını okşarken. Oğluna da gülücükler atıyordu Aslı. Yiğit için bu sahne her şeye değerdi. Ceketini giyip Rasim’in yanına oturdu. “Tıpkı Rasim babam, adını takarken ona benzeyeceği hiç aklıma gelmemişti. Bir hafta kadar önce Rasim Demirkan’ın mezarı açılmış DNA örneği alınmıştı. Hem Aslı’dan hemde Asya’dan alınan DNA örnekleriyle test için laboratuvara gönderilmişti. Çıkan sonuç sadece Yiğit’in içini rahatlatacaktı. Asya’nın mirastan payını almasını çok istiyordu Yiğit. Aslı kocasıyla gurur duyuyordu.

“Yani bana benziyor.” dedi Aslı. “Bir zamanlar dedeme benzediğimi düşünürdüm.”

Yiğit karısına sokulup yanağından öptü. “Gözlerin aynı baban, bazen o bakıyor gibi hissediyorum. Zekanın sözünü bile etmiyorum Aslı’m.”

Eliyle saçını savurdu genç kadın. “Merci kocacığım, çok teşekkür ederim. Sen de onun talebesisin hani sende az değilsin. İyi bulmuşuz birbirimizi. İhtiyar bizi fena oyuna getirmiş.”

“Çok iyi etmiş yoksa seni nasıl karım, çocuklarımın annesi yapacaktım ki? Burnun havada kibrinden yanına yaklaşılmıyordu.” dedi sırıtarak.

“Hadi oradan Yiğit. Bana yaklaşmayı beceremeyen sensin. Hem sen bana bir kez göz kırpmış olsaydın o yolu ben açardım, ama nerede… Beyim halinden memnundu.”

Yiğit’in kaşları çatıldı. Başını hafifçe geriye çekti. “Nasıl, sen benden hoşlanıyor muydun?”

Ağzı kapalı olan Aslı dilini ısırdı. Boş bulunmak böyle bir şeydi sanki. O Yiğit’e daha önceden sevdalı olduğundan hiç bahsetmemişti ki. “Yani hayatım seninki de laf. Bugün sevmişim o gün de severdim her halde.” deyip toparladı sözlerini. Yiğit’in kendine hak veren bakışlarıyla rahatladı. “Haklısın, yine ve yine.” Uzanıp yanağına tekrar öpücük bırakan adamı kendisi de öperek çıkışını izledi. Zeynep uykuya dalmıştı. Onu yatağa yatırıp Rasim’i emzirmeye başladı. Ne giyeceğini düşünerek Rasim’i de uyutmuştu.

Öğlen üzeri şık bir şekilde hazırlanan Aslı Demirkan holding binasına girip kocasının katına çıktı. Toplantıda olduğunu öğrendiğinde odasına girip beklemeye başladı. Kocasının koltuğuna oturup kendi için gelen kahveyi yudumlarken enfes şehir manzarasını izlemeden edememişti. “Ah İstanbul, ne kadar güzelsin. Her şeyinle şahanesin sen. Hem zararlısın hem olmazsa olmazsın.” diye içinden geçirdiği anda kapısı açıldı. Koltuğu kapıya çevirdiğinde kocasının gülen yeşil gözlerine aynı şekilde karşılık verdi.

“Koltuğa da çok yakışmışsın, acaba yanımda mı çalışsan Aslı?” dedi yanına gelip kadının dudaklarına masum bir dokunuş bıraktı.

“İstemem, ben hastalarımla mutluyum. Kalemi reçete yazmak için kullanmak yetiyor.” dedi tatlı bir sesle.

“Sen bilirsin Sultanım. Çıkalım mı?” deyip elini uzattı kadına. Aslı çantasını diğer eline alıp kocasının elinden tuttu. “Gelirken dikkatli baktım Yiğit. Hayır şimdi aklına kötü şeyler gelmesin, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek gibi de olmasın da; ne güzel kızlar var burada. Özenle mi seçiyorsunuz, birisi de çirkin olsun.” dedi ters ters bakıp.

“Ben seçmiyorum eğer öğrenmek istediğin buysa. Güzel kadınların da çalışıp para kazanmak hakkı değil mi Aslı? Bu onları kötü yapmaz.”

“Kötü diyen olmadı canım, elbette hakları da ben sanki biraz kıskandım, ama bu kadınlara kötü baktığım anlamına gelmesin, lütfen.”

“Benim karım hepsinden daha güzel.” dediğinde Aslı’nın kalbini bir kez daha çalmayı başarmıştı.

“Neden biliyor musun?” dedi Yiğit.

Bilirdi veya bilemezdi. O soru sorulacak Aslı’da alacağı cevapla daha mutlu olacaktı. “Neden?”

“Çünkü bana özelsin, benim içinsin. Benim mektup diye açıp okuduğum sonra benim diye kapattığım ama yine bana ait olansın. Kısaca benim için olan tek kadın sensin.”

Ağzı kulağına varacak olan Aslı kocasından alamıyordu gözlerini. “Eee…” dedi adama bir adım daha sokuldu ve uzandığı yere, çenesine dudaklarını bastırdı.

“Ee’si sen bana yetersin.” Koluyla sardığı kadını odadan çıkardı.

Yemek tatlı bir sohbetle devam ederken Yiğit’in az çok gergin hali gözlerinden kaçmamıştı Aslı’nın. Gülümsüyor ama anında düşünceli bir hal alıyordu yüz ifadesi.

“Ağzındaki baklayı çıkarsan artık.” dedi Aslı, kocası başını kaldırıp şaşkın baktığında güldü. “Benim ben Aslı, fark etmeyeceğim mi sandın?”

Çatalını bıçağını bıraktı Yiğit. “Çıkaracağım da bana yine kızacaksın diye susuyorum.” dedi mahsun bir çocuk edasıyla. “Hazır her şey düzene girmişken bir daha tartışma istemiyorum.”

Kaşları havalanan Aslı arkasına yaslandı. “Yiğit hemen anlatmazsan kızmaya başlamağım ve benden bu kadar çekinmen hoşuma gitmiyor. Sanki seninle yer değişmişiz gibi.”

“Benim sana gücüm yeter mi Allah aşkına Aslı?”

“Orasını karıştırma, suçluysam susmasını bilirim. Anlat hadi.”

Suyundan bir yudum alıp arından nefesini tazeledi Yiğit. Neresinden başlayıp ne kadar atlatsa bilemiyordu?” Konu Nazlı.” dedi ve Aslı’nın kulakları dikeldi.

“Eee..?”

“Sözümü kesmeden dinle.” dediğinde Aslı’nın meraklı gözleri açılıp kapandı. “Tamam.”

Yiğit derin nefes daha aldı ve anlatmaya başladı. “Sekiz yıl önce benim eski dostumla gönül ilişkisine girdi. Önce benden-bizden sakladı. Benim arkadaşım olmasıyla alakalıydı saklaması, yani ben hep öyle düşündüm. Abisinin arkadaşına aşık olan basit bir genç kız hikayesi gibi görünüyor olabilir ama işin aslı öyle değildi. Adam belki çok iyi biriydi ama babası çok tehlikeliydi.” Umutsuzca başını iki yana salladı Yiğit. Aslı gözleri kısık kocasına bakıyordu.

“Nazlı’nın başına bir şey gelmesini kaldıramazdım ve araya girdim. Adama bunun doğru olmadığını, ona zarar vereceğini, belki bu zararın ölüme kadar gidebileceğini anlattım. O da bunu gördü ve kabul etti. İzin vermediğim ilişkide Nazlı beni-bizi görmezden gelerek onunla olmaktan vazgeçmedi. Ama adam daha mantıklıydı ve ayrıldılar. O gün bugündür Nazlı acı çekiyor, o ne halde bilmiyorum bile. Benimle dostluk bağlarını kopardı. Arada karşı karşıya geldiğimizde bile bana bir kez bakıp yönünü değiştiriyor. Ben biter sanmıştım aşklarını, Nazlı açısından bitmemiş, sevdiği adamdan hiç haberim yok. Beni anlamak zorundasın, onu korumak benim  başlıca görevimdi, babamdan yadigar Nazlı. Bunu yaptım ama kalbini yola getirmek onun işiydi ve görünen o ki bunu başaramamış unutamamış. Şimdi de acı çekiyor.”

Dinlediği hikayedeki kurt adam kocasıydı. Buna şaşırmıştı ama anlattıkları onu suçlamaya mahal bırakmamıştı. “O adam evlendi mi?” diye sordu.

“Hayır.”

“Güzel.”

Kadının sakin heline kaşlarını çattı. Hiç ilgisini çekmemiş gibiydi konu. Oysa günlerdir bunun peşinde değil miydi Aslı? “Güzel?”

“Evli değilse hâlâ umut vardır Yiğit. Geçmişe dönemeyiz elbette, ama öyle olsa sende bu hatayı bir kez daha yapmazdın. Yani sana diyecek sözüm yok. Bana yapacak olsa, benim abim; önce abimi halleder sonra da beni abimin lafıyla bırakan o adamı doğduğuna pişman ederdim. Ama herkes bir Aslı değil. Şu, kuruluş gecesinden sonra bakacağım ne yapabileceğime. Adı ne demiştin?”

Kaşlarını çattı Yiğit, karısına  bir süre baktı. “Adını ne yapacaksın?”

Aslı göz devirip ardından sırıttı. “Günlük tutuyorum Yiğit, akşam ne yazacağım kalbim kadar temiz sayfalara?”

Kadının espri yeteneğine hayran olmaması ne mümkündü. Kendisi de onun gibi gülmeye başladı. “Delisin sen.”

“Evet, akıllı kadın ne yapsın seni aşkım, her yanın sıkıntı. Adı neydi sahi?”

“Boş ver.” dedi Yiğit.

“Olur ben boş vereyim ama sen doldur da ver. Adı neydi?” dedi tekrar üzerine basarak Aslı.

“Karahan Atabey.” dedi biten nefesiyle Yiğit. “Karahan Kara Atabey.”

Eve dönmeyip Azra’ya uğradı Aslı. Akşama kadar bir kaç elbise siparişi bile vermişti. Dün geceyi hastanede nöbette geçiren Zeynep’in uyanmasını bekleyip kendilerine katılacağı ana kadar öğrendiği bilgileri Azra’ya sunmadı. Zeynep gelince birlikte her zamanki cafelerinde ve her zamanki masalarında karşılıklı tatlılarını yerken konuştu Aslı. Kocasından aldığı sözleri kızlara tek tek aktardı.

Çayını dudaklarıyla buluşturmadan hemen önce Azra mırıldandı. “Acıklı bir aşk hikayesi, acısıda zor olmalı.”

Azıcık tecrübesi olan Zeynep, “Kesinlile zor! Bir gün bile beni benden alırken sekiz yıl insanın canını söker.” dedi.

“Öyle olmalı ki Nazlı’nın yüzü hiç gülmüyor.” dedi Aslı.

Fincanı yerine koyarken aklına gelen düşünceleri aktardı Azra. “Bence Nazlı’nın derdi terk edilmek. Aşk acısıda buna ek ama terk edilmek çok daha zor. Bu kadar yıl unutamadığına göre büyük bir aşk olmalı, büyük ve güçlü.”

Zeynep’te onaylarcasına başını salladı. “Kesinlikle öyle. Kandırılma ve vazgeçilme duygusu … işte bu daha acı, uğruna savaş vermeden kaybedilmek değersiz hissettiriyor olmalı.”

Aslı kendini tutmayıp elini ağzına kapatarak gülümsemesini bastırdı. Deli görmüş gibi bakan kızlara gülmeyi kesip konuştu. “Ya ben sizi çok seviyorum, aynı şeyi bende düşündüm, aklımız aynı çalışıyor.”

Azra, “Kızım ana sınıfından bugüne tanışıyoruz. Bu da yirmi yıla dayanıyor, ne düşüneceksin başka? Birbirimizin aklını okuruz biz.” deyip göz kırptı Aslı’ya.

Aslı huzurla tebessüm etti. “Çok şükür, insanın sizin gibi dostları olmalı, ben çok şanslıyım.” Kızlar  sözler sarf ederek birbirlerine bakarak gülümsediler.

Zeynep, “Peki, Nazlı için ne yapabiliriz?” diye aklındaki soruyu sordu. Bir kaç saniye sessizce düşündüler ama hiç bir şey çıkmadı.

Aslı, “Karahan’ı tanımıyoruz, babası tehlikeli biriymiş. Onun açısından bir şey yapabileceğimizi sanmıyorum, ama Nazlı’ya el atabiliriz.”

Azra ikna olmamış gibi yüzünü buruşturdu. “Bunun için Nazlı’nın bize açılması lazım, bir de ondan dinlemeliyiz.” Parmağını dudağında sabitleyen Zeynep düşünüyordu. “Kız çok ketum. Aylardır içimizde ama yok gibi. Ağzından lafı kerpetenle alıyoruz, bize güvenmiyor olabilir.”

Aynı şeyi Aslı’da düşünmüştü. “Ama Asya var! O bize yardım edebilir, ona güveniyor. Bence Asya her şeyi biliyor olmalı, hemde en ince ayrıntısına kadar.”

“Kardeşin sana hiç benzemiyor Aslı. Sen uyanık bir kadınsın ama Asya çok saf, narin hemen küsecek gibi duruyor.” dedi Azra.

“Evet farkındayım, her şeye gülümsüyor ama aniden hüzünlenebiliyorda.” Aslı bazen Asya’ya nasıl yaklaşacagını pek kestiremiyordu. Henüz tam olarak birbirlerini tanımıyorlardı. Aslı onu kırmaktan çekiniyordu.

Çantasını eline aldı Aslı. “Geç oldu. Bebeklerimi özledim ve holdingin kuruluş gecesi için Asya’yı alışverişe götüreceğim yarın. Gecede buluşuruz kızlar, sonra zaten kız istemeye gideceğiz.” Zeynep heyecanla yerinde kıpırdadı. Gözlerinin rengi ton attı heyecandan, gülümsemesi etrafa saçıldı adeta. “Evet.”

Hummalı bir hazırlık hem holdingde hemde evde boy göstermişti. Neriman hanım kim ne demişse evde kalmayı seçmişti. Torunlarına bakmak istediğini söyleyerek kaçış yoluna saklanmıştı. Ev halkı da daha fazla ısrar etmemişti. Asya ve Aslı birbirlerine çok yakın iki elbise tercih etmişlerdi. Siyah rengin asaletini iki farklı modelle taşımak istemişlerdi. İkisinde oldukça güzel ve birbirlerinin aynı oluşları bu geceye damgasını vuracaktı.

Nazlı kendine has güzelliğiyle kırmızı bir ton tercih etmişti. Beyler her zamankinden daha yakışıklı kadınlar daha da alımlıydı. Asya’yı saklama gereği bile duymamış yanlarından bir dakika ayırmamışlardı. Gören gözler dönüp bir daha bakma gereği duyuyordu.

Ama en çok Fırat alamıyordu gözlerini genç kızdan. Her bulduğu boşluğu fırsata çevirmek için kızın etrafından ayrılamıyordu. Geceye bir şarkı bırakmak için şimdiden anlamışlardı. Fırat’ı etkileyenlerin başında gelen de buydu. Asya’nın şarkı söylemesinden hoşlanıyordu. En az kendisi kadar müziği sevmesi içinde hayranlık uyandırıyordu.

Henüz kardeşi olarak kimseye tanıştırılmamıştı Asya. Bilenlerin çoğunlukta olması işine geliyor, bilmeyenlerde zaten birbirlerine sorarak öğreniyordu. Laf dediğin şeyin bir kemiği yoktu ve her yöne dönebiliyor, hızla dağılıyordu. Müzayede de Ayşe’nin kuzenlerine söylediği sözler kısa sürede her yöne dağılmıştı.

Bilmeyenlerin de sorusunu geçiştirmeye çalışıyordu. Başarıyordu da. Üzerini kapattığı şeylerin kocası tarafından konu edilmesini ve tek seferde söylenmesi herkes için rahat bir nefes demekti. Arkalarından edilecek dedikodular zerre kadar umrunda değildi.

Ve nihayetinde Yiğit kürsüye çıkıp konuşmasını yapmaya başladı. Aslı kocasını hayranlıkla izliyordu. O harika bir iş adamı, mükemmel bir eşti. Olağan üstü bir baba olmasına lafı bile yoktu. Her şeyin ötesinde Yiğit onun kalbinin tek sahibiydi.

“Konuşmamı bitirmeden önce sizlere ve basına açıklamakta bir sakınca görmediğim konuya gelmek istiyorum.” dedi Yiğit kendine pür dikkat bakan konuklara. Aslı ve Asya yanına yavaşça gelirken konuşmasına devam etti.

“Rasim Demirkan … Aile içi bir karmaşa yaşanmış ve kızlarını ayırmak zorunda kalmıştır.” Yanına gelirken kendine göz kırpan karısına minicik bir gülüş fırlattı Yiğit. Kızlar yanında yerlerini alıp konuklara döndüler. Salonda bir kaç şaşırma sesleri dışında başka bir ses gelmiyordu. “Demirkan ailesi içinde yaşanan bu dönem kimse tarafından söz konusu edilmemiş, bugüne kadar gelmiştir.” deyip karısına döndü.

“Eşim Aslı …” deyip eliyle karısını işaret ettikten sonra diğer yanındaki Asya’ya çevirdi kolunu. “Baldızım Asya Demirkan. Gördüğünüz gibi birbirlerine çok benziyorlar çünkü ikizler. Ben Yiğit Demirkan, Demirkan bünyesindeki tüm şirketlerin tek yönetici ve hissedarıyım. Eşimin ve Asya’nın tüm hisselerini tek başıma yönetiyorum.” Konuşmasına bir süre daha devam ettikten sonra kızları da alıp indi kürsüden. Kimseye aldırış etmeden tüm gece eğlenmeye karar vermişlerdi. Konuşulanlar hiç kimsenin umrunda olmamıştı.

“Asya… kocan olsa boşardı seni be kızım. Her seferinde beni böyle bekletiyorsun. Sendeki saçtan bende de var. Gözlerinden kaşlarından boyundan posundan hayır bu neyin hazırlığı?

Gözleri devrilmiş sıkıntıyla tek ayağıyla tuttuğu ritme devam ediyordu Aslı. Yarın kız istemeye gidilecekti ve bu yeniden bir alışveriş nedeniydi. Kadınların eksiği hiç mi bitmezdi? Bir kez giydiğini belki her gün giyebilir ama özel bir gün için giyilecek o kıyafet değişik olmak zorundaydı. Belki bir daha da giyilmeyecekti…

“Geldim ablacım.” diyerek gelip Aslı’nın yanağına kocaman bir öpücük bıraktı Asya. Aslı gülümseyerek kardeşine döndü. “Bayram değil seyran değil.” dedi.

“Ablam, kardeşim.” dedi Asya Aslı’nın koluna girip. “Hadi gidelim, canım deli gibi alışveriş yapmak istiyor.”

Aslı kahkaha atarak başını arkasına attı. “Kadınlar her zaman deli gibi alış veriş yapmak ister, doğanın kanunu bu Asya.”

“Sana katılıyorum Aslı.”

Alışveriş merkezinde vitrinlere bakıp hemde sohbet ederek aradıkları şeyleri bulmuşlardı. Daha ne alabiliriz diye bakınıp duruyorlardı.

“Seninle bir oyun oynayalım mı Asya?”

Asya’nın gözleri parladı. “Nasıl bir oyun?” dedi kardeşine dönerek.

Asya kardeşini baştan ayağa ilk kez görüyormuş gibi inceledi. “İkiziz ve çok ama çok benziyoruz ya, işte onu biraz oyuna çevirelim, aynı giyinelim, makyaj saç aynı olsun. Evdekileri işletiriz biraz.”

Asya kahkaha attı. İnanılmaz bir kardeşi vardı. Aklı fazla mesai yapıyordu. “Hiç rahat duramıyorsun değil mi?”

Aslı omuz silkti. Duramıyor olması onun suçu muydu yani? İçinden öyle yaşamak geçiyordu o da bunu gerçeğe döküyordu. “İçimde biri var, beni dürtüp duruyor.” deyip kızı ilk mağazaya soktu. Aynısından iki tane aldıkları elbiseyi ilk girdikleri kuaförde giymişlerdi. Saçlar da aynıydı makyajları da. Kuaförde çalışanlar dahi hayretle bakmışlardı. Bu kadar benzeyen ikiz ilk defa gördüklerini dile getirmişlerdi.

Birbirlerinin karşılarına geçip baktılar. Aynaya bakmaktan hiç bir farkı yoktu bunun. Aslı bakıp bakıp huzur doluyordu. Neydi ne olmuştu. Telefonunu görevli kıza uzattı. “Bizim bir fotoğrafımızı çeker misin?” deyip Asya ile sırt sırta verip bir ayaklarının tek topuklarını birbirine yasladılar. Ekrana bakarak gülümsediler.

Telefonunu alıp fotoğraflara göz attı. Kendini bilmese ayırt edebilir miydi, bilemedi. Yiğit’in bunu görmesi gerekiyordu. Bir kaç yere dokunup kocasına gönderdi fotoğrafı.

Arabalarına ulaşmak için bindikleri asansörden indiklerinde telefonu çalmaya başlamıştı Aslı’nın. Kocasının aradığını görünce yüzünde oluşan gülümsemeye engel olamamıştı.

“Hangisi benim?” diye sordu hemen hiç vakit kaybetmeden.

“Kırmızı koktuğun tarafındaki.” dedi Yiğit, güldüğü her halinden belliydi. Aslı böyle bir ayrıntı hatırlamıyordu. Kulağından aldığı telefonun fotoğraflar bölümüne girip baktı. “Vallahi doğru.” dedi sırıtarak. Tekrar kulağına götürdü cihazı. “Nasıl anladın, hiç açık bırakmamıştım?”

“Ah Aslı, o gülüşün en büyük açık, sana has bana güzel.” diye yanıtladı adam. Aslı eriyip otoparkın giderinden yer altına karışabilirdi eğer Asya onu dürtmeseydi. “Aslı uyan.” dedi kız kardeşi kıkırdayarak.

“Benim için de bir şeyler aldın mı karıcığım?” diyen ses onu harekete geçirdi. Arabayı açıp eşyaları bagaja bıraktılar. Asya arabaya geçerken o bagaja yaslanmıştı. “Ne gibi erkeğim?” Yiğit’in sesindeki şehveti hissetmişti Aslı.

“Kırmızı olur, mor olur, beyaz olur ama en çok yeşil olabilir.”

“Kravat mı? Aldım bir kaç tane.” dedi genç kadın gülmemek için kendini tutarak.

“Gecelik Aslı, kravatın sana yakıştığını sanmıyorum.” Aslı otoparkı inleten kahkahasıyla şoför koltuğuna bindi. “Evet canım, akşama görüşürüz.”

“Sabırla bekleyeceğim.”

Telefonu kapatıp koltuğuna bıraktı. “Serseri…” diye mırıldandı. Kendine bakan kız kardeşide onun kadar keyifliydi. Mutluluk bulaşıcıydı…

Motoru çalıştırdığında cama vuran birinin varlığıyla başını çevirdi Aslı. Çok beyefendi görünümlü birinin olduğunu fark edince camını indirmekte zarar görmedi. Belki bir sorunu vardı adamın. Asya’da eğilmiş adama bakıyordu.

“Bir sorun mu var?” dedi Aslı. Adamın yine mütevazı gülüşünü izledi bir süre. “Evet hanımefendi.” diyen adamın elindekinin ne olduğunu bile fark edemeden yüzlerine sıkılan spreyle kendilerinden geçti kızlar…

Recommended Articles

1 Comment

  1. Aslı, Nazlı ile Karahan’ın çöpünü çatacak. Emeklerine sağlık.

Leave a Reply

Your email address will not be published.

error: Content is protected !!