…
“Patron,” diyerek başında beliren kadına yandan bir bakış attı. Ne kadar sert bakarsa baksın Sümeyra ondan korkmuyordu veya iyi ekarte ediyordu kendini.
“Ne var? Patron patron?” Terslenerek arkasına yaslandı. Dünden bu yana rayından çıkmış tramvay gibiydi, önüne gelene çarpıyordu.
“Hazal Arman sizinle görüşme talep ediyor.”
Oğuzhan göz devirip sıkıntılı bir nefes verdi. Ne istiyordu bu kadın ondan? “Sesini düşür,” dedi sertçe. “Annem duymasın, şimdi değil belki daha sonra kendisine ulaşacağımı söyle.”
Önce Ruken’le olacakları bir düzene koyması, Ruken’e Hazal’dan bahsetmesi gerekiyordu. Ortada bir şeyler dönüyordu ve bu hiç hoşuna gitmiyordu.
“Bir şey soracağım, bize nasıl ulaştığını anlamadım?”
Oğuzhan Ankara’da, Haldun’la konuştuğunda açık vermelerini söylemişti ama bunu asistanına açıklayacak gücü kendinde bulamadı. “Bulmuş işte, git söyle daha sonra.”
“Tamam, bir şey daha var.”
Oğuzhan hiddetle ayağa kalktı. “Sümeyra, bugün seni hiç çekemiyorum, dolanma ayağımın altında.” Kadının yanından geçip giderken Sümeyra ona döndü.
“Ruken Hanım, ortaklığı fes etmek istiyormuş. İsviçre’den haber geldi.”
Durup, gözlerini yumarak ciğerlerini şişirerek derin bir nefes aldı. “Etmeyin! Tazminatı dayayın önüne, bakın şartlara neler varmış ama etmeyin izin de vermeyin! Ve bugün seni görmek istemiyorum.”
“Rüzgar Asilkan sizinle görüşmek istiyor, onu ne yapayım?”
Kaşları birleşen adam yan dönerek asistanına baktı. “Kim?” dedi, şaşkınlık sorusuyla.
“Ali Rüzgar Asilkan, haber bekliyor.”
“Akşam altı yedi gibi randevu ayarla.”
Eve girip kızının yanına çıktı. Ona başka iyi gelecek biri varsa o da şu an aralarındaki ipleri koparmakla meşguldü. Kızının tatlı dili onu biraz gevşetebilirdi. Çalışmalıydı ama Türkiye’de açık bir şirketi yoktu. Belki de açmalıydı, evet açmalıydı. Bunu da bir miktar sonraya erteledi.
Annesi ona dün gece olanları birebir anlattığında o an, o evde olması gerektiğini iliklerine kadar hissetti. Ne olmuşsa olmuştu ama bir şeyleri değiştirmesi gerekiyordu ve buna amcasından başlamalıydı çünkü Karahan’la tamamen yanlışa imza atmışlardı.
Ruken’in çok sevdiği ama sokağa çıkma yasağı koyduğu kılığına zevkle büründü. İnadına yapıyor olmasına bile hırslanıyordu. Saçlarını karıştırırken hoyrattı. Yüzü gülmüyor, içinden tebessüm etmek dahi gelmiyordu. Ruken’i her şekilde özlüyordu, yatağında, sabah uyandığında, gece uyuduğunda, canı sıkıldığında, ortam sessiz kaldığında özellikle arıyordu gözleri. O küçük ağızıyla sürekli konuşmalıydı Ruken, hep yanında olmalıydı ama hanımefendi telefonu açma zahmetine bile girmiyordu.
Bastığı yeri gözü görmezken Selim belirdi yanında. “AZA kafede efendim.”
“Ne AZA’ymış. Tüm temiz kirli işleri orada mı dönüyor anlamadım ki.” Tüm sevimsizliğiyle aracına bindi. AZA’ya varıncaya kadar değişmedi yüz ifadesi ama Rüzgar’ın ne kabahati vardı? Derin nefesle kendini sakin ve neşeli görünmeye iteledi. Başardı da, aracını valeye verip kafenin cam kapısını itekleyip açtı.
Karşısında sadece Rüzgar’ı görmeyi planlayan Oğuzhan’ın kaşları havalanmıştı. Karahan hariç, tüm kuzenleri hatta fazlası ona bakıyordu.
“Vay vay vay…” dedi Duru.
“Bizim küçük CEO serseriden hoşlanıyormuş,” dedi Nil. “Bu ne lan?”
“Mükemmel derken ne demek istediğini anladım,” diyerek kıkırdadı Hare.
“Biz çıkalım da öyle konuşun,” dedi Fatih.
“Evli barklı kadınların konuştuğuna bakın,” dedi Nihat.
“Ulan bi susun, kuzenleri o gerizekalılar,” dedi Rüzgar. “Kıskançlık edecek adam kalmadı bacanağımızı kıskanacağız.”
“Sevgili eşim, seni gerçekten çok seviyorum,” diyerek yerinden kalktı Duru. Kendilerinden ürküyormuş gibi yaklaşan Oğuzhan’a gülümseyerek yaklaştı. Abla olduğunu belli eden Duru iki kolunu da açarak Oğuzhan’ı çağırdı. “Merhaba yok mu ablana?”
Gülümseyen şaşkın adam ne diyeceğini bilemeden sarıldı. Samimi bir kucaklaşmayla geriye çekildi. Duru’ya bakarken gerçek bir abla görüyordu, Ruken gerçekten şanslıydı, çok şanslıydı.
“Merhaba,” derken Fatih ve Nihat’a bakıyordu, daha doğrusu hepsi üzerinde göz gezdirmekten kendini alamıyordu. Oğuzhan’ın koluna girerek masaya yaklaştırdı. Hare ve Nil elini uzatmakla yetindi. “Hare, piyangodan kuzenin.”
Oğuzhan annesinin akşamki anlattıklarını anımsadı. Değişik bir doğum hikayesi vardı ama kuzen, kuzendi.
“Nil,” diyerek tanıttı Duru ve devam etti. “Hoş, sen bizi tanıyormuşsun, Ruken öyle söyledi. Nihat ve Fatih.”
Sevgili bacanaklarını çok sevimli bulan Oğuzhan en son Rüzgar’a döndü. “Kusura bakma, oyuna gelmiş gibi oldun ama bu kadınlar biraz inatçı. Olacak dediklerinde oluyor.”
Oğuzhan kocaman gülümsedi. “Şaşırmadım.”
Hare, Fatih, Nil ve Nihat karşılarına otururken, Rüzgar’la ortasına Oğuzhan’ı almıştı. “Anlat bakalım küçük enişte,” dedi Nil. “Niçin benim bacıma yalan söyledin?”
“Yalan söylemedim,” diyerek savundu kendini.
“Gerçeği gizlemek de bir yalandır,” dedi Hare.
“Ben öyle düşünmüyorum,” dedi Oğuzhan, karışındaki dört insana bakıp. “Merhaba Ruken, ben senin uzaktan kuzenin, hadi benden hoşlan” mı diyecektim?”
“Doğru,” dedi Fatih. “Adam haklı.”
“Hoşlanınca neden açıklamadın?” diye sordu Hare.
“Beni terk edecek başka nedenleri vardı, onu araya sokmayayım dedim,” dedi Oğuzhan.
“O ne demek?” diye sordu Duru, yönünü Oğuzhan’a döndü. “Başka bir neden?”
Yanındaki kadına bakıp arkasına yaslandı. “Bıraktı! Beni sap gibi ortada bırakıp döndü Ankara’dan. Aynı evde yaşadık da yaşadığımız aşk olamazmış da biraz nefes almalıymışız mış da mış mış.”
“Ama yanıldı tabii,” dedi Duru. “Sana çok kızgın Oğuzhan, öfkesi geçecek gibi değil.”
“Abim de barut gibi, asla kabul etmiyor seni. Diklenmişsin birde, aklını mı kaçırdın?” dedi Nil. “Abiye diklenilir mi? Eve kapattı Ruken’i, kendi evine göndermeyi düşünmüyor.”
Tüm hayalleri suya düşüyordu, o evden çıkarması gerekiyordu Ruken’in başka türlü nasıl konuşacaktı? “Holding?” diye sordu, görebilmesi için bir alan olmalıydı.
“Ona karışmaz abim ama…” dedi Hare kuzenine alttan bakarak söyleyeceklerinden çekinir gibiydi. “Abim Ruken’e tanıdığı bir arkadaşıyla yemek organize etmiş.”
Oğuzhan, Hare’nin sözlerini duydu, Fatih’e baktı, Nihat’a baktı yanındaki Rüzgar’a, Duru’ya baktı. Tekrar Fatih’in bakışlarında durdu. “Ne yapacakmış abisi?” diye sordu, gülümsüyordu.
“Sana kız vermeyecekmiş bacanak, Ruken’e başka damat adayıyla randevu ayarladı. Ruken de ona ayak uyduruyor,” dedi Fatih.
“Seni görmek bile istemiyor Karahan, adını anan olursa çakıyor yumruğu,” dedi Nihat. “Sen bu kızı alamazsın koçum.”
Oğuzhan’ın şaşkın bakışları hepsi üzerinde tek tek dolanırken onlarda birbirlerine bakıyordu. Yalanı biraz abartmışlar mıydı? Çok da önemi olmadığını düşünerek gizlice gülümsediler ama Oğuzhan’ın kahkahasıyla hepsinin bakışları genç adamı buldu.
“Benim kadınımı?” dedi sırıtarak.
Hare ve Nil başlarını salladı. “Sorma ya?” dedi Nil. “Yalnız Oğuzhan abim nefret eder bu sözden, eğer bacılarına geliyorsa hem de evli değillerse, şansını çok zorlama kuzen bak çocuğun var.” Bu konuda oldukça ciddiydiler, yalansız konuşuyordu Nil.
“Öldüreceğim onu!” Sandalyesi arkasına doğru savrulurken hepsi neye uğradığını fark dahi edememişti. Yerlerinden kalkıp çantalarını kaparak kocalarının peşine düştüler çünkü Oğuzhan kafenin kapısını yerinden çıkartacak güçle savurmuştu.
“Abarttık sanki?” dedi Nil, kocası elinden tutup çekerken.
“İyidir iyidir,” dedi Hare, Fatih aracın şoför koltuğuna geçerken kendisi de hemen yanına bindi. “Bizim keçi başka türlü yola gelmeyecek.”
“Hadi hadi!” diye bağırdı Duru. “Önce bizim gitmemiz gerekiyor, herkes kestirme yolu kullansın.”
…
Evin ön bahçesinde, havuzun çaprazında, büyük ağaçların altında ayağının altına aldığı pufla, dizlerinin üzerinde duran bilgisayarına odaklanmıştı. Oturduğu hasır koltuğun beyaz minderi üzerine yaydığı dosyalardan birine uzandı. Ağaçların gölgeliği, akşamın serinliğiyle kendini huzurlu hissetti.
Saçlarını tepesinde alelade bir topuz yapmıştı. Hemen sağındaki sehpadan kahvesine uzanıp bir yudum aldı. Kupayı yerine bırakıp gözlüğünü burnunun ucundan ileriye itekledi.
Öylesine dalmıştı ki zihni başka bir ses kabul etmiyordu. Transa geçmiş gibiydi, abisinin yanına yaklaşıyor olduğunu dahi fark etmemişti. Eğik olan başı Karahan’ın spor ayakkabısını görünce usulca kalktı. Dünden bu yana ne bir soru soruyordu Karahan, ne bir açıklama istiyordu. “Abi?”
Karşısına oturan Karahan artık bir açıklama bekliyordu ama anlamıştı ki Ruken’in konuşturmaya çalışmazsa tek kelime alamayacaktı. “Seni dinliyorum.”
Daha fazla ne anlatabileceğini birkaç saniye sorguladı. “Anlattım,” dediğinde Karahan yüzünü buruşturup arkasına yaslandı.
Kolunu oturduğu koltuğun sırtına bıraktı. “Bilmediğim bir şey söyle bana, içinde benim o densizi görmezden gelebileceğim bir şeyler olsun.”
Gözlüğünü çıkarıp, kapattığı laptopla dosyaların üzerine bıraktı. “Sanırım öyle bir açıklama yok, bence onun tüm kemiklerini kırıp eline verebilirsin, sonuçta beni kandırdı. Densizin teki, hadsiz şey.”
Dudağı bükülen Karahan başını yana eğdi. Ayağını bacağının üzerine atıp, kardeşini izledi. “Seni kandırmış olmasından seni sorumlu tutuyorum, daha akıllı olabilirdin ama yok, olabilir mi öyle şey? Benim kız kardeşlerim illa gidecek bir kazma bulup getirecek.”
“Ne yani, ben miyim suçlu?” Ruken duyduklarına inanamıyordu. Gözleri kocaman açılırken konuşmayla öne eğilmişti.
“Hayır,” dedi Karahan. “Benim suçlu, ara sıra aklıma gelenin bir gün başıma geleceğini düşünmeliydim, bunu da geçtim hiç arayıp sormamakla, yokmuş gibi davranmakla ve size tek kelime etmemekle suçlu benim.”
“Kendini suçlama, o bizi tanıyordu hepimizi izliyordu ama bir ben varım diyemedi.” Yüzünü yana çeviren Ruken, Oğuzhan’ı savunacak tek bir şey bile bulmak istemiyordu.
“Saçmalama Ruken!” diyen sert sesle döndü abisine. “Ben ondan on dört yaş büyüğüm, o daha bebekken ben onu kucağımda taşıyordum. Gelmemişse bunu kendimize sormamız gerekir, annesiyle onu arayıp sormayan birinden ben sizin akrabanızım beni sevin gibi saçma beklentiler içine giremeyiz. Tek bir suçlu var o da benim! Ve bana bunların dışında bir şeyler söylemek zorundasın yoksa akrabalık bağlarımız Leyla ve Nihan yengeyle sınırlı kalacak.” Doğrulup öne eğildi Karahan. “Anlatabiliyor muyum abisi?”
Anlıyordu anlamasına ama ona olan kızgınlığı geçmiyordu. Sessiz kalmayı tercih ederek kollarını göğsüne bağladı.
“Ruken! Sana bir şey yaptı mı? Kaba bir hareket, zorlama, istemediğin her hangi bir şey? Onu sevmemem için bir şey söyle.”
“Hiçbirini yapmadı. Öyle biri değil, keşke öyle olsaydı.” Başka bir açıklama getiremeyecek kadar utanıyordu, abisinin başka bir soru sormasını istemiyordu.
“Bana onu sevmediğini söyle.”
Gözlerini kaçırıp, yanağına düşen birkaç tutam saçı kulağının arkasına attı. “Bilemiyorum, suçlunun kim olduğu önemli değil. Ben bunu unutacağımı sanmıyorum.”
Karahan göz devirip başını iki yanına esnetti. “Ruken bak bana geliyorlar bacım, geveleyip durma!”
Yutkunurken sözlerini toparlamaya çalıştı. Sözleri iki dudağının arasından çıkmadan yüksek perdeden çıkan seslerle abisiyle evin girişine döndüler. Karahan yerinden hızla kalkarken Ruken değneğini arıyordu.
Gördükleri manzarayla Karahan durdu. Ruken de yanına gelip gözlerini açarak izlemeye başladı. “Yok artık,” dedi Ruken.
“Canına susadı canına,” diye mırıldandı Karahan.
“Ruken!” diye bağırıyordu Oğuzhan. Bir yanında Cihan diğerinde Mutlu vardı. “Dokunmayın bana!” diyerek ellerini havaya kaldırdı. Mutlu ve Cihan’sa az daha ileri giderse başına silah dayayacaktı.
“Sevmiyorsun sen, kırarım ben bunun ağzını burnunu.”
Ruken ağzını açamadan yürüyüp uzaklaştı Karahan. Ruken ardından gitmeyi düşünse de olduğu yerde kaldı. “Hak etti kır gitsin.”
Kendini kaybeden Oğuzhan’ın sesi evin bahçe duvarlarına kadar çarpıyordu. “Ruken!” diye bağırıyordu ama evin merdiven başında Nazlı’yı gördü. Nazlı telaşla inerken Karahan’ı görünce yönünü ona çevirdi.
Mutlu silahını kavrayıp Oğuzhan’ın başına dayayınca durdu genç adam. Gözlerini devirdiğinde arkasından gelen seslere dönmedi.
“İndir şunu!” Rüzgar’ın katı sesiyle Mutlu geriye çıktı.
Duru, Nil ve Hare Oğuzhan’ın etrafını sardı. Böyle delireceğini hesaba katmamışlardı. “Oğuzhan sakin ol,” dedi Duru.
“Olamıyorum, olmayacağım. Ruken buraya gelecek!” Elleri hiddetle havaya kalkıyordu, yüzü kaskatı, sesinden ateş çıkıyordu.
Elleri cebinde aheste aheste yaklaşan Karahan’ın yüz ifadesi de karşısındaki adamı aratmıyordu. Karahan’ı görünce çenesini havaya kaldırıp gözlerini kıstı.
Nazlı koşar adımla gelmiş, kendini ikili arasına sokmuştu. “Karahan, lütfen.”
“Bırak Nazlı, ne derdi varmış bir öğrenelim. Güpegündüz ev basıyor, hem de benim evimi.”
Kız kardeşler yutkunurken eşlerinin arkalarına geçmişti. Nihat onlara bakarken gülümsüyordu. “Yaş olmuş kaç hâlâ abiden korkuyorlar, yazık size,” demeyi ihmal etmedi.
“Derdin ne sesin?” dedi Karahan.
Oğuzhan bir adım öne çıktı. “Ruken’le konuşacağım, şimdi hemen.”
“Yok ya?” Karahan’ın iki kaşı birden havalandı. “Başka emrin de var mı, varsa söyle hemen yerine getirelim. Zaten bende diyordum Oğuz Bey gelse de bana emir verse diye.” Son sözleri dişlerinin arasından öfkeyle çıkmıştı. Ellerini cebinden alarak, omuzlarından tuttuğu karısını kenara aldı. “Cami duvarına hoş geldin, kuzen.” Yumruğu Oğuz’un dudağında patlarken iki adım geriye çıktı Oğuzhan.
Ruken’in ciğeri sızlarken yüzü düştü, kıyamamak buydu. Vuranda ciğeri, vurulanda. Ağır aksak yürüdü mecburen.
“Hoş buldum, kuzen.” Gerilip Karahan’a yumruğu iade ederken Nazlı’nın sitemli sesleri yankılandı.
“Ay gitti kocam. Karahan…” diyerek gerileyen kocasının yanına ulaştı.
İlk kez bir damat adayından yumruk yiyen ve bu kişinin de kuzeni olması gerçeğiyle Karahan kısa çaplı bir şok yaşadı.
“Sen ne hakla benim kadınımı başkasıyla görüştürürsün?” Oğuzhan’ın yüksek sesiyle ortamda ani bir sessizlik oluştu. Ruken dahi adım atmayı kesmişti.
Karahan kabaran öfkesiyle burnundan sesli bir soluk aldı. “Sözlerine dikkat etmezsen…”
“Benim anladın mı, benim benim,” diye bağırdı Oğuzhan.
“Ne senin lan gerizekalı?” Tekrar Oğuzhan’ın üzerine yürüdüğünde Nazlı daha sıkı tuttu kocasını. Fatih ve Rüzgar da yaklaşarak Karahan’ın koluna girdi. “Bırakın beni!” diye bağırsa da kimse Karahan’ı bırakmadı. “Benim kardeşim o, sen bi boku beceremedin, kırdın kızdırdın şimdi karşıma geçmiş saçmalıyorsun.”
“Geçtim ben oraları, ben sana başka bir şey soruyorum; ne hakla başkasıyla görüştürürsün?”
Karahan onu anlamıyordu, bilmediği bir dümenin üzerine doğru kırılmış olduğunu anlıyordu ama çözemiyordu. Ama üzerine de uğramak gelmedi içinden. “Sana ne! Senin yapamadığını yapacaklar var demek ki. Kardeş benim, istediğime veririm. Sen kendini ne sanıyorsun? Benim evime gelmiş bana hava basıyorsun, ulan ben abiyim abi, mal! Karşımda durmuş kadınım da kadınım diye beynimi sikiyorsun. Ne istiyorsun lan kardeşimden?”
“Seviyorum! Oldu mu? Benim o!”
Öfkesi arşa çıkmış, sesi de herkesin kulaklarının pasını almıştı. “Veremezsin!” Dişleri arasından sertçe çıkmıştı sözcük.
Karahan’ın üzerine tekrar yürüyordu ki kızlar tuttu kolundan. Sözler hoşuna gitmişti hatta çok sevmişti ama o Karahan’dı.
Havuzun diğer tarafından dolanıp, ablalarının arkasından yanaştı Ruken. Kendisine söylemeden tüm ailesinin önünde bağır çağır seviyorum diyen adamı öpmek istiyordu, belki başka bir zaman. “Oğuzhan,” dedi sakince.
Kızlar Oğuzhan’ı yavaşça serbest bırakırken arkasına döndü. Değneğine baktı önce, daha sonra gözlerine çıkardı bakışlarını. Dişlerini birbiri üzerinde gezdiren ve kendini tepeden tırnağa süzen kadına baktı.
“Ne saçmalıyorsun sen? Kiminle görüşmüşüm ben, kim kandırdı seni?”
Gaza getirildiğini anlaması birkaç saniyesini aldı. Bakışları Duru, Nil, Hare ve bacanakları üzerinde kısıkça dolaştı. Kimi tırnağına, kimi havaya, kimi ayakkabısının ucuna bakıyordu.
Nazlı göz devirirken, Rüzgar yana kaydı, Fatih biraz uzaklaştı abisinden. Karahan kollarını kurtarıp silkeledi. “Topunuz manyaksınız!” diye bağırdı Karahan.
Ruken ablaları ve eniştelerine ayıplarcasına bakıyordu. “Ben size böyle mi yardım ediyordum, hainler. Adama ev bastırıp abime yumruk attırdınız.”
“Nereden bilelim kızım,” dedi Nil. “Manyak çıktı.”
“Daha azını beklemiyordum ben,” dedi Duru. “Aferin Oğuzhan.”
“Şimdi oldu,” dedi Hare. “Tam bize yakışır damat, fazlası var eksiği yok.”
“Hare!”
Karahan’ın çokça sert sesiyle genç kadın kocasının arkasına geçti. “Bir şey demedim abi.”
“Ben sizi ne yapayım?” diye bağırdı Karahan, damatlarına. “Sizde hiç mi akıl yok?”
“Bak bak,” dedi Nihat. “Kardeşlerine tek laf etmez, suçlu biz olduk.”
“Yeni bir şey değil,” dedi Fatih.
Oğuzhan gözlerini yumarak düştüğü tuzağa hayıflandı. Karışık olan saçlarını biraz daha karıştırdı. Çok fena şeyler mi yapmıştı? Ne tür manyakların arasına düşmüştü?
“Şu kılığına bak,” dedi Ruken.
“Her şey bitti kılığım kaldı, değil mi Ruken?” Öfkeyle çıkışmasına dişlerini sıktı Karahan. “Bağırma lan kardeşime! Yok ben buna kız falan vermem!”
Oğuzhan arkasını dönerek işaret parmağını Karahan’a kaldırdı. “Sana sormuyorum, alacağım diyorsam alacağım.”
Etrafları boş olan iki adamda soluğu birbirinin yakasında aldı. Etrafını saran aile üyelerini gözleri görmüyordu. Ruken ise sadece izliyordu, inanılmaz keyif alıyordu.
“Hadsiz!” diye fısıldadı Karahan.
“Tıpkı sen,” dedi Oğuzhan. “Ben de bir Kara’yım.”
“O kadar övünüyorsan bunu göstereceksin, bak bu adamlara; hepsi sürüne sürüne aldı kızı, senin neyin eksik?”
“Ben üstüme alınmıyorum,” dedi Fatih.
Ruken gülümsedi ve gizledi. Kimse ona bakmıyordu. Gerçekten topu manyak bir ailesi vardı, ne mutluydu ona.
“Karahan, bırak!” dedi Nazlı. “Çocuklar kurstan gelecek birazdan.”
Oğuzhan’ın yüzüne sertçe bakıp, silkeleyerek bıraktı. “Nazlı’ya dua et.”
Sabrı tükenen adam, Ruken’e döndü. “Artık konuşabilir miyiz?”
“Hayır,” dedi Ruken, çenesi havada. “Ne konuşacağım seninle, anlayışın kıt mı?” Başını uzatarak gözlerini kıstı. “The end.”
“Yürü bacım, arkanda ben varım.” Karahan’ın çıkışıyla Oğuzhan ellerini havaya açarak bağırdı. “Bizi bir yalnız bırakın!”
“Hassiktir,” dedi Karahan. “Ben seni öldürmeden defol git!”
“Aaa,” diyerek araya girdi Duru. Kız kardeşlerine göz atarak yürüyün sinyali verdi. Nazlı da dahil Karahan’ı itekleyerek eve çıkan merdivenlere ilerlettiler. Karahan’ın bitmek bilmez tehditleri havada uçarken Oğuzhan yüzünü buruşturdu. Kocaman bahçede yalnız, karşı karşıya kaldıklarında Ruken değneğin ucunu adamın ayağına vurdu.
“Ben sana böyle sokağa çıkmayacaksın dememiş miydim?”
Bakışları evin görkemli bahçesini tavaf eden adam sırıtarak Ruken’e döndü. “Affet karıcığım, bir daha olmaz.” Ruken’e bir adım daha yaklaşıp burnunun ucuna girdi. “Derdim ama sen yoksan ben hep böyle giyineceğim, çok çekici olacağım, senin aklını alacağım.”
“İyi halt edersin, zaten Ruken kim ki? Bak keyfine, ak gecelere, bul çıtırları.” Karşısında iğrençliğe bakarcasına buruştu yüzü. “Pis serseri.”
“Koskoca dünyada bir çıtır yoktu çünkü ben geldim sana tutuldum. Şimdi de çıkar sokak sokak ararım Ruken.”
“Bağırmasana!” derken kendisi bağırmıştı. “Senin sorunun ne, kollarına atlamamı falan mı bekliyorsun?”
“Hayır, ama en azından sakince konuşabiliriz.”
“Neyi? Beni nasıl kandırdığını mı? Yok, konuşmayalım. Neresinden tutarsan tut ben bir aptalım.” Yine canı yanmıştı kadının, içi sızlamıştı.
Ruken’in bakışlarındaki kırıklığı görebiliyordu, en az onun kadar canı yanıyordu. “Güzelim,” derken yaklaşıp saçma topuzundan çıkan saçları iki eliyle geriye itti. Ruken’in dolan gözleriyle daha da yandı. Kadın kendisine bakmayı keserek uzağa çevirmişti bakışlarını.
“Hiç öyle şey olur mu? Benim aptal ben, senin ne suçun var? Ruken… Yerde miyim, gökte mi belli değil. Gözüm bastığım yeri görmüyor, yaptım bir hata özür dilerim.”
“Beter ol Oğuzhan! Hisselerin dibe vursun, şirketlerin batsın, beş kuruşsuz kal.” Boş olan eliyle adamın ellerini itti.
“Olur, tamam kalayım. Sen bakarsın bana, ama benim yanımda olacak mısın?”
“Olmayacağım! Sana devlet baksın, ben Leyla’ya bakarım.”
Oğuzhan burnundan aldığı solukla geriye çekildi. “Sen beni sevmiyorsun, sevsen bu kadar inat edemezsin.”
“Yok, aksine,” dedi Ruken. “Senin gibi birini sevdiğim için iki kere aptalım.” Sözleri sertti, keskindi ama Oğuzhan hiç öyle algılamıyordu. Ona giden seste sevda yüklüydü, aşkın en tatlı notası çalıyordu.
Elinden değneğini alıp yere fırlattı. Ruken ayağının üzerine basamadan eğilip omuzuna aldı kadını. “Sen!” diye bağırdı Ruken ama çoktan adamın omuzunda gidiyordu.
“Evet, ben! Söyle şunlara yolu açsın yoksa kan çıkacak, Selim’deki silahlar hepimizi ipe dizer.”
“Aklını mı kaçırdın? Abimde kredilerini dolduruyorsun Oğuzhan! İndir beni!”
“Başlatma abinden.”
Mutlu ve Cihan dahi bıkmıştı bu adamdan, ne yapsalar olmuyordu, yine de önünü kestiler. “Ruken Hanım?” dedi Cihan. “Sıkacağım kafasına en sonunda.”
“Bir denesene!” diyen Selim’in sesini duyunca arkasına döndü Cihan.
“Açın yolu, açın,” diye bağırdı Ruken. “En sonunda ben kendi kafama sıkacağım. İndir beni!”
“Gidin söyleyin birkaç saate geri döneceğiz.” Oğuzhan korumaların yanından, Ruken omuzunda geçip giderken elleri kolları bağlı Cihan’la Mutlu birbirlerine bakıp, araca bindirilen Ruken’e geri döndü.
“Çok güzel,” dedi Cihan. “Şimdi bizi kim koruyacak büyük patrondan?” Kadın öfkeyle eve doğru yürüdü. “Birbirimizin kafasına sıkalım Mutlu, bu aşk bizim mesleğe zarar.”
Araba sitenin içinden geçerken dağılmış topuzunu çözüp öfkeyle yeniden topladı. “Haydut! Bir bu kalmıştı, çok şükür bunu da yaptın. Oysa çok genç ve yakışıklıydın, çok yazık olacak o suratına.”
Oğuzhan umursamaz tavrıyla rahat bir nefes alıp gevşedi. “Konuş güzelim, sen konuşunca daha tatlısın. Hiç yakışmıyor sana küsmek, öfkelenmek. O küçük seksi ağzın kapanmasın.”
Sağ elini yumruk yapan Ruken dişlerini sıkarak kaldırmıştı ki durdu. “Konuşmuyorum işte, susayım da gör pis haydut.” Önüne dönüp kollarını göğsünde birleştirdi.
Ne kadar dayanacağını merak etse de yandan bakıp gülümseyerek yola devam etti. Seviyordu, seviliyordu varsın yansındı dünya.
Aşk, bir kadının iki dudağı arasından çıkan birçok harfin yan yana gelerek oluşturduğu bir sözcüktü. Ona göre Ruken’in ses tonundan dökülen her bir harfti. Aşkın adı Ruken’di. Ve o o aşkı bağır çağır yaşayacaktı.