Keyifli okumalar…


Sevdiğin kadını öpmekle sevdiğin kadının seni öpmesi arasındaki aşk tadını aldı Kartal. Onun kendine gelişini benliğiyle karşıladı. İlginç geliyordu bedeninde her hücrenin Efruz diye inlemesi. Ne kadar sarsa yetmiyordu, yetmeyecekti. Efruz’un çıplak teni günaha bağır çağır davet ediyordu. Elleri pürüzsüz sırtta baskıyla dolanıyordu. Dokunduğu yerler yanıyordu. Boyuna kadar battığı günahlardan en masum olanıydı Efruz. Helalinden lazımdı bu kadın, en helalinden, en güçlü bağla. Dudaklarından zoraki ayrıldığı kadını göğsüne sardı. Gözlerini kapatan Efruz adamın kalp atışlarını duyuyordu.

“Göklerde bağlanan düğümü bilir misin?”

Efruz başını salladı. “Hayır.”

“Bir imzadan fazlası, melekler şahitlik eder her bir cümleye. Göklerde başlar düğün ve Allah kullarını ölene kadar birbirine helal eder. Seni öyle istiyorum, günahsız…” Başını eğerek kendine bakan kurşuni gözlerinden öptü kadını. Gözleri tekrar kapanan Efruz’a fısıldadı. “Melekler şahitlik ederler,” dedi nefesini içine çeke çeke kadını kollarında sıktı.

“Bu halimize mi?” dedi Kartal’ın bilmediği bir Efruz vardı. Henüz kendisini tanımıyordu. Her dediği kelimeyi en ince ayrımına kadar biliyordu. “Hiç sanmıyorum.”

Dilini dişlerine vurarak hayır dedi Kartal. “Göklerdeki düğünümüzde, her şeyim ol ama önce helalim.”

“Başka şansımın olmadığını biliyor gibisin, ondandır bu yükselişin.”

Bakışına naif bir gülüş yerleştirdi Kartal. Ellerini kaldırıp adamın yüzüne bıraktı Efruz. “Hem yerde evet hem gökte… Başımıza ne gelecekse razıyım.”

Efruz’un kendine teslimiyeti kanını hızlandırıyordu. Onu aklına koyduğunda bu kadarını beklemiyordu ama biliyordu; bir yaradan var ve o, ondan önce her şeyi yazıyordu. Efruz’un alnına dudaklarını bastırdı. Geriye çekilip kızı kollarında ters çevirdi. Efruz’un sırtını kendi göğsüne yasladı. Yerine huzurla yerleşti Efruz. Yapacak bir şeyi yoktu, fırtınaya kapılmış gidiyordu. Gönüllüydü, itiraz edemiyor, etmekte istemiyordu. “Biraz bekleyelim, bir ay kadar.”

“Neden?” dedi Kartal, Efruz’un ellerini elinin içine almış parmaklarıyla oynuyordu.

Efruz’un aklındakiler tamamen farklıydı. Bir ay sonra yapılacak olan ihaleden kurtulmak istiyordu. Babası Kartal’ı öğrenirse başına gelecekleri biliyordu. Kartal’dan medet umacaktı ve Efruz bunu düşününce bile deliriyordu. Kartal Sipahi denildiğinde el pençe duran insanlardandı babası. Birde damadı olarak bildiğinde eliyle sunacaktı kızını. Batmakta olan şirketi Kartal sayesinde düze çıkaracağını biliyordu. Ve Abisi Aydın… Onun kumarhanesinde oynaktan zerre çekinmeyecekti. Gözlerini kapatarak derin nefes alıp verdi. “Hiç. Bu hafta sonu İsviçre’ye gideceğim. Bir hafta kalacağım belki daha çok.”

Kartal onsuz bir şehir düşündü. Efruz’un olmadığı bir ülke! İçine şimdiden bir sıkıntı çöreklenmişti. Kurşuni gözleri görmeden geçecek günler… “Neden gidiyorsun?”

“Kardeşimi özledim, o gelemiyor dersleri var. Bu son senesi, yazılım mühendisliği okuyor. Daha önce verdiğim bir söz.”

“Tamam, dönünce seni babama götürmek isterim ama kabul edersen.”

Efruz ister istemez gerilmişti. Kartal kasılan kadını hissediyordu kollarında. “İstersen tabii,” diyebildi.

“Senin baban bir imam ve ben onun istediği bir gelin olmayabilirim, biliyorsun.”

“Ben bir imamın oğluna benziyor muyum sence? Her şey çok fazla değişti. Ona alelade birini götürmüyorum. Babama sevdiğim kadını götüreceğim.”

Kalbi gümbür gümbür atmıştı. Kulakları uğulduyordu, duyduğu sözler içine işlemişti. Ellerini yüzüne kapattı Efruz. Kartal gülümseyerek ellerini yüzünden çekmeye çalıştı. “Ne dedim ki utandın?”

Elleri yüzünden çekilen kadın başını eğerek adama baktı. “Sevdiğini söyledin. “

Efruz’un parlayan göz bebeklerini sessizce izledi Kartal. Yüzünden hiçbir şey okunmuyordu. Sadece gözleri çok  farklıydı. Farklı bir boyuta geçmiş gibiydi. “Sevdiğim kadını götüreceğim babama. Sevmekten yorulmayacağım kadını, yer gök bir olsa elinden tutacağım kadını. Asla’ları silmiştim hayatımdan aslında. Ama sana anlatamıyorum ölene kadar benimle kalacağını. Asla demekten başka kelime bulamıyorum Efruz.”

Tek kelime edemedi Efruz. Bu nasıl aşktı? Her sözü dağıtıcı ardından toplayıcıydı. Düşünceleri bulutlara yüklenip uzaklaşıyordu. Başını indirip denize bakmaya başladı. “Sarıl bana.”

Bekliyormuş gibi itaat etti Kartal. Kollarıyla  uyguladığı baskıyla derisine nüfuz edecek kadar sıktı, o sıktı Efruz işlendi adama. Bindikleri sandalda küreği çeken sevdaydı. Gittikleri yere kadar varacak ve dalgalarla boğuşmaları gerekse bile yapacaklardı. 


                                                  ***


Odasında kendini çalışmaya zorluyordu. Yerinde duramıyor olmasının nedeni sabah Kılıç’ın arayıp, “Oraya geliyorum, neler bulduğuma inanamayacaksın,” deyişiydi. Saatlerdir bekliyordu. Aklından neler neler geçmişti. Ucunda Efruz’un olduğu bir çizgiden geçiyorlardı. Çok önemsemiyor oluşu Efruz’un da en az kendi kadar tutulmuş olduğu aşklarıydı. Özlemişti. En son dün birlikte yemek yemişlerdi. Gözlerden uzak bir köşe seçmişti Kartal. Kendini gördüğünde kurşuni bakışların renk değiştirip ışıldaması her gün kopmayacak bir bağla düğümlenmelerine neden oluyordu. Her gün uyandığında Efruz’lu bir sabaha günaydın diyordu kalbi.

Kapının aniden açılasıyla başını çevirdi. Kılıç, takım elbisesi içinde endişeli bakışlarıyla belirdi odanın ortasında. Ayağa kalkıp arkadaşına sarıldı Kartal. “Suratının halini görünce ne düşünmeliyim bilemedim.”

Kılıç elindeki çantayı sessizce masaya bıraktı. “İçinde hepsi. Binbaşı bunları görünce bayılacak.”

Kartal masanın üzerinde duran siyah çantaya bakıp yürüdü. Kilitlerini açtığı çantanın kapağını kaldırıp baktığında dosyalardan başka bir şey göremedi. “Ne bunlar?”

Kılıç tek tek çıkardı dosyaları. Guruplara ayırdığı kağıtları masaya yaydı. İşaret parmağını baştakine uzattı. “Bu Kamil Duman’ın silah kaçakçılığını açıklıyor.” Diğerine geçti. “Bu, uyuşturucuyla  olan ilgisini, bu kara para, bu ihalede usulsüzlük, bu son olan  devleti dolandırıyor oluşunun açıklaması. Tabii birde ortağı olan Koray’ın babası Latif’in hepsine ortak oluşu var.”

Kaşlarını çatan Kartal gözlerini dosyalar üzerinde gezdirdi. “Sen bunları nasıl buldun?”

Kılıç masanın etrafını dolanıp Kartal’ın koltuğuna oturdu. “Orası da bana kalsın. Boşuna muhbir değiliz,” dedi. “Sen, bu dünyanın üstünü bende altını biliyoruz. Koltuk rahatmış yalnız,” deyip iyice yerleşti Kartal’ın koltuğuna.

“Peki, bunların bizimle ne ilgisi var? Evet, işimize yarar ama Kamil, Efruz’un babası ben ona ne yapabilirim? Sevdiğim kadının babasını Binbaşıya elimle nasıl vereceğim?”

“Sevdiğin kadının babası devleti soyuyor, ülkesine ihanet ediyor, onun oradan alıp buraya başka bir yere sattığı silahlarla masum insanlar ölüyor. Her dakika bir çocuk anne veya babasız kalıyor.”

Arkadaşının haklılık payıyla gözlerini yumdu. Omuzları gevşedi. Kartal’ın çaresiz haline bakındı Kılıç. “Aydın yarın Kıbrıs’ta, tabii Koray da.”

“Köstebeği buldun mu?”

Kılıç başını salladı. “Kaçar mı?”

“Kimmiş?”

“İki sevgili krupiyer çift. Dudak uçurtan para teklifine tav olmuşlar. Evleneceklermiş de para cazip gelmiş de falan filan.”

“Ne yaptın onlara?”

Kılıç omuz silkti. “Şimdilik hiçbir şey, onlara ihtiyacımız var. Artık bizim için çalışıyorlar. Yani işlerine devam edecekler, ben kovana kadar.”

“Sadece kovacaksın yani?”

Çaresizce arkasına yaslandı Kılıç. “Ne yapayım? Kız öyle çok ağladı ki görmeliydin, genç adamı biraz hırpaladım kız aklını kaçıracaktı. Zaten sevgilisinin haline dayanamayıp kendi konuştu. Bilirsin beni kadınların gözyaşlarına dayanamıyorum. Bu iş bitince onları Kıbrıs’tan bile süreceğim, gözüm görmesin yeter. Benim de bir kalbim var, aşka da saygım. Lanet olsun içimdeki merhamete. Yanlış meslek seçmişim Kartal.”

“En iyisi bu, peki ama bu adam batıyor, dediğin işleri yapıyorsa batması çok zor,” dedi Kartal.

“Batar! Batacak çünkü bu işlere gireli çok olmamış. Oğlunun kumara olan zaafına da o yüzden, karışmıyor para gelecek sanıyor. Koray ince ince planlamış. Bu işe Latif sokmuş Kamil’i. Ve…”

“Ve?”

“Aydın’ın sevgilisi, Koray’ın tuttuğu biri, girdiği günden beri kaybediyor Kamil. Birkaç kez sınırdan geçmiş mallar, paralar ama çoğunluğunda yakalanmış. Senin anlayacağın etrafları sarılmış Duman ailesinin.”

Masanın önündeki koltuğa oturdu Kartal. Ne biçim bir işin içine düşmüştü? Canını en çok sıkan şey ise Koray’ın Efruz takıntısıydı.

“Düşün tabii hakkın sonuçta. Her şeyi yoluna koysan bile Koray’dan kurtulmak çok zor olacak. Hastalıklı şerefsiz, piç kurusu Efruz’a kafayı nasıl takmışsa artık.”

“Efruz demeyeceksin!”

Gözlerini kırpıştıran Kılıç dostuna döndü. “Ne diyeceğim, adı Efruz değil mi?”

“O isim bana özel. Çok istiyorsan yenge dersin, Efruze de  diyebilirsin ama Efruz yok! O isim bana özel.”

Piç sırıtışıyla kollarını masaya bıraktı Kılıç. “Çok seviyoruz…”

“Hım,” dedi Kartal başını odanın bir köşesine çevirip. Kılıç kulakların pasını silen kahkahasıyla inletti odayı. “O da seni seviyor mu bari?”

“Çenen düştü.”

“Acıktım ondandır, yemek yiyelim mi?”

Kartal yerinden kalktı. Masanın üzerinde duran kağıtları topladı. “Bunları kasaya koyacağım. Bu işten Koray zararlı çıkacak ama Kamil için elimden geleni yapacağım. Efruz’un üzülmesini istemiyorum. Sen kontrol altında tutmaya devam et. Aydın sonuna kadar gitsin. Koray’da bu işin tadını çıkarsın sonunda suratını dağıtacağım ve işler karışmadan bir şey yapacağım. Ucunda onu kaybetmek var ve ben buna izin vermem.”

Eliyle karnını sıvazladı Kılıç. “Açım ben. Ne halin varsa gör. Bana işimi öğreteceğine karnımı doyur.” Kasayı açarak üst üste istiflediği dosyaları yerleştirdi Kartal.

“Efruz’la yemek yiyeceğim ben,” dedi ceketini giyerken. Kılıç kaşları havada arkadaşına bakıyordu. “Buraya kadar elimde hazineyle geldim ve sen beni sattın.”

“Eve geç sen, keyfine bak döneceğim. Efruz yarın İsviçre’ye gidiyor kardeşinin yanına, görmem lazım.”

“Öyle olsun.”


                                                ***


“Ben çıkıyorum Efruz.”

Mutfaktan koşarak gelen Efruz arkadaşına minnetle baktı. “Tamam.”

“Keyfinize bakın siz. Misafir odasının çarşaflarını değiştirdim. Evde müsait.” Selin arkadaşının anbean büyüyen gözlerine bakarak kahkaha attı. “Ay korktun mu sen?”

“Selin!”

“Aman hemen de utanırmış, şaka yapıyorum Efruz.”

Eliyle yüzüne rüzgar yaptı Efruz. “Ateş bastı, yapma böyle şakalar.”

“Değil mi, çok gerçekçi. Adam aşık… Kadın aşık… Ateş ve barut?”

“Hadi Selin hadi kendi evinden kovmak gibi olacak ama çenen düştü. Seni de göreceğiz prensini bulunca.”

Karamel tondaki uzun saçlarını geriye attı Selin. Hülyalı bakışlar savurdu arkadaşına. “Prensim neredeyse çıkıp gelsin artık, tek tabanca kaldım aranızda, yazık oluyor güzelliğime.”

“Ateşli miyiz sanki?”

“Ah hem de nasıl… Neyse ben kaçar gece dönerim ara beni. Olmadı babamlara geçerim. Baktın işin rengi kırmızıya dönüyor hiç arama ben anlarım.”

Efruz’un kızgın bakışlarıyla evden kahkaha atarak ayrıldı Selin. Mutfağa geri döndü Efruz. Eliyle, özenerek yaptığı yemeklere baktı. Bu ona ilk defa yemek yapıyor oluşuydu. Heyecanı ikiye katlanıyordu. İlerde kendi evlerinde yemek yapmanın hayalinden kapının çalışıyla ayrılıp saçlarına çeki düzen vererek kapıyı açtı.

“Hoş geldin.” Elini adama uzattı. Kartal elinin içindeki eli tutunca Efruz onu içeri çekti. “Hoş buldum, çok hoş.” Efruz’u inceledi. Uzun beyaz elbisesi içinde peri kızı gibiydi. İncelendiğini gören kadının bedenini heyecan dalgası esir aldı. Dudağının kenarına busesini bırakıp baktı adam.

Evdeki yemek kokusuyla havayı kokladı. Evin içi mis gibi yemek kokuyordu. Yemek kokan bir evde her zaman hayat vardı. Aile sıcaklığı, sevgi… Kartal’ın koluna girip terasa yönlendirdi. “Sana yemek yaptım, umarım beğenirsin.” Kolunu Efruz’un omzuna sarıp göğsüne yasladı, elleri saçlarını buldu. “Yemek yapmayı biliyor olduğuna şaşırmadım.”

“Neden?”

Efruz’un burunu iki parmağı arasına alarak  sıkıştırıp bıraktığı yere minik bir öpücük kondurdu Kartal. “Havanda var, sen evcil bir kadınsın.”

“Erkeğimi eve bağlarım desene,” dedi tatlı tatlı gülümseyerek. Kartal’ın büyüyen gülüşünü zevkle izledi. “Senin beni eve bağlaman çok kolay.”

Efruz gözlerini düşünerek döndürdü. Elbette çok zor değildi ama tam olarak ne demek istediğini anlamamıştı. “Çok kolay derken?”

“Kolay işte, sen evde olacaksan ben zaten evde olacağım. Bağlanma olayını Kıbrıs’ta yaptığın için başka bir şeye gerek kalmadı.”

“Ne Kıbrısmış ama… Yapmadığım şey kalmamış, ne ara ne yaptığımı da bilmiyorum ki.”

“Daha ne yapacaksın, büyüledin!”

“Bilmeden oldu o bir kere. Hadi sen otur, ben çorbaları getireyim.” Kartal yerine otururken mutfağa döndüğünde o geceye dair bir ayrıntı gözlerinin önünde belirdi. Koray… Koray’ın onu öpmek üzere olduğu andan Kılıç’ın sesiyle kurtulmuştu. Kartal ona bu konuyla ilgili tek kelime sormamıştı.

Kaseyi önüne bırakıp kendi yerine geçti. Eylül ayının tatlı meltemine karışan sıcak çorbanın dumanına aldırmadan bir kaşık alan adamı izledi. Beğenilmeyi her kadın isterdi, Efruz’da kötü bir aşçı değildi. Yalnız yaşayan her kadın yemek yapmaya mecburdu. Bir kez kötü olsa da deneye deneye doğruyu bulurdu. Ki Efruz gezdiği ülkelerden bu konuda fazlaca tüyo kapmıştı. Neredeyse tüm baharat çeşitlerini ezbere bilirdi. Nerede ne kullanılacak aklına kazımıştı.

“Bunun içinde farklı bir şey var,” dedi Kartal ikinci kaşığı da zevkle içerken. “Çok güzel ama bilmediğim bir şey olduğu net.”

“Çok fazla ülke dolaştığımı söylemiştim. Oralardan bulduğum baharatlar var daha doğrusu ülkemizde de olan ama doğru karışımlarla bu hale gelen tatlar.”

“Gezmeyi seviyorsun,” dedi Kartal.

“Çok seviyorum. Buraya neden döndüğümü bile bilmiyorum. Ömrümün sonuna kadar ülke ülke gezebilirdim.”

“Benim için dönmüş olabilirsin. Kader getirmiştir seni belki.”

“Ona ne şüphe. Yurt dışına ilk çıktığımda on sekiz yaşındayım ve İtalyan erkelerine deli gibi aşıktım.”

İçtiği çorba boğazında kalınca kaşığını bırakıp peçeteye uzandı Kartal. Zorla yuttuğu lokmasının Efruz’a komik geldiğini görüyordu. Tek kaşını kavislendiren kadın söylediğinin farkında sinsice sırıtıyordu. “Ne oldu?”

Kartal suyuna uzanıp son kalan gıcıklığı giderdi. Bardağı yerine bırakırken kara gözlerini Efruz’a dikti. “Deli gibi aşıktın?” diye tekrar etti.

“Evet, ama sonra hiçbirinin sandığım kadar çekici olmadığına karar verdim. Sonra İngilizleri taktım kafaya, o da olmadı. Kore’ye kadar uzandım ama çekik gözlüler de kalbime dokunamadı. Amacım sadece tanımak, fikir sahibi olmaktı.”

Dirseğini masaya dayadı Kartal. Yüzünü tek elinin içine aldı. “Kaldın mı Türk erkeğine?”

Efruz kahkaha attı. “Biz de Türk kadınıyız ne olmuş? Kıskanılmak isteriz, paylaşılmaz olmak yeri geldiğinde bir elbiseyi, ruju bir bakışı kavga konusu etmek isteriz. Tartıştığımızda bunları aleyhinize kullanmak en büyük silahımız ve başarırız da. Yani evet, şikayetim yok olacak gibi de durmuyor. Kara gözlü erkek görmüşlüğüm ambardaki buğday stoku kadar.”

“Bak sen, ee?” dedi Kartal tek kaşını kaldırmıştı.

Bir süre adamın gözleri içine sessizce bakındı. “E’si, mesele renk değil, içinde kendini görebilmekmiş.”

“Ölünceye kadar orada kalacağını da görebiliyor musun?”

“Evet.”


                                                 ***


Havaalanında karşılıklı durmuş birbirlerine bakıyorlardı. Kartal gitme diyemiyordu ama Efruz gideceğini bile bile bekliyordu. Sadece kısa bir geziydi. Birkaç gün sonra dönecekti sonuçta.

“Gitme diyeceğim de dilim varmıyor. Kardeşini özleyen bir abla var karşımda.”

Beklediği sözlerin memnuniyetiyle göz bebeklerine kadar gülümsedi. “Kısa kalacağım söz. Önceden karar vermiştim, biliyorsun.”

“Yakınımda bile özlüyorken uzakta nasıl özleyeceğimi tahmin edemiyorum.”

“Çok özle.”

Büyükçe gülüşler göremediği adamın dudak ucunun kıvrılasının ona nasıl yakıştığını bilmiyordu Kartal. “Acıtırsa.”

“Sesimi duymak için ararsın.”

“Ya sen?”

“Özlemenin yeni bir kavramını yaşıyorum son zamanlarda. Seni özlemenin tadını alacağım.”

“Bu tadı bende alıyorum ama sevmeyeceğime eminim.” Efruz’un ince boynuna uzattığı koluyla kendine çektiğinde kadının elleri sırtına dolandı. Gözleri kapalı kokusunu içine çekti Kartal. “Efruz, sen uzak bulutlar altındayken ben bu şehirde nasıl nefes alacağımı bilmiyorum. Bana ne yaptığını bilmiyorum ama bilemediğimi bile seviyorum.”

Bedenini adamın göğsüne, ellerini de geniş sırta bastırdı. “Bende bilmiyorum. Aynı şey benim içinde geçerli.”

Geri çekilip Efruz’u alnından öptü. Kurşuni gözlere içli içli baktı. “Çok özlersem sesin yetmeyecek. Şimdi git yoksa bende bineceğim uçağa.”

Kartal’ın dudağı kenarına hızlıca bir öpücük bıraktı. Gülümseyen göz bebekleriyle adamın yüzünü arşınladı. “Kendine iyi bak.”

Elleri arasından giden sıcaklıkla nefes bırakıp kadının ardından baktı. Uçak havada süzülürken bile ayrılmadı havaalanından. Sıkıntı çökmüştü üzerine, o gitmişti. Kartal bu hissi ilk defa anımsıyordu, gidenlere inat. Etrafına bakındığında her şeyin rengini kaybettiğini düşündü. Bir çift kurşuni göz yoktu bu şehirde, ülkede. Arabasına yaslandığı yerde uzun sayılacak bir zaman diliminde sadece düşündü. Cebinden telefonunu çıkarıp numarayı buldu. Tereddüt etmeden bastı numara üzerine.

“Efendim?” Kadının sesi numarayı bilmediğine işaretti.

“Selin benim, Kartal.”

Kadının bir an durup düşünmesine fırsat verdi. Kartal Selin’i neden arardı? “Kartal Bey, buyurun?”

“Dinle…”


                                                              ***


Ablasına sıkıca sarıldı Erva. “Çok özledim.” Efruz’un yanağına sesli bir öpücük atıp tekrar sarıldı. “Ablam…” dedi. Kardeşine onun gibi karşılık verdi. Kendine oldukça benzeyen kızın yalnızca göz renkleri farklıydı.  Saçları, tenleri birbirinin aynıydı. Efruz’un yuvarlak yüz hatlarına nazaran Erva’nın yüzü uzun, gözleri açık kahveydi. Ablasına benzeyen dalgalı siyah saçlarıyla kız çok güzeldi.

“Ben de çok özledim. Daha ne oldu gideli ama çok özledim.” Kol kola giren kardeşler Erva’nın arabasına doğru yürüdüler. Efruz’un valizini bagaja yerleştirip keyifle evin yolunu tuttular.

“Çok iyi bir zamana denk getirdin, bu hafta boşum sayılır. Anlat ne var ne yok, annemler nasıl?”

“Hepsi çok iyi selamları var. İyi gördüm seni, kilo mu aldın?”

“Biraz. Ders çalışırken abur cubur yemeyi hala çok seviyorum. Sen?” Ablasına kısa bir bakış atıp yola çevirdi gözlerini. “Sende de bir değişiklik var sanki? Kilo vermişsin ama gözlerin,

yüzün parlıyor.”

“İştahım yok bu ara.”

“Ondan mı bu ışıltı?”

“Değil, evde konuşuruz.”

Konuyu değiştiren Efruz eve kadar havadan sudan sohbet açtı. Erva meraktan biraz daha çatlayabilirdi. Erva’nın bir artı bir dairesine geçtiklerinde kısa bir duş alıp kardeşinin hazırladığı masaya oturdular. İki kız kardeş yüzlerinde mutlu ifadeyle birbirlerine bakıyorlardı.

“Aşık oldum.”

Şaşkınlıkla kirpikleri kıpraşan Erva’ya gülümsedi. “Evleneceğim,” deyip kızın yüzünün şok dalgalarıyla değişmesine kahkaha attı.

“Kiminle?” dedi Erva usulca hızlı bir giriş olmuştu, aklına başka bir soru gelmemişti. Ablası evlenecek kadar birine aşık olmuştu! Bu ilginçti onun için.

“Kartal Sipahi’yle.”

Kardeşinin düşünmesine izin verdi. Erva’nın gözleri evin içini turladı. Kısa bir anda aydınlanma yaşadı genç kız. “Hadi be,” diyebildi.

“Evet. Ne yaptı bilmiyorum ama beni kendine öyle bir bağladı ki anlatamıyorum kimseye. Çok çılgınca biliyorum ama sanki dünya yeniden var oluyor gibi hissediyorum.”

Şaşkınlığını bir türlü atamayan Erva hâlâ ablasına soru dolu bakıyordu. “O adam seni nereden buldu diyeceğim ama aynı yerde yaşıyoruz. Şimdi mi buldu?”

“Evet, ama Antalya’da karşılaşmadık, Kıbrıs’ta karşılaştık ilk olarak.” Kardeşine uzun uzadıya her anıyı tek tek anlattı. Zamanın nasıl geçtiğini ikisi de bilemedi. Kaç saat masada kaldıklarını unutmuşlardı. Kararan havadan farkına varmışlardı. Erva ablasını dinledikçe dinleyesi geliyordu. Aklına bir şey takılırsa arada durup soru soruyordu. Anlatılanların çoğunda gözlerinden kalpler çıkmıştı.

“Ablam aşık olmuş ama öyle böyle olmamış,” demişti sonunda.

Gözleri dalan Efruz’un aklı Antalya’ya gitmişti. Anılara, sevdiği adama… Telefonun sesiyle ayrıldı daldığı yerden. Geldiğinden bu yana eline almamıştı. Konuşmaya dalmış gitmişlerdi.

“O arıyor.” Heyecanla kulağına götürdü telefonu. “Efendim?” dedi henüz ona bir sıfat bulamamıştı. Bilindik şeyler diline yakışmıyordu sanki.

“Beni unuttun?” dedi Kartal.

“Henüz kıyamet kopmadı.” Kendini koltuğa bırakıp bacaklarını karnına çekti Efruz. Erva dirseğini masaya dayamış yüzünü elinin içine almış ablasının bir anda parlayan çehresine dikkatle bakıyordu. Aşk böyle bir şey miydi? Bir anda bambaşka birine dönüşmek… Bir erkek bunu nasıl başarabiliyordu?

“Cevabını beğendim ama beni aramadın.”

“Üzgünüm. Seni kardeşime anlatırken zaman geçmiş ve ben annemi bile aramadım daha.”

“Sana uzağa gitmeyi yasaklamayı düşünüyorum. Gidince ardında kalanların hali yaman.”

“Öyle bir şey yapmayacağını biliyorum. Özleyince çok çekilmez olduğunu söylemeden geçemeyeceğim Kartal.” Adamın sıkıntılı nefeslerini hissetmişti Efruz.

“Bu başıma ilk defa geliyor. Bende senin kadar şaşkınım. Yasak konusuna gelecek olursak bunu düşüneceğim. Evlendiğimizde birlikte gidip gelebiliriz böylelikle bu sorun da ortadan kalkar.”

Başını yana yatırıp yarım ağız gülüşüyle adamı dinleyen Efruz kardeşinin garip bakışlarını yakalayınca yerinde doğruldu. “Kardeşim bana uzaylıymışım gibi bakıyor. Gece ararım seni olur mu?”

“Mutlaka ara! Sesini duyarsam uyuyabilirim belki.”

“Arayacağım.” Sırıtarak kapattı telefonu Efruz. Mayışmış şekilde bakan Erva’ya döndü. “Ne?”

“Sen harbi harbi aşıksın.”

Koltukta kaykıldı Efruz. Başını kolçağa verdi. Ellerini iki yanına açtı. “Deli gibi hem de.”

Erva kalkıp yanına geldi. “Fotoğraflarınız var mı, göstersene?”

Elindeki telefondan galeriye girip tekrar doğruldu. Birlikte çekilmiş bir kaç resimleri vardı. Merakla başını bekleyen kardeşine uzattı telefonu. “Al bakalım, yakışıyor muyuz bak?” Erva ilk baktığında saçma gülüş ona da bulaşmıştı. “Bu adam her zaman karizmatik biriydi ama ikiniz çok uyumlusunuz. Siz erin muradınıza biz çıkalım kerevetinize ne diyeyim ablacım harikasınız.”

“Amin…” dedi Efruz. “Hadi beni dışarı çıkar. Buralar senin mekanın biraz eğlenelim. Alış veriş yapalım. Kızlara bir şeyler alacağım belki Kartal’a uygun da bir şeyler bulabilirim. Saat daha erken sayılır.”

“Hadi o zaman hazırlanıp çıkalım.” diyen kardeşini takip etti Efruz. Yorulmayı bilmeyen biriydi o. Vaktini asla boş geçirmeyendi. Her zaman yapacak bir şeyleri olurdu. Oturduğu yerden bile yaptığı şeyler vardı. Okumak ve araştırmak… Öğrenmek için doğmuş gibiydi.

“Yazık olmuş Lamborghini’ye nasıl kıydın vicdansız?”

Üzüntüyle yüzünü buruşturdu Efruz. “Hatırlatma, nasıl da güzeldi. Elinin altında atan kalp gibiydi.”

“Kalbi parçalamışsın ama…”


Gece eve döndüğünde saate bakınca çok geç olduğunu görmüştü Efruz. Kartal haklı mıydı sanki? Resmen eğlenmeye ve gezmeye dalmıştı. Aklının bir kösesini hep işgal etmişti ama aramak için eve dönmeyi beklemişti. Aradaki iki saatlik farkı hesap ederse Türkiye’de saat gece ikiydi. İki saat geriydi Zürih. Hala bekliyor olabileceği çok düşük ihtimaldi ama aramazsa olmayacaktı. Onu uyandırma korkusuyla dokundu isme. Kartal yazısını en kısa sürede orijinal bir kelime ile kayıt edecekti yeniden.

İlk çalışta açılınca kaşlarını havalandırdı Efruz. Gerçekten de bekliyordu. Erva odasına çekilmişti. Koltuğa açtığı yatağının içinde yan döndü. “Geç kaldım değil mi?” dedi.

“Uyumuyordum. Neler yaptın?” dedi Kartal.

“Dolaştık biraz. Özlemişim Erva’yı. Ancak eve geldik yatıyorum şu an.”

“Ülkeler arası yolculuk yaptın yetmedi dolaşmaya çıktın gecenin bu saati oldu orada saat gece yarısı on iki ve sen yorulmadın mı?”

“Az, çok az yoruldum. Ben yorulmayı pek bilmiyorum.”

“Efruz …” adını söyleyen adamın ardından getirdiği sessizlikle sırtını yatağa devirdi. “Efendim.”

“… Seni özlemekten kendimi alamıyorum. Buradayken daha kolaymış. Nefes kadar yakın olman beni rahatlatıyormuş.”

Gözleri kapanan kadının yüzünden tatmin bir gülüş gelip geçti. “Aklımdan hiç çıkmıyorsun Kartal. Çok kalmayacağım sanırım. Bende özlüyorum.”

Gülüşüne karışan nefesini aldı adamın. “Neden özlediğimi biliyorsun.” Aynı gülümseme Efruz’un yüzünde de belirdi. “Seviyorsan özlersin, sende biliyorsun.”

“Duymak hoşuma gidiyor. Ömrümün sonuna kadar duymak, her sabah seninle uyanmak günü yine seninle kapatmak için bekliyorum ama zaman geçmiyor.”

Hayali geçti gözlerinin önünden. Her sabah Kartal’ın kara gözleriyle güne merhaba demek… Geceye hoşçakal demek… “Güzel olacak.” diye mırıldandı.

“Eşsiz olacak tıpkı senin gibi.”

“… Beni bu kadar özel görmen…”

“Öylesin. Tartışmaya kapalı. Uyu artık hadi.”

“Sende uyu artık.”

“Deneyeceğim.”





Üç gün sonra…


Köşeli çenesini sıvazladı. Gözünde güneş gözlüğüyle etrafını süzüyordu. Bu şehirden hoşlanmıyordu. Bu şehirde onu mutlu edecek tek şey en yakın ve tek dostu Kartal dı. Güven onların arasına çelikten duvar misali örülmüştü. Kimsenin yıkmaya gücü yetmeyecek şekildeydi. Uçağın giriş kapısında beklerken ellerini cebine atarak tek omzunu uçağın kapısına verdi. Kartal ile aynı yaştaydılar. Pek çok zorluğa göğüs germişlerdi. Bu günlere gelene kadar çok çalışmışlardı. Yaptığı işten utanmıyordu. Paraya ihtiyacı hiç olmamıştı. İşini para için yapmıyordu. Büyük bir amaca hizmet ediyordu.

Lüks sevdiği bir şey değildi. Paranın çekimine kapılmayan iki iyi dosttu onlar. Kartal ciddi ve soğuk olan Kılıç sevimli görünse de arkasına gizlediği sert adamın tekiydiler. Arkadaşının doğasında vardı ciddi görünmek. Ama onun doğasında yoktu. Gülümsemeyi seviyordu. Arkasında hissettiği harekete dönmedi. “Ne bekliyoruz?”

Telefonu elinde olan Kartal arkadaşına bakmadı. “Bir kaç kişiyi.”

“Kim?”

Başını kaldırdığında yaklaşanları gördü Kartal. “Geliyorlar.” Kılıç bakışlarını çevirdi. Üç kişi ikisi kadın. “Kim bunlar?”

“Arkadaşları, çok yakın dostları daha doğrusu.”

Kılıç elinin birini cebinden çıkarıp gözlüğünü kaldırıp çıkardı. Kadınlardan biri yanındaki adama durmadan bir şeyler söylüyordu. Digerine geçti bakışları. Saç rengini tam seçemediği kadının git gide yaklaşan görüntüsüyle kaşlarını kaldırdı. Rüzgarın havalandırdığı uzun saçlarda gezindi ela gözleri. Başını geriye atarak saçlarından kurtulmaya çalışan kadının ışıl ışıl buğday teni olduğunu düşündü. Giydiği haki yeşili tafta kumaşın parlayan görüntüsüne bakındı. İncecik narin beden uçağın merdivenlerine kadar geldiğinde de çekmedi gözlerini. Her adımda hareket eden bacaklarındaki biçimlerden gözlerini alamadı. Yanlarına kadar çıkan kadına yakından baktığında kendine dönen yeşil tanelere kilitlendi.

“Merhaba.”

“Hoş geldin Selin.” Kartal’a elini uzatan Selin nazikçe elini sıkan adamdan aldığı elini Kılıç’a uzattı. “Merhaba Kılıç Bey.” diyerek hafifçe gülümseyen Selin’e bakan adam toparlanıp elini uzattı. Kız onu tanıyordu ama Kılıç tanımıyordu… Kendine gün yüzüne çıkmamış küflerini sıralarken gülümsedi. “Selin.” dedi sessizce. “Kılıç demen yeterli.” Selin nazikçe başını eğerek Kartal’ın açtığı yoldan uçağa girdi.

Hümeysa’da elini uzattı Kılıç’a. “Merhaba Vampir Bey.” dedi. Erdal’ın beline uyguladığı baskıya aldırmadı Hümeysa.

Kılıç kaşlarını çattı. “Ne Bey?” derken şaşkınca elini Erdal’a uzattı Kılıç. Bakışları Hümeysa üzerindeydi. “Eşimin espirisi Kılıç Bey.” dedi Erdal.

“Efruze size böyle diyor da.” dedi Hümeysa. “Neden diyor bende bilmiyorum. Selin ona çok kızıyor bu konuda. Kayınbiraderi vasfındasınız bir nevi. Bence artık demeyecektir. Hem hiç Vampir’e de benziyorsunuz. Selin haklı, bende kızacağım bundan sonra.”

Kadının tek nefeste konuşmasına alık balık gibi bakmıştı Kılıç. Bu kadar uzun ardı ardına sözleri nasıl bir araya getirmişti?

“Hümeysa.” dedi Erdal.

Dudak büken kadın uçağın içine yürüdü. “Tamam aşkım sustum.”

Erdal’ın karısı ardından bakışını Kılıç böldü. “Hep böyle mi?”

Erdal gülümsedi. “Hep böyle.”

“Yüzündeki sırıtmaya bakarsak sen…” dedi Kılıç. Başını iki yana salladı. “Neyse, memnun oldum da ben baya tanınıyormuşum, seni ilk kez görüyorum.” Sizli bizli konuşmaktan nefret eden Kılıç samimiyete girmeyi de bir o kadar seviyordu. Erdal’da onun bu yaklaşımına yürekten sevinmişti. İş dünyasında Kılıç ve Kartal denince bir durulurdu. Ama bu iki adam da korkulacak birine benzemiyorlardı.

Erdal ile uçağa girişlerinden kısa süre sonra özel uçak havalanmıştı. Erdal ve Kartal koyu sayılacak bir sohbete girdiklerinde Kılıç onlara katılmak gibi bir hata yapmamıştı. Zaten hiç ilgisi de yoktu onların konuşmalarıyla. Gözü sürekli karşısında oturan yeşil gözlü güzel kadına kayıyordu. Selin’in yanında oturan Hümeysa hiç durmadan konuşuyor Selin de onu dinliyordu. Kendisi bir dakika bile tahammül edememişti ama Selin ciddi ciddi onu dinliyordu. Arada da karşılık veriyordu. Bedenini saran dar kıyafet içindeki kadının narin fiziği oturduğundaki biçimi ile bile göz dolduruyordu. Kılıç’ın ruhuna akan bir asalet vardı Selin’in üzerinde. Bakışları kesişti birden. Kılıç kendine kızdı. O kadar dikkatli bakıyordu ki bir kadına bu şekilde bakılmayacağını da biliyordu ama yakalanmıştı. Selin’in mütevazı gülüşüne hafif bir dudak kıvrımıyla karışlık verdi.

Hümeysa’nın yanından kalkmasını fırsat bilen Kılıç’ta yerinden kalkıp Selin’in yanına oturmak için izin istedi. “Oturabilir miyim?”

“Elbette.” Karşılığını aldığında yavaşça oturdu kadının yanına. “Arkadaşın.”

“Biraz geveze.” dedi Selin ona dönerek.

“Üzgünüm ama ilk defa bu kadar çok konuşan bir kadın görüyorum.”

“Bizim için sorun olmuyor, onu seviyoruz. O çok sevimli ve iyi bir dost.”

“Evet, dostlar önemli.” Kadının başıyla onayladığı sözleri onun camdan bakmasıyla devam etmedi. Ama Kılıç bir yolunu bulup yeni bir konu açardı. “Seni daha önce hiç görmedim ama sen beni tanıyorsun.”

Başını adama çevirdi Selin. Köşeli yüz hatlarına, ela gözleri ve hafif yanık tenine baktı. Değişik bir çekiciliğe sahipti Kılıç Kayacı. Kumral saçları onu tamamlayan en güzel özellik gibi geldi Selin’e. “Zorlu şirketler grubunda çalıyorum. İş dünyasına hakimim diyelim. Otelinize de geldim bir kaç sefer. Sizi herkes tanır, bana has değil.”

İçinden ‘yazıklar olsun bana’ diyen adam gözlerini kadına çevirdi. “O zaman özür dilerim.”

Kaşlarını birleştiren Selin anlamak ister gibi baktı Kılıç’a. “Neden?”

“Otelime kadar gelmişsiniz ama ben sizi görmemişim.”

Gözlerini kaçırdı Selin. Küçük bir gülümsemeyle tekrar dışarıdaki manzaraya döndü. “Binlerce kişi arasından beni nasıl göreceksiniz? Çok mümkün değil.”

Ellerine baktı Kılıç. Her hangi bir yüzük veya yüzük izine rastlamayınca arkasına yaslandı. Umuyordu ki sevgilisi olmasındı. “O da doğru.” dedi usulca.



Erva sıkıntıyla telefonuna baktı. Arayan yoktu hâlâ. Saat öğlen olmak üzereydi ve ablasını istediği yere getirmek için ter dökmüştü. Her zaman gidelim gezelim diyen Efruz bugün dışarı çıkmak istememişti. Zorla da olsa onu ikna ederek Lindenhofplatz’a getirmişti. Dünden bu yana dönsem mi artık diyen ablasına en son göz devirmişti.

Saçlarını rüzgara teslim eden Efruz gözlerini kapatarak derin nefesler aldı. “İyi oldu aslında. Burası mükemmelmiş.” dedi.

“Dedim o kadar… Aşktan ölecektin evde.” Efruz omuz silkti. Özlemişti suç muydu? Dün gece rüyasında gördüğü adamı deliler gibi görmek istiyordu. Dokunmak istiyordu artık. Her gün iki veya üç defa konuşuyorlardı ama yetmiyordu ki.  “Aşık olunca anlayacaksın beni.”

“Aman kalsın.”

Efruz kahkaha attı. “O neden ya? Kendimi çok güzel hissediyorum. Aşkın insanı nasıl değiştirdiğine benimle şahit ol işte.” Erva ablasının omzuna kolunu doladı. “Sen zaten çok güzeldin ama kabul ediyorum gözlerin başka bakıyor.”

“Nasıl bakıyor açıklasana?”

“Aradığını bulmuş ve tamamlanmış gibisin.” Başını kardeşinin omzuna dayadı Efruz. Sen bir de onun yanında gör beni.”

“Göreceğim göreceğim.”

“Evet ilk fırsatta geliyorsun Antalya’ya. Onunla tanışmanı istiyorum.”

“Nasip…” dedi Erva. Çantasından gelen telefon sesiyle ayrıldılar. Erva’da kendi telefonunun az önce titremesiyle arkasını döndü.

“Gördüm sizi..”

Erva ablasına çaktırmadan etrafına bakındığında Kartal’ı kulağında telefonla gördü. Ablasına döndü tekrar. Önündeki manzaraya dönmüş ablasının dünyadan kopuşuna gülümsedi. Kartal’a dönerek elini kaldırıp zafer işareti yaptı. Ardından adım adım uzaklaştı ablasının yanından.

“Efruz.”

“Kartal.” dedi yüzünün aldığı hali bile anlamadan.

“… Neredesin? Evde değilsin sanırım.”

“Değilim. Lindenhofplatz’dayız. Burası çok güzel seninle de gelelim buraya.”

“Olabilirdi.” dedi Kartal. Efruz kaşlarını çattı. Olabilirdi, nasıl bir sözdü? Anında gülüşü silindi. Sessiz kaldı.

“Efruz ben düşündüm de … “

Sesi içine kaçmıştı Efruz’un ne düşünmüş olduğu geçti bir an kalbinden. “Ne?” dedi fısıltı gibi çıkan sesiyle.

“Böyle uzaktan uzağa olmuyormuş.”

“Yani.” dedi kadın, kalbine oturan sözleri sindirir gibi yutkundu.

“Yanisi…”

Başını havaya kaldırdı Efruz akmaya hazır damlalar gözlerine hücum etmeye hazırlanıyordu. “Kelimelerle oynamasan.”

“Ben seni uzaktan sevemiyorum. Anladım ki…” Neden konuşup konuşup susuyordu? İçinden öfke kabarcıkları ayyuka çıkmaya başlamıştı Efruz’un. “Ne anladın?”

“Anladım ki ben…”

Efruz sıkılı dişleri arasından nefes bıraktı. “Kartal kes şunu ne demeye çalışıyorsun?”

“Anladım ki ben seni görmeden yapamıyorum. Yanına gelsem benimle her hangi bir ülke de  evlenir misin?”

Tüm konuşulanları aklından taradıktan sonra hızla başını çevirdi. “Neredesin sen?”

“Kalbindeyim … bir de…”

Kulağındaki ses ruhuna doğru yürürken telefon elinden düşmüştü. Ne uzak ne yakın duran adamı gördüğünde öfke ve hüzün bakışları silinmeye başlamıştı. Yerine bahar çiçeklerini andıran gülüşü yerleşmişti.

Kollarını açan adama önce hızlı adımlarla bir kaç metre kala koşarak boynuna sarılmıştı. Sıkıca sardığı adamın sözlerini yanlış anlamış, yanlış yormuştu. Kendisini terk edecek korkusuyla burun buruna gelmiş ama bunu asla tahmin etmemişti. Belinden tuttuğu kadını kendine bastırıp bir elini özlediği saçlara daldırmıştı Kartal. Geri çekilerek ayaklarını yere bastırdı Efruz. Sessizce baktığı adamın bir anda dudaklarına yapıştı. Öpüşüne gülüşü karışan Kartal’ın kaşları havalanmıştı.

Adama sokulduğu hızla ayrıldı Efruz. “Kandırdın beni. Aklımdan neler geçti. Bir daha öyle konuşma benimle.” diyerek elini yumruk yaparak Kartal’ın omzuna vurdu. Kartal kaşlarını çattı. “Neler geçti bilmiyorum ama bunu sonra konuşacağız.” Ensesindeki eliyle kadını göğsüne çekti. Kokusunu içine çekti. Kulağına eğildi Efruz’un. “Seni özlemek sandığımdan daha ağır geldi. Bir daha asla benden uzağa gitmene izin vermeyeceğim sen ne dersen de.”

Göz kapaklarını hızla kaldırıp kurşunilerini adamın kara gözlerine bıraktı. “Ne dedim ki?”

“Evet demedin.”

Yakasından tuttuğu adamı kendine çekti. Kartal ona eğilirken bile gözlerini alamıyordu. “Hayır dersem ne yapacaksın?”

“Öyle bir seçeceğin olduğunu sanmıyorum.”

“Sanma. Öyle bir seçenek hiç olmasın. Evet!”

Recommended Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published.

error: Content is protected !!