Ankara…
Günler baharı ardına takıp yaza doğru götürüyordu. Hava ısınıyor, Ruken ve Oğuzhan bir evin içinde hem çalışıyor hem de yaşıyordu. Birbirlerine git gide ısınıyor, artık her şeyi en doğal haline bırakıyorlardı. Sohbetleri bazen gündüzü bazende geceyi süslüyordu.
Oğuzhan’ın tek sorunu kızı iken Ruken’in sıkıntısı çok daha fazlasıydı. Ailesine, yeğenlerine olan özlemi katlanıyordu. Evini deli gibi özlüyordu, işini özlüyordu, başka yüzler görmek istiyordu. Çoğu zaman sıkıntılarını ufakta olsa fark ettiriyordu. Bunu istemiyor ama elinden de bir şey gelmiyordu. Bazı geceler havuzun kenarında tek başına oturuyordu. Bazen kalkıyor, dolaşıyor ama yine oturuyordu.
Birde Kenan’ın bitmek bilmez, ‘Ne zaman geliyorsun?’ sorularına her defasında aynı cevabı vermek onu geriyordu. Olduğundan daha gergin daha sıkıntılı bir hale sokuyordu. Kenan Ruken’siz sıkılıyordu ama Ruken çok daha fazlasıydı.
On günü arkalarında bırakmışlardı. Onlar çalışırken evin içinde temizliği yapanları, yemekleri getirenleri görmüyorlardı. Sabah yediden akşam dokuza kadar birkaç mola vererek günü bitkin halde bitiriyorlardı. Gece on iki olan uyku saatleri on bire gerilemişti. İş dışında kalan iki saatin bir saatini birlikte, kalanını odalarında geçiriyorlardı.
Gerçek olanı kabul etmek istemeyen Ruken, Oğuzhan’a deli gibi alışıyordu. On günün yirmi dört saatini dip dibe geçiriyorlardı ve bu, kaçınılmaz sondu. Neyse ki Oğuzhan’ın bitmek bilmez neşesi Ruken’e iyi geliyordu. Bilmiyordu ki Ruken, Oğuzhan’ın her bir gülüşü onu rahatlatmak adınaydı.
Oğuzhan geçen on gün içerisinde tüm boş vakitlerini Ruken’i izleyerek geçirdiğinden kadının her bakışındaki ayrıntıyı yakalıyordu. Konuştuğu her an, sesinin her ritminin anlamını çözüyordu, hem de her saniye…
Telefonun ısrarla çalmasıyla Oğuzhan’a döndü. “Buna bakmam gerekiyor, çok kısa,” diyerek kalktı hızla. Kapıdan çıkarken başını çevirip kadının arkasından o da kalktı. Fazla meraklı olabilirdi ama bu güzel kadın için pek çok deliliğe imza atabilirdi. Ruken’in, “Efendim abla,” sözleriyle adımı havada kalıp gerisin geriye döndü. İlgi alanında olan biri değildi. Bedenini esnetmeye başladıktan bir dakika sonra Ruken şahsi bilgisayarıyla girdi odaya.
“Gelsene yanına, sana başka bir Ruken göstereceğim.” Koltuğuna otururken bilgisayarındaki e postaları açmaya uğraşıyordu.
“Nasıl?” Oğuzhan rahat, kayıtsız bir tavırla koltuğunu Ruken’in koltuğuna yapıştırdı. Hâlâ kollarını esnetiyordu. Uzun süre aynı şekilde durmak bedeni kaskatı ediyordu.
“2020 Azenas yaz kreasyonuna model oldum. Azra ablamın ve Hare ablamın tasarımları aynı zamanda da sahipleri oluyorlar şirketin.”
“Bahsetmiştin, hatırlıyorum da, model derken?” Kollarının esnemesi havada kaldı. Sesinin ayarı düşdü. Göreceği şeylerin neler olduğunu düşündü.
Fotoğrafların inmesiyle ekranı kapladılar. Birinin üzerine tıkladı Ruken. “Model, yeni kıyafetlerin mankeni oldum. Katalogda ben olacağım ve tüm İstanbul’da boy göstereceğim. Reklam afişleri, billboardlar…”
Oğuzhan’ın bakışları kısıldı, dişleri birbirinin üzerinde sakince gezinmeye başladı. Ruken’in önündeki laptopu kendi önüne çekti. Ruken de hevesle, adamdan gelecek güzel sözlerin peşinatıyla gülümsedi. Koltuğun üzerine yan oturmuş, bir ayağı yere basan diğeri koltuğun kolçağında, saçları dalga dalga aşağıya dökülmüş, başı geriye düşmüş Ruken’in çekici görüntüsüyle yutkundu.
Bir başka fotoğrafa geçtiğinde minicik eteğin uzun ve pürüzsüz bacakları öne çıkardığı, yetmiyor gibi fotoğrafın da kadraja aşağıdan girmesi o bacakları olduğundan daha uzun ve daha kadınsı hale getirmesiyle daha sert yutkundu.
Geçtiği birkaç fotoğrafla alnının terlemesini hissetmedi. Ruken onu keyifle izliyordu. Kendisi de hayran kalmıştı kendi bedenine. “Çok güzelim.”
“Çok,” dedi ‘k’ harfini uzatarak, “Muhteşem.” Fotoğrafları tek tek atlarken gece elbiselerine sıra geldiğinde kalbinin durduğunu hissedecek kadar çarpıcı bir darbe aldı göğsüne. Siyah, daracık elbisenin uçuşan eteklerinden bir bacağı baştan sona kadar acıktı. Topuklu ayakkabının asil duruşundan yukarı çıkardı bakışlarını. Esmer teni parlıyordu adeta. Yukarı çıktığında korseli elbisenin sıkıştırdığı göğüslerinin firar etmeye yakın o muhteşem görüntüsüyle derin nefes aldı. Bir fotoğraf daha geçtiğinde Hazal’ın fotoğrafı belirdi.
Kızıl saçları, mermer gibi teni ve kırmızı kıyafetiyle endamı ortada kadına dikkatle baktı. “Bu kim?”
Ruken’in yüzü buruştu. “Hayret, tanımıyor musun?”
Tanımıyordu Oğuzhan, tanıması mı gerekiyordu? Soru dolu bakışlarıyla döndü Ruken’e. “Tanımam mı gerekiyor?”
“İş dünyasından takip ediyorsundur diye düşündüm. Hazal Arman, benim ezeli rakibim. Seramik, cam porselen dünyasında bir numara. Büyük patron Cemil Arman’ın tek torunu, tüm her şeyin veliaht prensesi. Annesi, babası ve dedesinin hisseleriyle tek başına yönetiyor Holdingi. Halası var bir tane, onun da çocuğu yok, evli değil. Onun hisseleri de bir gün ona kalacak. Yüzde yüz hissedar.”
Oğuzhan kaşları havada dudaklarını büktü. “Rakibim dediğinde ben bizim dünyadan diye düşünmüştüm.”
“İkimiz ciromuzu aynı anda katlıyoruz. Dünyaya açılımımız da aynı şekilde, bu bizi rakip yaptı. Birbirimizi hiç sevmeyiz ama etrafımıza belli etmeyiz.”
“Bu daha ilginç, aynı fotoğraf karesindesiniz.”
“Sevmiyoruz ama nefrette etmiyoruz, ben onu takdir ediyorum ama benim hakkımda ne düşündüğünü bilmiyorum; çekimlerde de sıcak kanlıydı. İkimiz fenomen olunca ben siyah beyaz, o kırmızı ve bordo tutkunu, Azra ablam bunu kullandı.”
Ruken ve Hazal’ın sırt sırta vermiş olduğu derin göğüs dekolteli, yırtmaçlı elbisenleri giyinmiş kadınlara elini çenesine verip baktı Oğuzhan. Bu fotoğrafta Ruken kırmızı, Hazal siyah giyinmişti. Kırmızının Ruken’i daha çarpıcı gösterdiğine yemin edebilirdi. Esmer teni ışıltılıydı. Beyaz tenli kadının siyah giyimi de onun zerafetini ortaya sermişti.
“Çok güzel kadın,” diye mırıldandı.
Ruken’in gözleri ufaldı, Oğuzhan’ı esir aldı. “Şansını denersin dönünce, bekar ve benimle yaşıt.”
Bedeniyle döndü, bakışları küçüldü. “Kızıl tercihim değil. Allah sahibine bağışlasın.”
Bilgisayarını önüne çeken Ruken saçını savurdu. “Amin.”
Çenesini sıvazlayan Oğuzhan, Ruken’in hal ve tavırlarını analiz ederek gülümsedi. “Tek bir soru sorabilir miyim?”
“Tabii ki, sor bakalım.” Fotoğraflara daha sonra yine bakacaktı, laptopu kapatıp Oğuzhan’a döndü.
“Hayatındaki adam, hem de on senedir olan adam! Bu fotoğrafların tüm İstanbul’u süslüyeceğini biliyor mu?”
“Fotoğrafları görmedi ama biliyor. Neden sordun?”
“Buna izin vermekle görmeyi de göze almış demektir, az çok biliyor olmalı. Neden sordum… gerçekten bilmek ister misin?”
“O kadar ateşli konuşuyorsun ki, elbette bilmek istiyorum.” Dirseğini masaya verip çenesini kaldırdı. Hissediyordu hiç iyi sözler duymayacaktı. Oğuzhan gibi pek çok adam tanıyordu.
“Peki,” dedi, doğru sözcükleri toparlarken etrafına bakındı, sonunda Ruken’e döndü. “Benim hayatımda bir kadın olacak – farz ediyorum bu sensin- ben de senin bu fotoğraflarla tüm İstanbul sokaklarını uzun ve biçimli bacaklarınla, dolgun hatlarınla, elbisenin o iç gıcıklayan gösterişiyle süslemesine izin vereceğim, öyle mi?”
Ruken’in büyük kahve gözleri hızla büyüdü. Başını geriye çekerek adamın ağzından dökülen sözlerle tüm düşünceleri karıştı. “Değil mi?” diye masumca bir soru döküldü dudaklarından ama o, neler demişti? Hakkında bunları mı düşünüyordu?
“Değil!” Koltuğunu ilerletip Ruken’e sokuldu. “Kusura bakma Ruken ama ben bir Türk’üm. Genlerimde Türk kanı taşıyorum ve sevdiğim kadına bunu yapması için izin vermem.”
“Ne demek izin vermem? Despot musun sen?” Kaşları birleşen Ruken’in sinirleri geriliyordu.
“Hayır, siz kadınlar size karşı çıkıldığında hemen bizi despot ilan ediyorsunuz. Siz bizden bir şey istediğiniz de ve bize uymadığında da öküz yaftasını yiyoruz. Biz sizin için her türlü bir şeyiz, bizi bir kalıba sokmaktan hiç bıkmıyorsunuz. Hangi aşık, gözü senden başka bir şey görmeyen bir adam senin bu pozlarını tüm ülkede görmek ister?”
Gözlerini kapatarak dedin nefes alıp ayağa kalktı. “Bunca şeyi benim fotoğraflarımdan mı çıkardın?” Sakindi. Çok sakindi.
Oğuzhan da ayağa kalkıp karışısında durdu. “Sana anlatmak istediğim ben despot bir adam değilim ama benim olan bir kadının bu fotoğrafları hiçbir yerde yayınlanamaz.”
Saçma bir şekilde, on gündür tanığı adamla fotoğraflarının tartışılmasını yapıyordu. Garip olan Oğuzhan her bir sözü kendine söylüyordu, söylemiyormuş gibi görünüyor olsa da Ruken bunu anlayacak kadar kadındı. “Ben senin sevgilin ya da hayatındaki kadının değilim.”
“Ben öyle bir şey demedim.” Tek kaşını kaldırıp başını öne uzattı. “Olsaydın ben o stüdyoyu yakardım yine de bunlara izin vermezdim. Adına da ne dersen derdin çok umrumda olmazdı. Sana benden tavsiye o adama nasıl göründüğünü sor ve benim sözlerimin birini bile söylemezse onu terk et. Ondan sana fayda gelmez.”
Ağzı aralanan kadının şaşkınlık tüm bedenini sarmıştı. “Sen bana bunları nasıl söylersin?”
“Sana iyilik ediyorum, söylerim. Senin fotoğrafların kaç erkeğin hayalini süsleyecek, Ruken? Eşlerine sevgililerine hediye almak isteyenler senin görsellerine bakacak.” Gözlerini yuvalarında çeviren adam boynunu esnetti. “Sinir bozucu.”
“Sensin sinir bozucu, manyak mısın arkadaşım sen? Sapık gibi konuşuyorsun. Sen kataloglara bakınca bu dediklerini mi düşünüyorsun? Mankenler senin hayalini mi süslüyor?”
“Hayır, ben benim olanı bilirim. Kıskanmak diye bir gerçek var.”
Ruken ona böceğe bakar gibi bakıp geriye çekildi. “Kıskanmayın mı dedik? Kusura bakma ama seninki bayağı ambargo koymak.”
“Sana evden çıkma diyen mi var Ruken? Bir geceye ya da partiye gitmiyorsun, sen milyonların önüne çıkıyorsun. Bu ambargo olamaz.”
“Yeter!” Ellerini açarak isyan etti. “Senin sorunun ne?”
“Çok güzel görünüyorsun, bunu herkes görmek zorunda mı?”
“Sana ne?”
Dişlerini birbirine sürterek birkaç saniye baktı kadının yüzüne. Arkasını dönerek koltuğuna oturdu. “Ben senin için demiştim yani o adam, adı neydi?”
Şaşkınlığı bir kez daha su yüzüne çıkan Ruken’in ağzı aralandı. O kadar sözü Kenan’ı düşündüğü için mi etmişti? “Kenan.”
“Kerem için üzüldüm. Çay yapsana Ruken, güzel demliyorsun, çok lezzetli oluyor.”
Boş boş ensesine baktı. Aklını karıştırıp çay istiyordu. Ellerini havaya açıp dişlerini sıktı, yumruk olan ellerini sessizce indirip odadan çıktı. Arkasından bakıp sırıtan adam koltuğunu kapıya çevirip gülümsedi. “O fotoğrafları yakmazsam ben de Oğuzhan Kara değilim.”
“Zıkkım iç,” diyerek mutfağa girip çaydanlığa su doldurup ocağa bıraktı. Arka cebine tıktığı telefonu çıkarıp e-potlarından bir fotoğraf indirdi ve anında Kenan’a yolladı. ‘Nasıl görünüyorum?’ yazdı. Tekrar cebine bıraktı telefonu. Sinirle söylenerek iki büyük kupa bardak indirdi dolaptan. İkisine de birer şeker ekleyip çay kaşıkları bıraktı içine. Sağa döndü sola döndü ama cevap gelmiyordu. Pencerenin önüne geçerek omzunu pervaza yasladı.
Ne kadar abisine benziyordu. Etrafındaki adamlara… Eniştelerine… Söyledikleri ne kadar doğruydu? Kenan’la bu konuyu konuşmuşlardı. Bariz bir karşı çıkma olmamıştı, Kenan onu anlamıştı. Anlamaması mı gerekiyordu? Telefonun sesiyle irkildi. Cebinden çıkartıp mesajı açtığında hevesle okumaya koyuldu.
“Müthiş görünüyorsun ama abin bu kez Azra ablayı fena yapacak. Sence de çok açık değil mi?”
Gözlerini yumdu omuzları inerken. Gelecek olan mesaj bu olmamalıydı. Yağmasa da gürlemesini beklemek odun sever kadınların arzusu muydu? Kıskanılmak istemesinin bununla bir ilgisi olabilir miydi? Ruken kıskanılmak mı istiyordu? Oğuzhan onun aklını mı karıştırıyordu, olması gereken, beklediği bu anlayış değil miydi?
“Bence de çok açık, ama sevdim,” yazarak gönderdi mesajını. Alacağı cevabı yine beklemeye başladı, hemen ardından gelmişti cevap.
“Senin için sorun yoksa benim için de yok, biliyorsun konuşmuştuk.”
Hare ablasının sözlerini anımsadı. ‘Âşık insanlar anlaşmaz, çatışır.’ Telefonu ısırmak istedi hatta duvara çarparak parçalamak.
“Benim için yok. Teşekkür ederim canım.” Son mesajını yazıp gönderdi. Kaynayan suyu fark edip çayı demlemek için ocağa yaklaştı. Aklı hiç bu kadar karışmamıştı. Ne düşüneceğini bilemediği anda parmağını yakmasıyla demliği üst üste zorla yerleştirdi. Hafif çıkan çığlığına engel olamamıştı. İşaret parmağına dökülen kaynar suyun fena şekilde canını yakıyor olmasıyla gözleri doldu.
Eli tutulup, musluğun altına çekilirken gözlerinden birer damla indi. Canının neresi daha çok acıyordu, bilemedi. Parmağında bir acı vardı ama ağlamasına neden olan yüreğindeki hayal kırıklığı mı yoksa kaynar suyun acısı mıydı?
“O kadar çok mu yanıyor canın?” Bakışlarına merhamet çöken adam, ıslak kahverengi gözlere bakıyordu.
Suyun hafifletici etkisiyle parmağındaki acıyı çok hissetmiyordu ama ağlamak istiyordu. “Canım ağlamak istiyor.”
Cesurca sarf ettiği sözlerin kadını nasıl yaraladığını geç fark etti. Üzülmüştü ama en çok neye üzüldüğünü biliyordu; Ruken’in bir başkası için üzülen kalbine üzülüyordu. “Yanık kremi yoktur sanıyorum ama sana annemin tekniğini uygulayabilirim.”
“İstemiyorum.” Elini çekip kurtardı, sudan feragat eden parmağı anında acımaya başladı. Acı, yüzüne yansıyordu ve Oğuzhan sabırla yaklaştı. “Ruken, beş dakika da acısı geçecek, bekle.”
Mutfağa aşina olmuşlardı, bir kaşık toz şekere, sızma zeytinyağından birkaç damla döktü. Şekeri kaşık yardımıyla ezerek Ruken’e yaklaştı. Acı git gide katlanıyordu, Ruken acı hissinden hiç hoşlanmazdı. Acı eşiği çok az hatta sıfır biriydi. Mecburen elini tutan adama itaat etti. Parmağına, kendi parmaklarıyla karışımı sürüşünü izledi.
“Biraz canın yanar bir iki dakika ama sonra acısı çok çabuk geçecek.”
Ruken ona bakmıyordu, bakışları parmağındaydı ve gözlerinden hâlâ süzülen damlalar vardı. “Geçer.”
“Seni üzmek istemezdim, öyle düz bir şekilde konuşmamalıydım. Sonuçta bu senin ilişkin, doğruyu sen bilirsin. Bana aldırma lütfen.”
Onu üzen Oğuzhan mıydı yoksa Kenan mı? “On gün Oğuzhan, sadece on gündür tanışıyoruz. İnsanlar hakkında kesin yargıların hoş değil. Her şey bir yana benim aklımı karıştırıyorsun ve evet, beni üzdün.” Kapıya döndü. “Çayı sen iç ben biraz dinleneceğim, bir saat sonra başlarız olur mu?”
Onu üzmüştü hem de çok kötü üzmüştü. Kırgınlığını hissettiğinde vicdanı sızladı. Hayatında ilk defa bir kadını üzmüştü ve bu kadın hayatının geri kalanında yanında olmasını istediği kadındı.
…
İstanbul…
Sıkılmış ruh haliyle adım attı AZA’ya. Kravatını gevşetip çıkarttı. Aslı ve Zeynep günlük kontroller için bir iki saat uğruyordu kafeye. Baş başa vermiş sohbet eden ablalarının yanına ağırlıkla oturdu.
“Hayırdır genç, bu halin ne?” diye sordu Zeynep.
Kenan kravatını masaya bırakıp ceketini koltuğunun arkasına gelişi güzel bıraktı. “Sıkılıyorum, hareketli hayatıma şirkette devam etmek mi yoksa Ruken’in yokluğu mu beni sıkan, bilmiyorum.” Parmakları siyah saçlarına daldı. Yapılı saçlarını karıştırıp kendine serseri bir hava kattı. Gömleğinin en üstteki düğmesini açıp arkasına yaslandı.
“Gecelere ak, seversin.”
Aslı’ya baktı mutsuz mutsuz. “Fayda etmiyor abla, yalnızım.”
Kalabalık kafenin içinde göz gezdirdi. “Bu akşam fazla kalabalık.”
“Akşam yemeği saati,” dedi Zeynep. “Garsonlardan biri izinli, acil işi çıktı. Çok sıkılıyorsan bu gece garsonumuz olabilirsin.”
“Eltime katılıyorum,” dedi Aslı. “Hep müzik eğlence derdindesin, Ruken de senin tam tersin. Seni dengeliyordu hakkını yemeyeceğim.”
“Bence tarih benden intikam alıyor. Ben onu bu şehirde bırakıp gittim, o da beni bıraktı. Allah bana cezamı veriyor.”
“Pişman mısın?” Soruyu Aslı soracaktı ki, Zeynep önce davrandı.
“Değilim.”
Aslı göz devirdi. “Kalk git, bu gece garsonsun.”
Kenan gülümsedi. “Ruken sizin kadar tavır yapmıyor bu konuda, sizi bi anlasam…”
“Anlamak için çok ekmek yemen gerekiyor demek ki.” Kıyamadı Kenan’a Aslı. “Aç mısın?”
“Değilim.” Yerinden kalkıp ceketini ve kravatını aldı. “Ben gidip garsonculuk oynayayım, ablalarıma asla hayır diyemem. Bana da iyi gelir belki. Bu gece dışarı çıkmasam da olur.”
Bildiği odaya doğru ilerleyen adamın ardından baktı iki eski dost. “Sen bu ikisi hakkında ne demiştin Aslı?”
Zeynep’e hüzün yüklü yeşil gözleriyle döndü. “Onlar birbirinden çekip gideli çok oldu ama sonlarını göremiyorlar.”
“Bunu ona da söylememiz gerekmiyor mu?”
“Kabul etmeyecekler, birbirlerini seviyorlar ve bunu aşk sanıyorlar. Aksine inanmayacak kadar düzler. Ne desek boş olacak, kendileri yaşayıp görmemeliler. İhtiyaçları olursa biz buradayız.”
“Bunlar evlenmeye kalkarsa…”
“Karahan’a Kenan’a kız değil, kaz bile vermez. Kenan, Ruken’i alamaz abisinden. O istek yok görünüşte.”
Eşyalarını arka odaya bırakıp gömleğinin kollarını kıvırdı. Yanında bir tişört olsa çok iyi olabilirdi ama yoktu. Geri döndüğünde Aslı ablasını aradı gözleri, kafenin içini turluyordu ki, kızıl saçlar çekti ilgisini. Gözlerini kısarak baktığında tanıdı hemen kim olduğunu. Dört kişilik arkadaş grubu ile gelmişe benziyordu. Aslı’nın ona bakarak yanına çağırmasıyla hiç tereddüt etmeden adımlarını arka masaya giden yola çevirdi.
“Ablacığım,” derken önce Aslı’ya ardından masadaki güzel kadınlara tebessüm etti. Kadınların tamamı genç ve güzeldi. Hazal başta üzere hepsinin dikkatini çekmişti.
“Ablacığım, masanın siparişleri sende.” Aslı, kızlara bakıp, “Şimdiden afiyet olsun,” diyerek uzaklaştı.
“Tamam,” diyen Kenan, hanımlara döndü. “Ne alırsınız?” Bir iş adamını karşılarında garson olarak bulan genç hanımlar şaşkındı.
“Kenan Bey, siz burada garson?” dedi Özgül.
Gece hayatının ona verdiği bilgilerle ve arkadaş çevresinin de arkadaş çevresi olması sebebiyle hanımların tamamını az çok tanıyor gibiydi. “Burası çok sevdiğim ablalarımın, siparişinizi alabilirim.” Gocunmayan Kenan’ın umurunda bile değillerdi. Hazal onu hâlâ görmezden geliyordu. Oysa iş ortağı olarak merhaba işitebilirdi.
Hazal göz ucuyla birkaç kez bakma gafletine düşmüştü. Şok olmanın en zirvesine çıkmıştı. Kocaman Holdingin küçük prensi garsonculuk oynuyordu. Gülümsemek istedi ama bu küçük gördüğünden değil hoşuna gittiğinden olacaktı. İstemeden dudaklarından kaçırdığı gülümsemesi Kenan’ın merceğine takılmıştı. Genç adam gözlerini kısarak bakmış hanımların siparişlerini hafızasına not almıştı.
“Siz Hazal Hanım?”
Hazal menüye göz atarken başını yana yatırmıştı. Salata sipariş eden kız arkadaşlarına rağmen o, “Buranın ev yapımı hamburgerine aşığım, büyük boy olsun, bir de kola.”
“Ne kadar kötü alışkanlık var hepsi sende Hazal,” diyen arkadaşı Bahar’a omuz silkti.
“Seviyorum.” Kenan’a kaldırdı bakışlarını. “Not almadınız ama unutmazsınız ya?”
“Merak etmeyin, matematik zekam oldukça fazla. Hafıza yeteneğim sayesinde hiçbir şeyi unutmam! Birazdan geliyor.”
Kenan yanlarından ayrılırken Hazal gözlerini kısarak adamın bedenini süzdü. Uzun, oldukça uzundu. Geniş hatlara sahip yakışıklı bir adamdı. Ve uyuzdu. “Uyuz.”
“Adama, Kenan gibi bir adama aptal dedin Hazal,” dedi Simay. “Bunu neden yaptın?”
Hazal umursamadı. Cevap vermek istemiyordu bu soruya, üzeri kapansın istiyordu ama arkadaşları hiç niyetli değildi.
“Çok acayipsin,” dedi İrem, “Sen böyle konuşmazsın insanlarla. Kenan Kurşunlu’nun finansal zekasını konuşuyor iş dünyası. Dur bir dakika, Ruken yüzünden mi?”
Yüzünü buruşturdu, başını yana çevirip tekrar kızlara dönerken ufukta kendini parçalayacak gibi görünen adama takılan bakışlarını hemen çevirdi. “Ruken’le ne ilgisi var?”
“Onun erkek arkadaşı,” dedi İrem. “Ona gıcıksın diye Kenan’a da mı gıcıksın?”
“Ben Ruken’e gıcık değilim, bunu size kaç kez daha söyleyeceğim. Çok başarılı bir kadın, takdir etmemek elde değil. Yine takdir ediyorum ki, âşkta olan başarısı da göz dolduruyor.”
“Peki, haklısın, Ruken ortalarda görünüyormuş, İtalya’ya gittiği bir süre dönmeyeceği dedikodusu arşa çıktı,” dedi Simay.
“Kenan gecelerde yalnız,” dedi, İrem. “Böyle adam tek başına bırakılır mı? Ruken’e bağışlasın da bakmak sevap kızlar, adam çok iyi. Çıtır çıtır yenecek cinsten.”
“İçimi okudun İrem,” dedi Özgü. “Hazal haklı, kadın işte ve aşkta başarıyı on ikiden vurmuş.”
Hazal arkadaşlarına hissettirmeden derin nefes alıp konuyu değiştirmek için farklı bir soru sorduğunda konu değişmişti ama kızlar içindi. Kendisi tam olarak çok iyi adamın olduğu yerde kalmıştı. Küçük bir sancı oturdu içine. O asla bir kadının erkeğini elinden alacak kadar adi, başka bir kadın olamazdı. Ama Kenan çok etkileyici biriydi. Kalbi ferman dinlemiyordu.
Kırk beş dakikaya sığan yemeğin ardından tek tek ayrılan kadınları fırsat bilen Kenan, Hazal’ın kendisiyle be alıp vermediğini öğrenecekti. Başka bir garsona aldırdığı hesapla kadının kredi kartını iki parmağı arasına sıkıştırdı. Masaya yaklaşıp çantasını karıştıran kadına bir miktar eğilerek kartı masaya bıraktı. Başını çeviren Hazal yakına bir mesafede olduklarını fark etti çünkü Kenan, elini onun koltuğuna vermişti.
“Kartın Hazal,” dedi.
Hanım’a neler olmuştu? Kenan neden onun tepesinde, bu şekilde bakıyordu? Kızgın ve kibirli…
“Teşekkür ederim.” Kartı alıp çantasına atarken kalkmak için hareket ettiğinde Kenan’ın, “Bir dakika oturur musun?” Söylemiyle kalkamadı.
Kenan karşısına geçerek oturdu. Hazal izinsiz oturan adamı izlerken şaşkın ve birazda korkmuştu. Bu kadar yakınlık iyi değildi. Bu açı ona gelmezdi. “Sorun mu var?”
“Sen söyleyeceksin, sorun mu var?”
“Sen?” Hazal soru sorar gibiydi. “Sizden sen’e geçtik.”
“Bana aptal diyecek kadar samimi gördüm sizi.”
Boğazını temizleyip arkasına yaslandı. “Sorun neydi?”
“Bende onu soruyorum, sorun ne? Beni gördüğünüz yerde ters bakıyor, ters davranıyorsun. Ben sana ne yapmış olabilirim?”
“Size öyle gelmiş Kenan Bey, ben herkese bu şekilde davranıyorum.”
“Hiç sanmıyorum. Yengeme, Aslı ve Azra ablamla konuşurken gördüm seni. Çok sevecen, sıcak kanlıydın. Ben sana ne yaptım Hazal?”
“Bir dahaki sefere dikkat ederim o halde. Üzgünüm size aptal demek istememiştim. Şimdi gitmeliyim.” Yerinden kalkmak üzereydi.
“Ruken mi sebep?”
Soruyla tekrar çöktü. Zoraki gülümsemesini oturttu yüzüne. “Çok komik olmadı mı? Ruken benim rakibim ama siz ortağımsınız, onunla ne ilgisi olabilir.”
“Bende bu şekilde düşünmüştüm. Ruken sizi çok beğeniyor, takdir ediyor.”
“Öyle mi?” Sözler ağzından öylece çıkmıştı. Bunu daha önce birinden hiç duymamıştı.
“Evet, sizi çok başarılı ve zeki görüyor. Yani düşman olmadığınıza göre Ruken yüzünden olamaz.”
Derin bir soluk alarak Kenan’a döndü. “Kenan Bey, kız arkadaşınız bu masada ikimizi görürse veya duyarsa hakkımdaki tüm iyi sözlerini unutacak. Görüntümüz hoş değil. Burası işlek bir mekan, sizde bende pek normal insanlar değiliz. Şimdi gidebilir miyim? Hakkımda o güzel düşüncelere sahip Ruken Kara’nın hep öyle kalmasını isterim.”
“Ruken benim neleri yapacağımı ya da neleri yapmayacağımı bilir. Bu konuda rahat olabilirsin.”
“Benim de bur hayatım olduğunu hatırlarsanız sevinirim. Ruken sizi biliyor olabilir, bu benim sorunum değil. Sevgilisi olan biriyle görünmek isteyeceğim son şey bile değil.” Ayağa kalkıp çantasını kaptı. “İyi geceler Kenan Bey.”
Gözlerini deviren Kenan, başını eğerek kadının ardından baktı. “Tam olarak derdini anlamadım ama neyse.”