Haber toz bulutu misali yayıldı Mezopotamya’da. Yaman Uluhan, ortaya çıkmıştı. Üstelik babasının sahip olduğu okulda görülmüştü. Onu görenler, gelişine şahit olanlar aşiret varisleriydi.
Noyan Uluhan ile Roza Kahraman okulun bahçesinden ayrıldıktan sonra saat geçmeden birçok araba yanaşmıştı bahçe kapısına. Geliş nedenleri aşiretlerin varislerini almak için olsa da amaçları çok farklıydı. Söze dökmeseler de, dillendirmeseler de pek çoğu yaşını almış ağalar korkmuşlardı. Üstelik korktukları kişi evlatları olacak yaştaydı.
Yaman, korumalarıyla epey uzaklaşmış olsa da halen soluk soluğaydı. Heyecan ve kolunda hissettiği acı telaşını körüklüyordu.
Tişortunu sıyırıp kolundaki yarayı görmek için eğdi başını. Kardeşinin görmemesi için kanı hapsedebilmek için yapıştırdığı sargı bezi kanla dolmuştu. Parmaklarını değdirmesi dahi yetmişti. Bez düşmüş, yarası açığa çıkmıştı. Kurşun sıyırıp geçse de, etinin bir kısmını ezmeyi başarmıştı. Ölmesini istememişti tetiği tutan. Sadece bir iz bırakmak istemişti. Verdiği sözü zihni unutsa da bedeni unutmayacaktı.
Telefonunun tiz sesi arabada duyulduğunda Yaman saatler önce yaşananları anımsıyordu.
“Genco Ağanın oğlu…” Babasının adını karşısındaki yabancıdan duyması üstelik onun oğlu olarak adlandırılması tüm duyularının ayaklanmasına sebep oldu. Zira bu iki detay onun en büyük yarasıydı.
“Yoksa Ferzan Ağanın varisi mi demeliyim sana?”
“Bana nasıl hitap edeceğinizden önce kim olduğunuzu söyleyin. Yolumu kesmenizin nedeni umarım gerçekten mühimdir.”
Aşiretinin işlerinin büyük çoğunluğunu son bir yıldır kendisi denetliyordu. Bevar amcasının ailesinden kendisi yüzünden daha fazla uzak kalmasını istememişti. İşte bu yüzden onu azad etmişti. Kendisine kızsa da bunu onun için yaptığını bilecek kadar tanıyordu. Bu yüzden öfkesi çabuk sönmüş, neredeyse her gün kendisini durumunu sormak için arar olmuştu. Yanındaki adamlardan rapor alsa da sesini duymak istiyordu.
Kimin dost kimin düşman olduğunu ondan öğrenmişti. Kime sırtını dönemeyeceğini de… Hayatında gözü kapalı güvenebileceği yegane insan tam dokuz yıldır oyken söylediği her sözü nasihat bilmişti. Babasına yoldaş olan adam kendisine de rehber olmuştu.
Attığı adımlarda aklına takılan her detayda onun fikrini almak güç veriyordu. Kan bağları olmasa da baba yarısı demekti Bevar Kahraman onun için. Yıllardır görmediği teyzesinin can yoldaşı, sadece isimleri ile birkaç fotoğraftan yüzlerini bildiği kuzenlerinin de babasıydı.
“Maziden gelen birisiyim diyelim. Bu topraklarda pek çok insanın unutmak istediği bir adamın evladı…”
“Size vakit ayırmam için yeterli bir neden değil bunlar. Şimdi yolumdan çekilin.”
Dakikalar önce duran arabaların savurduğu toz bulutları henüz yer ile buluşuyordu. Yaman genç ancak heybetli bedeniyle kadının bakışları altında ardına döndü. Arabasına yürürken adımlarının durmasına sebep olan o sözleri işitti.
“Ferzan Ferman’ın kanını taşıyan biri daha var.”
Duyduğu ihtimalle başını çevirdi. Kadının kendisine bir oyun oynuyor olmalıydı. Zira böyle bir şey mümkün değildi. Onun, Ferzan’ın kan bağı olan tek kişi annesiydi. Dolayısıyla kardeşleri ve kendisiydi. Bir başka can var olamazdı.
“Neden böyle bir oyun oynuyorsunuz bilmiyorum ama… İlgilenmiyorum.”
Yabancı arabasının önüne yasladığı bedeni doğruldu. Kendisine doğru birkaç adım attığında ardında duran adamları etrafını sardı. Ferman’ların gözbebeği ve tek geleceğiydi. Bu yüzden aldığı soluk dahi kıymetliydi. Ona bir zarar gelme ihtimali dahi kabul edilemedi. Çünkü böyle bir durum yaşanırsa koca bir soy ve aşiret geleceğini kaybederdi. Geriye parçalanmış topraklar ve başka ağalara sığınmak zorunda kalan insanlar olacaktı.
“Aç ve gözlerinle gör.”Elinde siyah bir zarf vardı. Kendisine doğru uzatana dek elinde olduğunu dahi fark etmemişti Yaman.
Oradan hızla ayrılmasını söyleyen mantığı, bir hayalle çarpan kalbine yenildi. Adamlarının arasından sıyrılıp, uzandı. Usulca çektiğinde, yabancı ellerini cebine yerleştirip kendisine dikti gözlerini. Yine aynı nefret doluydu bakışları. Karşılaştıkları an özlem olduğunu düşündüğü pırıltılar yiteli epey oluyordu.
Zarfı yırttı. İçerisine elini sokup, parmaklarına değen sert kağıt parçalarını kavrayıp çekti. Uzaktan çekilen ve habersiz olduğu aşikar olan fotoğraflardı. Kendisinden yaşça büyük olsa da saçlarına henüz kırların pek çökmediği bir adam vardı her birinde. Başındaki bere ve sarı yağmurluk ile aynı renk çizmeleriyle eski bir tekne üzerindeydi. Her birine sırayla bakıyor, anlamaya çalışıyordu. Bir balıkçı olduğunu anlaması uzun sürmedi. Lakin gerçekliğini bu şekilde anlaması mümkün değildi.
“Merdo Kaptan diye tanınıyor. Balıkçı kasabalarından birinde doğmuş ve oradan hiç ayrılmamış. Babası Mahzun, çok genç yaşta öldüğü için neredeyse hatırlamıyor. Anası bir denizci ile kaçalı yıllar olmuş. Kasaba halkı sahip çıkmış ve büyütmüş. Bu yüzden onlara borçlu hissediyor kendini. Kim olduğunu hiç öğrenememiş.”
Fotoğrafları zarfa hızlıca koyup, kadına uzattı. “Ferzan Ağa öldüğünde pek çok kişi varisi olduğunu öne sürerek çıkmış ortaya. Lakin hepsinin sadece yalandan ibaret olduğu ispatlanmış. Size neden inanayım?”
“Boş sözlerin ardına sığınmadım hiçbir vakit. Bunu en iyi baban bilirdi.” Yüzük parmağına dokunup, kısa bir an elindeki boşluğa bakışını izledi sessizce. Anlayamıyordu.
“Ferman Aşiretine gidip, neden onlara vermiyorsunuz bu hakikati? Benden ne istiyorsunuz?”
“Bir yemin… İstediğimi onlar bana veremezler… Sadece sen… Sen yapabilirsin.”
Doğmadan edilen yemin hayatını bu denli zindana çevirmişken bir yenisiyle daha gölgelenemezdi. Reddecek iken duyduğu isimle çatıldı kaşları.
“Noyan ile ayırt edilmeniz güç…”
Yumruklarını sıkarken zarfın içerisindeki fotoğraflar avucunda büküldü. Kardeşi onun bu hayattaki yegane varlığıydı. Kendi canında önce onunkini tutarken, ona zarar verebilecek bir ihtimale dahi yer veremezdi. Başka bir zaman adamlarının tek bir işaretiyle onu yok edebilirdi. Lakin şu anda ani bir hareketinin nelere sebep olacağını tahmin edemiyordu.
“Ne istiyorsun?”dediğinde kadın istediğini alacak olmanın rahatlığıyla gülümsedi.
“İşte şimdi istediğim ana geldik. Olduğun yerde, Ferman konağında kalacak, üstelik babana düşman olarak hüküm süreceksin. Güzel anneni de sana hasret bırakmaya devam edeceksin.”
Sözleri manasızdı. Onu ciddiye almaması gerektiğini düşündü bir an. “Zaten onlardan ayrıyım.Bunu tüm cihan biliyor.”Küçümseyici bir ifadeyle baktı kadına. Bu bakışının onu sinirlendiğini çok net gördü.
Çehresi sertleşti kadının. “Reşit olmana bir yıl kaldı. Ailene özgürce yaklaşmak için gün saydığını biliyorum. Aşiretin seni sınırlandıramayacak.”
Doğruydu. Bir yıldan az bir zaman sonra ailesine gitmek, annesini ve kardeşlerini sarmalamak için hayal kuruyordu. Babasına olan kızgınlığı baki olsa da onun da kendisini sarmasını arzu ediyordu içten içe. Epey zamandır göremediği baba sevgisi ve aile sıcaklığını da tadabilecekti. Evini özlemişti. Annesinin kokusundan sonra…
Hislerini bir yabancıdan duymak sarsılmasına sebep olsa da duygularını belli etmeyecek kadar ustalaşmıştı Yaman. Yıllardır hapsolduğu o konakta etrafı yabancılarla doluyken başka türlüsü gelmemişti elinden. Yarasını belli etmemeyi de göz yaşını gizlice dökmeyi de öğrenmişti. Yine onu yapacaktı. Duygusuz ifadesini takınıp, elindeki zarfı yavaşça büktü. Cebine sığacak şekilde katlayıp, yerleştirdi. Ardından ellerini göğsüne yaslayıp, kendisini izleyen kadına çevirdi gözlerini.
“Bu dediklerini neden yapayım?”
“Eğer sen dediğimi yaparsan bende Merdo’nun hakikatleri öğrenmesine izin vermem. İkizin senin aksine ailesinin yanında yaşamaya devam eder.”
“Yapmazsam?”Bu soruyu sorarken çoktan elini ardına uzatmış ve adamının silahını avuçlarında hapsetmişti.
Kadın telefonunu çıkarıp, havaya kaldırdı. “Merdo, şu anda yanındaki adamımdan kim olduğunu belgeleri ile öğrenir. Buraya geldiğinde de önce seni sonra da diğer varis olacak kardeşini öldürmesi için tek bir işaretim yetecektir.”
Kuru bir tehdide izin vermeyecek kadar akıllıydı Yaman. Tek başına karşısına dikilen bu kadını ciddiye almayacaktı. Hiç yapmadığı bir şeyi yaptı o an. Elini çekip, avucundaki silahı kadına çevirdi.
“Tek başıma karşıma dikilecek kadar zeki, kardeşim ile beni tehdit edecek kadar ahmaksın.”
Kadın korkmuşa benzemiyordu. Ancak etkilendiğini de gizlemiyordu.
“Yalnız olduğumu kim söyledi?”
Başını çevirdiği anda Yaman kolunda ansızın bir acı hissetti. Bakışlarını kadından çekip, koluna baktığında süzülen kanları fark etti. Adamların ikisi onu tutup, geriye çekecekken diğerleri kadının üzerine yürüyordu. İçlerinden biri de ateş edeni bulmak için etrafa bakıyordu. Her şeyi adeta sisli bir camın ardından izleyen Yaman, kadının ardında ansızın beliren adamları gördüğünde onun her şeyi planladığını anladı. Sözleri gerçekti. Kendisini vuracak kadar gözünü karartan bu kadın kardeşine de zarar verebilirdi.
Kurşun sesleri ve yere yığılan adamların arasında bağırdı Yaman.
“Kabul.”
Kadın adamların geniş gövdelerinin arasından sıyrılıp, tekrar göründü. Silah sesleri durmuştu.
“Yemin et.”
“Tek bir şartla…” dediğinde kadın şaşkındı. Bu halde bile nasıl sakince şart koşabildiğini anlayamıyordu.
“Kardeşim… Noyan… Olmaz. Ondan uzak durmam.”
Kadın kabul etti. Orada olan adamların şahit olduğu anda yeminini etti. Ne babasına ne de annesine yaklaşmayacaktı. Onları kendisine düşman bilecek ve öyle davranacaktı. Kalbi isyan etse de dudakları etti yeminini.
“Seni sevdim Yaman Uluhan. Gözü pek bir adam olacaksın. Babana benze de suretin bana verdiğin sözü tutacağına eminim. Sana son bir iyiliğim olsun.” Cebinden bir fotoğraf çıkarıp, ayaklarının ucuna attı.
“Genco Uluhan ve Rojda Kahraman yıllar önce birlikte bir söz verdi. Başrolünde sen ve bu güzel kızın olduğu…”
Başını eğip, ayaklarının ucundaki fotoğrafa baktı. Epey yakından çekilmişti. Siyah, ince dalgalarla bezeli saçları omuzlarından geriye savrulurken uzaklara bakmıştı. Gözlerinin rengini seçemese de yüzünün tüm hatları belirgin bir halde yansımıştı.
“Evleneceğin kızı da baban seçti. Tıpkı yaşayacağın hayatı seçtiği gibi… Roza Kahraman… Senin kaderine doğmadan yazıldı. Pek güzel ve masum değil mi?”
Sessizce baktı fotoğrafa. Bu olabilir miydi? Babası bunu da mı yapmıştı?
“Umarım verdiğin sözü tutarsın. Yoksa sana kıyacak olan Merdo bu güzelliğinde sahibi olur.”
Kadın geldiği gibi ansızın kaybolurken, Yaman sağ kalan iki adamının yardımıyla bindi arabaya ve gidecekleri yeri söyledi güçlükle.
“Kardeşime götürün beni..”
Düşüncelerinden sıyrılmasına sebep olan uzatılan telefon oldu. Gözlerini birkaç kez kırpıp ekrandaki yazıya baktığında başını ardına yasladı. Amcası arıyordu. Yara almayan kolunu uzatıp, telefonu kavradı. Kulağına yasladığında, o güçlü sesi duydu.
“Sen ne yapıyorsun Yaman? Uluhan Kolejine gitmek de ne demek? Aklını mı kaçırdın?”
Açıklama yapamayacak kadar yorgundu. Sadece “Sen nereden duydun amca?” dediğinde içini sızlatan sözleri duydu.
“Noyan… Döner dönmez babanın karşısına dikildi. Senin ona geldiğini söyledi.”
Babasının ne dediğini, nasıl tepki verdiğini deli gibi merak etse de soramadı Yaman. “Noyan’a dikkat et amca. Önce Allah’a sonra sana emanet.”
“Ne demek bu şimdi? Bir yere mi gidiyorsun?”
“Birkaç gün buralarda olmayacağım.” Dedi Yaman. “Çok yorgunum. Dinlenmem gerek. Ben seni ararım. Hoşça kal.”
Gözleri kapanırken, telefon düştü elinden. Geriye koca bir karanlık ve derin bir sessizlik kaldı.
**
Evlerinin olduğu sokağa girdiklerinde yolun en ucunda onu gördü. Babasını… Kırlaşmaya başlayan saçları her zamanki gibi dağınıktı. Üzerindeki kıyafetler, onun iş toplantılarından birinde olduğunu gösteriyordu. Kapıya biraz mesafede öylece duruyordu. Onu bekliyordu. Bunu görüyordu Noyan. Yol boyu ne diyeceğini, nasıl anlatacağını bulmaya çalışsa da başaramamıştı.
Araba durduğunda yanında oturan kuzenine bakmadan seslendi.
“Burada bekle Roza.”
Onun birazdan konuşacakları duymasını istemiyordu. Zira babasının yarasıydı kardeşi… Bunu öğrenmişti.
Derin bir soluk verip, açtığı kapıdan dışarı çıktı. Babasının karşısında ilk kez duracağını bilincinde sertti adımları. Kalbinde korku değil, kardeşini gördüğünden beri var olan umut tohumları vardı. Uzun zamandır eksik olan yanı tamamlanmıştı sanki. Babasının tam önünde durduğunda işittiği sözlerle acıyla kasıldı bedeni.
“Ne yaptı sana?”
“Baba.”
Sakin olmaya çalıştı. Babasının endişesini görüyor anlamasa da hak veriyordu. Iyi olduğunu söylemek için aralanan dudakları işittiği sözlerle sıkıca kapandı.
“Canını yaktı mı? Bir şey yaptı mı sana?”
Kollarını sıyırmaya çalıştığı an tüm ipler koptu Noyan için. Her zamanki sakin hali yok oldu. Tüm gücüyle geri çekti bedenini. Gözlerine dolan yaşlar öfkesine karıştı. Canının yandığı kadar yakma isteğini ilk kez o an keşfetti. Karşısında duran adama, babasına ilk kez sesini yükselttiğinde ona yapacağı saygısızlık ne de çevresindeki adamlar umurunda bile değildi.
“Delirdin mi sen? O dediğin benim kardeşim. Diğer yarım… Bana zarar vereceğini nasıl düşünürsün?”
“Oğlum…”
“Yaman da senin oğlun baba. Benim gibi senin oğlun. Senin kanını taşıyor o da… Bana birşey yapabileceğini düşünmek yerine onu, diğer oğlunu hiç merak ettin mi?”
Babasının sessizliğiyle bütün gücü geri çekildi. Omuzları çökerken aslında her şeyi en başında yitirdiğini anladı. Son bir kez baktı babasının yüzüne.
“Bugün sadece kardeşimi görmedim Baba.”
Gözlerine değen kara gözlere bakıp, fark ettiği o acı hakikati dillendirdi.
“Aslında bir daha hiç biz olamayacağımızı da gördüm. Sen ondan çoktan vazgeçmişsin.”
Bilmiyordu. Babasının, Genco Uluhan’ın yüreğinde yanan ateşi görmüyordu. Evlatları için verdiği mücadeleyi ise henüz öğrenmemişti. O gün baba ve oğlun ilk karşı karşıya gelişiydi Yaman için. Lakin son olmayacaktı.