“Bu gece senin gecen!”
Sadece günler önce bürosunda çalıştığım eski patronum, yeni ortağımın sözleriyle önünde durduğum parıltılı tabelada gezdirdim bakışlarımı. Kapalı olan camlardan sızmak için çabalayan müziğin derin ve kışkırtıcı sesi kaldı geriye. Kapıdan girmek için bekleyen insanların neşeli ve heyecanlı suretlerine tezat bir ifade vardı yüzümde. Emindim bundan. Zira o kadar uzun zaman olmuştu ki gerçekten gülmeyi unutalı. O denli uzaktı ki benden o gençlik halleri. Yirmi yedi yaşında bir bedene sahip olsam da ruhum koca bir savaşın izini taşıyordu. Derin yaralarım vardı. Sanki hiç durmayacak gibi kanamaya devam eden…
Yine ansızın bulduğum hesaplaşmadan kendimi kopardım. Emniyet kemerimi açıp, arabadan indim. Üzerimde hevesle giydiğim siyah düz elbise vardı. Ördüğüm saçlarımdan serbest kalan tutamlar esen rüzgarla yüzüme düştüler. Umursamadım. Derin bir nefes alırken içime, zihnimi saran anıyla gülümsedim burukça.
“Ama baba… Saçımı yine öremiyorsun.”
Gözlerimin önüne gelen o yüz… Yaramaz bir çocuk edasıyla kıvrılan dudaklarındaki içimi titreten gülümseme… Mavi gözlerindeki ışıltılar…
“Mina.”
Adımı işittiğimde bulanıklaşan gözlerimi kırpıştırdım. Şimdi yapamazdım. Tüketemezdim kendimi. Yabancıların yanında tek bir damla yaş dahi dökemezdim. Arabanın etrafından dolanıp, beni bekleyen adamın yanına yürüdüm. Yüzüne kısa bir an bakıp, “Gidelim.” Dediğimde belimi kavradı. Bu kez itiraz etmedim bu yakınlığa. Güvenlik görevlileri bizi gördüğünde, beklemeden kapıyı araladı. Etraftaki insanlardan farklı olarak ben şaşırmadım. O Murat Gezer’di. Herkesin hayran olduğu adam… Başarılı, varlıklı ve… Ne kadar kabul etmek istemesem de yakışıklıydı. Etrafındaki pek çok kadının ilk bakışta dikkatini çekecek kadar üstelik. Ama o bu durumu umursamıyor gibiydi. Mezun olup, onun ünlü hukuk bürosunda çalışmaya başladığımdan beri yanında bir kadın görmemiştim.
İlgisini açık bir şekilde ifade etmese de, hissediyordum. Ama benim ona verecek pek bir şeyim yoktu. Çünkü beni tanımıyordu. Ne adımı, ne de kim olduğumu biliyordu. Onun için sadece Avukat Mina’ydım ben. Öğrendiği an, beni kendisinden uzaklaştıracağını hatta kovacağını biliyordum. Başlangıçta umurumda olmayan bu durum zamanla canımı sıkan bir yük haline geldi. Her an söylemek istedim. Ama yapamadım.
Aldığım ceza davalarını çözmeye çalışırken, kalan her anımda gizlice hayatımın davası için çabalıyordum. Üzerinden binlerce kez geçtiğim her detayı tekrar tekrar incelerken, adım adım yaklaştığım o ışığı kaçırmamak için, karanlığa hapsolan canımın yarısını kurtarabilmek için savaşıyordum.
Müziğin sesi attığım her adımda artarken, kalabalığı gördüğümde duraksadım. Murat’ın belimdeki elinin sıklaştığını ve onunda durduğunu fark etmem uzun sürmedi.
“Onlar senin için burada…”
Bahsettiği suretlere baktım sessizce. Üniversite arkadaşlarım, bürodakiler, daha önce tanıştığım ünlü avukatlar… Hepsi buradaydı. Benim için… Ama ben burada olmak istemiyordum ki… Yarınki dava öncesinde tekrar ve tekrar çalışmak istiyordum.
“Murat Bey…” dedim ona dönerken. Belimdeki elini ayırmak yerine, çevreledi ben kıpırdandıkça.
“Murat… Artık ortağız unuttun mu?”
Yüzüne bakıp, başımı salladım. Yüzüme düşen tutama dokunacakken, onun eli engel oldu. Kulağımın ardına sıkıştırdığında yüzümü buruşturdum.
“Sevmiyorsun…”
Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. Ne söylediğini anlayamıyordum.
“Bunu…” dedi az önce tuttuğu tutamı geri bırakırken. “Ofiste çalışırken her yüzüne düştüğünde, bunu yapıyorsun. Ardından bu güzel surat büzüşüyor.”
Nasıl biliyordu bunu? Beni mi izliyordu? Ne zamandan beri? Bu düşüncelerle geriye doğru bir adım attım. Ama izin vermedi. Tekrar kendine çekti.
“Bu geceyi hak ettin Mina? Bugün kazandığın dava için çok çalıştınŞimdi kutlama vakti.”
Kollarından sıyrıldım. “Ama yarın çok önemli bir davam var.”
“Benden gizlediğin dava…” dediğinde cevap vermeden az ileride barmenin bulunduğu bölüme yürüdüm. Uzun taburelerden birine oturdum. Bana eğilen adama, “En sert içkiden istiyorum.”
“Emin misin güzelim?” Elindeki karıştırıcıyı gösterdiğinde başımı salladım.
Önce buzların birbirine çarparak bardağa düşme sesi geldi. Ardından karıştırıcıdaki o ritmik ses sona erdi. Uzattığı bardağı kavradım. Dudaklarıma götürmeden önce sol omzumun üzerinden az önce geldiğim köşeye baktım. Oradaydı. Yanına gelen iki kadının konuşmalarını umursamadan bana bakıyordu. Başımı çevirip, bardağın tamamını iki yudumda içtim. Boğazımdaki yanmayı umursamadan, uzattım. “Bir tane daha…”
****
“Bunu nasıl başardın Mina?”
“Gerçekten hayranlıkla izledim duruşmayı. Efsane bir savunmaydı.”
“Teklifler gelmeye başlayacak Murat Bey. Mina Hanımı elinizden kaçırabilirsiniz.”
Birbirine karışan sözler, cevapsız sorular… Hiç biri umrumda değildi. Locada, onun yanında oturmuş elimdeki kadehin içindeki kızıllığı izliyordum. İki kadehin ardından barmenin karşısından sürüklenerek alınmış, şu an oturduğum yere getirilmiştim. Onun tarafından… Öfkeli bakışlarına, aynı şekilde baksam da umurunda değil gibiydi. Neden benimle uğraşıyordu ki? Neden diğer herkes gibi benden uzak durmuyordu? Onlar gibi beni sıkıcı, soğuk bir kadın olarak görmüyordu?
“Kokteyl kadar hoşuna gitmedi herhalde. Bir yudum bile almadın.”
Kulağımda duyduğum fısıltıyla başımı çevirdim. Burunlarımız neredeyse birbirine değdiğinde irkilerek başımı geri çektim. “Şarap sevmem. Kırmızı şarap hiç sevmem.” Neredeyse elime yapışan kadehi bırakıp, ardıma yaslandım. Kollarımı göğsümde kenetleyip, yuvarlak küçük masanın etrafındaki insanların sohbetini dinlemeye çalıştım.
****
Tuvalette işimi bitirip, çıkacakken açılan kapının ardından işittiğim sözlerle duraksadım. Sessizce beklerken, seslerin kimlere ait olduğunu çözmeye çalışıyordum.
“Duydun değil mi ortak olmuş Murat Gezer’le.”
“Kızda ki şansa bak. Yakında yatağına da girer adamın?”
“Belki de girmiştir. Hem kıskanıyor musun yoksa? Onunla yatmayı başaramadın diye?” Kıkırdamalarını işittiğimde yumruklarımı sıktım. Tam kabinden çıkacakken, işittiklerimle duraksadım.
“Olmadığını kim söyledi. Daha dün gece beraberdik. Belki de elinden kaçırmamak için oyun oynuyordur Murat. “
“Ah… Hem Murat Beyi aldı kız hem de bugünkü o dava ile koca servetin hissedarı oldu.”
“Paraya ihtiyacı mı var sanki?Kızın kıyafetlerini, gösterişini görmüyor musun?”
“Sahi kim bu kız? Soy ismi çok tanıdık ama…”
“Geçenlerde bizim kızlardan biri kimliğini görmüş. Baba adında Haluk yazıyormuş.”
“Yani?”
“Haluk Atamer ismi tanıdık geldi mi sana?”
“Şu milyoner babasını öldüren adam değil mi? Onun kızı mı yani? Yok artık. Hayatta inanmam.”
“Haberin yok mu? Dosyası tekrar açıldı o cinayetin. Yarın duruşması var. İster misin avukat olarak bu Mina katılsın.”
“Eğer o katilin kızıysa Murat zaten kovar onu. O zaman hem ortaklık biter hem de ondan kurtulurum.”
Onlar çıkıp giderken, klozetin üzerine çökercesine oturdum. Geçmişle hesaplaşmam saatler önce bitmemiş miydi benim? Bitmemişti. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başlarken, o güne gitti benliğim. O karlarla dolu kanlı geceye…
****
“Bıktım artık. Haluk’u her zaman bende önde tutmandan bıktım. Ondan ve onun kızından da…”
Duyduğum sözlerle, küçük yatağımda benimle uzanan babamın yüzüne baktım. Saatler önce oynadığımız kar topu savaşı nedeniyle üşüyen bedenlerimiz yeni ısınmıştı. Dolan gözlerine dokundum usulca. “Üzülme baba.”
Sözlerimi işittiğinde, elimin dokunuşunu ve benim varlığımı yeni fark etmiş gibi boş bir ifadeyle baktı yüzüme. Kısacık bir an sonra gülümsemeye çalıştı. Ama başaramadı. Hayran olduğum yüzü öyle üzgündü ki…
“Mina… Başka bir evimiz olsun ister misin?”
Bakışlarımı yüzünden ayırıp, aralık duran kapıya baktım. Sanki orada bana her daim nefretle bakan amcamı görebilecekmişim gibi… Doğrulup, babamın yüzünü kavradım küçük ellerimle. “Sadece ikimiz mi?” Fısıldıyordum.
“Evet güzel kızım.” Dedi o da yüzümü sararken. “Sadece bizim. Hem orada çok daha güzel bir odan olur.”
“Dedemde gelsin ama…”
“İsterse bizi ziyarete gelebilir.”
“Ama o gelmesin.” Dedim kaşlarımı çatarken. “Üzüyor seni. Hem beni de sevmiyor zaten. Hep kızıyor bana.”
Dolan gözlerini kırpıştırıp, gülümsedi. “Gelmeyecek.”
Başımı salladığımı gördüğünde kollarıyla sardı beni. “Güzel kızım benim…” dedi saçlarımı öperken. “Yarın sabah gideceğiz. Gece yeni evimizde uyuyacağız.”
****
O an ona son sarılışım olduğunu bilseydim, bırakmazdım. Son dokunuşum olduğunu… Burnuma gelen kokusuyla bir hıçkırık koptu dudaklarımdan. Bulunduğum kabini sarsan yumruklarla irkilerek kendime geldim.
“Mina…”
Oydu. “Git buradan.” Dediğimde kapıyı açmaya çabaladı.
“Çık güzelim. Korkutma beni.”
Yüzümdeki yaşları silerken, burnumu çektim. Kapıyı açıp, çıktığımda çabuk pes edişimle şaşkın olduğunu görebiliyordum. Gözlerine bakarken fısıldadım. “Ortaklığı istemiyorum Murat Bey. Görevimden de istifa ediyorum.”
“Ne?” dediğinde alaycı bir ifadeyle gülümsedim.
“Kim olduğumu gerçekten bilmiyorsun değil mi?”
“Mina…” dediğinde, “Evet.” Dedim. “Mina Atamer. Haluk Atamer’in kızı. Herkesin katil diye hatırladığı bir adamın kızıyım ben!”
Sustu. Bu hali ilk kez canımı yaktı. Gözlerindeki o bakış kanayan kalbimi sızlattı. İlk kez bu adamın kollarıyla sarmasını istedim. Umursamadığını söylemesini, bana inanmasını… Ama olmadı. Gözlerimden akan tek damla yaşı sildim. “İşte… Buraya kadar… Yatağına başka bir kadın, bürona da yeni bir avukat bul Murat Bey.”
Tuvaletten çıkıp, kalabalığın arasına karıştığımda seslenişini işitsem de umursamadım. Çantamı alıp, çıkışa yürüdüm. Hazırda bekleyen taksilerden birini çağırıp bindiğimde kapıda beni izliyordu.
****
Görüşme salonunda cam duvarın ardında beklerken titreyen ellerimi birbirine kenetledim. Neden buraya geldiğimi bilmiyordum. Adımlarım beni buraya sürüklemişti. Kapıya kadar geldiğimde aklıma gelen fikirle içeri girebilmiştim. Aynı sırayı paylaştığım savcı arkadaşımın ayarladığı izinle görüşme gizlice gerçekleşmiş görünecekti. Aslında dava delili olacaktı. Camın ardından olsa bile..
Tekrar yerime oturduğumda , açılan demir kapının çıkardığı gıcırtılı ses boşlukta yankılandı. İrkilsem de başımı kaldırmadım. Defalarca geldiğim ceza evinde ilk kez yabancı hissediyordum kendimi. Yıllar önce gördüğüm suretle karşılaşacak olmanın tedirginliği benliğimin her zerresinde vardı.
Adım sesleri yıllar önceki ritimle yankılandı çevremde. Bacağında doğuştan olan kısalık nedeniyle onu tanıdığım andan beri aksıyordu. Çekilen sandalyenin sesiyle oturduğunu anladım. Derin bir soluk alıp, ahizeye uzandığımda alaycı sesini işittim.
“Sevgili yeğenim. Beni ziyarete gelmiş. Çok mu özledin amcanı?”
Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Kardeş olmaları hep imkansız gelmişti bana. O kadar farklıydı ki yüzü babamdan? O kadar yabancıydı ki…
“Bu çukurda çürüdüğünü görmek istedim. Amca!”
“Uzun kalmayacağım burada merak etme.” Dedi ardına yaslanırken. “Baban gibi cenazemi almak zorunda kalmayacaksın güzel Mina.”
Sözleriyle o gece geldi gözlerime. Hayatımda yer eden en can yakıcı gece…
***
“Bunu yapmak zorunda değilsin kızım.”
Cezaevinin en kıdemli ve bir o kadar da yaşlı infaz koruma memurunun sözlerine yanıt veremeyecek kadar güçsüzdüm. Delice yağan yağmurun altında sırılsıklamdım. Saçlarım yüzüme yapışmış, üzerimdeki incecik mont tenimi kaplamıştı. Ama umurumda değildi. Gözlerim büyük demir kapıdaydı. Onu bekliyordum.
Yağmur yıkarken yüzümü, gözlerimden akan yaşlar karıştı birbirine. Kısacık bir an sonra, görevlilerin omuzlarında çıkan ahşap kutuyu gördüm.
“Baba!” dedim sesim adamların adım seslerine karışırken. Sarsak adımlarla yaklaştım. “Baba!” O an, ansızın tüm gerçek çöktü yüreğime. Koca bir kabustan sıçrayarak uyandı bedenim. Ama kurtulamadı. Bedenim titrerken, kaybetmişliğin acısıyla haykırdım. “Baba!”
Duran adamların omzundaki tabutun başına dokundum. “Bırakma beni Baba! Baba!”
Olmadı. Duymadı beni. On yıl önce, odamdaki küçük yatağımın üzerinde kollarıyla saran babam, ıslak, ahşap bir kutunun içinde bırakıldı önüme. Yüzünü görmek için araladığım kefende morluklarla kaplı yüzü, benim babama ait değildi sanki. Kokusu olmasa inanamayacağım kadar yabancıydı.
Güçlükle ayırdılar bizi. Onu çıkardıkları hapishaneden alıp, kara toprağın altına hapsettiler. Bir katil olarak girdiği o çukurdan, başka bir çukurdaydı şimdi. Dedemin yanındaki yerde değil, kimsesizler mezarlığının sapa bir köşesindeydi. Yanında başka insanların mezarları vardı.
*****
İrkilerek kendime geldiğimde, yüzüne baktım. “Burada öleceksin. Son nefesini bu dört duvar arasında bir katil olarak vereceksin. Ve ben senin cesedini almaya gelmeyeceğim Hasan Atamer.”
“Yanılıyorsun… Zaman aşımı…”
Bir kahkaha savruldu dudaklarımdan. Bu hareketimle irkildiğini gördüğümde, keyifle ardıma yaslandım.
“Avukatlarına söyle daha fazla çalışmaları gerek. O gün… Dava gününü hatırlıyor musun? Sessizliğini ‘Evet’ olarak alıyorum. O gün Amca Dedemin ölümünün 20. senesinden bir gün önceydi.”
****
Yıllarca hazırlandığım ve hukuk eğitimi almaya başladığım anda çalışmaya başladığım davanın vakti gelip çatmıştı. Dosya baştan sona okunmuş, geçmişte hazırlanan olay yer inceleme raporları ve tutanaklar tekrar dinlenmişti. Ama tek bir farkla… Benim eklediğim detaylar da yerini almıştı. O zaman Dedemin evinde çalışan ve hala hayatta olan yardımcıların şahitlikleri dinlenmişti. Hepsi babamın ve Dedemin birbirini ne kadar sevdiğinden, babamın ne denli iyi bir adam olduğundan bahsetmişlerdi. Lakin hakim ve savcı delillere önem verdikleri için benim ipleri ele almam gerekiyordu.
“Başka eklenecek bir şey yoksa…”
“İzninizle benim söyleyeceklerim var Hakim Bey.”
Savcı, “Başka bir şahidiniz mi var yoksa?” dediğinde, “Evet.” Dedim ve tam karşılarında olan kürsüye geçtim. “Ben varım.”
Şaşkınlıkla bana bakan yüzlerde gezindi bakışlarım. “Haluk Atamer… Benim…” dedim yutkunurken. “Babamdı. Ve ben o gece oradaydım.”
Mahkeme salonunda duyulan şaşkın nidaları susturunca ve devam etmemi söyleyince Hakime döndüm.
“Babam beni uyutmak için yanımda uzanıyordu. Sekiz yaşlarındaydım. O gece… Amcam Hasan Atamer ve Dedem Haldun Atamer’in tartışma sesleri odama kadar geliyordu. Hasan Atamer, bizden bıktığını ve Haluk Atamer’i kendisinden önde tuttuğunu söylüyordu. Beni ve babamı istemediğini o an bile anlayabiliyordum. Ama ilk kez böyle bir tartışmalarına şahit oldum. O gece babam, başka bir eve taşınabileceğimizi söyledi. Sadece ikimiz… Sabah Dedeme söyleyeceğini, o gece yeni evimizde uyuyacağımızı söyledi.” O ana dalarken, derin bir nefes aldım. “Sonra uyumuşum. Seslerle uyandım. Yatağımdan kalkıp, ne olduğunu anlamaya çalıştığımda merdivenlerden inen Hasan Atamer’i gördüm. Üzerine bir tişort geçiriyordu. Saçları karışmış, yeni uyanmış gibiydi. Ama gözleri… Kırmızıydı. Çok kırmızı… Korktuğumu hatırlıyorum. “Baba” diye seslendiğimi… Sonra salondan gelen babamın sesini duyup odaya koştum. Dedem kanlar içinde yerdeydi. Babam ise, onun başını dizlerine koymuş yüzüne dokunuyordu. Bıçak dedemin göğsünde saplanmış vaziyette duruyordu. Babama yaklaştım. Ellerinde kan yoktu. Bıçağa dokundu. Geri çekmek istedi. O an göz göze geldik. Ardından Hasan Atamer’in “Katil” diye bağırışlarını duydum. Sonra evin çalışanları geldi. Babam yanına oturmak istesem de, boynuna sarılmak istesem de izin vermedi. Ağlıyordu. Polisler ve ambulans geldi. Dedemin öldüğünü söylediler. Babamın eline kelepçe takıldı. Hasan Atamer, babama saldırmaya çalıştı. Polisler engel oldu. Sonra götürdüler onu.”
Kendimi toparlamaya çalışıp, bu kez şahit değil avukat kimliğime büründüm. “Sayın Hakim ve Savcım… O gün tutulan polis tutanakları hatalı ve eksiktir.” Hazırladığım görseli açtım.
“Ayrıca… Hasan Atamer, 1.70m boyundadır. Haluk Atamer ise, 1.89m boyundadır. Maktul Atamer ise, öldüğündeki rapordan bakabilirsiniz. 1.68m boyundaydı. Kalbinden, tek bir darbeyle bıçaklanmıştı. Dikkatle bakabilirseniz, bilirkişi gözetiminde yapılan bu deneyde Hasan Atamer’in boylarında olan bu beyefendi, maktulün boyundaki bir mankenin kalbine bu şekilde bir bıçak darbesi yaptığında oluşan durum bu. Bir de diğer duruma bakalım. Haluk Atamer’in boyundaki bu beyefendinin, maktulün boyundaki mankene yaptığı darbe… Sayın Bilirkişi aynı olmadığını onayladı ve hazırlanan rapora göre, maktulün ölüm raporuna benzer olan olay kesinlikle birinci olaydır. Bu rapor dosyada mevcuttur.”
Dolan gözlerime mani olamadan karşımdaki kurula seslendim. “Babam suçlu olmadığını kanıtlayamadan, cezaevinde vefat etti. Hazırladığım raporlar, tanıklar, Haluk Atamer’in elinde kan olmayışı, polislerin hazırladığı raporda da kan görüp görmeme durumunu belirtmemiş olmaları, yeterli olmayan geçmiş raporlar, derinlemesine yapılmayan soruşturma nedeniyle, yaklaşık on yıl cezaevinde suçlu konumunda yatarken vefat eden babam Haluk Atamer’in iade-i itibarını istiyorum. Ayrıca o gece şahit olduğum tartışma nedeniyle, hazırladığım rapor ve ölüm raporunda denk düşen hususlar nedeniyle Hasan Atamer’in tutuklanarak sorgulanmasını istiyorum.”
Uzun uzun düşünürlerken son şansım olduğunu biliyordum. Zaman aşımına girmemesi için bugün karar çıkmak zorundaydı. Yoksa hiçbir şey başaramamış olacaktım.
“Karar… Mina Atamer’in vefat eden babası için açtığı iade-i itibar davasında, yapılan yeni incelemeler ve bilirkişi raporlarıyla, Haluk Atamer’e suç istinat edilen fiili gerçekleştirdiğine dair bir delil bulunmadığından ilgili hüküm kararının bozulmasına, merhum Haluk Atamer’in itibarı ve bütün haklarının iadesine mahkemizce karar verilmiştir.”
Olmuştu. Başarmıştım. Babam artık ‘katil’ olarak anılmayacaktı. Ailesinden mahrum edilişinin izlerini geç de olsa silebilecektim. Onu ait olduğu yere götürebilecektim. Ve o lanet herif istediğim gibi demir parmaklıkların ardına gidecekti.
Mutlu olmalıydım artık. O kapıda bıraktığım çocukluğumla vedalaşmalıydım. Peki neden yapamıyordum. Sadece dört saat önce hayalini kurduğum şey gerçek olduğu halde, yüreğimdeki sızıyı neden yok sayamıyordum?Omuzlarımdan kalkan yükün verdiği hafiflik koca bir boşluk bırakmıştı geriye. Rüyamı gerçek kılmıştım.
****
Düşüncelerden sıyrılıp, anlamadığını gördüğümde usulca yaklaştım cama. “Yani…” dedim. “Zaman aşımının dolmasından bir gün önceydi.”
“Hayır!”
Haykırışını duyduğumda yerimde doğruldum. “Babamın burada geçirdiği on senenin dört, beş katını hatta daha fazlasını geçireceksin burada. Dilerim ki uzun yaşarsın. Öyle uzunki öldüğünde yüz yaşını bulasın.”
“Seni küçük sürtük…”
“Şişt. Küfür etmek hiç yakışmıyor sana ama. Bu arada.” Dedim. “Yalıyı satıyorum. Eşyalarını merak etme. Hepsi sen buraya girdiğin gün yakıldı.”
“Yapamazsın. O ev aile yadigarı…”
“Hangi ailenin?” dedim etrafımızı gösterirken. “Atamer ailesinden geriye kim kaldı? Sadece ben! Sen artık bir Atamer değilsin.”
Yerinden kalktığını gördüğümde alaylı bir halde gülümsedim. “Ne oldu? Bilmiyor muydun? Babama yaşattığın her şeyi sende yaşayacaksın. Birinci derece yakının olan adamı öldürdüğün için ondan kalan hiçbir şeyi alamayacaksın.” Dedim dişlerimi sıkarken. “Babama yaşattığın ve ondan çaldıklarının karşılığı olarak tüm mal varlığında artık benim. Yani artık tek bir kuruşun bile kalmadı. Amca!”
“Seni yıllar önce öldürmeliydim. Babanın kucağında geldiğin o gece…”
Annem, beni doğururken öldüğünde babam kucağında benimle geri dönmüştü. Annemle evlenmesini istemeyen dedem bize sahip çıkmıştı. Beni sevmişti. Babamı da zaman geçtikçe affetmişti. Onu delirten belki de buydu.
“Sen… Anneme…”
“Evet!” dedi haykırarak. “Ona aşıktım. Ama o babanı seviyordu. Beni görmedi. Duymadı. Beş parasız kalsa bile onu sevmeye devam etti. Sonra sen doğdun. Senin yüzünden öldü. Uzaktan bile görmeye razıyken onu elimden aldınız siz. Sen ve o… Baban…”
Duyduklarıma inanamıyordum.
“Nefret ediyorum sizden. Ölmüş dahi olsa da babandan da, senden de nefret ediyorum.”
“Dedemi neden öldürdün?” dediğimde odada olan infaz koruma memuru irkildi.
“Haluk’u benden daha çok seviyordu. Seni de… Mirasının çoğunu sana ve babana bırakmak için avukata vasiyet bırakmıştı. Buna izin veremezdim.”
“Bu yüzden mi yaptın? Kendin öldürüp, babamın üzerine attın suçu. Hem onu mirastan mahrum ettin hem de benim velayetimi alıp mirasın tamamını ele geçirdin.”
“Sayemde yetimhane köşelerinde büyümedin!”
“Keşke büyüseydim. Bıraksaydın beni… Bıraksaydın da senin eziyetlerinden kurtulmuş olsaydım.”
“On sekiz yaşına geldiğinde kurtuldun ya. Unuttun mu?”
Reşit olduğumda onun hapishanesinden kurtulup, babamın sahip olduğu küçük evde bir hayat kurdum kendime. Ufak, sade bir hayat… Ondan ve onun pisliklerinden uzak da… Ayak da durmaya çabaladım. Başardım da. Yıkık, dökük olsam da…
“Her şey bitti.” Dedim. “Babama ait olması gereken her şey tekrar onun. Soyadı da, masumiyeti de… Ne miras kaldı elinde şimdi ne de bir aile… Babamı alacağım o kimsesizler mezarlığındaki yeri senin için satın alacağım Hasan Atamer. Bedenin o çukur da çürüyüp gidecek. Babam ait olduğu yere, Dedemin, Büyükannemin ve Annemin yanına gömülecek.”
“Hayır!” dediğinde umursamadan devam ettim.
“Mezar taşında Haluk Atamer yazacak. Seninkinde ise sadece adın. Soyumuzun adını orada bile kullanmana izin vermeyeceğim.”
“Yapamazsın.” Dedi cama vururken. “Yapamazsın.”
“Yapacağım. Ve sen buna engel olamayacaksın.” Dedim. “Bu beni son görüşün Hasan Bey! Mahşerden önce…”
Yüzüne bakıp, ahizeyi bıraktım. Usulca ardıma dönüp çıkarken, camı yumrukluyordu.
*****
Açılan mezara bakmak istemesem de, mani olamıyordum kendime. Onu bir kez görebilmek için canımı vermeye hazırken… Toprak sıyrılıp, tahtalar söküldüğünde titredim. Beyaz kumaş parçasına sarılı bedene baktım. Sadece bir kemikten bir ibaret olsa da, o oradaydı. Benim babam. Canımın yarısı…Dualarla tabuta konup, arabaya yüklenirken peşindeydim. Beni görebilecekmiş gibi, hissedebilecekmiş gibi…
Saatler sonra ait olduğu yere yerleştirilip, üzerine toprak örtüldüğünde rahat bir soluk aldım. Yıllardır olmadığı kadar özgürdü ruhum. Kalbimdeki o tonlarca yük mezar taşına baktığımda yok oluyordu.
Haluk Atamer…
Babam…
Başarmıştım. Olmuştu işte. Masumluğunu kanıtladığım babam, geç de olsa ruhu huzura erebilecekti. Toprağında gezdirdim ellerimi. “Rahat uyu babacığım. Huzur içinde uyu…”
Boynumdaki şalı peşimde sürükleyerek mezarlığın çıkışına yürüdüğümde, gördüğüm kişiyle duraksadım. Murat… Buradaydı. Kapının ötesinde, arabasının yanında kıpırdamadan bana bakıyordu. Yavaş ama güçlü adımlarla yanına doğru yürüdüm. Karşısında durduğumda, “Ne işin var burada?” dedim.
Önce arkamızda kalan mezarlığa ardından yüzüme baktı. “Seni burada öpersem çarpılır mıyım?” dediğinde şaşkınlıkla baktım.
“Ne?” dediğimde, “Gel benimle!” deyip elimi kavradı. Beni arabasının koltuğuna oturtup, yerine geçtiğinde onu izlemekten başka türlüsü gelmiyordu elimden. Araba hareket edip, uzaklaştıktan kısa bir süre sonra durduk. Konuşmama fırsat dahi vermeden, belimi kavrayıp, kucağına çekti. Şaşkınlıkla aralanan dudaklarıma kapandığında, öylece durdum. Sadece kısacık dokunup, geri çekildi ve fısıldadı.
“Mina…” dediğinde “Hı…” dedim sadece.
“Ne olursan ol, kim olursan ol umurumda değil. Ben sadece seni istiyorum.”
“Ama…” dediğimde dudaklarıma örttü parmaklarını.
“Sana aşığım.”
Dudaklarımdaki parmakları kavradım. “Murat… Ben…” dediğimde, alınlarımızı birbirine yasladı.
“Bir daha söylesene… Adımı…”
“Murat…” dediğimde derin bir çekti. “Mina…”
“Ben sana söylemek istedim ama… Yani ne tepki vereceğini bilemedim. Ve… Korktum.”
“Neden korktun?” dedi geri çekilirken. “Benden mi?”
Başımı salladım. Ellerimi birbirine kenetledim. “Bu davayı kazanamayabilirdim. İspat edemeyebilirdim babamın masumiyetini. Herkes onu katil olarak hatırlamaya devam edebilirdi. Ama sen…Neden bilmiyorum ama… Sen ona öyle dersen… Öyle bilirsen… Ben… Bunu kaldıramazdım.”
“Senin gibi masum bir kuzunun babası öyle zalim bir kurt olamazdı. Kim ne derse desin ben sana inanırdım.”
“Ben kuzu değilim.” Dedim kaşlarımı çatarken.
Dudaklarıma kapanmadan önce fısıldadı. “Ah Mina… Ne yapacağım seninle ben?”
Soluksuz kalıp, ayrıldığımızda boynuna sarıldım. Başımı göğsüne yaslarken fısıldadım. “Sev… Çok sev… Çünkü babamdan başka kimse sevmedi beni.”
****
Onunla karşılaşmamızın üzerinden henüz iki hafta geçmeden almıştım haberi. İntihar etmişti. Tek kişi olarak kaldığı o küçük koğuşta, yırttığı çarşafı asarak son vermişti hayatına. Ölmüştü. İçimde zerre acı bırakmadan… Ardında yitip giden hayatlar ve kan bırakmıştı. Dediğim gibi onu babamı aldığım kimsesizler mezarlığına defnettirdim. Cenazesine gitmedim. Murat’ın aldığı haberlere göre sadece görevliler katılmıştı zaten. Herkes silmişti onu. Bende o ve o geceden kalan hatıraları barındıran her şeyi sattım, yok ettim. O evi, çiftliği ve onun yönettiği şirketi satıp, aldığım parayı hayır kurumlarına bağışladım. Arsalar, gayrimenkuller ve birkaç mal varlığını bıraktım geride. Onlara da dokunmayacaktım.
Bir ailem vardı artık. Çok sevdiğim ve beni çok seven kocam, Murat’ım… Minik meleğim, kızım, Rüya’m… Ve çok yakında aramıza katılacak minik kuzum Rüzgar’ım…
Oysa bundan birkaç yıl önce her şey bir hayalden, bir rüyadan ibaretti benim için. Avuçlarımdan söküp alınan babam için verdiğim savaşta küçük, masum bir kuzuydum ben. Bu kuzunun rüyası vardı bir de. İmkansız denilse dahi, gerçek olmuştu.
Ellerinize emeklerinize kaleminize sağlık. Çok güzeldi. Tadı damakta kalan cinsten. ♥️♥️♥️
Çok teşekkür ederim. Bende yeri çok ayrı olan bir hikayemdir. ♥️
Damak tadında bir hikayeydi teşekkürler
Güzel bir hikayeydi ama merak ettim neden tek bölümlük
Emeğine sağlık yazarcığım