“Şimdi değil. Hayır.”
Karnındaki bebek sözlerini dinlemiyordu.
Gecenin karanlığına iz birakan sislerin içerisinde koşan kadın bedeninde büyük bir aşiretin varisini taşıyordu.
Sancıları arttığında ayakları birbirine dolandı. Toprağın üzerinde yuvarlanırken çaresizce karnını sardı. Kısacık bir an sonra büyük ağaç gövdesine çarparak durduğunda bacaklarından süzülen kan acısının işaretiydi.
Ağacın sert gövdesine kendisini yaslamadan önce çamura bulanmış elbisesinin eteğini sıyırdı. Iç çamaşırını çıkardı. Parmaklarını acısının kaynağına değdirdiğinde eline gelen yumuşaklıkla yutkundu. Bebeği geliyordu. Kendini geriye yaslarken dişlerini sıkarak ıkındı. Sesini çıkarmamak için dudaklarını ısırmaktan kanatmıştı. Lakin umurunda değildi. Yakalanmayı göze alamazdı.
Sancıları ve kasılmaları artarken gücünün sonuna geliyordu. Son kez ıkındığında koca bir boşluk oluştu bedeninde. Ardından koca ormanda yankilanan o ses duyuldu. Bebeği tüm gücüyle ağlıyordu.
Elbisesinin eteğini yirtmak için hareket ettiğinde fısıldıyordu.
“Ağlama. Yalvarırım ağlama.”
Elbisesinden yırttığı kumaş parçasına sarmadan önce yanındaki taşlardan birini kavradi. Elleri titreyerek göbek bağını taşla ezmeye çalıştı. Başardığında kanlı taşı geriye savurdu. Kumaş parçasına bebeği sardığında o sesi duydu.
“Meryem!”
Bebeğini göğsüne yaslarken, ağacın yanında sürükledi bedenini. Görünmemek için ardına yaslandığı sırada kendi inançlarına göre dua ediyordu.
Yapraklara ve ağaç dallarına basan adım seslerinin yaklaştığını hissettikçe yüreği korkuyla çarpıyordu. Başını eğdiğinde adamın geldiği yöne geri gitmek için döndüğünü gördüğünde derin bir nefes aldı. Ta ki bebeğinin ağlayışı ormanda tekrar yankılana dek…
Yanında duran adamın önce ayakkabılarını gördü. Başını kaldırdığında kendisine nefretle bakan gözleri…