Duyduklarıyla gözleri kocaman açıldı Rüzgâr’ın. Yerinde doğruldu, ama tek kelime etmedi. Arkası dönük olan Duru’nun uzun saçlarına baktı.
Kulaklarına dolan ‘nikah ve hoca’ kelimesiyle öylece kalmıştı. “Ne?” diyebildi cılız bir sesle.
Abisine döndü Duru. “Ne hocası ne nikahı?”
Nazlı’yı olunun altında olan Karahan, huzuru bulmuş gibiydi. “İmam nikahı, şimdilik.”
Arkasına dönüp hırsla baktı Rüzgâr’a. “Senin işin mi bunlar?”
Kaşları havalanan Rüzgâr ellerini havaya kaldırdı. “Bende şimdi duyuyorum.”
“Yazık, adamın sabıkası var ya, artık ne olsa ondan bilirsin.” dedi Zeynep.
Çaki bebeğin gözlerini açıp başını ağır ağır çevirmesi misali Zeynep’e döndü Duru. Birileri Rüzgâr’ı mı savunuyordu?
Gözlerden korkan Zeynep yerinde kıpırdanıp Rüzgâr’a baktı. “Aman be sende bu işler hep senin başının altından çıkar.” dedi. Şok geçiren Rüzgâr’ın sesi soluğuna kaçtı. Duru Abisine döndü. “Ben niye evleniyorum onunla?”
Karahan başını Duru’ya doğru uzattı. Babası duysun istemiyordu. “Bir oğlun var.” Rüzgâr’a baktı. “Bende bayılmıyorum.” diyerek kardeşine döndü yine. “Sen bana güvenmiyor musun?”
Eli ayağına karışan Duru, “Yok ondan değilde, ben onu affettim mi ki evleniyorum? Oğlum olabilir ama henüz bir karara varmadık. Güvenmediğim biriyle pat diye nikah mı olur?”
“Ben gitsem iyi olacak.” diyebildi. Rüzgâr’ın kırgın sesini işitince dilini ısırdı Duru. Dilin kemiği yoktu ve laf ağızdan çıkmıştı. Hak ediyordu veya etmiyordu ama onu üzmek, kendini üzmekten ibaretti. Dönüp bakmaya bile cesaret edemedi.
Arkasını dönen ve kapının koluna asılan Rüzgâr Karahan’ın sesiyle durdu.
“Neyin iyi olacağına ben karar veririm. Bugüne kadar neyin iyi olduğuna siz karar veremediniz. İkinizde sesinizi kesin.” dediğinde Karahan’ın sesinden çıkan buz kütleleri orada bulunan herkesin yüzüne çarpmıştı.
“Git üzerini değiştir. Çağırınca aşağı gel.” diye hafif tonda bağırdı Karahan kardeşine.
“Sende içeri geç.” dedi Rüzgâr’a. Gözlerini kapatıp derin nefes aldı Rüzgâr. Karahan’a karşı çıkmak demek geleceğin önüne set çekmek demekti, ama bu fazlaydı. Ve sesini çıkaramamak kanına dokunuyordu. Karahan’a döndü. “Bu konuyu daha sonra konuşabiliriz. Ve ben kendi işimi kendim çözebilirim. Ne zaman hazır olursa o zaman olur o dediğin. Belki hiç hazır olmayacak, bize böyle bir şey diretmeni anlamıyorum.”
“Bak Asilkan; Benim sabrımla oynama! Ne diyorsam o!” dedi Karahan.
Abisinden korkusuna sesini çıkaramadı Duru. Göz ucuyla baktıgı Aslı’ya imdat çığlığı atıyordu. Tek kaşını havaya kaldıran Aslı, “Hiç bana bakma canım. Ben senin işine çok karıştım. Bundan sonra mutluluğa giden yolda ancak gelinliğinin eteğini tutarım.” dedi.
Gözlerini devirdi Duru. Yapacak bir şeyi yoktu. Hem… Hem bu arkasında olan adam ne demek istiyordu. Hızla geriye döndü. “Sen ne demek istiyorsun ben anlamadım? Benimle evlenmek istemiyorsun da ne diye peşime düştün?”
Şok oldu Rüzgâr. Bu beklediği en son soruydu.
“Ben öyle bir şey demedim.”
Duru ağzını açıp cevap vereceği sırada Karahan’ın gür sesiyle sustu.
“Yüzüne bak ve onu sevmediğini söyle bende gitmesine izin vereyim.”
Azra’nın kızlara eğilip, “Aha şimdi sıçtık,” diye fısıldamasını Duru duymuştu. Rüzgâr’ın beklentili hali ve abisinin sözleri aklını karmakarışık hale getirmişti. Şimdi gözlerine bakarak nasıl söyleyeceğini hesap ediyordu. Ama bu çıkmazdan başka türlü kurtulamazdı.
“Sevmiyorum.” dedi gözlerine bakarak. Rüzgâr’ın an be an gözlerindeki yıkıma şahit olduğunda içi paramparça göz temasını kesip abisine döndü. “Oldu sanırım. Ben odama çıkıyorum.” diyerek merdivene doğru hızla yürüdü. Başını önüne eğen Rüzgâr, sıkışan göğüs kafesinin verdiği ağırlıkla dağılmış yüzünü Karahan’a çevirdi. “Yarın geleceğim ona söyleyin; Dedeme götüreceğim oğlumu ve annesini. Soy adı için sabah işlemler başlayacak. En azından bunu yapabilirim.”
Kimseden yanıt, soru beklemeden kapıyı açıp çıktı. Ardından da yavaşça kapattı.
Aslı, Karahan’a baktı. “Olmadı sert oğlan. Duru’nun hislerini katmadın. Onun için ölebilir ama henüz çözülmemiş sorunları vardı.”
Kocasına kollarını saran Nazlı, Karahan’ın da en az Rüzgâr kadar dağılmış olduğunu gördü.
“O üzüldü, ama sen neden üzüldün.”
Başını sıkıntıyla salladı Karahan. “Aşkta günah yada sevap aramıyorum artık. Giden her güne bir yangın düşüyor Nazlı. Ve geçen zaman bize bizi kaybettiriyor. Rüzgâr için üzülmek çok saçma ama aşık olduğu kadının seni sevmiyorum dediği adama üzüldüm.”
Zeynep, “Biri de yukarıda salya sümük ağlıyordur şimdi. Ona kim üzülecek?” dedi.
Herkes derin düşüncelere dalmıştı. Nazlı, “Bence ikisi birbirine yeteri kadar üzüyor. Onlar birbirine yeter. Hadi içeri geçip Poyraz’ı sevelim. Bizi anca o paklar.” Nazlı’nın sözleriyle Aslı, Zeynep ve Azra hariç salona geçtiler. Kızlar da merdivenleri tırmanıp Duru’nun kapısını sertçe açtılar.
Camın önünde adamının gidişini izleyen Duru gözlerini sildi. Aslı ortaya kadar gelip durdu.
“Oldu mu şimdi Duru? Yıktın adamı.” Yumuşak bir sesle. “Boynuna mı atlasaydım.” dedi Duru.
Zeynep kendini yatağa atıp “Hayır şekerim, ama bu da ağır oldu. Rüzgâr’ı bizden iyi tanıyorsun. Adamın sevgiyle sorunu var. Ve sana olayların nasıl geliştiğini de anlattık sanıyorum.”
Azra’da yatağın ucuna oturdu. Hamile olduğundan dolayı kendini oradan oraya atamıyordu. “Şimdi sabaha kadar uyumaz. Kalbine inmese bari. Ne oldu ki şunun şurasında bir ay önce kriz geçirdi.
Kalbi daha çok sızladı Duru’nun. Kendini külçe gibi yatağa bıraktı. “Yapmayın, olmaz değil mi?”
Duru’nun yumuşamasını gözlemleyen Aslı, azcıktan daha bir şey olmaz diyerek, “Bilemeyiz ki, Hare evdemi acaba. Yalnız kalmasa bari.” diyerek Duru’nun merakını ve endişesini iki misline çıkardı.
Zeynep, “Eğer sabah ederde ölmezse yarın seni almaya gelecekmiş. Dedesine götürmek için.” dedi.
Başını hızla Zeynep’e çevirdi Duru. “Ağzını hayr aç!” Kollarını göğsünde bağladı Aslı. “Ne oldu böceğim, merak mı ettin? Az önce yaşarken ölürdün adamı. Başka bahane bulabilirdin. Sevmiyorum dersen sevgiye muhtaç adama, mezara ihtiyacımı kalır.”
“Siz neden bana psikolojik baskı uyguluyorsunuz? Ne diyebilirdim? Beni evlendirecekti abim. Daha bir sevgi kelimesi bile duymadım. Konuların üzerine tek laf etmeden bana her ne kadar gereksiz bile olsa açıklama yapmadan evlense miydim?”
Aslı gelip önünde diz çöktü. “Tatlım sonuca giden yoldasın. Yaralar kabuk bağlar ve iyileşir. Değiştirmek elimizde olsa emin ol Rüzgâr dünyayı tersine çevirirdi. Abinin karşısına çıktığını ve ona her şeyi anlatması ve üstüne abine ‘canımı verecek kadar çok seviyorum’ demesi her adama has değil. Evet önceden adam değildi, veya biz öyle sanıyorduk. Adi pislik biriydi belki. Evet çok hata yaptı baştan anlatabilirdi. Belki de bu hatada bizim de payımız var. Bunlar değişmiyor. Tıpkı senin onu sevdiğin gerçeği gibi…” Derin düşünce kuyusuna düşen arkadaşına kıyamadı Aslı.
“Hem bana da acı, onu koruyacağım diye Abinden yumruk yedim, çenemi kırdı. Daha ne kadar canım var bilmiyorum.” dedi Aslı gülerek.
“Neden korudun onu? Bir kaç yumruk yiyebilirdi.” dedi Duru.
“Unutuyorsun, benim asıl işim cihanda aşk ahirette aşk. Ne yapsaydım; Bıraksaydım da seni hiç bulmasa mıydı? Sonra sen başka diyarda o başka diyarda… Sonra baktın bir çocuğu daha oldu. Asya ve ben gibi yirmi beş yıl sonramı bulsaydı kardeşler birbirini? Babam anneme hasret ölürken, annem babama aşkından kanser olurken; Bıraksaydım da sen ve Rüzgâr da mı öyle olsaydı? Bunun ne kadar acı olduğunu sen asla bilemezsin. Sen bilme diye korudum. Seni bulsun diye uğraştım, ama kabul etmek lazım oda baya dişli çıktı.”
Anne babasından dertli olan Zeynep’te derin iç çekti. “Ben aşk çocuğu değilim. Hiç olmadım da… Annemle babam seviyeli ve saygılı oldular hep ama hiç aşık olmadılar. Sen başka birine mantık diye gidip evlensen, Rüzgâr da aynını yapsa ne olurdu biliyor musun? Çocukları benim gibi mutsuz olurdu.”
Azra, “Her aşk ikici bir şansı hak eder. Tövbe etti. Seni tanıdığı günden bu güne hayatına tek bir kadın bile sokmadı. Cezası müebbet olsada, mahkum olduğu yer senin kalbin! Bunu düşün. Kaderi değiştirmek elimizde değil, ama yön vermek elimizde.” dedi.
Arkadaşlarını dinlemiş ve hak vermişti. İçindeki öfkeye kurban edemeyeceği bir oğlu vardı.
Ayaga kalkıp camın önüne geçti. Rüzgâr’ın üzgün olarak ayrıldığı yolla baktı. “Tam göremedim, bir de ben göreyim şu yeni Rüzgâr’ı.”
“Gör böceğim, al senin olsun.” dedi Aslı.
“Bence bu işi başa saralım.” dedi Azra.
Kaşlarını çattı Duru. “Nasıl yani?”
“Ne bileyim yani flört, çıkma, sevgili falan filan işte…”
Zeynep yerinden fırladı. “Bence çok mantıklı.” dediğinde Aslı’da ona katıldı. “Bencede, ama bu gece haksız yere kırdığın kalbi nasıl düzeltirsin bilmem.”
Duru sıkıntıyla ‘of’ çekti. “Hiç uğraşamam, daha neler? Oldu, birde gönlünü alacağım. Yok artık.”
Kızlar aynı başlarını sallayıp, “He tabii tabii.” diye mırıldandılar.
…
Saat on ikiyi vurmak bilmemişti. Çiftlik evine gidecekleri için ona uygun olarak giyinmeyi uygun görmüştü Duru. Bilekten siyah kot ve üzerine beyaz bluzuyla tam olmuştu. Siyah kabanınıda kenara koymuştu. Saçlarının ucuna bir kaç maşa darbesi ve hafif bir makyaj yaptıktan sonra hazır bekleyen oğluna baktı. Giydirdigi minicik pantolonu ve kazağıyla küçük delikanlıda hazır vaziyette babasını bekliyordu.
“Gözün yollarda kaldı.” diyen halasına döndü. Çok açık ettiğini hissetti. “Yok hala ne yolu ne gözü, bekletilmekten hoşlanmıyorum?” diyerek kendini kurtarmak istedi, ama Hurinur halayı kandırmak ne mümkündü.
“Evet canım, adamın on iki dediği saati hazır halde yarım saattir bekliyorsun.”
Gözlerini deviren Duru, halasına döndü. “Ay tamam bekliyorum oldu mu? “
Hurinur hala gözlerini kıstı. “Niye sevmiyorum diyorsun peki mendebur? Adam seni almaktan vazgeçsin gitsin koluna başka bir hatun taksın üstüne birde çocuk yapsında gör. Ondan sonra bağla elini otur. Çok beklersin.” Halasını dehşetler içerisinde dinleyen Duru’nun nefesi içine kaçmıştı. Gözleri kocaman açılmış duyduklarını sindirmeye çalışıyordu. Voltu düşük lamba kadar cılız sesiyle mırıldandı. “Ne?”
Hala ayaga kalkıp Duru’nun etrafında dönmeye başladı. “Hmm, kilo da almışsın. Zaten çok cılız da değildin. Cık, erkekler ince belli sever. Yani bir kısmı. Rüzgâr’ın da o kısımdan olma olasılığı yüksek. Adam yakışıklı şimdi.” Duru’nun eli istemsiz kalçalarına ve karnının üzerinde gezindi.
Ne vardı ki kırk beden olmakta? O kendinden hoşnuttu. Halası haklı mıydı acaba? Rüzgâr’ın yanında başka birini aklına gelince hırsa kapılıp halasına döndü. “Ben varya oyarım adamı. Ne demek ince seviyor? Kırk beden sevecek o kadar.” Kendine çemkiren yeğenine gülmemek için üstün bir çaba sarf etti.
“Kırk beden adamı sevmiyor ki, adam neden kırk beden sevsin şimdi? Gider sıfır beden sever.” Duru’ya göz kırpıp haince bir sırıtışla arkasını dönüp salonun kapısına doğru yürüyüp çıktı Hurinur hala.
Gözlerini kapatıp başını arkasına attı Duru. “Sabır yarabbi, sabır!” diye inledi. Evin devasa zil sesi yankı yaparken Duru onun geldiğini anlamıştı. Salon kapısının önünden geçen halası Duru’ya göz ucuyla bakıp kapıyı açtı.
Suratı dün gece olduğundan daha asık. Daha bir boş bakan gözler Duru’yu es geçerek Hurinur halaya elini uzatıp selam verdi.
“Hoş geldin, oğlum içeri gelmek istemez misin?” Damadını seven hala nezaket gösterisiyle Rüzgâr’ın yüzüne tebessüm eklemek istemişti. Olana çare yoktu, ölmeden bir çare bulmakta fayda vardı.
“Teşekkür ederim efendim, ama dedem ve babaannem bekliyor. Yolda biraz uzun anca gideriz.” dedi Rüzgâr. Hurinur hala başını eğip anlayışla karşıladı. “Peki.” Sıranın kendine gelmesiyle Duru, “Ben Poyraz’ı getireyim.” diyerek salona geçip pusetiyle beraber oğlunu kaldırdı.
“Her geçen gün daha mı ağır oluyorsun oğlum?” diye mırıldandı. Kapıda bekleyen Rüzgâr hemen bebeği aldı elinden. Uyumak üzere olan Poyraz babasına gözlerini açıp kapatıp bakıyordu. Rüzgâr gülümsedi.
Mucize gibiydi. Anlaşılmaz bir duyguydu. İnsanın içi boş yere sevinçle doluyormuş gibi hissetti. Oğluna baktığında adamın yüzünde oluşan ifadeye vuruldu Duru. Gerçekten hata etmişti gitmekle. Bir kaç gün önce böyle bir günün asla gelmeyeceğini düşünürken şimdi baba oğlu böyle görmek tarifsiz mutluluktu.
Rüzgâr Duru’ya kısa ve soğuk bakış atıp “Gidelim mi?” dedi.
“Gidelim.”
Duru arka kapıyı açınca koltukta yeni doğan bebek koltuğu görmeyi beklemiyordu. Kaşları havaya kalktı.” Bunu sen mi aldın?” Gibi saçma bir soru çıktı ağzından. Hangi ara akıl edebilmişti ki?
Diğer puseti uzatıp Poyraz’ı almasını sağladı. “Evet.” diye kısa bir cevap verdi. Bebeği alıp oto koltuğuna güzelce yatırdı. Kemeri de bağlayıp kapısını yavaşça kapattı. Diğer arka koltuga oturmak için adım attığında, buna gerek olmadığını düşünüp Rüzgâr’ın yanına oturdu.
Dün geceden beri düşünmekten ve o kelimeyi beyninde evirip çevirmekten uykusuz kalmıştı Rüzgâr. Üzülmenin, hissettiği acının yanında hafif kaldığına kanaat getirmişti. Hiç bu kadar içinin acıdığını hatırlayamadı. Duru’nun doğru söyleme ihtimalini gözden geçirmişti. Giderken onu sevdiğini söyleyen kadının geri döndüğünde unutmuş olması mümkün müydü? Öyleydi veya değildi, sonuçta duymuştu.
Yol boyunca tek kelime bile etmemiştiler. Rüzgâr sustukça, Duru gerekli gereksiz vicdan muhasebesini giriyordu. Ve anladı ki Rüzgâr’a susmak hiç yakışmıyordu. O güldüğü konuştuğu zaman sevgi doluydu. Sustuğu zaman buz dağından farksızdı. Haklıyken durduk yere haksız konumuna düşmek buna denirdi işte.
Asla özür dileyecek değildi. Gönül almak için saçma sapan şeyler de yapamazdı. Belki başka türlü olsa denerdi. İçinden ‘sende tek sözünle yaktın adamı’ diye geçirdi. ‘Annem yaşasaydı kaşlarını catıp bakardı. Olmadı Duru bu, kısasa kısas felaket getirir. Her zaman başka bir yöntem vardır. Annem yardım et bana…’ iç sesiyle çatışma halindeydi. Aklına ilk geleni sordu adama. Biraz kafasının dağılması lazımdı.
“Deden ve babaannene ne dedin?”
Bakışlarını yoldan ayırmadan cevap verdi Rüzgâr. “Gerçeği.”
“Şaka mı?” dedi Duru, bunu beklemiyordu.
“Hayır şaka değil. Gerçek neyse onu anlattım. Rahat olabilirsin. Sana kimse tek kelime edemez.”
“Deden ne dedi?”
‘Git bul onları, bulmadan mezarıma bile gelme! Bulamazsan hakkımı helal etmem.’ demişti Hilmi bey. Rüzgâr bu kısmı atladı. “Seni seviyorlar, ama artık beni pek sevmiyorlar. Dedem… bilirsin belki…”
Yan profile göz atıp hiç görmediği kadar sert olan yüz hatlarına kısa bir bakış atıp yine önüne döndü.
‘Seviyorum da eşeksin işte. Hem suçlu hem güçlü ayağına yatma bugün’ diye içinden geçirdi genç kadın. Kendi de onun kadar suçluydu bu oyunda. Gizlenmek ilk anda mantıklı görünmüştü. Nereden bilebilirdi ki garip bir oyunun içindeler.
Arabanın sarsıntısıyla daha derin uykuya dalan Poyraz’ın keyfi yerdeydi. Ve nihayetinde araba çiftlik evinin bahçesine girdiğinde kemerini çözüp kapı koluna uzanıp açtı Duru. Hava oldukça soğuktu. Ormanlık alan daha sert esiyordu.
Çantasından çıkardığı kalın battaniyeyi koyacak yer bulamayınca başında dikilen Rüzgâr’a uzattı.
“Tut, bebeği kaldırınca sar.” dedi.
Başıyla onay veren Rüzgâr aynen dediği gibi oğlunu kollarına sardı. Baba olmak eşi benzeri olmayandı. Kendinden bir parça kollarındaydı. Senden ve senin kollarında…
Eve koşar adım girmiş ve sıcacık atmosferde rahatlamışlardı. Nimet hanım Poyraz’a bakıp bakıp ağlıyordu. Bununda mutluluk gözyaşları olduğunu söylüyordu. Kendine minnetle bakan gözlere kayıtsız kalamamıştı Duru. Gülümseyerek yanıt vermişti. Poyraz’ı onların kucağında gördükçe mutlu olduğunu hissetmişti. İyiki beni buldun… düşüncesi iliklerine kadar inmişti.
Hare akşam eve uğrayacağını söylediği için yanlarında değildi. Nimet hanımla kahve içerken ortadan kaybolan Rüzgâr’ı elbette fark etmişti Duru.
Etrafına bakındı ama göremiyordu. “Bahçeye çıktı.” diyen Nimet hanıma döndü. Yakalanmanın verdiği utançla kahvesine odaklandı yeniden.
“Hilmi çok kızdı. Çok ağır sözler söyledi ona. Bizde senin için çok üzgünüz. Elimizden hiç bir şey gelmez kızım. Kader örmüş ağlarını.” dedi babaanne Nimet hanım.
“Bende üzgünüm, böyle olması benim suçum değil. Çok büyük yanlış anlaşmanın, oyunun içine düştük.”
Kışın sert ayazı üzerindeki gömlekten tenini yakıyordu. Bir süre sonra iğne misali değen soğuğu fark etmedi Rüzgâr . En sevdiği ağacının dibinde oturuyordu. Çocukluğundan kalma olan elma ağacının altına kendisi seviyor diye bank yapmıştı Hilmi Bey. Küçükken annesinin ilgisini çekmek için çıktığı elma ağacı… Ama annesinin düştükten sonra bile ilgilenmedigi elma ağacı…
Kaç dakikadır burada olduğunu bilmiyordu. Uyuşan uzuvları uzun süredir olduğunu söylüyordu.
‘Tek seferde söyledi. Sevmiyorum, dedi. Seven insanların bunu söyleyemdigini duymuştum. Demek ki gerçekten sevmiyor. Acaba benim üzerimde sevilmemek için yapılan büyü olabilir mi? Yada lanet?
Annem…
Duru…
Anneme ne kötülük ettiğimi bilmiyorum.
Duru’ya en büyük hatayı bilmeden yaptım. Beni sevmemesi için en büyük neden. Haklı, beni neden sevsin ki? Bir oğlumuz var diye sevecek değil ya.’ Kalbinin yine acıdığını hissetti düşünceleriyle. Sevdiği, çok sevdiği kadının ‘seni sevmiyorum’ demesi ne kadar da ağır gelmişti Rüzgâr’a. Omuzlarına inen örtünün kim tarafından bırakıldıgını görmek için arkasına döndü.
Minicik tebessüm etmişti Duru. “Çok soğuk, artistlik taslama erkeklerde üşür.” deyip yanına oturdu. Giydiği montunu sıkaca sarılmıştı.
“Neden buradasın? Soğuktan ölmek istiyorsan unut, daha benden çekeceğin var. Ve daha bana anlatmadıkların.”
“Bu hava soğuk mu? Sen bir de içimi gör!” Rüzgâr’a baktı bir kaç saniye. Gözlerinden alabiliyordu o soğuğu. “Kırdım seni biliyorum.” diye mırıldandı. “Ama seninle evlenmek şu an için istediğim son şey.”
“Beni sevmeyen birinin seveceği günü beklemek ölümü beklemek kadar acı. Evlilik aklımda bile değildi.”
“Hayır öyle değil o.” dedi Duru başını sol tarafına çevirirken. Saçları rüzğarda havalanıp kokusunu Rüzgâr’ın ruhuna dokunduruyordu.
“Sevdiğin birine sevmiyorum dersen onu gerçekten sevmiyorsundur. Bunun başka açıklaması olamaz.” dedi Rüzgâr. “Söylesene, bende sevilmemek için farklı ne var? Herkes herkesi sevebiliyor, neden ben? Hatalarım çok ama ben o adam değilim. Senin sandığın adam… Yinede sevmek… işte bu hep aynı kalan.”
Başını Rüzgâr’a çevirdi. Onun bu sevgisiz hali kabine dokunuyordu. Duru hiç bir zaman zarar veren olamazdı. Yaratılışına tersti. İçindeki sevgi sistemi buna en büyük engeldi.
“Yalan söyledim.” dedi Duru. “Ama sen aptalsın, çünkü hemen inandın. “
Duru bir an sevmediğini söyledi ama Rüzgar’ın en derin yarası sevilmemek şimdi ne olacak. Emeklerine sağlık.