Başını kaldırıp, ‘Yalan söyledim.’ diyen kadına baktı. İçine az da olsa rahatlık oturmamıştı. Sevgi yalan söylenecek kadar basit bir konu değildi. Sevginin yalanı olmazdı. Ayağa kalkıp Duru’nun karşısında durdu.
“Söyleme… Bu oyunda hatalı olan en çok benim. Bana sevgi konusunda yalan söyleme! Çek silahı vur öldür, ama sevmediğini söyleme! Ben senin beni sevme ihtimaline tutunmuş biriyim. Sen bu yalanı söylersen ben inanırım. Ve tutunduğum dal kırılır.”
Yüzünü yana çevirip boş araziye baktı. Gördüğü hiç bir ağaç aslında ilgi alanında değildi Duru’nun. “Özür dileyecek değilim.”
“Özür dilemeni beklemiyorum.” Rüzgâr elini sıkıntıyla saçına daldırıp sıktı.
“Sen beni tanımıyorsun. Sana gösterdiğim adamın içinde başka biri var. Yalnız… kimsesiz… Sen tek başına ordusun benim içimde. Ama sende beni sevmediğini söylersen ben kaybederim. Hemde kaybettiğim yerden tekrar kaybederim.” Daha fazlasını söylemek istiyordu ama kendini acındırmak asla istemiyordu.
Hızla Rüzgâr’a döndü Duru. Her kelimesi kalbine batıyordu. Üzülüyor ve üzüldükçe teselli olamadığı için sinirleniyordu. “Sen ne kazanmayı umuyorsun Rüzgâr? Beni mi? Oğlunu mu?”
Gözlerini kızın gözlerine dikti. “İkinizi de!”
“Hiç bir şey olmamış gibi yapamam ben. Sen benim ne kadar üzüldüğümü nasıl yıkıldığımı neler yaşadığımı biliyor musun? İkimizin de tuzağa düşmüş olması hiç bir şeyi hafifletmiyor. Benim dünyam başıma yıkıldı o gece.”
Bilmiyordu ama tahmin ediyordu. Her aklına geldiğinde kendine lanet ediyordu. Eğer o gece gitmemiş olsaydı bugün her şey bambaşka olacaktı. “Bilmiyorum.” diye mırıldandı en sonunda.
İyice öfkeye kapılıp ayağa kalktı Duru. İşaret parmağını Rüzgâr’ın göğsüne bastırmaya başladı.
“Ben hiç tanımadığım yüzünü bile ilk kez gördüğüm bir adamla bir gece geçirdim. Beni o odada bırakıp giderken aklından ne geçiyordu? Hadi sen bilmiyordun benim aklıma başımda değil, ama ben kendimi uyandığımda berbat hissetmiştim. Her gece başka bir adamla sabahlayan basit biri gibi…”
Rüzgar’ın kaşları catılmakla beraber yüreğine ateş düşmüştü. “Sen.” dedi.
“Ben… Bir otel odasında bırakıp kaçtığın kız ben, evet.
“Hatırlıyorsun.” dedi Rüzgâr.
“Tabiki hatırlıyorum. Aptal mı sandın beni?”
Oysa Rüzgâr hep hatırlamadığını düşünüyordu. Öyle olduğunu sanmıştı bir daha da aksini hiç düşünmemişti. “Ben … seni bırakıp gitmek istememiştim. Gitmeseydim, belkide olaylar buraya gelmeyecekti.” dedi Rüzgâr. “Bilmemi nasıl beklerdin? Bana sen yaklaştın, seni de her hangi biri gibi gördüm.”
“Bakire olmam da mı sana bir şey ifade etmedi Rüzgâr?”
“Etti. Ettiği içinde ardına düştüm. Karşına çıktım ama sen beni tanımayınca daha çok merak ettim ne olduğunu, neden oldugunu. Seni anlayabilmek için neler yaptığımı biliyorsun. Gittiğiniz yerleri izledim, dinledim. Aslı’nın beni fark ettiğini bir an bile düşünmedim. Suç benim üzerime kaldı ve ben bunu o kadar geç fark ettim ki sen çoktan beni düşman zannetmiştin.”
“Evet, öyle zannettim, ama bu seni sevmeme engel değildi.” dedi Duru, yumuşamış ses tonuyla.
“Ben hatalıyım.” diye mırıldandı Rüzgâr. “Hangi dilde özür dilesem yetersiz. Hatamın bedelini yaşıyorum. Gitmemeliydim. Ama o gece beni etkilemiştin. Zaten uzun süredir aklımdaydın. Uzaktan takip ediyordum seni. İlk defa otelin açılısında gördüm seni. Aklımda sadece karşına çıkmak vardı. Ben … ben senin telefonlarını dinliyordum.” diye itiraf etti Rüzgâr. “Gideceğin bir yerde karşına çıkmaktı niyetim. Çıktım ama sen … hiç beklemediğim şekildeydin.” Ağacın altındaki banka tekrar oturdu. Başını ellerinin arasına aldı.
Rüzgâr’ın çaresiz kıvranışı kendi kadar masum olan adama eziyet ettiğini gösteriyordu. Yaşanan hiç bir şeyi ikisi de istememişti. Bitkince adamın yanına oturdu. Düşen örtüyü kaldırıp tekrar örttü geniş omuzlara.
“Sana iki sorum var Rüzgâr.” dedi.
Başını elleri arasından çıkaran Rüzgâr doğrulup genç kadına çevirdi bedenini. “Sor.”
“Birincisi; Beni neden bırakıp gittin?”
Duru’nun ‘Kerem’ diyen sesleri doluştu beynine. ‘Rahat bırak Kerem.’ “Sadece gitmeliymişim gibi hissettim.” diyebildi.
Duru adamın ses tonuna ve durup düşünmesine dikkat etmişti. İkna olmamıştı. “Gerçekten bu mu?” diye sordu.
“Yeterli değil mi?”
“Asla.”
“Ama bu!” dedi Rüzgâr. “İkincisi?”
Kıskançlık damarlarının atmasıyla önüne dönüp montuna sarıldı Duru. “Bana geldiğin son gece sen gittikten sonra Müge bazı fotoğraflar gönderdi ban…”
“Hepsi onun küçük bir oyunuydu.” diyerek kadının sözünü kesti Rüzgâr. Duru göz ucuyla baktı adama. “Eve döndüğümde kapıda beni beklerken buldum. Üzerime atlayıp saçma sapan sözler söyledi. Ben kabul etmedim ama o ara resimleri çekmiş. Ben bunu Aslı dan ögrendim. Gerçekten bir ilgim yok Duru.”
Ona inanıyordu. Garipti ama en içten şekilde inanıyordu. Sert ifadesinin yerini küçük bir kahkaha aldı. “Ama çok pişman oldu bir bilsen.”
Rüzgâr’ın da dudağının ucu yukarı kıvrıldı. “Aslı biraz bahsetti ama…” dedi Rüzgâr.
“Her neyse… Müge’yi düşünmek istemiyorum. Çok üşüdün eve geçelim.” deyip ayağa kalktı Duru. Net bir sözcük duymamıştı Rüzgâr. Hızla ayağa kalktı.
“Ne yapacağız Duru?” demeyi uygun gördü.
“Bilemiyorum. Buna zamanla karar vereceğim. Beni kendine bir kez düşman ettin, aklın varsa aşık edersin. Yoksa uzaktan bakarsın.”
Doğru duyduğuna emin olmak istedi. “Anlamadım.”
“Anlamayacak bir şey yok. Çocuğumuzu saymazsak başa sarabiliriz.” Kendine şaşkın bakan adamın omzuna, bankın üzerinde duran battaniyeyi alıp örtmeye çalıştı. Kollarını boynuna dolar gibi elini uzatıp battaniyenin ucunu yakaladı. İki omzunu da kapatacak şekilde öne doğru çekti. Rüzgâr sesini çıkartmadan onu izliyordu.
İki elini Rüzgâr’ın göğsüne yasladı. Gözlerini buluşturdu. “Şimdi eve! Oğlumun bir babaya ihtiyacı var. Hasta olmanı istemiyorum.”
Eve doğru yürümeye başladı Duru.
“Peki.” diyen Rüzgâr’ın sesiyle durdu ama dönmedi.
“Annesinin bana ihtiyacı yok mu?”
Ahh sen hiç değişme Rüzgâr. “Var desem şımarırsın yok desem kırılırsın. Bilmiyorum.” deyip yoluna devam etti.
…
Araba Atabey malikanesinin önünde durunca, kapatıp Duru’ya döndü. “Seni zorlamak değil amacım ama oğlumu başka bir eve bırakıp gitmek zor geliyor.”
“Bu konuda bir şey diyemem. Bende bırakıp gitsem kahrolurdum. Ama alışırsın.”
“Neye alışırım Duru? İlk kelimesini kaçırırsam ya? Ya ilk baba dediginde yanında olamazsam. İlk adımını attığında göremezsem.” Arkada uyuyan oğluna baktı. “O başka bir dünya, ben dünyamı yanımda istiyorum.”
“Dediğim gibi Rüzgâr, biraz zaman… Bende oğlumu babasıyla büyütmek isterim.” deyip Rüzgâr’ın kalbini feth etti. Gülümseyerek baktı Duru’ya. “Aslında ben annesine hastayım. Ölüyorum Duru diye… Hayat sizinle aynı evin içinde nasıl geçer çok merak ediyorum.”
Gözlerini evin kapısına doğru dikti. Çok güzel olurdu. Mükemmel olurdu hatta, diye düşündü Duru. “Nasip canım, nasip.” diyerek kapı koluna uzandı. Duru’nun kolundan tutup durdurdu. Rüzgâr’a dönüp baktı. “Ne?”
“Her şey için teşekkür ederim.”
“Anlamadım ne için teşekkür?”
“Benim gibi sevgiden anlamaz birini sevecek kadar cesursun. Bu adamın çocuğunu doğuracak kadar asil.”
Tek kelime edemedi Duru. Gözlerini kaçırıp arabadan indi. Rüzgâr da inerek bebeği pusetine koyup eve kadar getirirdi. Kapıyı açan Nazlı olmuştu. Akşamın altısı olduğunda işi gücü bırakıp evine dönüyordu.
“Hoş geldiniz.” diyerek gülümsedi. “İçeri gel Rüzgâr. Hare de burda sizi bekliyordu.”
Duru’yla göz göze geldiler. İçeri girmek için bir nevi izin arıyordu gözlerinde kızın. “Hadi gel halasıyla tanımasına şahit olmak istersin sanırım.” dedi Duru.
Başıyla onay verip içeri girdiler. Hare abisinin elindeki puseti kaptığı gibi koltuğun üzerine yavaşça bıraktı. Üzerindeki örtüyü kaldırıp tosun parçasına baktı. “Allahım sen … sen mucize misin?” Gözleri dolmuştu. Duru’ya döndü. Gülümseyerek izliyordu Duru. Hare iki adımda koşup Duru’ya sarıldı.
“Çok teşekkür ederim canım.” Geri çekilip kocaman gülümsedi. “Bir prensin halasıyım ben. Annesi de bizim prensesimiz.”
“Abartma Hare, herkes bebek sahibi oluyor.” dedi Duru.
Omuz silkti Hare. “Ama benim yeğenimi sen doğurdun.” Tekrar bebeğin başına gitti.
“Ama neden uyuyor, bu gözlerini görmek istiyorum?”
Duru bebeğin yanına gidip kucağına aldı. “Hep uyuyor aslında normal mi bilmiyorum.” diyerek Poyraz’ın uykusunu bölmeye uğraştı.
Rüzgâr oturduğu yerden Duru’yu ve oğlunu keyifle izliyordu. Gözlerini zor açan Poyraz’ı Hare’ye uzattı. “Almak ister misin?”
“Aman Abla verme, sakar o bebeğin üzerine düşebilir.” diyen sese döndüler. Kapıda Karahan’ın yanında dikilen Fatih’ten gelmişti ses. Hare gözlerini kıstı. “Kes sesini, sensin sakar.”
Fatih yüzünü buruşturdu. “Bilmesem inanırdım.” dediğinde Rüzgâr kaşlarını çattı.
“Ne oluyor?” dedi.
Karahan, Rüzgâr’a kuru bir, “hoşgeldin.” deyip çaprazındaki koltuga oturdu. Fatih’te Rüzgâr’ın elini sıkarak Karahan’ın yanına. “Kardeşine sor, Abi.”
Karahan için çok zevkli bir ortamdı. Elini çenesine götürüp orada bıraktı. Hare’ye döndü Rüzgâr. “Hare?”
“Yok bir şey Abi. Kendisi, kendini çok beğenmiş biri, sadece laf olsun diye konuşuyor.” Duru’ya dönüp kollarını açtı. Bebeği yavaşça halasının kollarına bıraktı Duru.
Gözlerini açıp halasına bakan Poyraz’ı bağrına bastı Hare. “Halan senin için ölür yakışıklı. Sen benim ilk aşkımsın bundan sonra.” diye mırıldandı. Fatih’in tek kaşı havaya kalktı. Karahan’la bakıştılar.
“Zaten sana başkası aşık olamaz.” dedi Fatih.
Karahan gülmemek için iç yanağını ısırdı. Rüzgâr gerilmeye başladı. Ama sesini çıkarmak için olabileceği son yerdeydi. Hare’ye kaşlarını çatıp baktı.
Abisiyle göz göze geldiğinde istem dışı Fatih’e kaydı gözleri. “Sen olmada ben bulurum kendime birini.” dedi sinirle. Ortamın gerildiğini ve az sonra birilerinin olay çıkaracağını anlayan Nazlı, “Hadi biz yukarı çıkalım Hare, bebeğin üzerini değiştirmek istersin belki. Hala olmak zor.” dedi.
Kızlar yukarı çıkarken Rüzgâr gözlerini kısıp baktı Fatih’e. “Derdin ne senin?”
Karahan geride durmayı tercih etti. İzlemek daha keyifliydi.
Oturduğu yerde toplandı Fatih, “Hiç… Bizimki laf işte.”
Aşktan ciğeri yanan Rüzgâr, Karahan’a baktı. Keyifli haline gülümsedi. “İyi bakalım. Laf lafı açarda yolun aşka düşerse alırsın kızı. Yazdım bunu!” Ayağa kalktı. “Size iyi akşamlar.” deyip kimseyi beklemeden evden ayrıldı.
“Küstah.” dedi Karahan. “Alırmışız kızı…” Elindeki telefonu çeviren Fatih’e döndü Karahan. “Kaçır kızı Fatih.”
Gözleri kocaman açılan Fatih, “Ne?” diyebildi. “Daha neler… Başıma belamı edeceğim o çok bilmiş süslü cadıyı.”
“Ben arkandayım oğlum. En fazla bir bebekte senin olur.”
“Yok artık. Birde bebek mi yapacağım? Abi abartmasak. Ömür boyu çekilir mi bu cadı?”
“Cadı deyip durma, gayette hanımefendi kız. Güzelde… Abisine bozuğuz ama kendi asil.”
“Abi sen ciddi misin? Bak öl de başımı vereyim. Ama beni bu derde sokma!” diye son çırpınışlarını yaptı Fatih.
“O benim kardeşime neler yaptı!? Benim kadar seninde kardeşin Duru. Bunun kan bağına ihtiyacı yok Fatih.”
“Haklısın da hadi bu oyuna girdik. Kızın bana aşık olacağını nerden biliyoruz?”
Arkasına yaslandı Karahan. “O da senin işin.”
Fatih önüne dönüp düşünürken Karahan, Fatih’i izleyerek düşündü. “Belki sende olursun. Olursun da unutursun. Yüzünü soldurdum. Gönlünü öldürdüm. Belki sende mutlu olursun da ben bu azaptan kurtulurum. Sen aşkı bulursun bende huzuru.” diye düşünüyordu. İkisi arasında bir kıvılcım olduğunu Azra’dan duymuştu. Rüzgâr’a kıllık olsun diye düşünmedi de değildi. Ama önceliği Fatih’ti. Onu üç kız kardeşini ve üç çocuğunu nasıl seviyorsa öyle seviyordu. Üzmek aklının ucundan bile geçmezdi. Yeteri kadar üzmüştü.
…
Ertesi gün Rüzgâr Duru’yu arayıp avukata gitmek için buluşmak istediğini söyledi. Oğlunun kimliğinde Atabey yerine Asilkan soy adını görmek için deli oluyordu. Yurt dışında dünyaya gelmiş olması süreci biraz uzatacaktı. Ama atılması gereken imzalar ve Rüzgâr’ın uzun kolları bu işi öne alacaktı.
Duru bir değişiklik yaparak şirketine geleceğini söyledi. Rüzgâr’a ait hiç bir yeri bilmiyordu. Şimdi sekreterin önünde durmuştu.
‘Buyur burdan yak’ dedi içinden. Bıktık kadınlar olarak bu güzel ve seksi sekreterlerden. Gidin dosya falan düzenleyin. Güzel olmaktan başka işleriniz yok mu sizin?’ Başını yana eğip kendi düşüncelerine ‘Estafurullah’ çekti.
“Adın ne senin? dedi kendini görmeyen kıza. Kız başını bilgisayardan bir kez kaldırıp baktı. Sonra işine döndü. “Randevunuz var mıydı?” diye sordu, adını sorduğunu atlayıp.
“Adını sordum.” diye yineledi sorusunu Duru.
Kız başını kaldırıp bıkkın bir nefes verdi. “Hanımefendi benim değil sizin adınız önemli Rüzgâr Bey randevusuz kimseyi kabul etmiyor.”
“Öyle mi?” dedi Duru. Tek kaşını kaldırıp. “Ona deki oğlunun annesi geldi.”
Kız başını ağır ağır kaldırdı. Açık ağızla “Ne?”
dedi. Kız dikkatlice baktığında karşısında duran kadının ünlü şarkıcı Duru Atabey olduğunu fark etti.
“Bu kapı mı?” diyerek eliyle hemen bir metre ilerideki kapıyı işaret etti. Kız başını ağır ağır salladı. “İyi.”
Duru’nun arkasından mecbur kalktı yerinden. Duru kapıyı açıp içeri girdiğinde kapıyı sertçe geri kapatmak için tüm gücüyle itti. Rüzgâr ile göz göze geldiğinde kapının arkasından gelen çığlık sesiyle arkasına döndü. Aralık kapıdan baktı hemen. Rüzgâr da hızla yanına gelmişti.
İki elini burnuna götürmüş iki büklüm duran sekreterine şaşkın şaşkın baktı Rüzgâr. “Duygu.” deyip kıza bir adım attığında “Dokunma!” diyen Duru’nun sesiyle eli ve ayağı havada kaldı. Şaşkın bakışlarını sert bakışlı sevdiğine çevirdi.
“Duru.”
Kollarını göğsünde bağladı Duru. “Evet Duru. Duygu değil.”
Kaşlarını çatıp Duygu’ya baktı. Ne olmuş olabilirdi ki?” Duygu elini burnundan çekip baktığında kan görmesiyle olduğu yere yığılacakken Mert’in kollarına düştü.
Mert ve Rüzgâr birbirlerine şaşkın şaşkın bakarken Duru, “Hah bak tam adamının kollarına düştü. Mert, kaldır onu buradan bir daha görmek istemiyorum. Depoya ver dosya düzenlesin.” Kapıyı Rüzgâr’ın tarafından tutup kapattı.
“Oh.” diyerek odadaki siyah deri koltuğa oturdu.
Rüzgâr aklında ölçüp biçerken, ‘yok artık’ diye düşündü. Kıskançlık… Aman Allahım. Kızın burnunu kırdı. Hemde keyifle.
Güldü. Sesiz ve yüzüne yayılan kocaman gülümsemeyle hemde. Kızmayacağını bilse kahkaha atardı.
“Ne gülüyorsun sen?” diye çıkıştı Duru.
Yüzünü toparlayan yada toplamaya çalışan Rüzgâr,” Hiç canım. Gitti kızın güzel burnu.” deyip ateşe benzin döktü.
Gözleri çakmak çakmak yanan Duru yanında olan çantasını alıp ayağa kalktı. “Demek güzel. Çok pardon, bu günlük güzel burun görmene engel oldum. Ben gideyim sende peşinden git.” Kapının koluna asıldı.
Kapıyı açtığı anda Rüzgâr eliyle basarak geri kapattı. Arkası dönük olan Duru derin bir nefes alıp gözlerini kapatıp açtı. Tam arkasında sıfır mesafede duran adamın kokusu sinirlerini gevşetiyordu. Az önce yaptıklarını düşünmek için fırsatı olmamıştı. Ama kızın burnunu büyük ihtimalle kırmıştı. Başını kapıya yasladı. Saçlarının arasında hissettiği adamın sıcaklığıyla iliklerine kadar titredi. Rüzgâr’ın güldüğü nefesinden anlaşılıyordu. “Sen..” dedi. “Çok mu kıskançsın?”
‘Al işte en büyük koz. Az tut kızım kendini reklam ettin ne varsa’ kendini açık kartlarla ele vermişti kadın. Gözlerini kocaman açıp Rüzgâr’ın kollarında ona doğru döndü. “Ay şimdi yok desem sen daha fazla gülersin. Evet öyleyim. Değiştir bu hurdaya çıkmış kızı. Yok mu kırk beş elli yaşında biri?” Asık bir suratla kollarını göğsünde bağladı ve kapıya yaslandı. “Zaten estetik ona çok yakışacak. Durmasın buralarda.” Bakışlarını adamın keyifle parlayan gözlerine dikti.
Kızın bır bır konuşan dudakları çok cazip geliyordu gözüne, biraz daha sokulup kapıyla arasında sıkıştırdı tamamen.
“Çok kıskanan çok mu sever?” Dudaklarını bırakıp yanağından şakağına doğru ince dokunuşlarıyla ilerledi. Duru’nun kalp atışlarını hissedebiliyordu tenine değen tenden.
“Ölçme cihazım yok.” İki eliyle yavaşça itti Rüzgâr’ı. Aralarında açılan mesafeyi Rüzgâr elinden tutup kendine çekerek tekrar kapattı. Bir elini beline diğerini Duru’nun sırtına sıkıca bastırdı.
“Aslında var.” dedi nefesine üfleyerek kendinden geçmemek için dizlerine güç yollayan Duru, çokta başarılı olamıyordu.
“Nasıl yani?” diye sordu. Bakışları bile titriyordu. Rüzgâr da bunu pekala görüp anlıyordu.
“Dudakların…” dedi gözlerini oraya sabitleyerek.
“Öp beni ölç, bende merak ettim.” diyen Rüzgâr’ın buğulu sesiyle gözlerini kapattı.
Kollarında kendinden geçmek üzere olan kadın için yapamayacağı hiç bir şey olmadığına karar verdi Rüzgâr. Kimse ama kimse onun yerini alamazdı.
“Bırak.” dedi Duru. Alnını Rüzgâr’ın başının altına yasladı.
“Ölürüm de bırakmam.”
“İyi, geri çekil o zaman.”
Mecburen en ağır hareketle bıraktı kızı. Ellerini saçlarına götürüp arkaya savurdu Duru. Rüzgâr’a fark ettirmeden soluğunu bıraktı.
“Çağır şu avukatı eve dönmem lazım Poyraz uyanmadan.”
Eli telefona giderken söylendi Rüzgâr. “Kaç bakalım, nereye kadar kurtaracak Poyraz seni?”
Duru bunu duymazdan gelmeyi tercih etti. Avukatın önüne dizdiği dosyalara imzasını attıktan sonra gitmek için ayağa kalktı. Avukat ondan önce odadan çıkmıştı. Kapının önüne geldiğinde boş göreceğini düşündüğü sekreter masasında bu sefer daha güzel kızın oturduğunu görünce gözleri parladı. “FesuphanAllah,” diye mırıldandı. “Mantar gibiler.”
Kızın hayran bakışları eşliğinde asansöre doğru yürüdü. Rüzgâr da yanındaydı. Düğmeye bastı Rüzgâr. Gelmesini beklerken Duru’nun bakışlarının yeni kızda oluğunu görünce gülümsedi. “Sekreterlere karşı oldukça otoriter olduğumu söylesem rahatlar mısın? Herkes işini yapıyor burada.”
Gözlerini kızdan alıp Rüzgâr’a dikti. Sen onlarla rahatlama da. “Sanmıyorum. At bunları görmek istemiyorum. Yada atma yazık ekmek parası bu katta olmasınlar.”
“Başka bir yol bulabiliriz.” dedi Rüzgâr.
“Hmm, neymiş o koynuna alma da.”
“Delirme Duru, neden senden başkasına dokunayım. ”
“Bilmiyorum.” diyerek omuz silkti Duru.
“Ben biliyorum.” Açılan asansör kapısından içeri girip Duru’yu da içeri çekti. “Sen niye bindim şimdi?” Asansör çalıştığında meşgul butonuna basıp durdurdu Rüzgâr.
İki metre kare yerde Rüzgâr ile kalınca neden bindiğini anladı. “Ne diyordun sen, bir daha söyle?” diyerek köşeye sıkıştırdı kızı.
“Ben bişey demiyordum,” diyebildi Duru.
“Sekretere diyordun, elini sürme.”
Git gide köşede sıkışmıştı Duru. “E sürme işte ne güzel. Yanlış mı dedim? Babasın sen çok ayıp değil mi?” Bulduğu tüm saçma sapan şeyleri söyledi Duru. Korktuğu yoktu. Zorlamayacağını da biliyordu. Tüm saçmalıkları heyecandan kaynaklıydı.
“Ben yemin ettim. Aslı bunu öğrenememiş sanırım. Bilseydi söylerdi.”
Kaşlarını çattı Duru. “Hayır bana bir şey demedi, ne yemini?”
“Senden başkasına elimi sürmeyeceğime dair.” Geri çekilip meşgul butonuna tekrar basarak çalıştırdı asansörü.
Kapı açılınca elinden tuttu kızın. Duru, Rüzgâr’ın elinde olan eline baktı. “Her geldiğinde burun kırma diye, hani bilsinler değil mi?” Duru kız kardeşi Ruken’e bağlanıp başını salladı. Şirket çalışanlarının şaşkın bakışları arasında arabasına kadar götürdü sevdiği kadını.
“Eve gidince bana resim gönderir misin?”
“Olur gönderirim. Sende eve gidince bana mesaj at.” Duru’nun istediğine kaşlarını çattı Rüzgâr. “Ne mesajı?”
“Evdeyim, dışarı çıkmıyorum. Çıkarsam da sana geliyorum, mesajı.” diyerek arabasına binip gaza bastı.
“Olur atarım.” diye mırıldandı Rüzgâr. “Kaybetmeyelim de bulduk hani, ben de kendimi bilirdim kıskanç diye.” Gülümseyerek şirkete döndü.
Aslı’yı arayıp sesini diyafona verdi Duru.
“Evet ponçigim.” diyerek açtı telefonu Aslı. Aslı ve terimleri her zaman değişkendiler.
“Rüzgâr bana bir şey dedi Aslı. Sana sormak istedim.”
“Neymiş?”
“Başka bir kadına elini sürmeyeceğine dair yemin etmiş doğru mu? Senin bilgin var mı?”
“Evet, az çok bir şeyler biliyorum.”
“Bende duymak istiyorum.”
“Bir gece camiiye giderek tövbe etti. Nereden biliyorsun dersen; sende biliyorsun peşinde hep biri vardı. O getirdi bana bilgileri. Zaten ondan sonra buldu seni.”
Keyifle gülümsedi Duru. “Demek öyle…”
“Attın mı imzayı?” diye sordu Aslı.
“Evet attım. Ama..”
“Ama.” dedi Aslı Duru’nun sözünü tekrar edip.
“Sekreteri çok güzeldi Aslı. Ama bilerek yapmadım. Ne işi vardı kapının arkasında?”
diye karışık bir açıklama yaptı.
“Dur biraz, ne yaptın kıza?”
“Burnunu kırdım sanırım.”
Aslı telefonun diğer ucunda kahkaha attı.
“Gülme.” derken kendi de gülümsüyordu.
“Yazık kıza ne suçu vardı?”
“Kapının arkasında durmak gibi bir suçu vardı. Her neyse eve geçiyorum. Poyraz’a bakacağım. Akşama AZA’ya geleceğim.”
…
AZA’nın en meşhur masasının yanına park ettiler bebek arabalarını. Birbirlerine bakıp güldüler.
Asya, “Çocuklarımız bile yerini aldı bu masada daha bize kimse ters yapamaz.” dedi.
“Haklısın.” dedi Duru.
Aslı kenardaki masanın düzeni ile ilgileniyordu. Bir grup tarafından rezerve edilmişti.
Telefonunun çalmasıyla çantasında çıkarıp baktığında arayanın Rüzgâr olduğunu görünce gülümsedi.
Azra, “Sıfata gel… Rüzgâr arıyor.” dedi genç kadına takılarak.
“Efendim.” dedi Azra’ya kaş göz ederken.
“Eve geldim. Tek başımayım. Kimseyi eve atmadım. Resim de ister misin? Yada canlı bağlanayım mı?” dedi Rüzgâr. Koltuğa oturup ayaklarını orta sehpanın üzerine koyarken.
“Abartma Rüzgar.”
“Sen nerdesin, arkadan sesler geliyor?”
“AZA’dayım. Poyraz’da yanımda görmek isters..”
“Geliyorum.” diyerek Duru’ya söz bırakmadan kapattı telefonu.
Nil, Nihat, Hare, Fatih, Asya, Fırat, Yiğit, Ruken, Kenan, Aras, Murat ve Zeynep’te yerini aldığında Rüzgâr da yeni girmişti cafeye. Aslı hala masa ile ilgileniyordu. Oval masa özel olarak iyice genişletilmişti. Cafede tekti ve hep kızlara rezerveydi.
‘Herkese iyi akşamlar’ dedikten sonra Duru ile oğlunun ortasına oturdu. Oğluna baktı. “Yine uyuyor ama…”
Fırat, “Ne güzel işte, bizimki uyumuyor. Tam bir cadı.” dediğinde Fatih yeğenine bakıp gülümseyen Hare’ye döndü. Cadı diyince aklına Hare geliyordu.
“Sanırım benim şansım.” Duru’nun keyifli ve gururlu sesi Rüzgâr’ı mest etmişti.
Karahan’ın Aslı ile ortak planı olan Fatih ve Hare operasyonu üzerine bundan sonraki her toplantıya ve her fırsata Hare ve Fatih dahil olacaktı. Aslı kıvılcımı görmese Karahan’a bu konuda asla yardım etmezdi. Ve şimdi Fatih’in bakışında kalp arıyordu.
Herkes yemeğe başladığında keyifle yapılan muhabbete Rüzgâr dahil olduğunda ilk defa kendini bu gruba dahil olarak görmüştü. Duru’ya bakıp gülümsedi.
Kulağına doğru eğilip fısıldadı Rüzgâr. “Teşekkür ederim.”
Kaşlarını birleştirip şaşkınlıkla Rüzgâr’a döndü. Şimdi durup dururken neden teşekkür etmişti?
Nil, “Hop enişte ne oluyor orada, ayrıl?” dedi. “Abim bana emanet etti haberin olsun.”
“Abin gelse daha iyiydi.” dedi Rüzgâr.
Aslı’nın gülüşü kocası tarafından yakalanıp aşk bölümüne kayıt edildi. “Ne geldi aklına yine çılgın hatunum?” dedi Yiğit.
Rüzgâr’a yaptıkları gelmişti. Ama onu demedi. “Hiç canım ne olsun Karahan’ı kaçırdığımız gün geldi aklıma.”
Kızlar eşlerine ballı ballı o geceyi anlatırken akıllara zarar bir topuk sesiyle dikkatler masanın başında ayakta duran kadına çevrildi gözler.
Karamel havalı saçları yaşına göre dinç ve güzel olan kadın gözlerini tek tek gezdirdi üzerlerinde.
Hare’nin, “Anne” demesiyle herkes şaşkınca tekrar baktı kadına. Kadının gözleri Rüzgâr’ın ve bebeğin üzerinde kaldı. Başını çeviren Rüzgâr onu görmezden geldi. Duru’nun Rüzgâr’a dönmesi bunu değiştirmedi.
Kadının rahatız edici bakışları oğlundan sonra Duru’ya kaydı. İstemsizce yerinde kıpırdandı Duru. Hoşuna gitmemişti. Soğuktu. Buz gibiydi.
“Meral.” dedi. Annesinin adını duyan Ruken, Nil ve Duru’nun kaşları havalandı.
“Aynı annene benziyorsun.” dedi Rüzgâr’ın annesi Derya hanım. Gülümsemekle kaş çatmak arasında kalan Duru sesiz ve olduğu gibi kalmayı tercih etti.
“Gözlerin onun gibi bakıyor.” Annen babanı aldı benden sen oğlumu, diye geçirdi içinden Derya hanım.
“Anne mi tanıyordunuz yani?” dedi Nil.
Bir saniye Nil’e dönüp tekrar Duru’ya baktı. En soğuk bakışlarıyla. Duru’nun içinin üşüdüğünü hissetti. Gözlerini kaçırdı. Oğluna baktı ve Rüzgâr’la göz göze geldi. Özür diler gibi yoğun ve üzgün bakıyordu Rüzgâr.
“Bravo, veliahta prens doğurmak çok akıllıca.”
Masadaki herkes ayağa kalktı. Sandalyeler büyük bir gürültü çıkarmıştı. Cafede bulunan herkesin dikkati masaya dönmüştü. Karnındaki bebeği unutan Nil, kendini kadına doğru attığında Nihat kolundan tuttu. “Ne diyorsun sen?” diye çıkıştı. “Kimse benim ablama laf edemez.”
“Defol git burdan.” dedi Aslı. Güvenliğe elini sallayarak yanına çağırdı.
Rüzgâr dişlerini sıktı. Annesiyle göz göze geldi.
“Tek laf daha edersen bunun hesabını çok ağır sorarım. Ne benim oğluma ne de annesine tek söz daha edersen sonun olur. Git burdan.”
Kendisine edilen sözlere mi üzülsün yoksa bir anne oğulun bu haline mi bilemedi Duru. Rüzgâr’ın kolundan tutup sıktı. “Annen o senin.” diye fısıldadı.
Duru’yu duymuştu ama onun dediği söze layık bir anne olmadığını da bilmiyordu Duru.
Güvenlik gelip Derya hanımın arkasında durdu.
“Dışarı hanımefendi.” dedi arkasındaki sert ses.
Derya hanım küstah bakışlarını herkes üzerinde gezdirip pis bir gülüş attı.
“Mekanı beğenemedik, zaten gidiyorduk.” Arkasını dönüp yine o berbat topuklarını vura vura çıktı cafeden.
Aslı, “Tamam sorun gitti. Oturun devam ediyoruz. Her lafa kırılıp dökülmüş olsaydık bugün biz diye bir şey kalmazdı.” dedi ortalığı yatıştırmak adına.
Hare üzgün bakışlarıyla kızlara baktı. “Onun adına çok özür dilerim.”
Rüzgâr, “Biz gitsek iyi olur sanırım.” deyip Hare’ye döndü. Yiğit, “Hayır, lütfen oturun. Rica ediyorum.” diyerek üsteledi.
Duru, “Kal, her zaman görmüyorsun Poyraz’ı.” Kimseyi kırmamak için başka söz etmedi Rüzgâr.
Aslı giden kadının arkasından baktı. “Böyle bir anne! İnanamıyorum.” diye düşündü.
Beş dakika sonra ortam eski havasına geri dönmüştü. Rüzgâr için aynı değildi yalnız. Belli etmek istemiyordu ama her halinden belliydi.
Yemekler bitip kahveler içilmeye başlanmıştı. Cafenin bir tarafı caddeye bakarken diğer tarafı denize sıfırdı.
Rüzgâr cam kapıyı iterek yazın kullanılan açık alana çıktı. Korkulukların yanına kadar gelip durdu. Ellerini cebine soktu. Başını siyah gökyüzüne kaldırdı.
“Anne, bu nasıl anne? Neden?” Hep sorduğu soruyu yineledi kendine.
“Evet gerçekten değişik biri.” dedi Duru yanına gelip Rüzgâr’a baktı. Kalçasını korkuluklara yasladı. Kollarını göğsünde bağladı.
“Değişik değil, kalpsiz.” diye mırıldandı Rüzgâr. “Poyraz’ı ne kadar seviyorsun?”
“Soru mu bu? Benim oğlum o, canımı veririm onun için.”
“Bende onun oğluyum ama benim için kırılmış tırnağını bile vermez.”
Acısı sesinden akıyordu Rüzgâr’ın. Yüzü, sanki etinden et kopmuş gibi sancılıydı. Elinde değildi üzülüyordu işte. Sevdiğin üzgünse sende üzgündün. O gülerse güler, ağlarsa ağlardın. Kendi annesiyle Rüzgâr’ın annesini yan yana bile getiremedi bir an.
Kollarını çözüp Rüzgâr’ın cebinde olan ellerine uzandı. Ellerini cebinden çıkarıp Duru’nun tutmasına izin verdi Rüzgâr. Bu çok başkaydı. İlk defa annesine kızdığında elini tutan biri vardı. Hemde en kıymetlisiydi o.
“Yani sen şimdi hemen şımarma. Sadece üzülmeni istemiyorum. Üzülmüş somurtkan Rüzgâr’ı hiç sevmiyorum, ondan yani bu halim.” dedi gülümseyerek.
Karşısındaki adamın güldüğünü görünce içine az da olsa ferahlık gelmişti.
“Gülen ve çok konuşan Rüzgâr’ı seviyorsun yani?”
“Bak işte hemen bağlandın yine.”
Ellerinden tutan Duru iken sıkıca kavrayan Rüzgâr oldu. Yavaşça kızı yerinden kaldırıp göğsüne yasladı. Duru’nun itiraz etmek gibi isteği yoktu. Bu gece hiç yoktu. Belki başka zaman olabilirdi. Kollarını Rüzgâr’a doladı.
Rüzgâr ellerini Duru’nun sırtına yerleştirip sıkabildigi kadar kendine bastırdı. Her şeyin de huzur vardı. Kokusunda, dokunuşunda, sesinde, teninde gözlerinde… Aşkın, gerçek adının huzur olduğunu ölse tahmin edemezdi.
“Sen kalbimin tek ve son yolcusu, doğru adresin son durağısın.”
Kadının kalbine tekme artırmıştı. Derin bir nefes alıp rüzğarda uçuşan saçların arasından öptü kızı.
“Seni çok seviyorum affet beni ?”
Müge’den yeni kurtulduk şimdide Rüzgar’ın annesi Derya çıktı. Emeklerine sağlık.