Çayını tabağına bırakıp Aslı’ya baktı. Dün geceden bu yana aklından çıkmayan bir adet Rüzgâr vardı. Üzüntüsü üzüntüsü olmuştu resmen. Kendine kızsada buna engel olmak aşkın kanuna aykırıydı. Aşıksan kim olursa olsun derdi derdindi.
“Ben tahmin etmemiştim. Bir anne profili vardı aklımda ama dün geceki çok kötüydü.” dedi Duru.
Arkasına yasladı Aslı. “Aynı ablam olan annem gibiydi. Ama inan bana onu bile bu kadar kötü hatırlamıyorum. Beraber yaşadık yıllarca, sevmezdi ama sohbetini de esirgemezdi. Arada güldüğü, bana bir şeyler anlattığı olurdu. Hem sonra az da olsa ilgilenirdi. Okulumla, derslerimle… Dededen bozma babam Rasim Demirkan bana onların yokluğunu çokta hissettirmedi ne yalan söyleyeyim. Lakin Rüzgâr’ın bu hali yolunu bulamamış birinin hikayesi gibi geliyor bana.”
“Nasıl yolunu bulamamış? Sende annesiz babasız büyüdün sayılır, ama oldukça da karakter sahibisin.”
“Evet, ama dediğim gibi benim başımda babam vardı. Benimle sürekli konuşurdu. Bana iyiyi kötüyü ayırt etmemi tembih edip dururdu. Bugün anlıyorum ki kimse kendi kendine oluşmuyor. Yani karakteri… İnsana kendini bulmasında yardım eden birileri olmak zorunda. Yoksa beş yaşındaki çocuk gibi her aklımıza geleni yaparız. Sonunu hiç düşünmeden.”
“Haklı olma payında yüksek. Annem bende çok şey bırakıp gitti. Başta sevgi dolu bir kalp. Ben anneme tabiki doyamadım, ama kişiliğim oturmuştu. Nil’in agresif hareketleri, Ruken’in sesiz içine kapanık huyları annemden sonra gelişen kişilik taşları.”
“Tam olarak bunu konuşuyoruz işte; Anne bir evde sadece yemek ve vs işlerden sorumlu olan değil. Aslında asıl işi insan kalbi büyütmek ve bakmak. Derya denen kadının da kusuru bu. Çocukları için hiç bir şey yapmamış, görünen o. Rüzgâr’ın içindeki iyi insan hep geride kalmış gibi.”
“Peki Hare? O’da onun kardeşi.” diye sordu Duru.
“O daha avantajlı, kadınlar duygularını yönetmekte daha ustalar. Erkeklere nazaran kızlar yok yere sevebilir. Bir kaç doğru dost ile yolunu yukarı çıkarabilir. Hem kız olduğu için ırktan sanırım. Hare annesine biraz daha düşkün. Ona bu kadar katı davrandığını sanmıyorum. Kadınlar sorumluluklarının daha çok bilincinde olan varlıklar. Erkeklerin ‘aman oda olmasın ‘ dediği şeyler kadına otomatik olarak ters etki ettiğinden doğru yolu bulması daha kolay oluyor. Erkekler işlerine geldiği gibi kadınlar gerektiği gibi yaşarlar.”
“Off.” diyerek arkasına yasladı Duru. “Bir anne çocuğunu neden sevmez ki? Başka bir şey olmalı. Evlatlık olduğunu düşmeye başlayacağım.”
“Hangi sebep olursa olsun sevmek anneden çok insan işi bence. Ama bende sana katılıyorum, başka bir mesele var. Çocukları bilmiyorsa babaanne kesin biliyordur.” dedi Aslı.
“Sorabileceğimi sanmıyorum.” Duru’nun aklına Rüzgâr’ın o hali yine gelmişti. Eliyle saçını arkasına attı. “Ama çok üzgündü. Buna üzülmem ne kadar normal?”
Kahvesinden bir yudum alıp fincanı tabağına bırakıp kuş lokumuna uzandı Aslı. “Hiç olmayacağı kadar normal. Adama gönlünü verdin. Onun kalbi üzülürse seninkinin üzülmesi normal olan. Aksi olsa şüphe ederdim.”
“Gönlümü verdim.” dedi Duru, kendince mırıldandı. “Ne garip şey değil mi? Yıllarca taşı, tek tabanca yaşa sonra biri çıkıp gelsin hayatını tepe takla etsin. Ama sen ona sende kıymetli olanı ver, kalbini…”
“Yaradanın mucizesi, yoksa kimse istiyor diye şu insana kalbini vermez. Veremez. Her zaman ne diyoruz. Kalpler Allahın elinde ve her şey kader.” dedi Aslı.
“Kaçış yolum yok mu?” diye sordu Duru.
“Var! Kaç! O delide arkandan gelip seni bulsun. Bu sefer imam nikahıyla yırtamazsın. Direk resmi nikah sonra eve zincir.” diyerek göz kırptı Aslı.
“Affetmiş değilim. Edeceğim bile sadece ihtimal. Nasıl olacak bilmiyorum. Ama Poyraz’ı babasıyla büyütmeyi çok istiyorum.” Sıkıntılı yüzü Aslı’yı da üzüyordu.
“Akışına bırak, artık eskiye dönme. Hayat çok kısa bir varsın bir yoksun. Ve yaşam acıyla geçmeyecek kadar güzel. Rahat bırak kendini, iyice tanı onu. Belkide çok sevmiyorsundur. Belki onda olan bir şeyler seni rahatsız eder. İtici gelir.” dedi Aslı.
“Bilemeyiz böyle şeyleri. Bu şekilde biten çok aşk var. Hem sonra huyları belki de seni çok sıkacak. Soguyacaksın.”
Masanın üzerinde duran telefon deli gibi çalmaya başlamıştı. “Al işte arıyor, kulağı çınladı galiba.” dedi Duru.
“Evet.” diyerek açtı telefonu, konuşmanın sonundaki gerginlik sesine yansımıştı.
“Evet mi?” dedi Rüzgâr. “Neyin var?”
“Hiç, dedikodu yapıyorduk Aslı ile üzerine aradın.”
“Sanırım benim dedikodumu yapıyordunuz.” dedi Rüzgâr gülümseyerek. “Olur olur sakıncası yok. Ben yokken de beni konuşabilirsiniz.”
Gözlerini devirdi Duru. “Ne istiyorsun Rüzgâr?”
“Seni mümkünse.”
Duru’nun yüzünde oluşan gülümsemeye Aslı kahkaha attı.
“Yani seni görmek istiyorum. Sana vermek istediğim bir kaç şey var. Tabii kabul edersen çok mutlu olurum.” dedi Rüzgâr.
“Olur, şirkete gelmemi ister misin? Var mı kırılacak burun, patlatılacak silikon?”
“Kıskançlık sana çok yakışıyor ama hayır dışarda buluşalım.”
“Neden?”
“Yeni sekreteremi görmeni istemiyorum.”
Duru’nun gözleri yuvalarına dar gelmişti. “Dalga mı geçiyorsun benimle sen? Ayağına geleyim diye gazamı getiriyorsun beni?”
“Hayır.” dedi Rüzgâr, gülmemek için kendini sıkmıştı.
“Kapat kapat.” Telefonu Rüzgâr’ın yüzüne kapattı Duru.
Tırnaklarıyla masada ritim tutan Aslı, pis pis sırıttı. “Bu kıskançlıkla yavrum, o seni bıraksa sen onu bırakmazsın.”
Gözlerini kocaman açtı Duru. “Kim o mu beni bıkaracak? Hah işitte inanma. “Ayağa kalkıp çantasını aldı. “Ben gideyim ne verecekmiş merak ettim.”
“Hı tabi tabii sekreter değil merakın zaten.”
“Aslı ama sende yaparsan.” diye sitem etti.
“Tamam sustum hadi kaç! Bende eve gideceğim.” deyip ayaklandılar.
Asilkan logolu görkemli holdingin önünde durup nefes aldı. ‘Tamam, burun kırmak yok. Az tut içinde kızım. Sen kıskandıkça adam çakır keyf oluyor zaten.’
İçeri adımını attığında kendiliğinden açılan turnike ve çalışanların sorgusuz sualsiz gülümsemesiyle kaşları havalandı.
“Hoş geldiniz.” diyerek karşılayan personele başıyla selam verdi. Asansöre varana kadar göz gezdirdi. Dünkü gövde gösterisinin sonucu diye düşündü.
Patronlar katının asansör kapısı açılınca derin bir nefes alıp adımını attı.
Rüzgâr’ın odasının önüne geldiğinde masasının başında olan kadına inanmayan gözlerle baktı. Kırklı yaşlarının sonlarında olan kadın kısa boyu ve zayıf fiziğine baktı.
Kadın başını kaldırıp gözlüklerinin üzerinden baktığında gülümseyerek ayağa kalktı. Öne kayan gözlüğünü tekrar yerine itti. “Hoş geldiniz Duru hanım; Buyrun Rüzgâr bey sizi bekliyordu.”
Şaşkınlıktan ve hürmetten sesini çıkartmadan başını salladı. Rüzgâr’ın odasına ulaşmadan kapı açıldı. Gülen yüzü ve gözleriyle bakan adama odaklandı.
“Gelsene.” diyerek kapıyı sonuna kadar açtı. İçeri girdikten sonra kapıyı kapatan adama döndü. “Çok hainsin.” dedi gözlerini kısıp.
“Bunun daha yaşlısı emekli oldu tatlım. Beğenmedin mi?” Rüzgâr kollarını göğsünde bağladı. Kıskanılmanın hemde bu derece kıskanılmanın keyfini çıkarıyordu.
“Çok hoşuna gidiyor değil mi?” deyip koltuğa oturdu Duru. “Tamam, kısasa kısas madem öyle, bende akşam Kuzey’le yemeğe gidiyorum haberin olsun.” dedi gözlerini odanın içinde gezdirip. En son Rüzgâr’ın yüzünde son buldu bakışları.
Ses tonu duvarlar kadar soğuktu Rüzgâr’ın. Yanına gelip iki kolunu koltuga dayayarak Duru’ya doğru eğildi. O egildikçe Duru geriye doğru sindi. Gözlerini kızın gözlerine sabitledi.
“Ne dedin sen?” Buz gibiydi sesi. Ürkmek mi? Belki biraz.
“E şey…” Yerinde doğrulunca adama daha da yaklaşmış oldu.
“Demedim ki bir şey. Kuzey’le görüşmedik hiç.”
“Görüşme kadın, beni öldürmek mi istiyorsun?” Dişlerinin arasından konuştu Rüzgâr.
“Allah korusun.” diyerek gözlerini büyütüp baktı Rüzgâr’a.
“Allah koruyor ama senin kastın var.”
“Yooo aşk olsun oğlumun babasız kalmasını nasıl isterim!?”
“Oğlun babasız kalmasın ama annesi… Ya sen?”
Omuz silkti Duru. “Benim için önemli değil.”
“Nedir o önemli olmayan? Senin bana ihtiyacın yok mu?”
Gözlerini devirdi Duru. “Ah sen beni niye çağırdın, neyin hesabını soruyorsun? İki eliyle adamı göğsünden iterken ayağa kalktı. “Evli değiliz, pardon ama bu neyin kafası?”
“Değilsek sen öyle istedin diye. Kuzey’le görüşmeni istemiyorum. Sen benim oğlumun annesisin.”
“Ama bak kızmaya başlıyorum haberin olsun.” Kollarını göğsünde bağladı. “Ne bu oğlumun anası oğlumun anası… Benim ben Duru.” diye çıkıştı. “Oğlum da oğlum, bir kere o benim oğlum. Ben istedim onu sen değil.”
Yüzünü cam tarafına doğru çevirdi. Bağlı olan kolundan tuttu kızı. Duru silkeleyip ilk hamleyi savdı ama ikincisi sıkı bir tutuş ve hızlıydı. Kollarını kızın arkasında birleştirip kendine iyice yaklaştırdı. Duru hiç oralı bile değildi. Aşık olabilirsin ama trip tripti. En güzel tripler aşıkken atılırdı.
“Ben şimdi anlamadım, seni kıskandım diye mi bu surat? Yoksa oğlumda oğlum dediğim için mi?” Yüzündeki gülümsemenin sebebi kollarında olan kadından başkası değildi.
“İkiside değil.” dedi Duru omzunu silkip. “Yok yere kıskanıyorsun, birde üzerine beni değil Poyraz’ı düşünüyorsun. Sence ben oğluna önem vermeyen biri miyim?”
“Tabii ki hayır, sen kıymetli bir annesin. Ben çok şanslıyım bu konuda. Benim çocuğumu senin gibi şahane bir kadın getirdi dünyaya. Benden daha çok seveceğin sadece çocuklarımız olabilir.”
“Birine baktık büyüttük, Allah çok versin Ali bey.” diyerek kollarından silkelenip çıktı.
Gülümseyerek ceketini alıp giydi Rüzgâr. “Tamam hadi çıkalım bana yardım etmeni istiyorum.”
“Ne yardımıymış?”
Kolunu kızın omzuna atıp kendine çekti. “Artık daireden çok sıkıldım. Yeni bir ev almak üzereyim. Ve seninde görmeni istiyorum.” Duru’yu bırakıp kapıyı açtı. Eliyle kapının dışını gösterdi. “Önden.” dedi tek kaşını kaldırıp.
“İyi madem gidelim.”
Duru önündeki yola baktığında Malikaneye giden yolda olduğunu anlayınca Rüzgâr’a döndü.
“Ama burası bizim eve gidiyor.”
“Tam olarak değil, ev aynı yerde diyelim.”
“Nasıl yani evi benim evime yakın mı seçtin?”
“Evet, müstakbel bacanağımdan öğrendim. Abin Nil’i evi yakın olacaksa vermiş. Bende aynı yerde satmayı hiç düşünmeyen birinin evini aldım. Yani aldım sayılır.” dedi direksiyonu sağa kırıp Atabey malikanesinin dört ev aşağısına minik yokuştan devam etti.
“Sen.. Sen delisin! Abim onlara izin vermedi evet, ama çocukları yoktu. Buna gerekte yoktu yani. Boş yere insanların evini almışsın. Hemde eminim üç katı fiyata.”
“Sorun yok. Sizin canınız sağ olsun. Bugüne kadar kendime çalıştım. Sahip olduklarımı bırakacağım kaç kişi var? Hare’den başka kimse yok, yoktu. Bundan sonra ayrı da olsa bana özel insalar var.” dedi ve arabayı durdurdu.
Gülümseyen sevdiğine çevirdi başını. “Niye gülüyorsun?” diye sorarken kendide gülüyordu. Aşk! Gülüşü bile huzurdu.
“Bilmem, ben sanırım seni bu derece sorumlu olarak hayal etmiyordum.” dedi Duru. “Yaramaz ve sorumsuz çocuklar gibiydin her zaman.”
Başını sallayıp önüne, devasa büyük kapısına baktı. “Haklısın, bende bilmiyordum. İçindeki çocuğu büyütemeyen insanlardanım.” dedi, Duru söylediğinden pişmanlık hissetti. Cebinden beş adet kredi kartı çıkardı. Duru’ya uzatmadan önce derin bir nefes aldı. “Bunları kabul etmeyeceğini biliyorum. İhtiyacın olmadığını da biliyorum. Ama nedense vermek istiyorum.”
Duru, elindeki kartlara baktı. Buna ihtiyacı gerçekten yoktu. Yine de Rüzgâr’ın düşüncesini sevmişti. “Buna gerek yok sende söyledin. Evli değiliz.”
“Biliyorum. Poyraz’ın da ihtiyacı yok onuda biliyorum. Ama bunlar benim sorumluluk yolunda giden adımlarım. Kullanmak zorunda değilsin. Kullanırsan mutlu olurum o ayrı tabii… Ama sende durmasını istiyorum. Hiç birinin limiti yok.” Duru’ya dönüp ellerini elinin içine aldı. Gözlerine bakarak, “Evliyiz veya değiliz, bunlar benim görevim. Neyim varsa sizin. Sizde beni kabul ederseniz bundan sonra ancak mutlu oluruz.” dedi. “Kalan ömrüm sizin olsun sizde benim, bunlar bana yeter.” Sözler kalbine yol alırken içten içe güvenmeyi hissediyordu.
“Kullanmayacağım, ama seni mutlu edecekse alabilirim.”
Kartları Duru’ya uzattı. “Sorun değil, yanında olduğunu bilmekte güzel.”
Duru kartları alıp çantasına bıraktı. “İyi, gidelim eve bakalım şimdi.”
Kapısını anahtarla açıp içeri girdiler. Abisinin eviyle arasında çok fark vardı. Onun kadar büyüktü. Ama odalar faklı bölünmüştü. Salona girdi Duru. Hiç eşya yoktu. “Kullanılmamış sanırım.”
“Evet, yatırım amaçlı alınmış.”
“Doğru, burdan yüzlerce defa geçtim. Ama hiç kimseyi görmedim.” dedi Duru.
Alt katı gezdikten sonra üst kata çıktılar. Üç kattan oluşuyordu ev. Ama metre kare olarak genişti. “Bu ev sana çok büyük.” diye mırıldandı Duru.
“Hare var, en azından evleninceye kadar.” deyip Duru’nun tansiyonunu ölçmek istedi Rüzgâr. Gözlerini kısıp baktı.
Kendine zarf attığını bildiği adamın oyununu bozmadı Duru. “Haklısın, hafta sonraları Poyraz’da gelir. Mutlu mesut yaşarsınız.” dedi umursamaz bir tavırla. Rüzgar’ın çatılan kaşlarını görmezden geldi.
“Eşya konusunda yardımını bekliyorum. Hiç anlamam. Yıllardır tek bir koltuğu olan dairede yaşıyorum.” dedi konuyu kapatıp.
Alış veriş ve kadın Duru’nun gözleri parladı. “Sen ciddi misin?”
“Evet.” dedi Rüzgâr kızın mutlu haline gülümsedi. Ne demişti ki? Kendi de anlamamıştı.
“Tamam bana verdiğin kartları bunun için kullanabilirim. Oldu bil.”Gözlerini dikkatle dolaştırdı evin içinde.
Ev gezmesi bitince artık ayrılık vakti gelip çatmış oldu.
“Poyraz’ı çok yalnız bıraktım bugün. Süt bırakmıştım ama gitsem iyi olur.”
Kaşlarını çatan Rüzgâr Duru’nun önce yüzüne sonra göğüslerine baktı. Nereye baktığını fark etmişti Duru. “Gözlerini oyarım Rüzgâr! Nereye bakıyorsun sen?”
“Sütü nasıl bıraktın anlamadım da ondan bakıyorum.” dedi elini ensesine götürüp şaşkınlıkla kaşıdı.
Rüzgâr’ın şapşal haline gülümsedi. Az önceki öfke yerini tebessüme bırakmıştı. Şimdi ona nasıl desindi pompa ile çekiyorum biberona koyuyorum. “Her neyse beni eve bırakır mısın? Arabam şirkete kaldı.”
“Tamam, arabayı yarın gönderirim.”
Aracın koltuklarına yerleştiler. Zaten beş dakika mesafedeydi ev. Nil’in evinin iki blok aşağısıydı.
…
Kafadan Tayfa Grubu
Aslı; Beş tane limitsiz! Az daha dövmeliydim, az olmuş.
Zeynep; Yuh beş tane limitsiz kart kaç para yapıyordu?
Azra; Fazla steril ortamdan bozdun tabii kafayı. Saf mısın Zeynep, zaten adı üstünde limitsiz?
Nil; Enişteme söyle abla doğum günümde Lamborghini istiyorum.
Ruken; Nil abla, Nihat eniştem seni ✂
Nil; (sırıtan emoji) Ruken ağız tadıyla şaka da yaptırmıyorsun.
Asya; Adam oluyor ama ona parayla saadet olamayacağını biri söylemeli. Bes kart yerine romantik bir evlenme teklifi bekliyoruz.
Aslı; Ben söylerim ben söylerim. Uygulamalı olsun mu?
Nazlı; Hayırrrrrr
Ruken; Aa Nazlı abla da buradaymış.
Aslı; Ne var Nazlı? Kıskanma kız, söz bir sonraki aşkta seni başa tutturulan gönderi misali kullanacağım.
Nazlı; 🤔🤔 düşünmem lazım Aslı. Ben adam dövemem, çapım yetmez.
Zeynep; hshshsh işitte inanma, güçcücük boyunla dev gibi adamın hakkından geliyorsun ama.
Nazlı; O başka, o Karahan. O aşk o cihanı saadet.
Duru; Nazlı abime sen diyeceksin o zaman, Rüzgâr’ın evi aynı sitede aldığını.
Aslı; Hı der der bi karammm iki kırıt üç öp adamın aklı uçar Rüzgâr kimdi diye mecnuna bağlanır.
Nazlı; Edepsiz gelin. Sen abime öyle mi yapıyorsun?
Aslı; Kem küm… Evet nolcak?
Ruken; Ama ya yine anten döndü sizde.
Aslı; Kes! Kenan’la gördüm seni geçende AZA’nın arka tarafında, sizin anten baya iyi çekiyordu. 💏
Ruken; Ruken öldü.
Nil; Ruken yedim seni bekle geliyorum.
Duru; Kenan..! hayır hayır bebek yok değil mi?
Nazlı; Allah’ım neydi günahım? Bu kadar çok görümceyi bana imtihan olsun diye mi verdin Yarabbim?”
Azra; hahshsshhhh yıkıldı.
Zeynep; Uy ah ha getirin, test yapacağım umarım hala bakiresindir.
Asya; Siz her haltı yiyin gözünüz Ruken’i mi gördü. Ruken kaç bana gel.
…
Nazlı yemeğini usul usul yiyen kocasına döndü. Şimdi adamın boğazına dizmiş gibi olacaktı, ama mecbur bir an söyleyecekti. Vay arkadaş arkadamdan her haltı yediler, Karahan bana kaldı. “Karam.” dedi nazlı sesiyle. Karahan anında karısına döndü. “Nazlı’ım.” Kara gözlerinin içi gülüyordu karısına bakarken. Ruken ve Duru göz ucuyla abilerine baktılar.
“Ali Rüzgar,” dedi yine nazlı sesiyle, gözleri kısılan Karahan, Duru’ya bakarak, “Ee…” dedi.
“Nil’in evinin aşağısında ev almış.” Tek seferde çıkardı ağzından baklayı. Kaşları havalanan Karahan Nazlı’ya döndü. “Bak sen, ne hakla?”
“Ev almış karam, ne hakkı ne hakuku? Adamın mal varlığından bize ne? Oğluna yakın olmak istiyor sanırım.” dedi Nazlı.
Yemekte olmayan hala ve babanın yokluğuna üzülmüştü Nazlı, ek destek her zaman lazımdı.
“Oğluna yakın olmak istiyorsa gelsin istesin kızı vereyim. Ondan sonra alsın evi. Hem evlenmeyecekler hemde dibimde oturacak öyle mi? Hafta sonları da Poyraz’ı gönderelim tam olsun.” Karahan’ın hoşuna gitmiyordu bu iş. Açıkça da belli ediyordu.
Kızlar sesiz kalırken Nazlı sessiz kalmadı. “Ne oldu senin iki sene sözüne karam? Önümüzde var daha bir sene.”
“O, çocuk olmasaydı, ama şimdi bir bebeği babasından ayırmak bana yakışmaz.” Duru’ya dönüp devam etti Karahan. “Sen artık ne yapacağına karar ver! Rüzgâr hayatımızda ya belli bir yerde olacak, yani Poyraz’ın arasıra gördüğü babası; Ya da beraber yaşadığı babası! Ya hep ya hiç Duru! Senin üzerine gelmiyorsam bu seni düşündüğüm için. Seni rahat bırakıyorum çünkü yolunu bulmanı istiyorum. İki ara bir dere sonra Poyraz psikolojisi bozuk bir çocuk olarak büyür. Sanırım bunu istemezsin.”
Önündeki yemeğe bakan Duru başını kaldırdı. Abisinin cesur ve kararlı gözlerine baktı.
“Haklısın tabii ki istemem. Bana bir kaç gün verirsen düşünmek istiyorum.”
“Olur, ama düşüneceğin çokta fazla bir şey yok, seni zorla verecek değilim. Her zaman yanındayım. Evlenmesende bu değişmeyecek. Gözüm hep Rüzgâr’ın üzerinde olacak. Tek yanlışında yakarım. Gözüm kimseyi görmez. Ben kardeşlerimi kimseye ezdirecek değilim.”
Sertçe yutkundu Duru. Bir yanlış.. Nasıl bir yanlış? Eğer başka bir kadına yan gözle baksa abisinden önce kendi hallederdi. “Anlıyorum. Teşekkür ederim abicim. Senin varlığın yeter bize. Ama tek yanlışında ben gömerim onu.” dedikten sonra suyuna uzanıp içti.
Dudakları yukarı kıvrıldı Karahan’ın. Cesur kadınlarla dolu bir hayatı vardı. Bunun için ne kadar şükretse azdı.
…
Geçen geceki gösterisinden sonra annesinin ağzını sonsuza kadar kapatmak adına gelmişti Rüzgâr. Bir daha aynı sahnelerin yaşanmasını istemiyordu. Duru’nun üzülmesini hiç istemiyordu. Ne gerekiyorsa yapacak annesini kendinden uzak tutacaktı. Ailesinden uzak tutacaktı.
Rüzgâr’ın hiç sevmediği ev! Annesinin evinin önünde durmuştu. Elini zile götürüp bastı. Dakika geçmeden açılan kapıdan içeri girdi. Hizmetli onu tanıyordu.
“Annem nerde?” derken sesi sertti. Salona doğru giderken Annesinin merdivenlerden indiğini gördüğünde aralarında geçen soğuk bakışma Rüzgâr’ın kalbinde kalan son anne kırıntılarınıda süpürmüştü halının altına.
“Bu saatte evde olman ne kadar ilginç. Seni önce burada aramakla iyi etmişim.” dedi Rüzgâr.
Donuk yüzüne yine buz gibi eğreti bir gülümseme yerleştirdi Derya. Ağır ağır inip oğlumun yanından salona geçti. Ardından yürüyen Rüzgâr salona girince durdu.
“Bugünden itibaren benden oğlumdan ve sevdiğim kadından uzak duracaksın!” dedi. Koltuğa doğru yürüyen Derya olduğu yerde kaldı. “Ben zaten senin hayatında değilim.” deyip koltuğuna oturdu.
“Hayır tam da hayatımdasın. Nerde biliyor musun? Beni gördüğün yerde… Gerisinde yoktun. Artık beni gördüğünde bile olma!”
Oğlunun yüzüne iğrenç bir yaratığın yüzüne bakar gibi bakıyordu. Ve Rüzgâr için bu ilk değildi. “Bunun için mi geldin?”
“Ne sandın, beni çok seven annemi ziyarete falan geldiğimi mi?” Rüzgâr kollarını göğsünde bağlamıştı.
“Seni neden sevmiyorum Rüzgâr, bunu hiç sordun mu kendine?” dedi annesi.
“Eskiden çok sorardım, ama yaptığına anlam veremediğim için artık bıraktım. Nasıl bıraktım oda var; bir kere sevmeyi öğrendim, ama senden değil. Sonra sevilmeyi öğrendim, o da senden değil. Sonra, oğlumu seven bir annesi var, babaannesi de sen değilsin. Oğluma ve annesine bakınca sen çok anlamsız geldin gözüme. Anlıyorsun değil mi ?” dedi Rüzgâr her kelimenin üzerine basarak.
“Hmm demek ki bulamamışsın seni neden sevmedigimi. Duru neden oğlunu seviyor olabilir.” diye sordu Derya.
Gözlerini kısıp baktı annesine Rüzgâr. Ne saçma bir soruydu bu. “Çünkü o bir anne! Kendi çocuğunu seviyor. Herkes senin gibi değil, değilmiş.”
“Aptalsın! Duru seni seviyor doğal olarakta çocuğunu seviyor.”
Duyduklarına gülümsedi Rüzgâr. Ama altında yatan imayıda anlamıştı. “Hayır Duru bana kızgınken de çocuğunu seviyordu. Duru’yu kendinle sakın kıyaslama.”
Kocaman bir kahkaha attı Derya. “Sana öyle geliyordur. Sen baban gibisin Rüzgâr. Onun kadar bencil ve aşağılık birisin. Babanın hiç büyük bir aşkı olmadı. Seninde olmayacak. Sende bir gün karını aldatırken öleceksin.”
Dişlerini sıkıp gözlerini kapattı Rüzgâr. Babası tam da onun dediği gibi biriydi. Ama en azından kadınlara ve kendine göreydi. Hare’yi de Rüzgâr’ı da seven bir babaydı.
“Neden ben? Erkek olduğum için mi? Hare’ye farklı bana farklı davrandın. Onu severken beni unuttun. Hoş ona da sevgi denirse ama en azından var gibiydin. Bu nefretin sebebi ne? Babamı sevmiyordun neden evlendin? Neden çocuk yaptın? Parası için mi?” diye var gücüyle bağırdı Rüzgâr.
Hiddetlenip ayaga kalktı Derya. “Evet, sen babanın oğlusun. Seni bu yüzden sevmiyorum.”
Rüzgâr, halının altına süpürdügü anne kırıntılarını kaldırıp çöpe attı. Yıkılan son duvardı bu.
“Üzgünüm, bende seni sevmiyorum. Bundan sonra ne halin varsa görebilirsin. Para istemeye bile gelme. Ben hesabına yatırırım. Sende bu sevgisizliginle tek başına öl! Bende ailemle mutlu bir hayat sürerim. Ve Hare, benim yanımda olacak. Senin gibi bir anneye ihtiyacı hiç olmayacak. Evime asla giremezsin. Girmeyeceksin! Torununu bir kez bile görmeyeceksin. Hoş öyle bir istediğin yok. Babamı sevmiyor olmanı anlarım, ama beni sevmiyor oluşunu hiç bir zaman anlayamayacağım.”
Arkasını dönüp adımını attığında annesinin sözüyle durdu.
“Hare.” dedi, Rüzgâr kaşlarını çattı ama dönmedi. İkinizde benim çocuklarımsınız.” dedi Derya. Rüzgâr’ın dudakları yukarı kıvrılmıştı. En acı haliyle.
“Hare bir Asilkan değil.”
Hare’nin babası kim ve Derya bu yüzden mi nefret ediyor Duru ve ailesinden? Emeklerine sağlık.