“Hare bir Asilkan değil.”
Rüzgar’ın acı gülüşü yüzünde dondu. Soğuk, buz gibi bir rüzgar esti içinde. Geçmiş ve geleceği birbirine karıştıran, gerçekle yalanı harman eden. Ağır ağır döndü. Annesinin her zamanki soğuk bakışlarıyla buluşmuştu gözleri.
“Saçmalama!” diye dişlerinin arasından konuştu. Öfkeye çoktan kapılmıştı. Ama karşısındaki annesiydi ve ona hiç bir şey yapmazdı.
“Üzgünüm demek isterdim, ama değilim. Doğru duydun. Hare’nin babasıyla senin baban aynı kişi değil.” Ayağa kalkıp kollarını göğsünde bağladı annesi. “Utanmıyorum. Senden de korkmuyorum. Esas utanç duyuyor olduğum sensin. Sevmediğim bir adamdan olan sen.” dedi yıllarca içinde sakladığı gerçekleri gün yüzüne çıkarmak için bugün doğru gündü.
Annesine doğru bir adım attı Rüzgâr. İçinde fırtınalar kopuyordu. Doğru olması olasılığına ihtimal vermiyordu. “Yalan söylüyorsun! Doğru değil! Hare bir Asilkan!” Tüm evi sarmıştı sesi. Derya gayet sakindi. Kollarını göğsünde bağlamış oğluna bakıyordu.”Senin Asilkan olduğun kadar gerçek. Hare benim kızım. Kardeşsiniz ama babalarınız ayrı.” dedi.
Oldugu yere çivili misali çakıldı Rüzgâr. Her cümle gerçeğe doğru yürüyordu. Gözlerini kısıp baktı. “Babamı aldattın.” Kötü bir evlikleri vardı. Ama babasını aldattığına hiç şahit olmamıştı.
“Hayır tam olarak değil.” dedi arkasını dönüp bahçeyi izlemeye başladı. Nefret en büyük en güçlü duygusuydu. Sevmek onun için toprağa gömülen ve çürüyen duyguydu. Nefret insanı yorardı. Ama Derya’yı daha da bilemişti.
“Ne demek istiyorsun düzgün anlat?” diye haykırdı Rüzgâr. Etinden et koparıyorlardı. Tek kardeşi en sevdiği kadınların ilki. Aklı ile kalbi arasında köprüler kuruluyordu. Üzerinden geçen düşünceler birbirine çarparak yere dökülüyordu.
“Anlatacak bir şeyim yok. Babası başka biri, bu sana yeter! Hare benim en sevdiğim çocuğum. Sen değilsin! Ben senin babanı hiç sevmedim. O da beni sevmedi. Ama Hare’nin babası sevdiğim tek erkekti. Git artık.” dedi Derya. “Artık seni neden sevmedigimi anlamışsındır.”
Rüzgâr’ın yanından geçip merdivenleri çıkmaya başladı.
“Sen bunu kendi çocuklarına nasıl yaptın?” diyen Rüzgâr’ın sesiyle durdu basamakta. “Bazen istediklerimiz olmuyorsa inat ederiz. Oldurmaya çalışırız.” Konuştuğu hiç bir cümle açık ve net değildi. Şimdi Rüzgâr’ı kör bir kuyunun içine tek başına atmıştı. Basamakları ağır ağır çıkarken oğlunun kapıyı kırarcasına kapattığını duymuştu.
Gülümsedi. “O bir Kara! Bu seni üzmeye yeterde artar.” diye mırıldandı.
…
Duru babasının odasının önüne geldiğinde tıklatıp açtı. Uyumaya hazırlanan babası kızını görümce gülümseyerek, “Gel kızım.” dedi. Duru’da aynı tebessümle içeri girip yatağın üzerinde oturan babasının yanına ilişti.
“Sana bir şey sormak için geldim baba.”
Kızının yüzünde gezdirdi kara gözlerini Turgut bey. “Kötü bir şey yok ya?”
“Yok öyle değil.” dedi. Nerden başlasa bilemedi. “Rüzgâr … onun annesini tanıyor musun?”
“Gözlerini kızından kaçırdı Turgut bey. “Evet.” dedi.
Göz kaçırmayı fark eden Duru kaşlarını çattı. “Dün karşılaştık. Bana aynı anneme benzediğimi söyledi. Ama pek hoş biri değildi. Tanışıklıgınız nereden merak ettim.”
İki elinin parmaklarını birbirine geçirdi Turgut bey. Bir kaç saniye önüne bakarak düşündü. “Derya ile benim, annenle tanışmadan önce kısa süreli bir gönül alışverişimiz olmuştu.” dedi sıkıntılı sesiyle. Kızından saklamaya gerek duymamıştı. Uzun yıllar önce yaşanmış bir hatıradan ibaretti onun için.
Duru öyle şaşırmıştı ki bir süre kavramaya çalışarak sessiz kaldı. Kızının şok olmuş yüzüne çekinerek baktı babası.
“Çok uzun yıllar önceydi. O benden bir kaç yaş küçüktü. Çok kayda değer bir anımız da yok. Gençlikti. O henüz on yedi on sekiz yaşlarındaydı. Arkadaş çevremiz … ortak dostlarımız vardı. Çok gençtik. Uzun da sürmemişti. Sonra ben annenle tanıştım. Herkes kendi yoluna gitti. Arkadaşımız olarak bazen görüşürdük. Annen hatırlarsın herkesi seven biriydi. Eskiden onunla gönül işim olduğunu ne ben söyledim ne de Derya… Yani anlayacağın çok derin bir mevzu değil.”
“Anlıyorum.” diye mırıldandı Duru. Şaşırmıştı. Ama çabuk toparlamıştı. Ayağa kalktı. “Tamam baba, iyi geceler.” diyerek odadan çıktı. Oğlunun yanına kafasında binbir düşünce ile geçti. Herkes odasına çekilmişti. Ali Poyraz’da derin uyku halindeydi. Yatağın üzerinde ışığı yanıp sönen telefonunu eline aldı. Rüzgâr dört kez aramıştı. Numarsının üzrine basıp kulağına götürdü.
“Duru.” diyerek açan Rüzgâr’ın sesini ilk anda almıştı. Ağır ve güçsüz gelmişti.
“İyi misin?” diye sordu endişeyle.
“Ben evin önündeyim. Bir kaç dakika aşağı inebilir misin?” Duru sesizce durdu bir kaç saniye. “Tamam geliyorum.” Telefonu yatağın üzerine bırakıp bebek telsizini arka cebine soktu. Parmak uçlarında yürüyerek evden çıkıp büyük demir kapının küçük kapısını açıp çıktı.
Aracının içinde olduğunu görünce hızlı adımlara arabaya doğru yürüdü. Ön kapıyı açıp girdikten sonra kapattı. Kollarını göğsünde bağlamış olan Rüzgâr’a döndü. “Oğlunu görmek için biraz geç değil mi?
“Uyuyor değil mi?” diye sordu yorgun sesiyle Rüzgâr. Duru, Rüzgâr’ın üzerinde gezdirdi gözlerini. “Neyin var?” Aklına onu bu hale sokacak tek insan annesi gelmişti. Ama ondan duymak adına fikrini dile getirmemişti.
“Hiç, canım sıkıldı. Seni görmek istedim.”
“Annen mi?” diye sordu Duru kısık sesle. Rüzgâr’ın yüzüne odaklandı. Başını iki yana salladı. “Hayır, sadece sizi özledim.” Duru’ya dönerek omzundan tutup kendine çekti. Alnına masumane bir buse bırakıp geri çekildi.
“Git hadi uyanabilir.”
Kısık gözleriyle inceledi Duru, bir şey olduğu çok açıktı. Ama anlatmak istemediği ortadaydı. “Tamam” dedi. Arabadan inip ardına bakarak eve girdi. Yine sessiz adımlarla odasına çıkıp uyuyamayacağını bilerek yatağına uzandı.
Gecenin biri olmuştu. Ama eve gidip Hare’nin yüzüne nasıl bakacağını düşünüyordu. Arabayı dedesinin evine sürdü.
Boş yolda yarım saatte gelmişti. Kapının anahtarının olduğu yeri biliyordu. Ama uyanmaları için zile bastı.
Bir kaç dakika bekledi. Dedesi ve babaannesini kapıda korkmuş halleriyle görünce başını önüne eğdi. Babaanne Nimet hanım telaşla yaklaştı. “Oğlum ne oldu?” Hilmi bey eskisi kadar yakın değildi. Ama o bile bu saatte buraya gelmesine anlam veremediği için şefkatini esirgemedi. “Ali hayırdır.”
İkisinin arasından geçip salona doğru ilerledi. Hilmi bey ve Nimet hanımda arkasından. Ayakta bekleyen dedesine ve babaannesine baktı. “Lütfen oturun kimse ölmedi. Herkes çok çok iyi, ben başka bir şey için geldim.” dedi. Nimet hanım elini kalbinin üzerine koyup, “Şükür.” dedi. Kocasıyla yan yana oturdular. Ali Rüzgâr ayakta sağa sola gidip geldi.
En son karşılarında durdu. “Annem.” dedi. “Yanına gittim bu akşam. Bana bir şey söyledi.”
Nimet hanım kaşlarını çatıp, “Ne dedi?” diye sordu.
Dudakları hareket etti Rüzgâr’ın ama ses çıkmıyordu. Çok ağırdı. Başka, farklı bir döngüydü. “Bana… Bana Hare’nin bir Asilkan olmadığını söyledi.” dedi sona doğru kısılan sesiyle. Gözlerini ikisi arasında gezdirdi. İkisinin de duyduklarına şaşırmadığı ortadaydı. Şok olmuş halleri yoktu. Birbirlerine baktı karı koca. Kaşlarını çatan Rüzgâr’ın aklına gelen ilk şey, “Biliyordunuz.” oldu. “Benden sakladınız.”
Dişlerini sıkıp arkasına döndü. Elini saçına daldırıp sıktı. Hatta biraz çekti. Hiç bir acı hissetmedi. Geri dönüp bağırdı. “Kim?” dedi. “Babası kim? Bunu benden nasıl saklarsınız?!”
Hilmi bey torununa baktı. “O senin kardeşin. Babası başkası olsa ne olur?!”
Haklıydı. Hiç bir şey fark etmezdi. Hatta hiç kan bağı dahi olmasa yine fark etmezdi. Rüzgâr için Hare hep kardeşti. Ve öyle kalacaktı.
“Dede ben onu demiyorum.” Sustu bir süre. “Babam biliyor muydu?”
Nimet hanım, “Biliyordu. Annenle babanın normal bir evliliği yoktu. Bunu sende bilirsin. Odaları bile ayrıydı. Bir gün çıkıp geldi. Ben hamileyim dedi. Babandan değildi. Baban ne kızdı. Ne sevdi. Boşanmadı. Kendi yoluna gitti. Annende kendi yoluna. Aynı evde ayrı hayatları yaşadılar.” dedi.
Delirmek üzereydi Rüzgâr. Aklı almıyordu. Yıllarca bir yalana baba demişti Hare. Nasıl bakacaktı şimdi yüzüne? Öfkeli bakışların sahibi karşısındaki yaşlı çift değildi. Ama şu an elinden başka bir şey gelmiyordu.
“Babası?”
“Bir tek baban biliyordu. Bize hiç söylemedi.” dedi Hilmi bey. “Kurcalama Ali, Hare benim torunum. Bitti!”
“Dede bak bir gün gelir öğrenir bizim yüzümüze bakmaz. Bunu hiç düşündün mü?”
“Öğrenmesin! Bunun için uğraş. Geçmiş gitmiş bilmek kimseye bir şey kazandırmaz.”
Dedesiyle uzun ve sessiz bakışma geçti aralarında. “Söz vermiyorum.” dedikten sonra geldiğinin iki katı hızla evden çıkıp arabasına bindi. Eve gitmek ve Hare”nin yüzüne bakmak işte bu çok zordu. Uyuyor olduğuna emindi.
…
Eve gecenin üçünde dönmüştü. Odasına girip uyumayı denedi. Ama olmadı. Sabah altıda yatagından kalktı. Sesizce Hare’nin odasına girip uyuyan kardeşinin yüzüne suçlu gibi baktı ilk defa. Gözlerini kapatıp derin nefes aldı. Açıp etrafı inceledi. Gözüne ilişen tarağı sessizce alıp çıktı odadan. Üzerindeki saçlara baktı. Ceketini alıp evden ayrıldı. Yalandı belkide. Hala bir umudu vardı. Sabah dokuzu zor etmişti. Hastaneye daha adımını atmadan kapıda Zeynep’le karşılaştı. Şaşıran Zeynep, ona doğru ilerledi. “Hayırdır Rüzgâr?” diye sordu. Sorarken de yüzünü inceliyordu. “Pek iyi görünmüyorsun. Bir şey yok ya?”
Zoraki bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Şimdi ona doğruyu söylemek demek Duru’nun anında duyması demekti. Yalan söylese bu hastanede ne eder bulurdu bu kadınlar. Hiç gelmemiş gibi gitse yine bir şey bulurlardı. Omuzları çöktü. Başını önüne eğdi. İçine kurt düşen Zeynep bir adım daha yaklaştı. “Korkmak şart mı?” diye sordu. “Bu halinden korku kokusu geliyor burnuma.”
Başını kaldırıp Zeynep’e kederle baktı. “Vaktin var mı?”
“Tabii ki var. Bizde önce canan sonra can.” diyerek elini hastaneye çevirdi. “Hadi gel.”
Zeynep’e şok yaşatan Rüzgâr cebinden çıkarttığı taragı masanın üzerine bıraktı. Zeynep üzerinde saç telleri olan taraga baktı. Duydukları garip şeyler değildi. Bunu Aslı’da yaşamışlardı. Ama bir başkasından gelince hemde Rüzgâr’dan çok şaşırmıştı.
“Seninde saç örneğin lazım.” Ayağa kalktı. “Gel benimle,” dedi. Berber laboratuara indiler. Hastanedeki yerini kullanarak hiç bir yere kayıt yaptırmadan hem Hare’nin hemde Rüzgâr’ın saç örneklerini verdi. Rüzgâr’ı kapıya kadar geçirdi. “Bir kaç gün sürer genelde. Ama senin için elimden geleni yapacağım. Bunu Duru’ya söyleyecek misin?”
“Şimdilik hayır.” dedi kararlı sesiyle. “Sen Aslı’ya söyleyeceksin.”
Başını iki yana salladı Zeynep. “Üzgünüm Rüzgâr. Biz bugüne kadar birbirimizden hiç bir şey saklamadık. Bizden sana zarar gelmez.” Güldü. “Yani bu konuda asla gelmez. Bunu anlamış olman lazım. Hatta en fazla sana yardım bile ederiz.”
“Biliyorum. Değişiksiniz. Sizden gelecek kötülükten bile iyilik doğma ihtimali var.” dedi zoraki gülümsemesiyle. Duru’nun şimdilik duymasını istemiyorum. Yeterince sorunumuz var.”
“Bence bunu ona söylemen sorun değil sana çözüm getirir. Seni görebiliyoruz Rüzgâr. Birine tutunmaya ihtiyacın var. Bunun kim olduğunu da biliyorsun.”
Omuzları iyice çöken Rüzgâr başını Zeynep’e çevirdi. “Tek korkum Duru’yu kaybetmekti. Hala korkuyorum. Ama şimdi üzerine birde kardeşim eklendi. Haklısın hayatımdaki kadınlara tutunmam gerekiyor.”
Zeynep kocaman gülümsedi. “Doğru yoldasın.”
…
Ögle yemeği için kendi cafeleri yerine başka bir cafede buluştular. Hamileliğin getirdiği sinir ile ofladı Azra. “Amacın ne kızım senin? Niye çağırdın bizi?”
Aslı elindeki telefonu çantaya atıp Zeynep’e döndü. “He evet amacın ne?” dedi.
Kollarını masanın üzerine bıraktı Zeynep. Ve sabah yaşadığı olayı kızlara kelimesi kelimesine anlattı. Ağızları bir karış açık dinleyen kızlar, “Yok artık!” dediler.
“Maalesef, Rüzgâr’ı görseniz … berbat bir hali vardı. Yıkılmış gibiydi. Saç örneklerini verdik. En geç yarın akşama yetişmesi için uğraşıyorum. Ama Rüzgâr sonuçtan oldukça emindi. Hare’nin babası başka biri.”
Aslı gözlerini cafenin süslü tavanında gezdirdi. “Kim olabilir ki? Yüz yıl düşünsek, düşünerek bulamayız.”
Çatalıyla oynayan Azra, “Kız yirmi altı yaşında, yirmi yedi sene öncesinden bahsediyoruz. Yani biz bir yaşındayken. Bulamayız. Çok zor. Gazetede çıkmış olsa anca.”
Zeynep, “Derya cadısını tanıyan iyi bir dostu olsa belki. O da bilen biri.” dedi.
Aslı gözlerini tavandan indirdi. “Zor diye bir şey yok. Paranın açamadığı kapı cennetin kapısı. Hiç olmadı kadını çekeriz tenhaya.” Gözlerini kısıp kızlarla baktı. “Bulmak istiyor muyuz? Buna biz karar veremeyiz.”
Azra, “Haklısın. Buna Rüzgâr karar vermeli.” dedi.
“Evet katılıyorum. Rüzgâr’ın isteği üzerine hareket edelim.” diyen Zeynep çantasına uzandı. “Ben gider.” diyerek ayağa kalktı.
…
İki gündür sadece arayıp görmeye gelmeyen bir adet Rüzgâr, Duru’yu derin düşüncelere salmıştı. Aradığında sesinden dökülen yorgunluk tınıları Duru’ya daha dert olmakla beraber aklına başka şeylerin gelmesine neden oluyordu. “Off” dedi. Düşünceler ve düşünceler.
“Hayırdır.” diyerek çakır gözlerini Duru’ya dikti Hurinur hala. “Terk etti değil mi seni, isebet olmuş? Sende imana geleceksin de adam koynuna hatun alacak.”
Gözleri dehşetle açıldı Duru’nun, “Hala o nasıl söz?”
Omuz silkti hala. “Ne dedim halam, olacağı söyledim. Sen burada cam kenarında beklerken Rüzgâr uçuşa geçmiş bile olabilir.”
“Yuhhh hala sus lütfen!” diyerek ellerini yüzüne kapattı. Halasının kahkahasıyla ellerini hızla çekti yüzünden. Gözlerini kısıp baktı. “Geç dalganı.” dedi. Ama kurt düşmüştü artık bir kez.
“Ben çıksamda sen Poyraz’a baksan olur mu?” dedi sevimli sevimli bakıp. Dudaklarını sağa sola kıvıran hala nazlanır gibi ses çıkardı. “Olur, git kurtar oğlanı kızın koynundan.” deyip ayağa kalkıp salonun kapısına doğru yürüdü.
“Hala!” diye cırladı Duru ama hala kendi bildiğini okumakta ustaydı. Üzerini değiştirip oğlunu da doyurup halasına bıraktı. Arabasına biner binmez Rüzgâr’ı aradı. Yanına gitmeyi istesede önce arayıp ne yaptığını soracak ve ona göre gidecekti. Direksiyon kolunda bulunan tekerlek düğmeyi iki kez çevirdi. Ekranda gördüğü Rüzgâr yazısıyla düğmeye bastı.
Aracın diyafonundan yayılan ‘dıt’ sesi bir-kaç seferden sonra açıldı.
“Duru.” dedi Rüzgâr. Oysa bir kaç saat önce konuşmuşlardı.
“Nerdesin Rüzgâr?” Saatine baktı. Akşam yediye geliyordu. Bu saatte ya evde yada şirkette olmalıydı.
“Şirketteyim. Önemli bir şey mi var?” Aklına ilk gelen Poyraz olmuştu genç babanın. “Poyraz’a mı bir şey oldu?”
“Aklın fikrin Poyraz. Bir sus adam, birde sor sana mı bir şey oldu.” Yüzünü buruşturdu Duru. Sinirlenmemek elde değildi.
Üç dört saniye sessiz kalan Rüzgâr gülümsedi. “Özür dilerim. Ben galiba fazla kaptırdım kendimi. Nerdesin, gelip alayım seni?”
“İstemez, ben deyince bir anlamı kalmadı. İşine bak sen.” Telefonu suratına kapattı Duru. Yönünü AZA’ya çevirdi. Varana kadar susmayan telefonunu da görmezden geldi.
Kapıdan sinirle girdi. Meşhur masada Aslı, Azra ve Zeynep oturuyordu. Çantasını masaya sertçe bırakıp kendini resmen sandalyeye attı. Şaşkın şaşkın bakan kızlar, daha sonra da birbirlerine baktılar.
Aslı, “Ateşli kadın, ne oldu?” diye sordu.
“Ateşim Rüzgâr’ı yakacak, o oldu?” dedi hırsla.
Azra, “Deme be Rüzgâr yanar mı ki? Sonra rüzgarında savrulup gitmeyesin. Bak olan sana olur demedi deme.” dedi keyifle. Zeynep’te Duru gibi hırslandı şakadan. “Ne yaptı hırt oğlan?”
“İki gündür gelmiyor. Arıyor ama ruh gibi. Ben yanına gideyim dedim aradım, ama sadece oğluma bir şey mi oldu diye soruyor.” dedi sinirle bir çırpıda.
Göz ucuyla birbirlerine bakma gereği bile duymadı kızlar. Aslı, “İşi vardır Duru. Koskoca iş adamı. Hem oğlundan uzak onuda anla.” dedi. Boş yere yanlış düşünmesini istememişti. Ama bu da onu kesmeyecekti biliyordu Aslı.
“Ben bilmiyorum Aslı, bu işte başka bir şey var. Rüzgâr’dan bahsediyoruz. Hani beni dünyanın diğer ucunda bulan adamdan.” Hiddeti gözleriyle beden dilinden dışarı çıkıyordu.
Aslı elinin içinde çevirdiği telefondan kimseye çaktırmadan Rüzgâr’a mesaj attı.
Rüzgâr’a.
Paketin burda patlamaya hazır bomba gibi. Gel al.
Aslı’ya.
Geliyorum.
Duru’ya döndü telefonu bırakıp. “Bebeğim sakin olur musun?”
Duru gelen çayı yudum yudum içtikçe biraz olsun gevşemişti. “Daha iyiyim.” diye mırıldandı ama hala içerliyordu. Aklındakini kızlarla paylaşmak için bir an tereddüt hissetmedi. “Derya…” dedi kızların kaşları havaya kalktı.
“Rüzgâr’ın annesi annemi tanıyormuş ya geçen gece babama sordum.”
Aslı öne doğru eğildi. “Ee…” dedi merakla Duru’nun iki dudağından çıkacak sözlere odaklandı.
“Babamla çok uzun yıllar önce aralarında gönül alış verişi geçmiş.” dediğinde Aslı yutkunmakta zorlanmıştı. Zeynep’in kahvesi genzine kaçmış öksürmeye başlamıştı. Azra’nın gözleri yuvarlarına dar gelmişti. “Bak sen…” dedi Azra. Aslı masaya eğildi. “Sonra.. ne olmuş?”
“Annemle tanışmadan önce yani- ben öyle anladım-ayrılmışlar. Babam net bir bilgi vermedi. Bir süre arkadaş kalmış Derya ile annem ama ben hiç hatırlamıyorum. Demek ki bir süre sonra hiç görüşmemişler. Evimize gelmiş olsa hatırlardım. Olay bu. Rüzgâr’ın duymasını istemiyorum.” dedi Duru.
“Neymiş o duymamam gereken şey?” elindeki çayı arkasına dönecegim diyerek eline döktü. Yanmanın verdiği hisle yüzünü buruşturdu. Rüzgâr çay fincanını elinden alıp masaya bıraktı. “Birde sakar… Almaktan vaz mı geçsem?” dedi gülümseyerek.
Elini peçeteye sildi Duru. Adama ters bir bakış attı. “Sana varan kim acaba küstah adam?” diye çıkıştı. Dolanıp Duru’nun yanına oturdu Rüzgâr. Sandalyenin kenarından tutup kendine çekti kızı. Dip dibe gelen ikili birbirine baktı. “Tabii ki sen.” dedi Rüzgâr. Duru cevap vermek yerine bakışlarını çekti. Rüzgâr kızı kendine doğru yaklaştırdı. Kızın sırtı biraz daha çekilse adamın göğsüne değecekti.
“Hop.” dedi Aslı. “Aile var.” Aslı’nın sesiyle kendine gelen Duru sandalyesini geri cekip Rüzgâr’a ters ters baktı. “Ne işin var burada? Senin işlerin yok muydu? Oğlun evde halamla, eve geçip görseydin.” diyerek tribin en alâsını atmıştı Duru.
Gözlerini deviren Rüzgâr sandalyeyi tekrar tutup kendine çekti. “Seni bilmesem beni oğlumuzdan da kıskandıgını düşünecegim ama Poyraz’ı benden çok sevdiğine eminim.” dedi kolunu kızın omzuna atıp kaçmasına engel oldu.
“Yok artık!” diye feryat etti Duru. “Daha neler… Sen beni tam anlamadın sanırım.” bakışlarını Rüzgâr’ın yorgun yüzünde gezdirdi. Göz altları morarmıştı. Göz akları kanlıydı. “Sen iyi degilsin.” dedi. Kızlar kendi varlıklarını fazlalık olarak görüp sessizce kalktılar masadan. İkiside bunu fark etmemişti. Zorla gülümsedi Rüzgâr.
“Hayır, iyiyim. Sadece çok fazla iş birikmiş onunla uğraşıyorum.”
Rüzgâr’ın yorgun hali ve kendi yaptıklarını bir araya getirince kendi kendine kızdı. “Tamam ama eve gitseydin, neden buraya geldin?” Bir saat önce sen nerdesin diye cırlayan Duru şimdi kendini görmeye gelen adama ne diyordu.
“Seni görmeye geldim. Sanırım bana sitem ediyordun. Haklı oldugunu biliyorum. Üzgünüm Duru. Seni unuttugumu düşünmedin inşAllah.” Rüzgâr’ın haline ciddi anlamda üzülmüştü Duru. Elbette düşünmüştü ama bunu açıklama gereği hissetmedi.
“Başında bir sorun var. Bu çok belli. Anlatmak istedigin zaman dinlerim. Şimdi sen evine git ve dinlen.”
Dinlenmeye çok ihtiyacı vardı. Ama elinden gelmiyordu. Başını yastığa koydugunda gözlerinin önüne Hare geliyordu. Tüm uykusu yerle bir oluyordu. Sabaha kadar kıvranıp duruyordu.
“Beraber gidelim.” dedi Rüzgâr. “Benim evime.”
Bir anda kahkaha atan Duru’ya şaşkın şaşkın baktı Rüzgâr. Gülmenin verdiği mutlulukla oda gülümsedi. “Neden güldün?”
“Çok tersine oluyor bizim bu işlerimiz. Senden bir oğlum var ama evini bile bilmiyorum.” dedi Duru.
Yüzünün şekli aniden degişmişti Rüzgâr’ın. Başını önüne eğip iki yana salladı. “Üzgünüm. Gerçekten.” Duru’ya baktı. “Özür dilemek yetmiyor Duru. Seni sevmeseydim. Sevemeseydim. Peşine hiç düşmeseydim. Eskisi gibi berbat biri olmaya devam etseydim. Seni ve çocuğumuzu hiç umursamasaydım. Ve seni bilmeden ittiğim o karanlıkta kalsaydın…” Yüzünü hüzünle buruşturdu Rüzgâr. Sözünün devamını getiremiyordu. “Bunlar olmamalıydı. Tüm suç benim. Seni o gece bırakmamış olmalıydım.”
Gözleri dolu dolu olan Duru’nun elleri buz kesmişti. “Artık neden diye sormayacağım. Ama merak etmiyorum değil Rüzgâr. Neden bırakıp gittin beni? Madem peşime düşecektin, neden gittin?
Duru’yu ilk kez kollarına aldığı an’a gitti aklı. Ve sonrasına. Kerem adını her duyduğunda deliren kalbi inatla susuyordu. “Geç fark ettim.” dedi.
“O zamanlar bir kadındın benim için. Her hangi biri. Uzaktan görüp begendigim biri. Sadece buydu. Ama sen bana sarıldığında hissetmiştim, farkın vardı. Uzaktan sevmekle dokunarak hissetmek çok farklıymış o an anlamıştım.” Duru serçe yutkundu. Aklı başında değilken adamı nasıl feth ettiğini dinliyordu.
“Hatırlıyorum.” diye mırıldandı. Kaşları havalan Rüzgâr Duru’ya döndü.
“Bir zaman unuttuğunu zannederek kendi kendime söyleniyordum; Beni nasıl hatırlamaz diye… Çok bencildim. Kendimi unutulmaz zannediyordum.”
“Hayır hepsini hatırlıyorum.” Başını dikleştirdi Duru. “Seni öpen bendim. Artık kaç miligram verdilerse bana.” dedi gözlerine çöken hüznü gizlemek istedi. Rüzgâr kızın o anlardaki üzüntüsünün tekrar geri gelmemesi için konuyu kapatabilirdi ama konuşmak istiyordu.
“Aramızda geçen her şeyi mi hatırlıyorsun?” diye sordu Rüzgâr.
Önüne dönüp buz gibi olan çayından gereksiz bir yudum aldı Duru. Saçını arkasına attı. “Hadi canım hadi git dinlen sen. Bu konuyu bir daha konuşmayalım.”
Rüzgâr kolunu tekrar Duru’nun omzuna atıp kedine çekti. Kulağına doğru eğildi. Kızın kaçmak istediği yerde o kalmak istiyordu. “Demek her şeyi hatırlıyorsun. Tamam, konuşmayalım. Evlenince uygulamalı anlatır mısın?” dedi gülerek. Duru dirseğini Rüzgâr’ın midesine geçirdi. “Aslı’yı çağıralım. Bak o uygulamada çok iyi. Demir sopa mı istersin, tahta sopa mı?”
Rüzgâr kocaman bir kahkaha attı. “İp getirsin. İdam mahkumuyum ben. İpimi kendim çektim, dar ağacı sensin. Mezarım yine sen!”
Yan durduğu için başını çevirmeden göz ucuyla Rüzgâr’a baktı. ‘Tatlı mı valla çok tatlı. İsotla başladık ama şöbiyete doğru geldik.’ diyen iç sesiyle gülümsedi. “Ağzın da laf yapmasa seni nasıl çekerdim Ali?” diyerek az önce aldığı iltifatları cebine atıp tribin gözüne gözüne bastı Duru. ‘Rüzgâr … çok seviyorum ben seni sen hep böyle konuş canını ye!’ diyeceğim günlerde gelir ama bugün bekleme, diye geçirdi içinden.
“Allah’tan ama değil mi? Yoksa gerçekten beş para etmem.” dedi Rüzgâr.
Hem övüp hem nasıl gömüyordu bu adam kendini. Kız düşünceli gözlerle izledi sevdiği adamı. Biliyorduki bazı şeyler unutulmayacak. Rüzgâr kendini hep böyle suçlayacak. Haklı veya değildi bu hep ortada asılı kalacaktı. Rüzgâr başlarına gelen her şeyden kendini sorumlu tutacaktı.
“Ne oldu?” diye sordu Rüzgâr. Uzun süre sesiz kalınca içinde bir şeyler kurcaladıgını anlamıştı Duru’nun. Düşünceli bakışlarını Rüzgâr’dan almadı kız. İkiside birbirinin yüzüne sesizce bakıyordu.
“Kendini suçlamayı bırak Rüzgâr. Sen bu oyunda piyon bile değildin.”
Oysa Rüzgâr bunun tam tersini düşünüyordu. Daha zekice davranabilirdi. Pek çok şey elinin altındayken fark edebilirdi. “Aksine.” dedi. “Ben senin peşindeyim ama o itin yaptıklarını fark edemedim. O gece orada olacağınızı biliyordum, sorgulamadım. Seni tanımıyordum. Sadece bir kaç kez görmüştüm. Kişiliğinle alakalı tek bir fikrim bile yoktu. Sizi o gece izleyecek kadar zeki ama tehlikeyi görmeyecek kadar kördüm.” Gözlerini kapatıp derin nefes aldı genç adam. “İzin ver artık bitsin bu! Birlikte güzel günlerimiz olabilir. Sen-ben-oğlumuz…”
Rüzgâr sevilirdi. Çok sevilirdi. Mutlu ederken mutlu edilirdi. Ali aşk Rüzgâr hayattı. Birleşince Aşkı-Hayat olurdu. Gülümsedi Duru. “İyi verelim bakalım.” dedi önüne dönüp. Kızların onları bir kaç masa ötede, kollarını dayamış şekilde hayran hayran kendilerini izlerken gördüğünde sesizce güldü. “Çok tatlılar ama değil mi?” dedi Duru kızları işaret ederek.
Rüzgâr’ın görüş alanı Duru’dan ibaretti. Oda Karşısındaki kadını süzüyordu. “Çok… O dudaklar varya beni öpmeli.” diye sesizce mırıldandı. Kaşlarını çatıp Rüzgâr’a dönerken, “Ne?” diye bağırdı. Hayran, hayran yüzüne bakan Rüzgâr’ın kendinden bahsettiğini anlayınca göz devirdi. “Kalk evine git iyi değilsin sen.”
“Sende gel.”
“Eve gitmeliyim. Poyraz’ı uzun süre bırakamıyorum sende biliyorsun.”
“Tamam, beraber gidelim. Sen Poyraz’ı al benim evime geçelim. Olmaz mı?” Yalvaran bakışlara kayıtsız kalamadı Duru. “Tamam, sana gidelim ama Poyraz evde kalsın. Abime, ben oğlumu aldım babasına gidiyoruz diyemem. Zaten sabır taşı çatladı çatlatayacak.”
Rüzgâr kaşlarını çatıldı. “Nasıl yani, neden?”
Abim ya sev ya terk et dedi. Ama bunu bilmesen de olur. “Poyraz için üzülüyor. Onun babasıyla büyümesini istiyor ve ben henüz karar vermedim.” dedi Duru. “Vermemiştim, vermiş sayılmam. Öyle karışık bir durum.” Yüzündeki gülümsemeye baka kaldı Duru. Tek kaşını havaya kaldıran Rüzgâr. “Abin çok haklı, ama sende ver artık kararını.”
“Bilemiyorum. Ne için karar verecektim?”
“Tabii ki bana gelmek için kadınım. Benimle olmak için… Yeni yeni bebekler yapmak için…”
“Kadınım.” dedi Duru. Onun sözünü tekrar ederken şaşkınlık ve hoş bir seda ile karışmıştı iç dünyası. Sanırım bir erkekten gelen en güzel söz buydu. “Başa sarmayalım Duru.” dedi yine yalvarır gibi bakıyordu. Ve bu bakış Duru’yu üzmeye yetiyordu ama sustumu? Hayır.
Kollarını göğsünde bağlayıp yan döndü. Rüzgâr tam görüş alanına girmişti. “Çok merak ediyorum.” dedi kız. Kolunu sandalyenin sırt kısmına koyup elini de başına yerleştirdi Rüzgâr. “Neyi merak ediyorsun kalbim?”
Bir kelimeyi hazmetmeden yenisi geliyordu. ‘Kalbim’ kelimesinin üzerinden atladı. “Ben senin beğenmediğin türden bir kadın olsaydım.” dedi. Tek kaşını kaldırıp gözlerini kıstı. Bakışları anlatsın istiyordu. Ki Rüzgâr’da bunu anlamıştı. “Evet.”
“Ne demek istedigimi anladın sanıyorum. Evet işte ondan. Yine peşime düşer miydin?”
Hiç düşünmeden, “Evet.” dedi Rüzgâr. “Aklımda hayalimde bile yoktu senin masum olduğun. Sana sarılırken de bilmiyordum. Öperkende. Bunları bilmeden de hissetiğim şeyler değişik değildi. Bu fazla bencilce biliyorum. Evet erkekler masum kadınları daha çekici buluyor. Sanırım buna aitlik hissi doğru kelime. Tek bir kişiye ait olmanız bize güzel duygular yaşatıyor. Yalnız; masum olmak yada olmamak tek bir şeyi değiştiremiyor.” dedi. İçinden geldiği gibi sesiz ve sakince mırıldanmıştı Rüzgâr.
Dikkatle dinleyen Duru, “Nedir o değişmeyen?” diye sordu.
“Sevgi.” dedi Rüzgâr. “Gerçek sevgi karşılıksız olan. Ben bu yaşıma kadar hayatıma aldığım kadınları unutup bencilce bunu senden bekleyemezdim. Yani evet mesele o değildi. Evet mutlu oldum. O da başka bir bencillikti. Asıl mesele ne biliyor musun?”
Dudaklarını birleştirip büktü Duru. Biraz düşündü ama bulamadı. “Nedir mesele?”
“Mesele dokunduğun da titreyen kalbin. Ben bir şekilde ilk olabilirim. Evet sen benim tende ilkim değildin. Ama kalbimi titreten ilk kadındın.” dedi Rüzgâr. Yüzünü kıza doğru yaklaştırdı. Duru duyduğu kelimelerle donup kalmıştı. Sağ yanağına doğru sokuldu. Kulağına fısıldadı. “Son kadında sensin … mesele sadece sensin!
Derya denen kadın müsveddesini hiç anlamıyorum kocanı sevmemiş olabilirsin ama canından can olan masum bir çocuğu nasıl sevmedin ondan mutluluğu bile esirgeyecek kadar nasıl nefret ettin. Emeklerine sağlık.