Panodan yayınlan ışıktan başka aydınlatan hiç bir şey yoktu ortalığı. Yürekler ışığın sönmüş hali gibiydi. Gece karası… Elini havaya kaldırıp baktı Duru. Kan! Karanlıkta bile renginden zerre kaybetmiyordu. Titreyen göz bebekleri abisini buldu. “Abi! Kan!” diyebildi.
Karahan kardeşini, annesi öldüğünde bile bu kadar çaresiz görmemişti. Ona bunu yapan cezasını çekecekti. O, ömrünü sevdiklerine adayandı. O kadar çok acı çekmişti ki bir sonraki için kimseye izin vermiyordu. İzinsiz geleni de geldiği yere göndermekten şeref duyacaktı.
“Yüz üstü yatırın!” diye bağırdı Aslı.
Yiğit’in ve Murat’ın kollarından aldığı adama baktı Duru. Her an boşluğa düşebilir, kendi kaybedebilirdi. Zeynep ve Aslı yüz üstü yatan Rüzgâr’ın yanına diz çöktüler. “Bıçak makas kesici ne varsa.” diye bağırdı Zeynep. Arabaya koştu Nihat. Ne bulacağını bilmiyordu ama…
Duru hala ellerine bakıyor ve sessizce ağlıyordu. Karahan kardeşini kollarının arasına alıp sıkıca sardı. “Kendine gel, lütfen.” dedi. Şoka girme ile girmeme arasında sallanıyordu Duru.
Hare çoktan girmişti şoka. Vuran annesi vurulan abisiydi. Anlamı yoktu olanların. Neden di? İnsan oğlunu vurur muydu? Ayakta öylece yüz üstü yatan abisine bakıyordu. “Abi.” diye mırıldandı. Sessiz ve yalnız bir tek damla düştü gözlerinden. Gözleri kendiliğinden kapanırken Fatih’in hızlı hareketiyle daha dizleri yere değmeden havada yakalandı.
Kollarına yığılıp kalan çaresiz güzelin yüzüne bakarken onun için gerçekten üzülmüştü Fatih. Başına gelen onca şeyden sonra bir kadın için ilk defa üzgündü. Arabaya doğru yürüyerek onu arka koltuğa yatırdı. Nihat’ın getirdiği maket bıçağı ile Zeynep Rüzgâr’ın deri ceketini boydan boya kesti. Sonra içindeki tişörtü. Telefonun fenerinden yayılan ve direk kurşun yarasını gösteren ışıkla Aslı ve Zeynep birbirine baktı. Aslı eline geçirdiği bir atkı ile tampon yapıyordu.
Aslı başını kaldırıp beylere baktı. “Sarsmadan, sabit bir şekilde.” dedi kendine bakan adamlara. Ne demek istediğini tam anlatamıyordu. Doktorluk dostta pek işe yaramıyordu. “Kaldırın, ambulansı bekleyemeyiz.” dediğinde Duru abisinin kollarında kendini derin bir uykuya bırakmıştı.
..
Yüzüne vuran gün ışığı olamazdı değil mi? Gözlerini açmak için zorluyordu. Göz kapakları da inatla kalkmak istemiyordu. Ellerini ve bacaklarını kıpırdatarak kendine gelmeye çalıştı. Ama bedeni kum torbası gibiydi. Aklı henüz yerine gelmeye başlamıştı. Elini başına götürdü. Bu bile onu yormuştu. “Rüzgâr.” diye mırıldandı kendi kendine.
Ve aniden hızla açılan gözleri beyaz tavanla karşılaştı. Başını kaldırdı. Odada kimse yoktu. Elinde takılı olan damar yolu ağırlık yapmıştı. Hareketsiz kaldığı için elinin şiştiğini hissetti. Hızla doğruldu. “Uyuttular beni.” diyerek elinin üzerindeki damar yolundan serum başlığını çıkardı. Dün akşam giydiği kıyafetler hala üzerindeydi. Aniden durdu. “Hayır.” dedi titreyen sesiyle, “Ona bir şey oldu. Beni o yüzden uyuttular.” Başını pencereye çevirdi. Sabah olmuştu. Dün akşamdan bu yana yarım gün geçmiş olmalıydı.
Ağlamaya başladı. Yerinden kalkıp hızlı adımlarla kapıya ulaştı. Başının dönmesini umursamadı. Elinin tersiyle gözlerini sildi. Kapının önünde bekleyen Karahan ve Nazlı’yı görünce hıçkırıp daha şiddetli ağlamaya başladı. Karahan kardeşine yaklaşıp kolları arasına aldı kızı.
“Sakin ol ve ağlama.”
Abisinin kollarından geri çekildi. “Rüzgâr nerede?” Asıl sorusu o yaşıyor mu olacaktı, ama dili varmıyordu. Gözlerini Karahan’ın gözlerine sabitledi. Doğru olanı arıyordu. İstediği tek kelime ‘yaşıyor’ dan ibaretti.
“O iyi. Az önce deli gibi bağırıyordu.”
Neden bağırdığını soramadan Rüzgâr’ın sesini duydu Duru. “Çekil diyorum Aslı!”
diye ortalığı inleten sesiyle gözleri parladı Duru’nun. Sesin geldiği yöne bakıp güldü. Abisine ve yengesine hiç dönmeden sese doğru koştu. Hemen yandaki odadan yükseliyordu ses. Kapıya tüm gücüyle asıldı ve açtı. Kapının arkasında Aslı’nın olduğunu bilemezdi. İki adım geriye sendeledi Aslı. Rüzgâr görüş alanına giren kadını görünce derin bir oh çekip başını arkaya atarak gözlerini kapattı. İki büklüm olan Aslı doğrulup ellerini beline yerleştirip sertçe baktı ikisine. “Manyaksınız siz.” diyerek kapıya ulaştı. Elinin tersiyle Duru’yu resmen itip kapıdan çıkarken de, “Deli deliyi dakkada bulur, ben miyim suçlu Yarabbim!” diye cık cıkladı. Duru onun arkasından kapıyı kapatıp Rüzgâr’a baktı.
Kaç saniye öyle baktığını bilmiyordu. Bazen kısa gelirdi bu anlar, bazende ömür kadar uzun. Doyabilirsen ne mutluydu. Üzerinde gezdirdi bakışlarını, hastane kıyafeti içinde komik duruyordu. İşaret parmağını Rüzgâr’a salladı. “Bir daha benim için ölmeye kalkarda yaşarsan seni ben öldürürüm.”
“Öldür.” Rüzgâr yorgun ama aşk dolu bakıyordu. Sesinde gizleyemedigi aşk tınıları Duru’nun kalbinde çan çalıyordu.
Gözleri yeniden dolmuştu. Usulca yaklaşıp kollarını Rüzgâr’ın boynuna doladı yarasını dikkate alarak. Sol kolu cansızdı. Ama sağ koluyla sardı Duru’yu. “Sana bir şey olacak diye çok korktum!” dedi Rüzgâr.
“Benim kadar korkamazsın.” Sesi titriyordu konuşurken kızın. Aklına hücum eden görüntüyle gözlerini sıkıca kapattı. Daha sıkı sarıldı Duru. “Derya yapamadı, ama az daha sıkarsan aşktan ölebilirim kalbim.” Gülerek söylesede canı yanıyordu aslında. Hızla geri çekilip endişeyle baktı. “Özür dilerim, canını mı yaktım?”
“Sen benim canımı yakamazsın. Aşk acısı o sızlayan.” Elini kalbine götürüp yüzünü çocuk kadar masum hale getirdi Rüzgâr.
“Serseri.” dedi gülerek Duru.
Sağlam koluna girdi. “Yatağına geçmelisin.” Yatağına yönlendirip yardım etti.
“Nasıl bir duygu?” diye sordu Rüzgâr. Karşısına yatağın kenarına oturan Duru, “Ne, nasıl bir duygu?” diyerek sorusuna soruyla cevap verdi. Başını yastığa bıraktı Rüzgâr. Bakışları Duru’daydı. “Benim gibi serseriyi sevmek?”
Yüzünü buruşturdu Duru. “Berbat bir duygu.” dedi. Kaşları çatıldı Rüzgâr’ın. “Yapma be.” dedi.
“Valla… Bak şöyle; Her an yüreğin ağzında geziyorsun. Acaba yine ne delilik yapacak. Yine ne iş açacak başına diye düşünüyorsun.”
“Yapma ya… Bak sen e…”
“E’si bu.” Rüzgâr’ın şaşkın arası öfkeli yüzüne bakarak gülümsedi. “Ama serseriyi sevmekte başka. Yaramaz çocuklar kadar tatlı.”
Gülümsemesi yüzüne yayılmıştı Rüzgâr’ın. “Çok seviyorum seni.” Sağlam kolunun üzerine yatıp elini başının altına koydu. Yorgun gözlerle bakıyordu. “Canım sana feda olsun. Senden önce bir işe yaramıyordu. Senin olmadığın yerde de işe yaramaz.” dedi, ilaçların ve Duru’yu görmenin getirdiği huzurlu uykudan kaçamamıştı. Uyumak şu an için istediği en son şeydi, ama direnecek gücü kalmamıştı. “Yanımda kal.” Güçsüz eli Duru’nun elinin üzerinden kaydı. Duru’nun tek damla göz yaşı gibi. Kapı yavaşca açıldığında Şahin komiseri gördü Duru. Eliyle gözlerini silip ayağa kalktı. Kapıya ulaşıp fısıldadı.
“Uyuyor.”
Gece beklemişlerdi Ceren’le ama uyanmadıgı için sabah geleceğiz diyerek gitmişlerdi. Başını sallayan Şahin dışarı çıktı. Duru’da onunla beraber çıkıp kapıyı kapattı. Dün geceki takımdan Aslı, Zeynep, Nazlı ve Karahan vardı. Fatih’in de on adım ilerden geldiğini gördü Duru.
Şahin ile Ceren Duru’ya dikmişti gözlerini. Dün gece herkesin ağzından çıkan tek kelime, “Kimseyi görmedik.’ olmuştu. Ama kimse bunu Duru’ya söylememişti.
Ceren, “Sen gördün mü Duru?” dedi.
Şahin’in arkasından Aslı kaşlarını havaya kaldırıp indiriyordu. “Neyi Ceren?” dediğinde Ceren gözlerini devirdi. “Vuranı.”
Karahan kenarda sessizce bekliyordu. Nazlı’da ona yaslanmıştı. Zeynep’te atmaca misali bekliyordu lafa girmek için. Aslı ondan önce davrandı. “Ya biz evlilik teklifi organizasyonu içerisindeydik. Hava kararmıştı. Kendi sesimiz bize yetiyordu…” Şahin’in sesiyle irkildi Aslı.
“Kes sesini Aslı.”
Gözlerini kısıp ellerini beline yerleştirdi Aslı. “Az kaldı keseceğim kurdelanızı.” dedi Aslı
teyzesinin oğlu olan Şahin abisine. Olaya takla attırmakta üstüne olmayan kadına döndü Ceren. Açık ağızla Aslı’ya baktı komiser. “Ne kurdelası?”
Saçını geriye savurdu Aslı. “Nişan bebegim. Karta kaçtınız ondan dedim.”
Karahan güldügü belli olmasın diye eliyle burun kemerini sıktı. Nazlı başını Karahan’ın omzuna gömdü. Ama inip kalkan omuzlarından belli oluyordu güldügü. Şahin arkasını dönüp Aslı’ya tehditkar baktı. “Aslı sus!” dedi dişlerinin arasından. Ellerini havaya kaldıran Aslı, “Sustum.” dedi.
Tekrar Duru’ya döndü Şahin. “Gördün mü?” Sesi sertti, ama kimi korkutuyordu ki? Karşısında Aslı eğitiminden geçmiş biri vardı. Abisi de ayrıca Karahan olan kişiye soruyordu.
“Hayır kimseyi görmedim. Zaten Rüzgâr benim önündeydi. Bir anda oldu her şey. Beni çevirdi kurşun ona saplandı. Ateş sesinden sonra biz kendi derdimize düştük.” Kısa ve öz açıklama yaptı Duru.
Şahin ile Ceren bu işten çok sıkılmıştı. Ela ölüyor intihar oluyordu, Rüzgâr vuruluyor kimse görmüyordu. Derin nefes alıp birbirlerine baktı komiserler.
Ceren, “Hadi bakalım öyle olsun. Sizi içeri tıkacağım bir gün gelecek. O zaman ne yalan uyduracaksınız?” dedi.
Aslı Şahin abisinin önüne geçti. “Aşk olsun yengeciğim ne yalanı ayıp oluyor. Hem siz merak etmeyin, suçlu varsa cezası kesilir. Adaletin kestiği parmak acımıyorsa benim kestiğim sinek ısırığı olur.”
“Ceren ilk bunu tıkalım içeri.” dedi Şahin, işaret parmağıyla Aslı’yı gösterip. “Potansiyel suçlu bu kız.”
“Hah Teyzem duymasın abiciğim. Anneme olan benzerliğim onu çok mutlu ediyor biliyon mu?” dedi göz kırpıp oysa annesine zerre kadar benzemiyordu Aslı. Babasının kopyasıydı ikiziyle.
Şahin göz devirdi. “Ah Aslı, Yiğit sana nasıl katlanıyor? Sen… Sen çok…” Aslı kesti sözünü. “Evet fazla zekiyim. Karadenizli olmak derim ben buna. Kadınlarının ne kadar uyanık olduğu açık.” gözüyle Ceren’i işaret etti. Komiser de olsa kadındı Ceren. Şahin’e pis bir gülüş attı. “Bak çok haklı ama şimdi burada.” dedi.
Aslı’ya dönen Şahin, “Ne alaka Aslı? Yıllardır tanıdığım Ceren.” dedi.
“On küsur seneyi geçmiş hala dibinden ayrılmıyorsun. Buna ne denir? Ceren uyanık seni nasıl elinin altında tutacağını çok iyi biliyor. Kapiş abiciğim.”
Kafası karışan Şahin önce Ceren’e baktı. Ceren hastanenin kahve-krem yağlı boya duvarlarını inceliyordu. Sanki çok ilgi çekiciymiş gibi. Aslı’nın sözleri gururunu okşamıştı.
“Ben bir fincan kahve içsem iyi olacak sanki.” diyerek uzaklaşan Şahin’in ardından Ceren’de gülerek ilerledi. Onlar uzaklaşırken omuzları çöken Aslı derin bir nefes bıraktı. Karahan ellerini kaldırıp alkışladı Aslı’yı. “Beş dakikada ayak üstü uyuttun Aslı, bak ayakta alkışlıyorum seni.” dedi.
Duru minnetle bakıp Aslı’ya sarıldı. “Sen varya insanın sahip olabileceği en güzel şeysin.” dedi. Ayrılıp etrafındakilere konuştu. “Bu insan evine gidiyor. Rüzgâr’a da söyleyin delilik yapmasın.” Karahan’a bakıp, “O kadın için beni bekliyorsun. Sakın ola bensiz tek soru bile sorma. Gerekirse beraber öldürürüz.” dedi. Başını salladı Karahan. “Sorun değil.”
Mert’in kolları arasında gözleri ağlamaktan kızarmış ve bitkin Hare’nin yanlarına gelmesiyle sustular. “Abim.” diyebildi. “Görmek istiyorum.” Ağlamsı çıkan ses tonu en çok Fatih’in yüreğine dokunmuştu. Çaresiz görünüyordu. Onun için çok zor olmalıydı. Biri annesi diğeri abisiydi. Duru elini uzatıp Hare’yi kendine çekip sarıldı. “Uyuyor canım, ama çok iyi hatta fazla iyi.” dedi zoraki gülüşle.
İçini çeken Hare Duru’ya daha çok sokuldu. “Ben çok şaşkınım. Hepinizden özür diliyorum. Benim yüzümden oldu. Anneme uğrayıp oraya gideceğimizi ve neler yapacağımızı anlatmıştım. Ben bilemezdim. Hâlâda bilmiyorum neden böyle bir şey yaptığını.” Karahan’a dönen Hare yaşlı gözleriyle yalvarır gibiydi. “Karahan abi, anneme bir şey yapmayacaksın değil mi?”
Yüzü sertlik kazanan Karahan kıza üzülse de sözünü esirgemedi. “Hâlâ yaşıyorsa bunu sana ve abine borçlu. Ama bu cezasını çekmeyecek anlamına gelmiyor. Üzgünüm, benim sevdiğim insanlara zarar veren cezasını öder.” dedi Karahan. Başını önüne eğdi Hare. Annesini savunacak tek bir kelimesi bile yoktu. Kızın yıkılmış haline çok üzüldü ama kimse olacağı değiştiremezdi. “Bunu o istedi Hare, içeride yatan senin abin. Bugün yaşıyor ama ölebilirdi de. Bunu da düşün annene üzülürken.”
Hare’yi kendine çekip saran Mert oldu. Onunda diyecek tek kelimesi yoktu. Karahan her kelimesinde haklıydı. İçeride yatan onunda can dostuydu. Kızın saçlarına onu sakinleştirmek adına masumane, abi hisleriyle bir öpücük kondurdu Mert. “Geçecek Hare.” diye mırıldandı.
Fatih sürekli dedişip durduğu kızı bu şekilde görünce içinde uyuyan, uyumasına hatta saklanmasına izin verdiği merhamet duygusunun yerinde kıpırdadığını hissedince yanlarından sessizce ayrıldı. Ela’da bıraktığı her şeyi bir daha tatmak ve yanılmak istemiyordu. Ve gitmek en iyisiydi. Zira Hare’ye sarılan olmak için içinden yükselen duyguya engel olmak her an zorlaşıyordu.
…
Yiğit, Aslı ve Karahan Fatih’in Derya’yı sakladığı yere gelmişlerdi. Aslı’ya kalsa Florya’daki eve kapatırdı. Karahan’ın onları getirdiği evde babasının önceden kullandığı bir villa idi. Turgut Kara’nın kara günlerinden kalma evin önünde durdular. Hava kararmıştı. Saat akşam dokuz civarıydı. Aslı’nın aslında hiç bir işi yoktu. Ama Derya’nın gizlediği gerçekleri az da olsa tahminenleriyle ölçmek istemişti. Azra ve Zeynep’le yaptığı konuşmayı düşündü. Üçünün de fikri aynıydı. Baba Turgut Kara olmalıydı. Yem atarak gerçeği öğrenmeye çalışacaktı. Belki hâlâ umut vardır, belki baba Turgut Kara değildir, düşünceleriyle dolup boşalıyordu.
Ve şimdi burda bulunma nedeni olası her hangi gereksiz konuşmaya engel olmaktı. Derya’nın pis iki dudağından çıkacak tek bir söz ortalığı gerçek bir mahşer yerine çevirebilirdi.
Arabadan inen Aslı ile Yiğit, aracını park eden Karahan’ı beklediler. Yiğit karısının yanına gelip elini tuttu. Düşünceli haline bakıp, “Neyin var hatun? İçinde yine kurtlar kaynıyor, kimi ısıracak?” diye sordu.
“Emin ol kimseyi ısırsın istemezsin sevgilim. İçim katran karası.”
Kaşlarını çatan Yiğit ne demek istediğini tabii ki anlamamıştı. Aslı ve onun özlü sözleri her zaman anlaşılmaz yaşanırdı. Bunu geçen yıllar içinde daha iyi kavramıştı. “Sorsam zamanı değil diyeceksin. Beklemeyi seçiyorum.” dedi Yiğit.
Önden giden Karahan’ın peşine düştüler. Villanın büyük kapısını Fatih açtı. İçeri girip koridorları dolandılar. Arka tarafta küçük bir odaya açıldı kapı. Derya elleri ayakları koltukta yatıyordu. İğrenç bir böceğe bakar gibi baktı Karahan. Ağzındaki bandı kadının ağzından sertçe çekip aldı Aslı.
Derya’yı yakasından tutan Aslı koltukta oturur şekle getirdi. Derya’nın bakışları Karahan üzerindeydi. Karahan nasıl bakıyorsa Derya’ya oda o şekilde bakıyordu. “Ölmedi degil mi?” dedi oğlu için.
Aslı gülümseyerek yaklaştı. “Çok sağlıklı. Sapa sağlam, ama sen öleceksin.”
Derya korkmuyordu o da Aslı’ya gülümsedi. “Güzel, zaten ölmezsem yine denerim.”
Karahan, tek büyük adımda kadına ulaşıp boğazına sarıldı. Tek eliyle sıktı. Gücünün yarısını bile test etmemişti. “Seni burda öldürür bu odaya gömerim. Kardeşim de kocasıyla mutlu mesut yaşar.” Elini boğazından çekerken itti kadını.
Derya bir kaç kez öksürdükten sonra Karahan’a baktı. “Baban seninle gurur duyuyor olmalı.”
Derya’nın bu hayatta istediği iki şey vardı. Biri Turgut Kara, diğeri ondan bir erkek çocuktu. Lakin ikisine de sahip olamamıştı. Meral ve Turgut evlendiğinde ve Karahan dünyaya geldiğinde onu nasıl sevdiğine şahit olmuştu. Turgut, Karahan’ı büyük bir coşkuyla sevdikçe Meral’den daha çok nefret etmişti. O gün aklına koymuştu. Turgut Kara’dan bir oğul. Ama yaradan ona kız vermişti. Hare’yi de sevmişti, kendince… Yinede büyük bir coşku hissetmemişti. Eğer oğlu olsaydı; Kapısına gidip bu senin oğlun diyecekti. Hare ile kurduğu tüm sistem çökmüştü. Ve zaman kendini su misali buraya getirmişti.
Kaşları çatılan Karahan kadının yüzünü inceledi. Yıllar öncesine gitti. Annesi yaşarken, bu kadının evlerine gelip gittiği zamana. On belki on iki yaşlarındaydı Karahan. Ama bu yaşlanmayan mahluğun sevimsiz gözlerini tanımıştı. “Sen annemin arkadaşıydın.” dedi. Bunu şaşkınlıkla söylemişti.
“Anneni hiç sevmezdim.” dediğinde Karahan yumruğunu sıkarak havaya kaldırdı. Karşısındaki bir kadın olarak bir sıfır öndeydi. Dişlerini sıkarak kararan gözleriyle baktı kadına.
“Fatih.” dedi Aslı. “Sana temin et dediğim sopa nerde oğlum? Hele bir ver onu bana.” Yiğit kaşlarını havaya kaldırdı. “Aslı.” dedi.
“O hak ediyor Yiğit. Oğluna acımayan birine ben neden acıyayım? Şans eseri Rüzgâr ölseydi; Şu an biz Duru’nun feryatlarına, Ali Poyraz’ın yetimligine ağlıyor olurduk.” Derya’nın gözlerinin içine baka baka söylediği aynı zamanda da Fatih’in avuçlarına bıraktığı sopa ile gülümsedi Aslı.
“Bizi beş dakika yanlız bırakın bizi.”
Hem Yiğit hem Karahan Aslı’ya itirazın işe yaramayacağını biliyordu. Kaldı ki itiraz etmek isteyen de yoktu. Üçüde dışarı çıkınca baş başa kaldılar.
“Sen beni tanır mısın?” dedi Aslı.
“Seni tanımayan mı var?” deyip boş boş baktı Derya. Duygusuzdu bakışları, hissiz.
“Yok medyadan değil, sen gerçek beni tanır mısın? Bence tanımıyorsun.” Kadının yanına yaklaşıp saçlarına elini geçirdi. Arkaya doğru şiddetle çekti. Ağzı havaya kalkıp açılan Derya inlememek için kendini sıktı. “Amacın ne biliyorum. Ama sana yedirmem ben bu insanları.” deyip saçını iyice kavradı. Başını hızla koltuk kenarına sertçe vurup geri kaldırdı. “Ah bak Allah’tan yumuşaktı. Ama bir sonraki duvara gelecek. Çok canım yanarsa bağır olur mu?” Kadının ayaklarını çözüp ayağa kaldırdı. Elleri hala bağlıydı. Duvara bir metre kala dikti Derya’yı.
“Şimdi canım ben soracağım sende cevap vereceksin.”
“Neden öyle bir şey yapayım?” dedi, Derya çırpınırken.
Aslı kadının kulağına doğru fısıldadı. “Dışarıda seni öldürmek için can atan Karahan varya, ona gidip bu kadın senin babandan çocuk yapmış dersem ne olur?” Derya’nın gözleri kocaman olmuştu. Bunu bilen, bunu bu dünya üzerinde bilen tek kişi kendisiydi. Bu kadının bunu bilmesi imkansız kere imkansızdı.
“Ne oldu, çok mu şaşırdın? Dedim ama sen beni tanımıyorsun diye. Her neyse işimize dönelim. Ha eğer söylersem, muhtemelen seni burada öldürür. Ama dediklerimi yaparsan seni kurtarırım. Ha bak yine yapmadın, Karahan varya; işte o seni öldürmek için hiç kimseyi ama hiç kimseyi takmayacaktır. Ne Hare ne Rüzgâr… Onu kimse zaptedemez. Ölmek için hala gençsin. Ama ölmek istiyorsan beni yorma.”
“Sen bunu nasıl öğrendin?” Aslı’ya göz ucuyla baktı Derya.
“Çok zor olmadı. İz sürdüm. Burnum iyi koku alır. Hare’ye nasıl hamile kaldın?” Kadını duvara doğru itip çarpmadan geri çekti.
“Söyle! Turgut Kara karısını aldatacak biri değil. Sorunun cevabı seni ölümden kurtaracak. Ya içeri gireceksin yada tımarhaneye! seç beğen al.” Bağırmak istemediği için dişlerini sıkarak konuşuyordu Aslı. Kapının ardında olanların duymaması gerekiyordu.
“Sana beni kurtar diye yalvaracak değilim. Bunu göze almıştım. Hayır, sana hiç bir şey söylemeyeceğim.” dediğinde Aslı Derya’nın başını duvara hızla çarptı. Geri çekip tekrar çarpmak istemişti. Ama Derya hissettiği acıyla dizlerinin üzerine çöktü. O kadar acıya bir “Ah” dökülmüştü ki ağzından Aslı bir an acımak istemişti. Ama bu duygusunu geri itekledi. Hayvaların bile koruyup sevdiği şey yavrularıydı. Onlar bile merhameti hak ediyordu. Ama Derya etmiyordu. Kadının yanına diz çöktü. Saçlarını daha sıkı kavradı. Arkaya doğru çektiğinde Derya’nın geçmeyen acısına yenisini eklemişti.
“Bebeği nasıl yaptın?”
“Sana ne!?” dedi Derya dişlerinin arasından. “Hare Turgut’un kızı bunu bilmek yeter sana.” Aslı saçından tutuğu kadını duvara tekrar çarptı ve geri çekti. Acıdan gözlerinden yaş inen kadının gücü azalıyordu.
“Bir daha sormayacağım.”
“Söylersem beni kurtaracak mısın?” diye mırıldandı Derya. Hissettiği acı savunma mekanizmasını yok ediyordu. Bu kadın manyaktı. Bu güne kadar kimseden görmediği şiddeti Aslı’dan görüyordu. Pes etmek üzereydi.
“Ne kurtaracağım seni be! En fazla bir yere kapatırım. Orada süreceğin hayatta Karahan ve Rüzgâr gerçeği öğreninceye kadar sürer.”
“Rüzgâr benim umrumda bile değil. O embesil bana hiç bir şey yapamaz.” İgrenerek söylemişti Derya.
“Rüzgâr senin oğlun degil mi?” Duydukları bir anneye asla yakışmayacak şeylerdi. Kendisi de bir anneydi ve Rasim’i deli gibi seviyordu.
“Benim oğlum, ama ne onu ne babasını asla sevmedim.”
“Neden? İnsanın oğlunu sevmesi için illa babasına tapıyor olması şart mı?” Kendini sıkan Aslı Derya’dan daha bitkindi.
“Sevmedim, sevmek istemedim.” diyerek çırpındı Derya. Bu sevgi muhabbetini bu kadınla yapacak değildi. “Sadede gel.” Saçlarını tekrar çekti. Kadının başı havaya kalkmıştı.
Dişlerini sıkıp gözlerini kapattı Derya. “Meral üçüncü çocuğuna hamile kalmak için deli oluyordu. Duru’dan sonra bozulan hormonları tekrar anne olma olasılığını sıfıra indirmişti. Doktorlar tekrar hamile kalırsa kadınsal hormonlarının düzene gireceğini söylemişti. Ama ne kadar tedavi gördüysede kalamıyordu. En son tüp bebek olayına baş vurdular. Bende o dönem çok yakındım ona. Her bilgiyi bana eksiksiz aktarıyordu. Bu da benim işime geliyordu. Tüp bebek yapacak doktora yığınla para verdim. O da kabul etti. Aynı gün girdik aynı hastanede… O gün ikimizde hamile kaldık. Ben erkek olması için dualar ederken kız olmuştu. Yıkılmıştım. Rüzgâr’dan tekrar tekrar nefret ettim o gün. Benim oğlum Turgut Kara’dan olmalıydı. Hare’yi de sevdim, ama asla hayalini kurduğum erkek evlat olarak değil. Meral’le bir hafta arayla doğum yaptık. O kızı olduğu için mutluluktan ölüyordu. Bense lanet ediyordum. Eğer Hare erkek olsaydı onu babasına götürecektim. Bu da senin oğlun diyerek anın tadına varacaktım.”
Aslı kendisine diyordu şeytana papucunu ters giydiririm diye. Duyduğu şeylere akıl erdirmek mümkün değildi. Aslı şaşırmayı uzun zaman önce bırakmıştı. İşte bu gerçekten şaşırmak için deha üstü bir plandı.
“Bunu Hare ile de yapabilirdin neden erkek?”
“İlk çocukları, Karahan doğduğunda Turgut dünya üzerindeki en mutlu adam olmuştu. Onu gözümün önünde öyle seviyordu ki kaldıramıyordum. Onu bende mutlu etmek istedim. Ben… Onu en çok seven kadın!”
Yuh… dedi içinden Aslı. Bu nasıl bir hastalıklı akıl? “Sen benim gördüğüm en adi kadınsın. Sen benim ırkıma lanet olarak gelmişsin dünyaya.” Saçından tutup yere fırlattı. Ayağa kalktı. “Yazıklar olsun senin gibi anneye de kadına da. Bu söylediklerini eğer tek bir kişiye daha söylersen; Seni diri diri gömerim.” dedi fısıltıyla. Kapıya uzattı elini. Derya’nın sesiyle geri döndü.
“Beni bırak. Bu güne kadar kimseye söylemedim. Bundan sonra da söylemeyeceğim.”
“Aklın varsa söyleme! Yoksa çok acılı bir ölümün olur.” Kapının koluna asılıp açtı. Dışarı çıkıp derin bir nefes aldı.
Bir kaç metre ötede ayakta dikilen üçlüye baktı. Yanlarına ulaşıp kocasının kolunun altına girdi. Dikkatle yüzüne bakan Karahan’a hiç bir şey belli etmedi. “Rüzgâr’ın babasından nefret ediyor. Sanırım sorunlu bir evlilikleri olmuş. Aldatılmış. Oğlunun da babası gibi olduğu saplantısına kapılmış. Nefret nefret getirmiş. Yani Rüzgâr’dan da nefret ediyor. Bu hastalıklı düşünceyle oğlunu mutlu görmek istememiş. Olay bundan ibaret.” dedi tek nefeste.
Üç adamda ikna olmuş gibiydi. Bakışlar ve sessizlik ona işaretti. Fatih, “Ama şimdi onu bırakırsak belki yine deneyecek.” dedi.
Karahan, “Rüzgâr’la konuştuk. Buradan gidecek. Yurt dışına. Başına birini dikeceğim. Ve oradan buraya ölüsü gelecek. İşimiz şansa kalamaz. Benim harcanacak kimsem yok.” Fatih’e döndü Karahan. “Evine birini gönder, eşyalarını toplasın çalışanları, pasaport ne varsa bulsunlar. Bu gece Türkiye’deki son gecesi. Özel uçak hazırlat kimse görmesin, duymasın bilmesin.” dedi.
Fatih başını eğdi. “Tamam, abi.”
Yiğit karısına baktı. Yorgun gözüküyordu. “Karıcığım içerden acılı ses yükseldi. Kadına ne yaptın?”
“Azıcık kafasını duvara sürtmüş olabilirim.” dedi gülerek. Karahan bıyık altı güldü. Bu kadından korkmayan biri var mıydı? Sadece Yiğit’in olduğunu düşündü.
“Aslı’m ama sen çok alıştın. Yakışmıyor.” Yalancı bir cık cık etti Yiğit. Kocasının elini tuttu Aslı. “Eve gidelim, yoruldum ben. Beni bu hale insanoğlu getirdi. Cezasını bana kesme Yiğit.”
Arkalarından bakan Fatih ve Karahan gülümsedi. “Abi be,” dedi Fatih.
“Hı” diyen Karahan gidenlerin ardından bakıyordu.
“Seviyorum ben Aslı ablayı.”
“Neden?” diye sordu Karahan Fatih’e dönüp.
“Senin gibi.”
Kaşlarını çattı ve düşündü Karahan. “Nasıl benim gibi?”
“Sevdikleri için yapamayacağı şey yok.”
“Doğru!”
…
İki hafta sonra…
Rüzgâr’ın yeni aldığı evin içinde hummalı bir çalışma vardı. Evin içinde gezen yirmi adet küçük insan ordusu her bir yerden fırlıyordu. Salon mobilyaları gelmişti. Hizmetçiler bir yandan perdeleri takıyordu, bir yandan mutfağı yerleştiriyordu. Üst kat mobilyalar dün akşam üstü gelmişti. Ali Poyraz’ın odası hazırdı. Sadece bavulunu alıp gelecekti. En üst kattan başlayan temizlik alt kata kadar inmişti.
Duru dün aldığı ev tekstil ürünlerini kendi yerleştirmek istediği için kimse onlara dokunmamıştı. Baştan dizilen mutfak ürünlerini de kendi yapmak istiyordu. Kendi eviydi. Ve ne nerede bilmek hemde ev döşemenin zevkine varmak istiyordu. Rüzgâr aldığı alacağı hiç bir şeye karışmıyordu. Ne haddineydi zaten, beş tane limitsiz kredi kartı çok yaşasındı. Müstakbel karısı zaten oldukça zevkli biriydi. Beyaz ve pastel tonlarda döşediği eve aslında bayılmıştı. Kapının önünde durmuş etrafa emirler yağdıran Duru’yu izliyordu.
Bir hafta sonra Rüzgâr’ın görkemli olmasını özellikle istediği düğünle evleneceklerdi. Evin tüm işeri ancak bir kaç gün daha sürerdi. Saçlarını tepesinde özensizce toplamıştı. İnce kırmızı bir kazak ve siyah taytla gözüne bu kadar çekiçi gelecek başka bir kadın olmadığına yeniden emin oldu. Akşamın karanlığı düşmüştü yeryüzüne. Ama hâlâ çalışanları evlerine göndermemişti.
“Az daha çeker misin?” dedi Duru, merdivenle tavan arasında olan adama. Perdeleri takma işlemi bitse bile sağ sol işlerinin ne kadar uyuz bir iş olduğunu düşünen görevli, ‘Dünya sağa kaysa, az sola.’ diyecek tek ırk kadın ırkı diye deli düşüncelerle göz devirip kendine doğru kımıldattı büyük kalın fon perdeyi. “Oldu mu hanımefendi?”
“Oldu oldu, inebilirsin.” diyen Rüzgâr’ı görünce gülümsedi Duru. “Ne zaman geldin?” dedi elini tutup.
“Sen perdeciyi canından bezdirmeye başladığından bu yana burdayım.”
“Ne?” dedi. “Kim ben mi?”
Onun bu şaşkın hali ve bir karış açık ağzı nasıl sevimli. Sevilesi duruyordu. Etrafında onlarca insan olmasa yapacağı belliydi. Tüm açlığıyla öpecekti.
Merdivenden inen görevli, “Efendim geç oldu. Yarın sabah erkenden geliriz.” dedi. Rüzgâr’ın yüzüne bakan adam merhamet dileniyordu. Tam bir saat önce çalışma saati bitmişti aslında.
“Tamam, diğerlerine de söyleyin hepiniz çıkabilirsiniz.”
Rüzgâr’ın sözünün üzerine söz söylemek istemediği için sesini çıkarmadı Duru. Çünkü kendi de inanılmaz yorulmuştu. Ve nerdeyse dört saattir oğlunu görmüyordu. Ellerindeki işleri olduğu gibi bırakan çalışanlar. Kaçar gibi evi terk etmişti. Arkalarından kapıyı kapatan Rüzgâr. Salona Duru’nun yanına döndüğünde ayakkabılarını çıkarıp koltuğa boylu boyunca uzanan kadında takılı kaldı.
Hâlâ akıl almaz olaylar vardı zihninde. Duru ile yaşadığı her şey ilkti. Ama her şey…. Şimdi evinde, koltuğun üzerinde gözleri kapalı saçları yastığa dağılmış kadın kocaman malikaneyi tek başına yaşanır hale getiriyordu. Dudakları yukarı kıvrıldı.
Yanına gidip ayaklarını kucağına alarak oturdu. Başını kaldırıp bakma zahmetine bile girmeyen Duru yerinde kıpırdadı. “Ölüyorum Rüzgâr. Para kazanmak zor ama inan harcamakta hiç kolay değil.” dedi kolunun tekini gözlerine kapatırken.
Rüzgâr elinin altındaki küçük ayakları izlemekle meşguldü. “Bilmem, haklı olabilirsin.” Ellerini sağ ayağa dokundurup arasına aldı. Ve yavaş yavaş masaj yapmaya başladı. Ayağından yayılan rahatlamayla uzandığı yere iyice gömüldü Duru.
Keyfi iyice yerine gelen Rüzgâr gülümsedi. “İyi mi?” diye sordugunda çıkan tutkulu ses tonu Duru’yu kendine getirdi. Ayaklarını çekip doğruldu. Rüzgâr’a ters bakış attı. “Senin aklını alırım Rüzgâr. Uzak dur!”
Gözleri kısıldı. Oturduğu yerde Duru’ya döndü. “Geç kaldın.” dedi.
“Başladı yine… Neye geç kaldım?” Ona doğru dönen Duru, gözlerini adamının gözlerine dikti.
Tek eliyle Duru’nun ensesinden yakaladıgı gibi burnunun ucuna kadar çekti. İtiraz etmek gibi bir niyeti olmasada azcık direnmek kadınlıktadır diye düşünen Duru eliyle Rüzgâr’ın ensesindeki elini itmek istemişti. Ama asıl hatayı orda yapmıştı. “Aklımı seninle tarihe gömdüm, bende yok o dediginden.” Kızın dolgun dudaklarını açlıkla kavradı. Duru’nun burada biten kadınlık direnişi de tarih olmuştu. Rüzgâr’ın bırakacağı yoktu. Mecbur kendini geri çekti. Arsızdı Rüzgâr, ne durdan anlıyordu ne git, sözünden. Kızın boynuna doğru ilerlediğinde, “Poyraz.” diye cırladı Duru.
Rüzgâr anında durdu ama başını Duru’nun boynundan çekmedi. Hatta olduğu gibi Duru’ya yasladı. Derin bir nefes aldı ve doğrulup kıza baktı.
“Ama sen her seferinde Poyraz dersen, biz kızı nasıl yapacağız Duru?” dedi. Duru şaşkınlığı gidince kahkaha attı. Böyle bir cevabı beklemiyordu. Zaten Rüzgâr kimdi? Hep beklenmeyeni yapan adam değil miydi?”
“Ne kızı be sende?! Daha oğlumuz kaç aylık. Gelsin üç beş yaşına bakarız.” dedi Duru. Ayağa kalkıp babetlerini ayağına geçirirken. Hızla ayağa kalktı Rüzgâr. “Ne üç beş yaşı? Benim oğlum kardeş ister. Bende kız evlat.” dedi hırsla.
“İyi o zaman, sen doğur.”
Elleri belinde olan kadına bakıp gülümsedi. “Sen benim karşımda böyle çekici, ye beni Rüzgâr kıvamında durursan biz daha çok çocuk yaparız.”
Ellerini belinden indirdi Duru. Ne vardı ki duruşunda. Hızla arkasını dönüp merdivenelere yöneldi. “He canım he. Sen beni tavşan mı sandın? Başka emrin? Ye beni Rüzgâr mış.” Soluğu ikinci katta alan Duru direk yatak odasına girdi. Eşyalarını burda bırakmıştı. Niyeti alıp eve gitmekti. Ama hâlâ söyleniyordu.
“Çocukmuş! Sen nasıl doğuyor o çocuk haberin var mı? Yapması kolay tabi sana.” Arkadasından beline dolanan kollarla eriyerek durdu. Çenesini kızın omzuna koyan Rüzgâr burnunu saçlarına gömdü. “Öyle değil sevdiğim.” diye fısıldadı. Tenine değen sıcak nefes akıl sağlığı için zarardı. “Ne öyle değil?” diye sordu fısıltı gibi çıkmıştı sesi.
Kollarını çözüp yatağa doğru götürdü kızı. Önce kendi oturdu. Duru’yu elinden çekip karşısına oturttu. “Ben senin hamileliğinde hiç yanında olamadım. Ne yaptın? Nasıl yaşadın? Halin neydi ? Bunları düşünerek tam altı ay geçirdim. Ne doğumunda yanında olabildim ne de hamileliğinde. Ben bunları tekrar yaşamak istiyorum. Oğlumu veya kızımı kucağıma almak istiyorum, birlikte.”
Başına gelen herşeyin tek sorumlusu o değildi ama diyetin en büyüğünü Rüzgâr ödemişti. Çekip giderek kendine kötülük etmişti ama en büyük kötülüğü Rüzgâr’a yapmıştı Duru. Şimdi daha net anlıyordu.Gülümsedi. “Bakarız. Belki, ama hemen değil. Üzgünüm, özür dilerim. Benim amacım seni oğlundan ayırmak değildi. Onu korumaktı. Ama bunu yaparken seni düşünmek o an için çok zordu. Umarım bir gün bunun için beni suçlamazsın.” dedi Duru.
“Bir kez bile düşünmedim bunu. Lütfen bir daha sözünü etme.”
Adamın kollarında dönerek gözlerine baktı. Kollarını sevdiği adama doladı. “Seni seviyorum pis serseri.”
“Sen bide bendeki sevgiyi bilsen…”
Yatağa uzanıp Duru’yu da yanına çekti. Onunla uyumanın ne olduğunu hâlâ bilmiyordu. Bilmek için bir tek canını vermezdi. Çünkü canı ondan giderse yine bilemezdi. Önce yaşamak istiyordu. Otuz üç yıllık yaşamında bir güne Duru’yla uyanmak. Gözlerini kapatıp yan yana uzandılar. “Seni tanıdığım günden bugüne deliksiz uyumadım. Ben aslında uykuyu unutmuş bile olabilirim.”
Başını Rüzgâr’ın omzuna yerleştirdi Duru. “Sanırım bende. Yani hamile olduğum dönemde çok uykum geliyordu. Onu saymayalım ama.” dedi gülerek. Boştaki eliyke Duru’nun elini dudaklarına götürüp öptü.
“Sen-li bir sabah istiyorum başlangıç olarak.” dedi Rüzgâr. “Sonra sen-li bir gün. Daha sonra sen-li bir ömür. En sonunda sen-li cennet.”
En azından Turgut’un karısını aldatmadığı kanıtlandı yoksa bu ortaya çıkınca aile faciası yaşanırdı. Emeklerine sağlık.