Mert, kapıyı vurmadan içeri dalabilen tek kişi sıfatıyla yine öyle yaparak odaya girdi. Çıkmaya hazırlanan Rüzgâr ona dönüp baktı. “Ne oldu yine?” dedi. Bu bakışı bilirdi. Bir şey diyecek olan Mert bakışıydı. 

“Duru, evine döndü.”

Kaşları havalanan Rüzgâr şaşırmıştı. Abisinden gizleyecegine emindi. Bunu Florya’daki eve gittiğinde anlamıştı. Ama sabah onu ağlarken görmüştü. Ve eve dönmek için halinin uygun olmadığını düşünüyordu. Sebebini hala bilmiyor olsada…

“Evi sonuçta.” diyebildi. “Sen devam et takip etmeye. Bu işin altında başka bir şeyler olduğuna bende inanmaya başladım.” Arkadaşının durgun bakışları çekti ilgisini. “Senin neyin var?” 

Mert, ellerini cebine soktu. “Yağmur, onu bulamıyorum.”

“Karının neden senden kaçtığını bul önce,” dedi Rüzgâr. 

Bir kaç yıl önce sebepsiz yere kendini terk eden kadının neden kendinden de sürekli kaçtığını bilmiyordu. Bulamıyordu. Düşünüyor ama sebep görünmüyordu. 

“Bence seni sevmiyor. Ya da dost olarak seviyor, daha doğru bir cümle olur. Ama sana peşini bırak diyemem. Malum ben konuşuyorum.” dedi Rüzgar. Mert yüzünü buruşturdu. “Seninle benim aramda kaf dağı farkı var.” dedi Mert. 

“Neymiş o fark, sende erkeksin ben de?” 

“Sen kadınları kullanıyorsun. Ben sadece Yağmur’u seviyorum.” Mert’in bu sözleri yüreğinin bir köşesine batmıştı. Ama çabuk sıyrılıp eski haline geri dönüş yaptı. “Belki de ben doğru kadını arıyorumdur. Öyle bir kadın varsa tabii… Kabul edersin ki, kadınlar da kendini kullandırmaktan çekinmiyor. İşin özüne inersen onların bizi kullandığını anlayabilirsin.” Rüzgar, bu şekilde düşünüyordu. Kimseyi zorlamamıştı. Kadınlar kendi istekleriyle gelirdi ve giderdi. 

Mert başını sağa sola salladı. “Sen iflah olmazsın. Senin etrafındaki kadınlar, seni bu düşünceye itiyor. Gerçeği ne zaman göreceksin, merak ediyorum?” 

Rüzgar, dışarıdaki manzarayı seyre daldı. Hayatındaki hangi kadın normaldi? Nur mu? Müge mi? Annesi mi? Kız kardeşi Hare dışında, hiç biri normal değildi. Oda burda değildi. Erkek çocukları önce anneden öğrenirdi kadınları. Önündeki profil ne ise hepsini öyle görme ihtimali çok yüksekti. Ve Rüzgâr’ın annesi Derya hanım oğluyla sadece para konularında muhatap olan bir anneydi. Uzun süredir de annesini görmediğini idrak etti. Evlat sahibi olmadığı için, bunu anlayamıyordu. İnsan oğlunu görmezse özlemez miydi? Derya hanımın özlemediği bir gerçekti, anladığı kadarıyla. Babası öleli yıllar olmuştu. Trafik kazasında kaybettiği babasını özlüyordu. Lise son sınıf öğrencisiydi o zamanlar. Genç bir erkek için çok zor dönemlerden geçmişti. Dedesi, ah Hilmi bey olmasa olduğundan daha kötü biri olacağı açıktı. Dedesini hem çok seviyor, hem de  çok saygı duyuyordu. Ve babaannesi; tatlı babaannesi onuda çok seviyordu. Aniden kalbine çöreklerinden özlemle Mert’e döndü. 

“En doğru kadın babaannem. Ben onu görmeye gidiyorum. Bence sende gel, eğer şansımız varsa belki yaprak sarma biber dolma, baklava falan yapmıştır.”

Mert gülümsedi. “Deli misin? Geliyorum tabii ki.” dedi. 

Çiftlik evin bahçesine arabayı park edip dışarı çıktılar. İkiside bütün gün gökdelenin tepesinde çalışmaktan bıktıklarını, çiftliğin mis gibi tertemiz havasını alınca anladılar. 

“Eşşoglu eşşek!” diye gürleyen Hilmi beyin sesine döndüler. Hilmi bey uzaktan elinde keserle sinirli sinirli yaklaşıyordu. 

Mert “Elinde keser var. Bence kaç canını kurtar. Müge senden önce gelmiş anlaşılan.” dedi. 

Rüzgar yüzünü buruşturdu. “Bıktım kızdan, yeter.” dedi. 

Hilmi bey yanlarına gelip ikisinede öfkeyle baktı. 

Rüzgar, “Ne oldu dedem, yine ne yaptım?” dedi.

Hilmi bey arabayı gösterdi. “Sıpa! Yeni diktiğim kıvırcıkları ezdin.” dediğinde Mert ve Rüzgâr aynı anda arabanın altına eğildiler. Hiç bir şey göremeyen Rüzgar. “Hani burda bir şey yok.” dedi. Zaten ekili olan bir şeyde yoktu. Hilmi bey sadece kızmak için bahane çıkarmıştı. 

“Ya oğlum ben seni büyütürken nerede yanlış yaptım? Sen zeki çocuktun…” dedi Hilmi bey. Rüzgar gözlerini devirdi. Eğildigi yerden kalkıp dedesine baktı. 

“Hani hoş geldin?” 

Yetmişine merdiven dayayan, ama kırk yaşındaki hatunlara taş çıkartan bahanesi Nimet hanım balkondan sesledi. “Oy kuzum gelmiş.” diyerek adımlarını hızlandırıp yanlarına geldi. Torununa sarıldı. “Hoş geldin oğlum.” 

Rüzgar gülümseyip, “Hoş buldum. Kız sen her geçen gün güzelleşiyor musun? Ne bu güzellik?” diyerek yaşlı kadının yanaklarını ellerinin arasına aldı Rüzgâr.

“Hadi oradan sende çapkın oğlu çapkın.” dedi Nimet hanım. Mert’e dönen Nimet hanım, “Sen ne bekliyorsun Mert sarılsana bana,” dediğinde Mert önce elini öpüp alına koydu sonra da sarıldı. Hilmi bey Mert’i işaret edip, “Görde edep öğren sıpa.” dediğinde Rüzgâr’ın gözleri kısılıp Mert’i buldu. 

Mert gerim gerim gerilirken. Rüzgar ona tehditkar bakışlar atıyordu.

“Hilmi!” diyen Nimet hanım da kocasına baktı. “Rahat bırak oğlumu.”

Hilmi bey homurdanarak eve doğru ilerledi. Rüzgar babaannesinin omuzuna kolunu attı. “Açım kız ne pişirdin?” Nimet hanım gülümseyerek, “biber dolması ve musakka,” dediğinde Rüzgâr dudaklarını birleştirip, “Off bol acılıdır şimdi musakka.” diyerek zevkle buruşturdu yüzünü. 

“Hemde nasıl.”

Mert ve Rüzgâr yemek boyunca Nimet  hanıma takılıp gülüşmeler eşliğinde keyifle yemişlerdi. Ama Hilmi bey sinirli bakışlarıyla Rüzgâr’ı hiç rahat bırakmamıştı. 

Nimet hanım gitmelerine izin vermemişti. Rüzgâr’ın zaten bir odası vardı burada. Bir odada Mert’e açmıştı. Hilmi bey yorgun olduğunu söyleyip odasına çekilmişti. 

“Babaannem.” dedi Rüzgâr. 

“Efendim kuzum.” 

“Dedem neye kızdı hiç pas vermedi bana bu gece?” diye sordu. 

Çiftlik hayatının yorucu işlerden dolayı uykusu gelen Nimet hanım esneyerek cevap verdi. “Sarı çıyan aradı bugün. Saydı babam saydı. Üzerine birde ağladı tam oldu. Deden de küplere bindi. Seni bulmaya geliyordu ben izin vermedim.” 

Rüzgâr, aklına yine Müge gelince dişlerini sıktı. Gerçekten katlanılmaz bir kadındı. Ama artık suyu ısınıyordu. “Dedemle konuşacağım. Ve Müge ile evlenmeyeceğim. Zaten öyle bir düşüncem yoktu. Ama artık daraldım.” deyip babaannesinin dizlerine uzandı. Burası onun için her yerden kıymetliydi. 

Yorulduğunda, bir şeylerden bıktığında, kaçtığında en çokta mutsuz olduğu zamanlarda gelip sığındığı tek kadın ve tek yerdi. Kollarını göğsünde bağlamıştı. Başını Nimet hanımın dizlerine bırakınca babaanne de torunun saçlarını eliyle karıştırmaya başlamıştı. İşte bu Rüzgâr’ın en sevdiği şeyler arasında yerini alandı. Başı okşanınca kendini altı yaşında çocuk gibi hissediyordu. Gözlerini kapatıp huzurdan tat almak ve düşüncelerinden sıyrılmak istedi. Ama aklına daha ilk saniyede gelip yerleşen Duru ile derin bir nefes bıraktı. Sıkıntılı bir nefesti bu. 

“Hayırdır oğul ne derdin var?” dedi Nimet hanım. Rüzgar hiç gözlerini bile açmadan “Nereden anladın?” 

Kadın ak düşmüş saçlarına elini götürdü. “Bu saçlar boşuna mı beyaz oğul?” dedi. 

“Yok bir şey babaanne, sadece yoruldum biraz.” Nasıl desin ki, aklımda bir çift kahverengi gözlü güzel var. Onu merak ediyorum. Önceden, hayallerimi süslüyordu. Şimdi rüyalarıma giriyor. Beni rahat bırakmıyor.

“Müge olmadığı kesin.” dedi Nimet hanım. Müge’nin adını duyunca gerçek anlamda suratı ekşidi. Kızın adı bile içinde istemsizdi. İstenmiyordu bunu anlayacak zihin de yoktu onda. 

“Şunun adını anma rica ediyorum.”

“Hmm sen söyle adı ne o zaman onu anayım.” diyen Nimet hanıma başını çevirip gözlerini açarak baktı Rüzgâr. “Ah çok meraklısın ama sen. Hadi git yat. Bende odama gidiyorum.” diyerek en sevdiği yerden kalktı. Babaannesine hiç bakmadan odasına çıktı. “İyi geceler.” demeyi de ihmal etmedi. 

Gecenin kaçı olduğunu bilmiyordu. Ağlarken gördüğü Duru’ya yine bir türlü yaklaşamıyordu. Yine aynı soruyu soruyordu Duru. Ama yine sesi çıkmıyordu Rüzgâr’ın. Sesi çıksa bile ne diyeceğini bilmiyordu. Sadece bir şey söylemek ve onun ağlamasına son vermek istiyordu. Ama yapamıyordu. Yine alnında boncuk boncuk terlerle fırladı yataktan. Aynı rüya aynı stres. Üzerinde ki örtüyü sinirle fırlattı. 

Her geçen gün çekilmez hale geliyordu bu rüyalar. İlk defa ne yaptığını sorgulayacak gibiydi. Ama uykusuzluğun verdiği öfkeyle yerinden kalkıp odasından çıktı. Kendini dışarı attı. Nefes almak istiyordu. O geceden bu yana aldığı nefesler ona az geliyordu. Zihni sürekli dolu, meşgul ve karışıktı. Duru ile geçirdiği bir gecenin ona bu kadar sorun olacağını hiç aklına getirmemişti. Geniş tahta balkondaki bahçe oturma grubundan ikili olana bıraktı bedenini, başını ellerinin arasına aldı. “Sigara,” dedi. Şimdi bir tane içse ne olurdu. Aktif içici değildi. Ama arasıra içmeyi severdi. Arabada olduğunu biliyordu. Ama içinden oraya kadar gidip onu almak gelmiyordu. 

Karanlıkta burnuna doğru tutulan şeye baktı. Ve sonra onu tutan kişiye. Hilmi bey elinde bir paket sigarayla karşısında öylece duruyordu. 

“Al iç benden sana izin.” dedi yaşlı adam. 

Rüzgar dedesine baktı. “Yok içmeyeceğim,” diyebildi. Oysa deli gibi içmek istiyordu. 

“Seni en son bu balkonda bu halde bulduğumda o kız artık yoktu.” Paketi önündeki sehpaya bırakıp yanına oturdu Hilmi bey. 

Arkasına yaslanan Rüzgar. “O kız hala yok. Olması gibi bir ihtimalde yok. Ve onu olsa bile isteyen bir adam yok.” 

“O zaman başka kız var. Ve bu nişanlın değil.” dedi Hilmi bey. 

Dedesine yaşadığı şeyleri anlatacak olsa, soy adını bile bırakamaz alır, onunla da kalmaz, keseriyle kovalardı Rüzgar’ı. “Başka kız da yok.” dedi. “Ayrıca Müge ile evlenmeyi düşünmüyorum. Bunu sen istedin diye kabul ettim. Ama artık tahammül edemiyorum. Tam bir başbelası,” diyerek uzun zamandır aklında olanı sonunda söylemişti. 

“Kızın ne suçu var? Burada suçlu o değil. O kız başbelası da değil.”dedi Hilmi bey. 

Dediklerinden tam bir mana çıkaramayan Rüzgâr, “Kim suçlu?” diye sordu. 

Sigara paketinden bir tane alıp yaktı Hilmi bey. Dumanı gecenin karanlığına doğru savurdu. “O kız seni seviyor. Suçlu mu, değil. Suçlu senin kalbin, seni seveni sevmiyorsun. Ve gidip seni sevmeyeni istiyorsun. Bu derdin de ondan.” 

Dedesinin dilinden dökülen sözleri aklında evirip çeviren Rüzgar. “Ben kimseyi sevmiyorum dede, bu kanıya nasıl vardın bilmiyorum ama sevmiyorum. Seveceğimi de hiç sanmıyorum.” 

Hilmi bey sigarasını küllüge basıp söndürdü. Ayaga kalktı. “Gecenin bu vaktinde benim için mi kalkıp sigara içmek istedin? Hah külahıma anlat serseri.” iki elini arkasında bağlayıp ıslık çala çala eve girdi Hilmi bey. Rüzgar ardından öylece bakakalmıştı. 

“Zaten gece uyanan herkes aşık dede.” diye söylendi. Paketten bir sigara da o çekip yaktı. Sonra bir tane, daha sonra bir tane daha derken şafak sökmüştü. Gün ışığına kavuşurken küllüge baktığında tüm paketi içtiğini gördü. Hiç fark etmemişti oysa. Her bir sigara Duru’ydu. Onu düşünerek içmişti. Ve ne kadar çok düşündüğünü boş paket ve küllük net anlatıyordu. 

Yerinden ağır hareketle kalktı. Belki bir saat uyuyabilirdi. Odasına doğru ilerledi. 

Yine uzun ve gergin bir gün daha geçiren Rüzgar, evine gitmek için hazırlanıyorlardı. Son zamanlarda evine çok gider olmuştu. Ruh hali başka bir şey için uygun gelmiyordu ona. 

Mert’in odaya dalmasına alışkındı. Hiç o yöne bile bakmadı. 

“Nereye?” dedi Mert. 

Siniri tepesinde olan Rüzgar ters bir cevap verdi. “Cehenneme geliyor musun?” 

“Orası sana layık ben bu gece eğlenmeye gideceğim.” Rüzgar Mert’e ölümcül bakışlar fırlattı. 

“Defol git!”

“Sen bilirsin.” diyerek saatine baktı Mert. “Saatte dokuz olmuş. Duru da gideceğim yerde ama her neyse sen gelmek istemiyorsun zaten.” Konuşması bitince arkasını döndü Mert. Rüzgar başını hızla çevirip bağırdı. “Olduğun yerde kal!”

Mert yüzünde sinsi bir gülüşle Rüzgâr’a döndü. “Ne oldu fikirmi değiştirdin?”

“Nerede Duru?” diye sordu öncelikli olan buydu. 

“Bir gece kulübünde, sanırım sahne alacak. Yada arkadaşlarıyla gitti. Yada sevgisiyle, tam bilemem tabi sadece telefonundan izlediğim için.” 

Rüzgar dişlerini sıkarak Mert’e söylendi. “Senin çenen fena kaşınıyor dostum. Bak kırar eline verirler.”

Mert eğlenen bir tavırla, “Ama neden kızıyorsun? Sen onun hiç bir şeyi değilsin ki.” dedi. 

Gözleri kısılan Rüzgar Mert’e sırıtarak baktı. “Değilsek, oluruz.”

Gözlerini devirdi Mert. “Aman ol.” diye homurdandı. “Ne o? Aşık mı oluyoruz abicim?” dedi Mert gülümseyerek. “Hani tutkuydu, hevesti?”

O, Duru’ya dokunamadan, onu bilmeden hissetmeden önceydi. Gelip geçici bir histi. Diğer tüm kadınlara olduğu gibiydi. Ama Duru gelmiş ve gidememişti. 

“Dedeme Müge den ayrılacağımı söyledim. Ve ayrıca karar verdim; Duru’yu tanımak istiyorum. Belki de doğru kadındır.” diyerek şaşkın şaşkın bakan Mert’in önünden geçti. “Hadi gidelim eğlenelim.”

Derin düşüncelere dalan Duru’yu Azra çıkardı daldığı yerden. “İyi misin?” Son zamanlarda en çok sorulan soruydu bu Duru’ya. Cevabını kendi de bilmiyordu. Ne kadar iyi olunursa o kadar iyiydi aslında. Ama kedisine ‘lütfen iyi ol” gözlerle bakan can arkadaşına “iyiyim,” dedi. “Daha iyi olacağım söz.”

Elini sıkıp gülümseyen Azra, “Hiç şüphem yok. Sen güçlü birisin.” demekle yetindi. Oysa Azra da pek tabii farkındaydı, Duru’nun kendisini oyaladıgının. Kızın elini bir kez daha şefkatle sıktı. Bu üç beş kelimeden daha değerliydi. ‘Biz hep senin yanındayız’ mesajı içeriyordu. Buda Duru ya çok iyi geliyordu. 

Kocaları, uzatmalı nişanlıları da yanlarında olan kızlar. Aslında onları getirmek istememişlerdi. Ama kıskanç adamları vardı. Ve izin vermemişlerdi. El mahkum mecbur kalmışlardı. Bu gece Duru ve kızlara sahne ayarlamıştı Aslı. Bunu bile isteye yem olarak yapmıştı. Ve tek isteği o kişinin yemi yutmasıydı. Kerem’in mi, Rüzgâr’ın mı gelecegini merak ediyordu. Belki gelmeyeceklerdi. Belki tek, belki ikisi birden…

Hiç bir pürüz çıkmasını istemediği için locayı dip köşe karanlık az ses gelen bir yerden ayırtmıştı. Duru daha iyi görünüyordu bu gece. Sabaha karşı gelenin, Ali Rüzgar Asilkan çıkması düşüncesi hırsına hırs katıyor gördüğü yerde onu parçalara ayırmamak için nasıl sabredecegini kendi de bilmiyordu Aslı. Değişik bir durumun içindeydiler. Kim suçlu, kim suçsuz bilmiyorlardı ama her açığı kollayacak sonunda da bulacaktı. 

Etrafına gizli kaçak bakışlar atıyordu Duru. Acaba o gelecek miydi? Kerem gelecek miydi? Aklına gelmişti Kerem onu günlerdir aramıyordu. Bu elinin ayağının titremesine neden olmuştu. Aklı hala karman çormandı. Fırat’ın Aslı ile olan konuşmasına döndü içindekilerden arınıp. 

“Aslı hiç kusura bakma, bir aya kadar düğün olacak.” diyordu Fırat. 

Kardeşinden ayrılmak istemeyen Aslı uzun zamandır Fırat’ı sallayıp duruyordu. Portakal suyundaki pipetle oynayan Aslı, “olur.” dedi. Yanında oturan karısına bakan Yiğit ” Aslı! Tatlım iyi misin?” diye sordu. ‘Yok daha erken’ diyerek kardeşini vermeyen kadının bir anda ‘olur’demesine şaşırmıştı. 

“İyiyim sevgilim. Karta kaçtı bu kızlar. Daha evlenip bebek sahibi olacaklar. Verdim gitti. Al hayrını gör enişte,” dedi Fırat’a. İki kaşı havada Aslı’yı dinleyen Fırat geçici şok yaşıyordu. Şoktan çıkıp gülümsedi. “Aldım gitti baldız.”

Asya ve Nil sahne hazırlığı içindeydiler. Duru kızların yanında hazır bekliyordu. Nihat sıkıntıyla ofladı. “Aslı bizi de ever kölen olayım. Karahan benim ömrümü yiyor.” dediğinde, Duru’nun boğazına bir yumru oturdu. Başına gelenlerden sonra ilk şimdi aklına geliyordu. Bir gün aşık olacaktı. Ve evlenecek… Ama evlendiği adama verecek bir hazinesi yoktu olmayacaktı. 

Aslı, “ya bakın ne diyorum; Toplu bir düğün yapalım.” dedi. 

 Azra ve Murat’a da baktı. “Üç nişanlı çifti bir düğünde halledelim.” Azra ile Murat göz göze geldiler. Aslı’ya dönüp “olur” dediler aynı anda. Fırat’ta, “benim için sorun yok mutlu olurum. Asya’nın da kabul edeceğini biliyoruz. “

Nihat elini saçlarına götürüp karıştırdı. “Ya Aslı, Karahan diyorum kızı vermiyor diyorum.” dedi. Aslı ağzını açamadan Duru konuştu. “Abimi ben hallederim. Siz mutlu olun yeter.” dedi, Aslı ile Azra göz göze geldikerinde Duru’nun ne kadar üzüldüğünü ve neden üzüldüğünü anlamışlardı. Kızın gözlerinden hüzün bulutu geçiyordu. 

Yüzüne güneş doğan Nihat “Ciddi misin?” diye atıldı bu zordu uzun suredir nişanlı olmalarına rağmen Karahan düğüne izin vermiyordu. 

“Evet, ama bir şey yapmayacağım gözünde beni büyütme. Nazlı’ya gitmem yeterli.” Yerinden yavaşça kalktı. “Ben kızlara bakayım vakit geldi zaten.” dedikten sonra yanlarından ayrıldı. 

Üzerine, siyah bilekten bir pantolon giymişti. İçine beyaz tişört ve deri ceketiyle tamamlamıştı. Kulüp kalabalıktı. Hayranlarının arasından geçerken, selam verip gülümserdi her zaman. Ama bu gece aklı fazlasıyla doluydu. Kimini görüyor. Kimini görmüyordu. Kalabalıktan ruhu daralmıştı. Bir kaç metre daha ilerleyebilse, kulise gidecek yolda nefes alabilirdi. Daha önce bu tür kalabalık ortamlar ona heyecan verirdi. Şimdiyse boğulmamak için hemen çıkmak istiyordu. Adımlarını daha hızlı atmaya başladı. Arkasından ona seslenen hayranına dönmek zorundaydı. Mecburen dönüp zoraki bir gülümseyle el salladı. Ama önüne geri döndüğünde sert bir şeye çarptı. Daha neye çarptığına bakmamıştı. Acıyla kapanan gözleri görmesini engellemişti. Elini acıyan burnuna götürdü. Ve acıyla inledi. Burnunun acısından gözlerini dolmuştu. Elinin üzerinde ki eli hissetmesiyle tanıdık titreşim tüm bedeninde etki etmişti. “Çok üzgünüm iyi misin? diyen sesle gözlerini açtı. 

Karşısında gördüğü adam oydu. Ali Rüzgâr Asilkan. Gözleri aniden dehşetle açıldı. Rüzgâr o kadar yakındı ki, şu an burnuna dolan o kokuyla Duru gerçeğin ta kendisiyle burun buruna gelmişti. Her şeyi unutsa bile kokusunu unutmayacaktı. Unutmamıştı. Duru’nun dehşetle açılan gözlerine Rüzgar kısık gözlerle baktı. Oda onu tanıdığını düşünmüştü. Elbetteki tanırdı. Birlikte bir gece geçirmişlerdi. Hemde hayallerinin çok ötesinde bir gece…

Bu onun ilk göreviydi. Bunu başarabilirse; belki de bu adam hayatına girmeden çıkıp gidecekti. Buraya da bu yüzden gelmemiş miydi? Elinin üzerindeki eli yavaşça itti. 

“Tanımadığınız insanların elini bile tutmayın.” dedi. Rüzgar ile Mert’in arasından hızla kulise koştu. Rüzgâr eli havada aklı dağılmış, kızın ne demek istediğini anlamaya çalışarak bir kaç saniye dikildi. Eline bakıyordu. Az önce önündeki kadının ona söylediği sözlere şaşkındı. “Beni hatırlamıyor,” diye mırıldandı. Mert sesten dolayı belli belirsiz duymuştu. 

“Ben dedim sana değil mi?” diye bağırdı Mert. Beyni boş bir çuval haline gelen Rüzgâr gözlerini arkadaşına kaldırdı. “Beni tanımadı.” dedi tekrar. 

İçinde fırtınalar yerini kasırgaya teslim etmeye hazırlanıyordu. Ama Duru bunlara kendini bırakacak değildi. Derin bir nefes alıp gözlerine hücum eden yaşları geri yolladı. Yine de bedenindeki titremeye engel olamıyordu. 

Duru’yu yüzü kireç gibi halde gören Nil ve Asya hemen yanına koşup destek olarak koltuga oturttular. 

Nil, “abla ne oldu?” dedi hüzün ve korku çökmüştü yüzüne. Duru konuşamıyordu. Dili tutulmuş gibiydi. Öylece bakıyordu. 

Asya eline telefonunu aldı. “Aslı yı arayalım” demeye kalmadı Aslı Zeynep ve Azra odaya hızla girdiler. Hemen Duru’nun yanına diz çöktüler. Aslı “Gördün.” dedi. Duru’yu göz hapsine almışlardı. Ve Rüzgâr’la çarpışmasını görmüşlerdi. 

Gözlerinden boşalan yaşlarla bedeni gevşedi genç kadının. “Gördüm.” Elini yüzüne kapatarak ağlamaya başladı. 

“Onu gördüm.” Elini gösterdi. “Elimi tuttu. O burda Aslı, bana bu kötülüğü yapan adam burda.” 

Şimdi ağlanacak bir omuz lazımdı Duru için. Çok şükür ki Duru bir omuzdan fazlasına sahipti. Aslı usulca kollarına aldı Duru’yu. Sıkıca sarıldı. Kızlarda etrafından kollarını doladılar. 

“Hepsi geçecek. Söz. Eskisinden daha güzel günlerimiz olacak. Duru, kimsenin seni üzmesine izin verme. Bunu bir tek sen başarabilirsin.” ded Aslı. 

Kollarını çözüp Duru’ya baktılar. Daha iyi görünüyordu. Elleriyle göz yaşlarını sildi Aslı. “Artık ağlamak yok. Bize söz ver. Ağlamak hiç bir sorunu çözmüyor. Güçlü olmak zorundayız. Sen güçlü olmazsan bizde olamayız. Biz gücümüzü birbirimizden alıyoruz unuttun mu?”

Saçlarını geriye attı Duru. Derin bir nefes aldı. Kızlara tek tek baktı. “Hayatımda ki en büyük şans sizlersiniz. Arabayı Ruken’e verdiğim güne şükürler olsun.” gülümseyerek Asya’ya baktı. “Senin üzerime uçtuğun güne bile şükür.” dediğinde ufaktan hepsi gülmüştü. 

Azra, “Ne sandın kızım. Bizi bir bulan pişman birde bulmayan.” dedi. Zeynep Azra’yı dürttü. “Bulan niye pişman lan?”

“Ay sende doğumdan sonra bir gerizekalı oldun sorma, adamlar için dedim. Yazık ayol bu kadar başına buyruk kadını çekiyorlar. Bazen acıyorum.” dedi Azra.

Aslı omuz silkti. “Benden onlara şarkı, bizi böyle sevsinler seveceklerse.” 

Ve Duru tekrar iç dünyasına daldı. Onu bu şekilde sevecek birini bulabilecek miydi birgün?

Yiğit, Aras ve Fırat’ın masasına doğru baktı Rüzgâr. Hepsini iş dünyasından az çok tanıyordu. Hatta Yiğit ile hala hali hazırda yürüttüğü işler vardı. Ama şu an masalarına gitmeye cesaret edemiyordu. En iyisinin biraz gerisinde bir locaya oturmak olduğuna karar vermişti. 

Oturduğundan beri, Duru ile karşılaşmanın verdiği gerginlikten kurtulamamıştı. Kızın çekici kokusu genzine dolmuştu. Kokunun ona verdiği şey tam olarak buydu. “Vazgeçilmez!” Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Ama kendini tanımıyor olması canını fena halde sıkmıştı. Terslemek adına mı o şekilde konuştuğunu da aklına getirmiş ama bir sebep bulamamıştı. 

Ne demişti. ‘Tanımadığınız insanların elini bile tutmayın.’

Duru’nun elini tutan eline baktı. Kızın kadife teni sanki hala ellerindeydi. İstemsiz gülümsedi. On yedi yaşında bir liseli genç gibi hoşuna gitmişti. Ama Duru aynı fikirde değildi. Yinede hoşuna giden şey, elini bile başkasına tutturmayan Duru’ydu. Gözlerini sahneye dikmiş bekliyordu. Canlı performansına hiç şahit olamıştı. Az önce de oldukça yakından gördüğü kadının kahve gözleri, kalbinde minik bir heyecan dalgası oluşturmuştu. 

Duru’ya yakın olurdu olmasına ama kadından ne tepki alacağını kestiremedi. Bir kaç gün önce kendisiyle birlikte olmuş ve a önce onu tanımazdan gelmişti. Bakire olduğunu bilmese her birlikte olduğu adama aynı tavrı sergiliyor olacağını bile düşünebilirdi. Ama şimdi farklıydı. “Mert.” 

“Evet.” dedi Mert gözlerini etrafta gezdirirken. 

“O gece… otelin tüm kayıtlarını almamız mümkün mü?” Aklına yatmayan, arkadaşının da sürekli ‘var bunda bir şey’ demesi üzerine iyice işkillenmişti. “Ortada çok tuhaf bir şey var.” 

Mert kısa bir süre sessiz kaldı. Düşüncelerini gözden geçirdi. “Para dostum. Açamayacağı bir kapı var mı sence?” 

“Yok gibi.” dedi Alı Rüzgâr. 

“Hallederiz.” diyen Mert’in ardından sahneye kilitlenip Duru’yu düşünmeye devam etti. 

On dakika kadarlık bir zaman diliminde Duru makyajını tekrar yapmıştı. Saçlarını da düzeltikten sonra kızlara döndü. “Oldu mu?” 

Asya ve Nil dikkatle incelediler. Asya, “Göz makyajını biraz abartsan mı?” dedi. 

Duru aynaya baktı. “Hmm olabilir.” diyerek far fırçasıyla iyice belirgin hale getirdi. Nil “Şimdi oldu.”

Asya, “Vay anam vay güzeliz kız.” diye takılarak odalarından çıkıp sahneye doğru yürüdüler. Duru, kendine şunları söylüyordu; Her zamanki gibi bir gece, çıkacağım ve şarkımı söyleyeceğim. Hem işimi çok seviyorum. Ve şarkı söylerken kendimi iyi hissediyorum.’

Karartılan sahneye çıkıp yerlerini aldılar. Bugün ki solistleri Duru’ydu. Kızlar sadece gerektiği yerde vokallik yapacaklardı. Neden mi? Çünkü şarkı kızlardan özellikle Duru dan Rüzgar’a hediyeydi. 

Bu kalbi kıranlar cezasız kalmadı 

Senin farkın ne ki ucuz kurtulacaksın? 

Yalansız bir dünya var ama uymaz sana 

Peki benden sonra kimi kandıracaksın? 

Hariçten gazel okumasın hiç kimse 

Ne çektiğimi benden başkası bilemez 

Özrün de bir karizması kalmadı 

Aman eksik olsun vallahi istemez 

Vicdanın konuşacak uykuların kaçacak 

Bütün olup bitenin hesabı sorulacak 

Silip attım çabucak ne varsa kalp acıtacak! 

Acelem yok ki benim o intikam alınacak!

Duru hediye etmişti ama Rüzgâr anlamamıştı. Gelişi güzel dinlemişti. Kadının sesine, dansına hayran kalmıştı. 

Çok güzeldi bu kız. Hayran kalınası, yapısıyla, tatlı sert duruşuyla ve sahnede oluştururdugu kadınsı çekiciligiyle bütün gözleri üzerine çekiyordu. Sesi! 

Naif bir sesti. İçinize dokunan türden. Bakışlarını sahnedeki kızdan çekip eliyle alnını ovaladı. ‘Ne oluyor Rüzgar?’ dedi kendine içinden. ‘Yanlış yola girmek yoktu hani artık. Daha dibe vurmak için çabalıyor gibisin. En son ne zaman bir kadını bu şekilde inceledin? Hadi inceledin. Elde de ettin. Elde edince geçerdi hep. Duru neden geçmiyordu? Mesele bakire olması mıydı? Sadece senin olması mıydı?’ Kendine sorduğu sorulara yine kendi cevap veriyordu. 

‘Bakire olmasaydı yine bu şekilde peşinden gidecek miydin? Gidecektim. Bu kızda başka bir şey var. Kahretsin! Yanlışı başında yaptım. O beni istemiş olsa bile ben ona yaklaşmamalıydım. Ve şimdi anlamadığım garipliğin pençesindeyim.’ Başını kaldırıp şarkıyı bitiren kızlara baktı. 

‘Dokununca geçseydi heves olurdu, heves değilsin. Bilmediğim değilsin arzu edeyim. Arzu da değilsin. Nesin sen? Neden beynimde dolanıp duruyorsun? Sende ne var beni sana çeken? Oysa ben bunun geçeceğini düşünmüştüm. Senin bu kadar özel olduğunu aklıma bile getirmemiştim. Hayır, hayır aşık değilim.’ Kendi kendine söylediği sözlere kafası karışmıştı. İki eliyle yüzünü avuçlayıp geri açtı. ‘Olma yolunda ilerliyorum.’  dedi seslice. Tekrar içine döndü. Gözleriyle sahneden inip masalarına geçen Duru’yu izliyordu. 

“Her ne varsa bulacağım. Sanırım benden kurtuluşun olmayacak.” 

Recommended Articles

1 Comment

  1. Rüzgar kadınlara güvenmiyorsun onu anladık ama Duru’nun suçu ne? Emeklerine sağlık.

Leave a Reply

Your email address will not be published.

error: Content is protected !!