Telefonu eline alan Kemal Murat’ın nurasına dokundu. Yanında sevdiği kadın vardı. Çok kısa zaman sonra karısı olacaktı. Rize’nin uçsuz bucaksız yeşilliklerini izleyerek geleceğe dair umutlarla doluydular.
“Efendim?” diyerek telefonu açtı Murat.
“Murat, ne var ne yok aramadın beni dünden bu yana?”
“Bunu sormak için aramadın sanırım?”
“Sen beni gerçekten tanıyorsun dostum.”
“Sadede gel yolda mısınız, Hilal nerede?”
“Hilal burada yanımda ve hayır dönmüyoruz.”
Telefonun diğer tarafında kaşlarını çatan Murat merakla sordu. “Neden?”
“Artvin’e gitmeye karar verdik. Burada her şey yolunda, gelmişken fabrikayı ve bahçeleri kontrol etmek istiyoruz son olanlardan sonra temkinli olmakta fayda var diye düşündük kardeşinle.”
“Düşüncenizde sorun yokta telefonu kardeşime verir misin.” Murat kardeşim kelimesinin üzerine basarak söyledi. Her ne kadar Hilal’in emin ellerde olduğunu bilsede Kemal bir erkekti sonuçta. Ve gerekmedikçe ne kadar Kemal’in kız kardeşiyle evli olsada o Hilal’in ağabeyiydi. Korkması gerekiyorsa evet, korkmuyor değildi. İzin verdiğine pişman olmaya başlamıştı.
“Abi,” diye kulağını dolduran sesle ayrıldı düşüncelerinden.
“Bacım sorun yok ya…”
Kendini Kemal’in kollarına bırakan Hilal sakin ses tonuyla cevap verdi. LNe gibi prensim?”
“Hiç, öylesine sordum ne zaman dönersiniz?”
“Yarın Artvin’de kalacağız sonraki gün yani pazar sabahı Trabzon da olacağız büyük ihtimal, yani kesin inşAllah.”
“Tamam kendine dikkat et.”
“Ederim, Nergis’e selamı ilet!” Telefonu Kemal’e uzattı. Pervasızca bir rahatlık vardı üzerinde.
Telefonu alan Kemal için tarih yeniden yazılıyor gibiydi. “Merak etme kardeşin güvende.”
“İstersen olmasın.”
“Seni tanımasam benden kıskandığını koruduğunu falan düşüneceğim, Murat Karaçay.”
“Seni tanımasam kardeşimle orada bir haltlar karıştırdığını düşüneceğim neyse ki tanıyorum degil mi?”
“Kesinlikle tanıyorsun,” dedi ve ekledi Kemal. “Beni bekle pazar akşamı beraber döneriz İstanbul’a olur mu?”
“Olur, buradayım.”
Telefonu kapatıp cebine bıraktı Kemal. “Abinin pek hoşuna gitmedi.”
“Farkındayım ve çok korkuyorum hayatımda ufak tefek çılgınlık yapmışlığım var ama bu çok farklı.”
Başına bir buse bıraktı Kemal. “Korkma izinsiz olabilir ama yanlış değil.”
“Nasıl yanlış değil dersin ve çok yanlış az falan da değil.”
Yaslandığı kaputtan dogruldu ve elini tuttu Hilal’in. “Hadi gidelim sen vazgeçmeden, yoksa zorla oturtacağım seni nikah masasına.”
“Haklısın her an vazgeçebilirim.”
“Ben öylesine söylemiştim sakın böyle bir şey yapma!”
Şaşkın adamın yüzüne gülümseyerek baktı. Yıllarca onu beklemesine değmişti. O ne kadar özlem acısı çekmişse, Kemal de o kadar çekmişti. Bundan sonraki hayatlarında onu üzmek gibi bir niyeti yoktu Hilal’in. Aynı şeyi de Kemal’den göreceğine adı gibi emindi.
“Sen benden vazgeçebilir misin?” diye sordu Hilal.
Ne demek istediğini anlayan Kemal genç kızın en sevdiği yeri olan boyun çukuruna yaklaşarak nefesini üfledi.
Hissettiği çekim karşısında buz kesti Hilal. Kemal bir kadını etkilemeyi kesinlikle biliyordu.
“Aldın mı cevabını?” diye fısıldadı Kemal.
“Fazlasıyla.”
“Hadi artık geç kalmayalım,” dedi Kemal. Arabaya binerek yola çıktılar.
“Neden Artvin, burada olmaz mıydı?”
Parmaklarını direksiyona ritmik şekilde vuran Kemal, “Artvin belediye başkanı askerlik arkadaşım hatta şuan işlemlerle bizzat ilgileniyor.”
Hilal içinde bir yerlerde hâlâ hata yaptığına dair düşüncelerle savaşıyordu. Kalbi ve aklı farklı tarafta Hilal’e el sallıyor bana gel bana gel işareti yapıyorlardı. Hem çok istiyor hem de yine istiyor ama bu şekilde değil diye dağıtıyordu düşüncelerini.
Kimse bilmek zorunda değildi. Vakti geldiğinde hiç evlenmemiş gibi düğün ya da nikah yapabilirlerdi. Kendini en iyi yönde düşünmeye sevk etti. Kemal’e baktı. Bezen risk almak iyidir diye sesiz düşündü. Ucunda Kemal olacaksa…
…
Trabzon…
Nergis uzaktan gördüğü ama düşünceli olduğunu anladığı kocasının yanına vardı hemen. Yanına oturdu. Murat kolunu omzuna atıp kendine çekti karısını.
“Neyin var canım, derin derin dalmıştın?”
Aklına gelince yine canı sıkıldı Murat’ın. “Abin.”
“Abim mi? Ne oldu ki?”
“Ne olduğunu bilmiyorum ama dönmeyeceklermiş, pazar günü geleceklermiş.”
“Nedenini sordun mu peki?”
“Artvin’e geçip fabrikaya uğrayacaklarmış.”
“Bunda yanlış olan nedir ya da düşünmeni sağlayan şey?”
“Bilmiyorum Nergis.”
“Hayır biliyorsun söyle aklındakini bana.”
Karısından bir şey gizleyemeyen erkekler vardır. Murat tam da böyle bir erkekti. Nergis onun her halini bilir, ne olduğunu bir bakışta çözerdi.
“Sence kardeşlerimiz bir halt karıştırıyor olabilir mi?”
“Bu mu korktuğun?”
“Daha ne olsun karıcığım?”
“Sen Kemal’n kardeşiyle ne haltlar karıştırdın? Kemal bunu bilse o zaman canına okurdu bunu sende biliyorsun.”
“Sen ve ben başka onlar başka, nereden getirdin şimdi konuyu buraya? Ben seni seviyordum ne yaptıysam sevgimdendi.”
“Belki onlarda seviyordur birbirini, bilebiliyor musun?”
“Öyle olsa görmez miydik?”
“Senin gözün benden başka bir şey görmediği için o iki aptalın nasıl birbirlerini sevdiklerini göremedin değil mi? Ah benim aptal kocam.” Gülüşüyle doğruldu Nergis. Kocası şaşkın şaşkın bakıyordu.
Murat’ın kaşları havalandı. “Ciddi misin sen?”
Murat’ın hâline kahkaha attı Nergis. “Tabii ki ciddiyim.”
“Ben hiç anlamadım. Kendi derdime düştüm kardeşime hiç hâlini hatırını sormadım.”
Elini kocasının elinin üzerine bıraktı Nergis “Sorsaydın da söylemezdi. Çünkü bana bile söylemedi. Ben abime milyon kere sordum o da bana cevap vermedi. Garip bir durum var aralarında ikiside biribirini zorlamak istemiyor sanırım yani ben bu kanıya vardım.”
“Eğer Kemal kardeşime elini sürecek olursa elini kırarım demedi deme karıcığım.” Aniden hırslanan adama bakarken kaşlarını çattı.
Gözlerini kısıp kocasına baktı. Ayağa kalkıp ellerini beline koydu. “Allah Allah sen onun kardeşini götürürken iyiydi. Sıra seninkine gelince mi kıymetli oldu? Abime elini sürersen kafanı kırar eline veririm demedi deme kocacığım.”
Endamıyla minik bir panteri andıran karısına baktı. Elleri belinde çok komik duruyordu. Diklenmesiyse Murat’ın en sevdiği yönlerindendi karısının. Kısık gözlerle baktı karısına.
Gözlerindeki ateşi gören Nergis, “Bakma öyle evde bir sürü insan var ben gidiyorum mutfağa sende şu aklındakilerle fazla meşgul olma!” dedi ve arkasına bile bakmadan eve girdi.
Murat’ın istediği yinede yanlışa düşmemelerinden yanaydı. Yani umuyordu.
….
Artvin…
Artvin’e varlıklarında öğlen olmuştu. Artık Kemal her fırsatta ona onu sevdiğini söylüyor. Gönlünü Feth ediyordu. Her seferinde daha fazla.
Başkanın odasında kahvelerini içiyorlardı. Hilal kendini çok tuhaf hissediyordu. Belediye başkanının karşısında suç işleyen yaramaz çocuklar gibi hissediyordu. Yanakları pembeleşmişti. Kahvesine odaklanıp iki adamı dinlemeye bıraktı kendini. Belediye Başkanı olmak için fazlaca genç ve yakışıklı biri diye düşündü, Erdem Yıldırım’ı.
Erdem Bey’in bir ara dışarı çıkmasını fırsat bildi Hilal. “Kemal ne dedin bu adama çok utanıyorum?”
“Nasıl ne dedim, neden utanıyorsun?”
Sıkıntıyla yüzünü buruşturdu Hilal. “Ne dedin de hallettin nikah işlemlerini onu soruyorum böyle acele ya hani?”
Hilal’in sıkıntısını anladı Kemal. Elini çenesine dayadı. “Sevgilim hamile ve acele evlenmemiz gerekiyor dedim.”
Gözleri fal taşı gibi açıldı Hilal’in. “Şaka yapıyorsun.” Karşısında gayet sakin haliyle ona bakan adam gülümsedi. “Tabii ki şaka yapıyorum, lütfen biraz sakin olur musun? Hiçbir şey demedim. Sadece evleniyorum nikahımı da senin kıymanı istiyorum dedim. O da başka bir şey sormadı.” Hilal içine su serpilmiş gibi rahatlamıştı. Önündeki küp şeker kutusundan bir tane alıp Kemal’e fırlattı. “Alçak, aklım çıktı bir an.”
Kemal tuttuğu kahkasını serbest bıraktı. “Alçak mı?” Cık cık ne ayıp insan müstakbel kocasına alçak der mi?” Hilal’in sinirleri biraz gevşemişti. Şimdi onunla söylediği şey gülmesine neden olmuştu. Bir küp şeker daha alıp fırlattı. “Sanırım hata yapıyorum.” Kemal’in gülüşü yüzünde dondu.
Kapıdan gelen sesle yönünü çevirdiler “Hâlâ şansın var,” diyen Erdem’i gördüler. Erdem’in de yüzünde tatlı bir tebessüm bu iki deliyi izliyordu.
“Ah evet şansım var sağ olun Erdem bey, düşüneceğim,” dedi Hilal.
Kemal arkadaşına baktı. “Yahu senin beni evlendirmen gerekiyor, gelini vazgeçirmen değil.”
“Gerekmiyor şart oldu. Birbirini bu kadar seven iki insanı ben şart olsun evlendirim,” dedi Erdem.
Kemal ayağa kalktı. Zaten ayakta olan arkadaşının yanına vardı. “Söylesene senin hırçın Deniz’in nerelerde?” diye sordu.
Hilal’in dikkatini çekmişti. “Hırçın Deniz de kim?” Kalkıp Kemal’in yanına geldi. Hemen omuzundan sardı Hilal’i, Kemal.
Erdemin yüzü düşmüştü. Gözlerinde aşk ve hüznü aynı anda görebiliyordu Hilal. “Sanırım gönül yarası.”
“Hem de en derininden,” diye cevapladı Kemal.
Telefonu çaldı Erdem’in. Masanın üzerinden almak için yürüdü. Konunun kapanması için tam zamanında diye düşündü. Telefonun ekranında gördüğü isimle hemen açtı.
Pür dikkat kendini izleyen iki çift göz eşliğinde, “Evet ” diye yanıtladı.
Karşıdan kim ne söylüyorsa bu hiç hoşuna gitmemişti Erdem’in. “Tamam diyerek kapattı telefonu.
Odadaki ikiliye döndü. “Siz şu köşeye geçin hırçın Deniz ile tanışsın Hilal. Odanın uç köşesini işaret etti. Hilal hiçbir şey anlamamamıştı. Ama söylenileni de yaptı ikisi. Kemal, Deniz ile tanışıyordu. Yıllar öncesinden en zor zamanlarında Deniz ile Erdem’e yardım etmişti. Uzun zamandır görmüyordu yalnız. Bu ikili arasında sular hiç durulmuyordu. Deniz ne kadar hırçınsa Erdem de bir o kadar inattı. Ne ileri ne geri yıllar bu şekilde geçmişti.
Bir dakika geçmek üzereyken kapı en sert hâliyle açıldı. Yine en sert haliyle çerçevelerini yerinden oynatarak kapandı. Uzun sarı saçları uzun boyuyla ince narin bedeniyle kapıyı nasıl öyle sert çarptığını düşündü Hilal. Kaşları havada genç kızı izliyordu. Deniz’in odadakilerin haberi yoktu. Zaten sinirden gözü birtek Erdem’e takıldı.
Hızla yürüdü, ayakta masaya dayanmış kollarını göğsünde toplamış olan Erdeme doğru.
Parmağını sallıyordu tüm öfkesiyle. “Seni öldürürüm adam, sonrada cesedi meydana asıp sallandırırım.”
Hiç istifini bozmadı Erdem. “Yaparsın! Kimse kılıma dokunamaz bir tek sen yaparsın.”
“Kes! Beni bu sözlerle susturamazsın ne demek peşime adam takmak? Ne demek? Sen beni ne sanıyorsun?”
“Bu kadar büyütme küçük bir detay sadece.”
Sinirinden odayı dolduran sesi duvarlada yankılanıyordu Deniz’in.
“Ya bak ne diyor?” Sinirini alamayan Deniz, Erdem’in her sözüyle daha da kızıyordu. Saç diplerine kadar diken olmuştu. Ayağındaki ayakkabılara baktı. Tam da istediğim gibi topuklu hem de ince. Erdem’e yaklaşıp dibine girdi. Nasıl bir ceza alacağını düşünüyordu Erdem, hesabında bu yoktu tabii.
Deniz ayağını kaldırdı. Ve Erdemin parmak uçlarına son gücüyle bastı.
Acısı yüzünden okunan Erdem kılını bile kıpırdatmadı. Yanlızca o deli olduğu, uğruna dünyayı yakacağı ela gözlere baktı.
“Beni rahat bırak Erdem Yıldırım.” Arkasını dönerken Erdem’e bıraktığı menekşe kokusundan habersizdi. Erdem’in bildiği Bir tek şey varsa. O da bu kadına deli gibi âşık olduğuydu.
Yönünü çevirmesiyle odadaki diğer iki kişiyle göz göze gedi Deniz. Odada birinin olduğunu söylemişler miydi? Ama sormamıştı ki nasıl bilsin Deniz? Beyaz teni utançtan pembeleşti. Hırçın olabilirdi ama utanmaz değildi. Hemen kendini toplayıp ikiliye baktı.
Hayretle, “Kemal?” dedi.
Kemal gülmemek için dudaklarını ısırıyordu.
“Deniz sen hiç değişmeyecek misin?”
Dönüp Erdem’e baktı. “Odada biri olduğunu söyleyebilirdin.”
Acısını hazmetmeye çalışan Erdem, “Sormadın ki?” diye mırıldandı.
Sinirle dudaklarını büzdü Deniz. İkiliye bakıp yanlarına yürüdü. Hilal ve Kemal’de yürüdü.
Deniz elini Hilal e uzattı.
“Hoş geldiniz, Deniz ben.”
Elini uzattı Hilal. Olanlardan dolayı çok şaşkındı. Ve bu her hâlinden belli oluyordu.
“Hilal.”
Kemal’de elini sıktı genç kadının. “Adamın ayağını ezdin git bak pansuman gerekebilir.”
“Gebersin ne yaptığını bilsen diğer ayağını da sen ezersin.”
“Yapma Deniz ikinizi de yıllardır tanıyorum, yazık bu adama acı artık ona.”
Elini havada salladı Deniz. “Bırak şimdi sen onu sen burada ne arıyorsun?” Hilal’e baktı Deniz soru soran gözlerle, sonra kızın omzundaki kollara.
Açıklama gereği duyan Kemal, “Seni müstakbel eşimle tanıştırayım. Hilal Karaçay, birkaç saat sonra Hilal Kurşunlu olacak.”
Ayağını çekerek yanlarına geldi Erdem. Kolunu Deniz’in beline doladı. Deniz irkilir gibi oldu. Şu an yaptığı şeyin hesabını sonra soracaktı. İtiraz etmedi şimdilik.
Kaşlarını çattı deniz anlamak istercesine, “Birkaç saat içinde mi?”
Yanıtı Erdem verdi. “Evet aşkım, onların nikahını ben kıyacagım birazdan.”
Az önce olanlara anlam veremiyordu Hilal. Az önce adamı yerden yere vurdu. Erdem şimdi beline sarılmış aşkım diyordu. Hilal’in aklı karışmıştı. Ne garip aşklar vardı…
“Pardon da ben anlamadım, siz ikiniz ne oluyor sunuz?” diye aklındakini pat diye sordu Hilal, yoksa bu merak onu çatlatırdı. “Evli misiniz?” diye tekrar sordu Hilal.
Aynı anda ikilinin ağzından çıkan sözler biridiriyle hiç alakası olamayan şeylerdi. Erdem, “İnşAllah,” derken Deniz, “Allah korusun,” demişti.
Hilal’in aklından geçenleri anlayan Kemal, parmağını ikiliye çevirdi. “Sevgilim bak, bu iki aptal aslında birbirini çok seviyor ama ikisi de birbirinden inat olduğu için yıllardır nişanlılar.”
Deniz hayretle sordu. “Kim ben mi seviyorum, bu kalası mı?” derken dibindeki adama bakmıştı.
“Görüyorsun ya senin kadar şanslı olamadım dört yıldır nikah masasına oturtamadım.”
Kemal Hilal’in gözlerine bakıp gülümsedi. “Kesinlikle haklısın ben gerçekten şanslı biriyim.”
“Bana bak yoksa kızı kaçırdın mı? Neden burda bu şekilde anlatın bana hemen,” dedi Deniz.
Hep beraber oturdular. Bir saate yakın sohbet ettiler. Hilal konuştukça Deniz’in çok iyi biri olduğunu anlamıştı. Ama Erdem ile nasıl bir ilişkileri var çözememişti. Bunu daha sonra Kemal’e sormayı aklına not etti.
Telefon sesine yerinden kalktı Erdem. Birkaç kelimenin ardından kapattı telefonu. “Evet, bir saat sonra.” Saatine baktı. “Yani tam olarak dörtte nikah için her şey hazır olacak, şimdi haber verdiler.”
Hilal’in. içinde yükselen duygular onu hem heyecanlandırıyor hem korkutuyordu. Gerilmişti biraz. Elini tutarak güç verdi sevdiği kadına. Hilal burrukca gülümsedi.
“Lütfen üzülme bu isteyeceğim son şey bile değil.”
“Üzülmek değil de sanırım biraz heyecanlandım.”
“Bu iyi bir şey sanırım.”
“Sanırım.”
Aralarında sessizce tartışan ikiliye baktılar. “Kesin şunu! Neyi paylaşamıyorsunuz?” dedi Kemal.
İkiside sustu. “Kesinlikle birbirimizi paylaşamıyoruz bu çok garip,” diyerek arkasına yaslandı Erdem.
Ayağa kalkan Deniz eliyle Hilal’e işaret verdi. “Kalk canım, gidiyoruz.”
“Nereye gidiyoruz anlamadım?”
Ellerini beline dayadı Deniz. “Kot pantolonla mı evleneceksin?” Üzerindekilere baktı Hilal. Kesinlikle haklıydı. Vahim durumdaydı.
“Yani nikah sadece, düğün olmadığı için hiç aklıma gelmedi.”
“Yaz bitmeden düğün de olacak, Deniz haklı hadi onunla git,” dedi Kemal.
Karmakarışık düşüncelerle yerinden kalktı Hilal. “Bazen delirdiğimi düşünüyorum bu kadar kolay olmamalıydı.”
“Deniz, hadi gelinim caymaya başlamadan gidin ya da sen dur biz gidelim sen şimdi feminen tarafinla caydırırsın zaten,” diyerek ve ayaklandı Kemal.
“Otur yerine Kemal, benim tüm hırsım bu adama,” diyerek parmağını Erdem’e uzattı. Parmağına bakan Erdem, “Senin yüzüğün nerede Deniz?” Sesi oldukça sertti. Ve Hilal geldiğinden beri o kadar olaya sesini çıkarmayan Erdem, yüzüğün olmadığına kızmıştı. Çok ilginçti.
Başını Hilal’e çevirdi Deniz. Aslında bu yüzük olayına çok kızıyordu Erdem, biliyordu. Ama bilinçli yapmamıştı. Sabah okula geciktiği için konsolun üzerinde unutmuştu. Bunu ona söyleyecek değildi.
“Bilmiyorum nerede, hadi canım biz çıkalım seni gelin edelim nasılsa ben giymeyecegim bu tür kıyafetler bari sana faydam olsun.”
Hilal’i koluna takıp ışık hızıyla çıktı. Kalırsa yeni bir kavga an meselesiydi. Hem de en büyüğünden.
Sinirden kendi kendini yiyordu Erdem. Ellerini saçlarının arasından geçirdi. “Ben bu kadınla ne halt edeceğim Kemal?”
“Durum vahim gibi ama üzme kendini her kadın kalbine esir düşer bir gün.”
“Söz konusu Deniz.”
“Sevgili dostum, söylemek istemiyorum ama onu bu hâle sen getirdin yoksa gayet hanımefendi biriydi.”
Başını ellerinin arasına aldı Erdem.” Biliyorum çok pişmanım ama o beni affetmiyor. “
“Ben bir evleneyim söz sana da el atacağım bu problemi çözebiliriz. Karadeniz inadı bende yok, Deniz de var. Karadenizli bile değil bu neyin inadı böyle? Her ne kadar haklı da olsa çok uzadı. Hem daha önce bu kadar olduğunu bana söyleseydin, yardım edebilirdim sana.”
“Nasıl bir yardım bu? diye sordu Erdem.
“Orasını bana bırak sen hadi artık makamını biraz benim için boş bırak sende beni kıyafet alacağım bir yere götür bakalım.”
Yerinden kalktı. Ceketini alıp üzerine giydi.”O zaman makam aracımı bırakıp biraz halka karışalım araban var mı?”
“Var. En sevdiğinden sen kullan.” Anahtarı arkadaşına fırlattı Kemal.
“Hadi o zaman damat bey.”