Elma ağacının altındaki hamakta yatan Hilal, ellerini iki yana açmıştı. Burnundan derin bir kaç nefes aldı. Gözleri kapalıydı. Son zamanlarda ne kadar yorulduğunu biliyordu. İkizleri annelerine satıp kendini burda bulmuştu. Biraz huzurdu. Sadece az biraz huzur. Üç buçuk yaşında olan ikizleriyle başı fena halde dertteydi. Hangi kreşe vermişse en fazla bir hafta sonra çağırılıyor ” lütfen çocuklarını alın.” Diyerek postalanıyorlardı.

Kızı, Defne usluydu uslu olmasına, ama oğlu Burak tam bir firlamaydı. Kardeşini de yoldan çıkarıyordu Burak. Ne demekti, sıra arasında gezinen kreş öğretmeninin ayağına çelme takmak. Öğretmen yerde can çekişirken o katıla  katıla gülmek. Kadının incinmiş kolu ve şiş alnı aklına gelmişti. “of” dedi. Gözlerini hiç açmıyordu.

Ama aklına oğlunun o, babasının kopyası olan yeşil gözleri gelince gülümsedi. “Eşşek sıpası” diye mırıldandı.

Defne, her şeyiyle halası Nergiz’den bir parçaydı. Eksiği yok fazlası vardı. Onunda gözleri baba ve halasıyla aynı renkti. Yüzünü buruşturdu Hilal. “Yaptık ama olmadı işte…” Dedi kendi kendine.

“Beliz…” Dedi. Kapalı gözleriyle ellerini başının altına alıp kocaman gülümsedi. ” Halam, aşksın sen.” Diyerek gülüşü iyice yol aldı yüzünde.

Beliz, Nergiz ve abisinin kızlarıydı. Ve Hilal’in klonlanmış küçük bir kopyasıydı. Beyaz teniyle, gece mavisi gözleriyle, kömür karası saçlarıyla ve her hareketiyle küçük Hilal’di.

Gözlerinin önüne gelen Beliz’in görüntüsüyle gülümseyerek iç çekti. “Ben yapınca neden olmadı. Nergiz’e sormam lazım. Püf noktası olmalı bu işin.” Dedi. Sonra kendi sözüne güldü. “Oda becerememiş ki ya…”

Ihlamurun eşsiz kokusu ciğerlerine doluyordu.

Ihlamur kokusuyla gelen bir hatıra canlandı zihninde. Burda Kemal’le gizlice evlendikleri ilk hafta karşısına çıkan Selim yüzünden hata zincirine demir atmışlardı. Kaşlarını çattı Hilal. Gözlerini açmak istemiyordu.

“O zamanda aptaldın. Hala aptalsın Kemal.”diye söylendi. İstanbul’dan Trabzon’a kaçarak gelmişti. Artık evden kaçışlar yine eve oluyordu. Kemal ciddi anlamda canını sıkmıştı. Hilal’de çocukları toplayıp baba evlerine gitmeye karar vermişti. Bu da ayrı bir ironiydi. Nerden, nereye kaçıyorsa artık. Toplantıdan çıkar çıkmaz elindeki dosyaları Kemal’in göğsüne vurmuştu. “Mutlu musun şimdi” demişti.

Göz deviren Kemal, eliyle burun kemerini sıkmıştı.

“Ben gidiyorum Kurşunlu, benim imzaları da bastır içerdeki güzele…” Diyerek sabah ayrıldığı şirketten sonra  ilk işi çocukları yeni okullarından aldıktan sonra soluğu  hava alanında almıştı. ” Oh hayat mis…” diye yüksek sesle söylendi. ” Sen tıkılı kal taş yığınları arasında bak ben neredeyim.” Bacağının tekini diğer bacağı üzerine attı Hilal.

“Gel keyfim gel.” Dedi sırıtarak. Akşamın batan güneşi ağaç dalları arasından yüzüne vuruyordu. Tatlı bir sıcaklık yayıldı yüzüne….

Sıcağın verdiği rehavet üzerine çökmüştü. Uyumak çok iyi bir fikirdi. Saat kaç acaba diye düşündü. Bu saatte evde çocuklarla savaş halinde olmalıydı. Şirketten iki saat erken çıkarak kocasını evde karşılamayı huy haline getirmişti. Ama o şimdi, Trabzon’da elma ağacının altındaki hamakta gününü akşam etmişti.

“Ama Kemal eve gelmiştir şimdi.” Yüzünü buruşturup “of” dedi. ” Fatma abla yemek yapmıştır. Aç kalmaz.” Sesli düşünceleriyle kendini rahatlatmaya çalışıyordu. Onu, bu şekilde tanımadığı biri görmüş olsaydı. Muhtemelen deli zannederdi.

Kollarını göğsünde bağladı. Gözlerini inatla kapalı tutuyordu. Huzuru içinde hissetmek için bu önceden seçmiş olduğu yöntemlerden biriydi.

Dişlerini sıkarak hamakta tepindi. ” Ah lanet olsun. Neden özlüyorum. Ahh Kemal ahh. Ömrümü yedin.” Tepinmeyi kesip sakince yatış pozisyonuna geri döndü. Kollarını göğsünde bağladı.

Kocasını düşünmeye başladı. Şimdi, eve gelecekti. Kravatını çekiştirip çıkaracak, sonra sonra bana en tatlısından bir kaç öpücük vercekti. Ben ona, yapma çocuklar desemde o ikna olmayacak ellerini bedenimde gezdirecekti. Bende naz ayağına yatıp istemiyor gibi görünecektim. O, dahada istekli gelecekti üzerime.

Düşündüğü tutku dolu anlarla mayışan Hilal. Kaçıp Trabzon’a geldiğine pişman olmak üzereydi. ” Neden gelmiştim ben buraya ?” Diye sesli düşündü.

“Hah hatırladım. O sarı çiyan yüzünden.” Dedi yine. Pişmanlık ve özlem karışımı içine dolan “keşke”den sıyrılıp en akıllıca olarak gördüğü şeyi düşündü. Onun kollarında hayal etti kendini.

Dudakları üzerine kapanan ezber yaptığı teni hissedince harekete geçip arzuyla karşılık verdi.

Gözlerini açma gereği bile duymuyordu. Bu teni, bu kokuyu, tenin bıraktığı titreşimi kör olsa bile hissederdi. Hissetmişti.

Ellerini kocasının omuzlarına koydu. Ve kendine çekti. Çekilişe karşı duramayan Kemal yavaşça karısının üzerine uzandı. Öpücükleri normalden çıkıp şiddetle yatak odasına doğru ilerlerken dudaklarına dur emri verdi Hilal.

Yarım saattir kapalı olan gözlerini yavaşça araladı. Arzudan koyulaşan yeşil gözlerin daha fazlası için yanıp kül olduğunu gördüğünde dudağının kenarı yukarı kalktı Hilal’in.

“Geç kaldın.” Diye fısıldadı kocasına.

Gülümseyerek minik bir öpücük daha aldı Kemal.

“Giderken haber verseydin bu kadar beklemezdin” Dedi. Karısının gerdanından yayılan beyaz tenin ışıltısına doğru çekiliyordu Kemal’in dudakları. Doyamadığı tene hapsetti kendini.

Kızgınlığı gün yüzüne çıkan Hilal kocasını uzaklaştırmak için hamle yaptı. “Çekil, ne söyleyeceğim sana. Sen beni dinliyor musun sanki.” Diyerek tepindi. Hamak şiddetle sallandı.

Ellerini karısından alamayan Kemal. ” Rahat dur da düşmeyelim.” Derken Hilal’in iki elini baş hizasında tek eliyle tuttu.

“Hamak fantazisi mi yapacağız burda. Edep diye bir şey var. Çekil git arsız.” Dedi. Ama kocasına karşı koyabilecek güce sahip değildi.

Çapkın, yürek hoplatan gülüşüyle karısına baktı Kemal. Hilal’in bu bakışa asla karşı koyamadığını biliyordu.

“Bakma öyle.” Diye çemkirdi Hilal.

“Neden ? Ama sen bu bakışı çok seversin sultanım. Ayrıca tepinme yaydan çıkıyorum. Hamak iyi fikir değil.” Dediğinde Hilal’in tüm kanı yüzüne çekilmişti. Dört buçuk yıla yakın olan evlilik hayatları boyunca, bu adamın üzerinde kurduğu erkeksi rehavete karşı koymak dursun. Arsızca kendine daha çok bağlıyordu Kemal.

Tekrar dudaklarına kapanan tene hiç tereddütsüz istekle karışlık veriyordu.

Işaret parmağını karısının çenesinden başlayıp en yavaş ve en eziyetli şekilde boynundan aşağı indirmeye başladı. Başını arkaya atan Hilal’in bedeni gerilmişti. Kemal’in en büyük tutkularından biri de karısını baştan çıkarmaktı. Çünkü Hilal asla gel deyince gelen biri olmamıştı. Zoru hep seviyor, deli gibide bundan zevk alıyordu.

Göğüs çatalına gelince karısının ince tişörtünden elini içeri soktuğunda Hilal’in dudaklarından dökülen istek tınısıyla kıvama geldiğini anladı Kemal.

“Ben, seni seviyorum. Sana tutkunum. Benim karşıma çıkacak her hangi bir kadın bunu asla değiştiremez.” Diye fısıldadı Karısının kulağına.

Kulağından kalbine inen sözlere aşina olması, tekrar duyduğunda hoşuna gitmeyecek anlamına gelmiyordu.Şu an öl dese neden demezdi Hilal.

“Biliyorum.” Diyebildi. Sesi zor bela çıkmıştı.

“Biliyorsun. Ama…”

“Ama seni kıskanmama engel değil Kemal.” Dedi. Gözlerini kocasının yeşil gözlerine dikmişti.

Hilal’in göğsünden içeri sızan eliyle kadının göğsünü sıktı. Ve karısından çıkan minik çığlıkla aslında kendine eziyet ettiğini anlamıştı Kemal.

“Kıskanman hoşuma gidiyor. Sen de beni seviyorsun. En az benim kadar. Ama güzelim. Anlaşma anlaşmadır. Kadın güzel diye ki bunu sen söylüyorsun. Anlaşmadan vazgeçemem.” Dedi Kemal.

Gözleri dehşetle acılan Hilal. ” Sana yiyecek gibi bakıyordu.” Diye bağırdı. Ve son sözleri kocasının nefesinde kayboldu. Alnını karısının alnına dayadı Kemal. Derin derin nefes alıyordu. ” Banane Mavi. Benim nefesimi kesen sensin.” Dedi.

Bu kadına olan aşk bitmek bilmez, artmak bilen arsız bir duyguya takabil ediyordu. Şikayet mi ? Hayır… Kemal artan bu duygudan arsızca memnundu. Ve hep daha fazlası için karısında hüküm sürüyordu.

“Engel olamıyorum Kemal. Elimde değil. Sana dokunan her yabancı bakış benim içimde ateş oluyor. Beni yakıyor.” Dedi Hilal. Kemal aşkı Hilal’de bambaşkaydı.

“Onlar yalancı dokunuşlar Mavi’m. Tek gerçek sensin. Ben gerçeğime tutkunum.” Dedi Kemal. Ve genç kadının tüm kanı çekilmişti. Gözlerinde yanan aşk ateşiyle baktı kocasına. “Öpsene beni.”

Dudakları yukarı kıvrılan Kemal. “Öpeyim ne demek.”

Elinden tuttuğu karısını küçük tepecikten aşağı indirirken aklına gelenle durdu Kemal. Hilal’e döndü. Neden durduğunu anlamak için gözlerini kocası üzerinde gezdirdi.

“Söylesene yaptığımız ve olmayan şey ne ?”

Gözleri büyüyen Hilal, kendi kendine konuştuğu her şeyi Kemal’in duyduğunu anlamıştı. Ve kahkahayı basmıştı.

Kaşları havalan Kemal’de gülüşüne eşlik etmişti.

“Çocuklar .” Dedi Hilal. “Yaptık ama bana benzemiyorlar onun için demiştim.” Dedi.

Elinden tuttuğu karısını hızla kendine çekti.” Bunu mu dert ettin. Bir daha yaparız. Söz bak aceleye gelmez. Bu kesin sana benzer.”

“Hadi ordan. Benzermiş. Onu geç. Yeter iki çocuk.” Diyerek kurtuldu Kemal’den.

Önden giden karısına bakıp iç geçirdi Kemal. “Ah be kadın. Doyamıyorum ne sana ne senden gelene anlasana vicdansız.” Diye bağırdı karısının ardından.

Geri dönüp baktı Hilal. Kemal dünyada sahip olunacak. Bir kadın olarak ait kalınacak en değerli adamdı. “Doyma bana. Doyarsan kafanı kırarım.” Diyerek önüne dönüp koşar adım eve doğru yürüdü.

“Kır kafamı Mavi. Yüreğim ellerinde sağlam kalsın ama. Sana ihtiyacı var.” Diyen kocasını gülümseyerek dinledi.

Evin önüne geldiklerinde Defne, Burak ve Beliz’i oynarken bulmuştu. Ama Beliz’in burda ne işi vardı. Istanbul’da bırakmıştı onları.

“Beliz” dedi Hilal. Beliz sese döndüğünde Halasını görür görmez oyunu bırakıp Hilal’e koştu.

“Hayacım” diyerek kollarına atlayan küçük kızı tek hamlede kucağına aldı Hilal. Öpücüklere boğdu kızı.

“O kaçak gelin gelmiş.” Diyen Nergiz’e döndü Hilal.

“Ben geldim de sen ne ara geldin ?” Dedi Hilal. O kadar saat yukarda oynaşmaktan Kemal unutmuştu söylemeyi. Günlerden cuma olunca hafta sonunu geçirmek için gelmişlerdi. Hilal kaçmak için doğru bir gün seçmişti. Bunu dile getirende Nergiz olmuştu. Murat, karısının omzuna kolunu attı.

“Hilal sen varya bacım. Iyiki Kemal’le evlendin.”  Dediğinde Hilal göz ucuyla gururlanan kocasına baktı. Gözlerini kısıp abisine döndü. “O, neden o ?”

Murat pis, pis sırıtıp “Az kalsın milyon dolarlık anlaşmaya engel oluyordun. Başka biri olsa seni boşamıştı. Üzerine birde kaçıyorsun. Neden ? Atarın atar… Aman ne hoş. Seni de Kemal’den başkası çekmez zaten.” Dedi. Hilal, gözlerini iyice kısıp abisine bir adım attı.

“Öldürseydin. Ayıp ayıp insanın kocasının yanında böyle denir mi ?”

Yüzünü buruşturan Murat ” ayıp ayıp insan bunca yıllık kocasını tanıyıp bilmez mi ? Birde kalkmış kıskançlık krizine giriyor, yetmiyor çocukları toplayıp kaçıyorsun. Cık cık cık, hiç yakışıyor mu ? Ne zaman büyüyeceksin sen.”

Abisinin dediği her söze kızıyor gibi görünsede ciddi anlamda abisinden azar yediği için, içine oturmuştu. Iki çocuk annesi ve bunca yıllık evli kardeşine dediği sözler az şey değildi. Ne kocası ne babası dememişti bu tür kelimeler. Çenesinin titrediğini gören Kemal, Murat’ın tam da burda ağzını burnunu kırmak istiyordu. Elinden tutup kendine çekti Hilal’i. Elini kızın sırtına güven verircesine yerleştirdi.

“Aşk olsun abi…”diye mırıldandı. Göz bebekleri titremişti.

“Sen sussana. Sana mı kaldı benim olayım. O benim karım. Ne gerekiyorsa ben söyledim.” Dedi Kemal. Karısının üzüldüğünü görmek en son isteyeceği şeydi. O Hilal’i böyle seviyordu. Atarını, giderini ve sevgisini gösterme şeklini. Onların aşkını taze tutan da buydu. Değişmeyen  doğallıktı.

“Abim haklı Murat, sanane onun karısı. Abim bana öyle sayıyor mu ?” Kocasının kollarından silkelenip çıktı Nergiz. “ayıpmış” diye mırıldandı Nergiz. “Ayıp sensin Murat.”

Iki elini havaya açtı Murat. Allah’tan sabır dileniyordu. “FesuphanAllah,” diye söylesene söylene eve girdi. Nergiz’de peşinden söyleniyordu. Nergiz artık Murat’ın başını yemeden bitmezdi bugün.

Ağladı. Ağlayacak gözleriyle kocasına döndü.”Neler dedi bana.” Diyebildi.

Alın kenarından öptüğü karısının başını göğsüne yasladı.”Desin. Ne önemi var. Ben seni böyle seviyorum. Hem bahse girerim. Beş dakika sonra gönlünü almak için kıvranacak.”

Hüzünlü gözlerini, tekrar kocasına ulaştırdı.”Hep bu Mustafa Ceceli yüzünden böyle oldum ben.”Dedi Hilal.

Kaşlarını çatıp şaşkınlıkla baktı Kemal. “Musatafa Ceceli mi ?” Diye sordu. Tek kelime bile anlamamıştı Kemal.

“Evet. Hani şu ünlü şarkıcı, özgün müzik söyleyip ezan okuyan adam varya. O işte.”Dedi Hilal.

Belli belirsiz güldü Kemal. “Affet sultanım ama hiç bir şey anlamadım.”Dedi. Altından çıkacakları çok merak ediyordu.

“Eşim olmadan konsere bile çıkmam diyordu. Örnek çiftlerdi. Aile ve yaşam tarzlarıyla. Ne yaptı biliyor musun ?” Yüzünde ciddi manada üzüntü vardı Hilal’in. Bir ailenin yıkımı tüm ülkenin gözü önünde gerçekleşmişti.

“Hayır Mavi bilmiyorum. Ne yaptı ?”

“Ceceli canından çok sevdiği karısını aldattı.” Dediğinde Kemal, gözlerini devirdi. Ve hemen geri kaldırdı bakışlarını. “Hilal neden ağlıyorsun ?”

Elinin tersiyle göz altlarını sildi Hilal.” Çok zoruma gitti Kemal. Demekki sevgiler ve temiz ahlak çokta önemli olmuyormuş. Ne kadar mutlu yaşarsan yaşa ne kadar çok seversen sev. Bir gün biri çıkıp geliyor ve senin gelmiş-geçmiş tüm mutluluklarına balta vurabiliyormuş. Çok korktum o kadını görünce, aynı o metrese benziyordu. Ya bir gün sende ben..” Elini karısının dudaklarına hızla götürüp kapattı.

“Sakın…” Dedi tehditkar gözleriyle. Ellerini karısından yavaşça çekti. Mavinin hüzün hali çökmüştü Hilal’in gözlerine.

“Neden yapayım Hilal. Başka birinde ne arayabilirim. Bütün kadınlarda aynı şeyler var. Bir çift göz. Iki bacak. Eller, kollar. İnsanlar bedene aşık olmazlar Mavi. Insanlar kalbe, ruha aşık olurlar. Bu gün bitmiş  olan aşk aslında hiç başlamamış aşktır. Demekki o dediğin adam hiç sevmemiş. Bulduğu ilk fırsatta  da…”

Başını aşağı yukarı salladı Hilal. Gözlerinin ucunda damla hazır bekliyordu. “Güçlü durduğuma sürekli yaramazlık yaptığıma bakma Kemal. Içimde hala dokuz yaşında sana aşık bir kız çocuğu var. Büyümek istemiyor.”Dedi hazırda duran damlalar bir iki indi yanaklarına. Gülümseyip elleriyle sildi Kemal karısının masum damlalarını. Alnına aitlik içeren bir öpücük bıraktı. “Ona söyle büyümesin. Ben onu böyle seviyorum.”

Islak ama gülümseyen gözleriyle kocasına baktı. Bende seni seviyorum diyecekti eger abisi seslenmeseydi.

“Bi ayrılın yeter yahu…”

Hiç oralı olmayan Kemal, kolunu Hilal’in omzuna sarıp kendine çekti. “Neden. Biraz daha mı azarlayacaksın karımı.”dedi.

“Senin karınsa benim kardeşim. Lafını bil dilini koparırım.” Dedi Murat. Nergiz arkasından seslendi. “Abimle düzgün konuş Murat.”

Murat yüzünü buruşturdu. “Of bu ne yaman çelişki. Benim kardeşim onun karısı. Onun kardeşi benin karım. Ağız tadıyla laf bile söylenmiyor.”

Hilal, kahkaha attı. “Sen kaşındın. Nergiz’de Nergiz. Yedin bitirdin bizi. Biz zaten beşik kertmesiydik.” Dedi.

Gülen kardeşine baktı Murat. “Gel kız buraya.” Dedi El hareketiyle de belirtti. Hilal hiç düşünmeden abisine sarıldı. Nergiz’de Kemal’in kolunun altına girdi.

“Abi ya” dedi Nergiz.” Valla başımıza dert almışız. Bu kardeşler çok acayipler.”

Kemal dudaklarını sağa sola kıvırdı. “Acayip kelimesi doğru.” Dedi. Hilal kaşlarını yalandan çatıp baktı.

“Ama bizi acayip seviyorlar Nergiz. Yalansa yalan dermisin kardeşim.” Dedi Hilal’in gözlerine baka baka söylemişti.

Akşam yemeğine oturmuşlardı. Babalar, dedeler herkes masadaydı. Gerçek mutluluk böyle bir şeydi. Aileyle huzurlu bir gece tüm sevdiklerin yanında daha ne olsundu. Masadaki boşluğu fark edilen tek şahıs Kenan’dı.

Nergiz” Kenan’da gelseydi keşke. Gereksiz falan derdim. Ama ayrı eve çıktığından beri çok özlüyorum.”Dedi.

Yaramazdı Kenan. Çocuk gibiydi. Kimseyi kırmış yada üzmüşlügü olmamıştı. Insanın hayatında olması şart olan insanlardandı.

Hilal, lokmasını bitirip Nergiz’e döndü. “Onu da arasaydınız. Belki oda gelirdi.” Dedi.

Nergiz arkasına yaşlandı. Babası ve dedesi duymadan fısıldadı. “Aradım. Ruken’le arası yok. Keyfî yoktu. Sanırım yine ayrılmışlar.” Dedi.

Hilal parmaklarıyla saymaya başladı. Saydı. Saydı. “Yuh bu on beşinci ayrılış.” Dediğinde Kemal masanın altından bacağını okşayarak sıktı. “Sesiz ol Mavi.” Diyede fısıldadı.

Kocasının elinin tehlikeli bölgelere çıkmasıyla yerinde dikleşti.” Pardon ayağını çek tekmeyi yeme.” Diye de sesli uyardı.

Masanın uç kısmında oturan Defne, Burak ve Beliz kimi zaman kahkaha kimi zaman anne hala diye şikayet çığlıkları atıyorlardı.

Çok tatlıydılar. Üç çocukta birbirinden güzeldi. Kızlar eh işte denecek yaramazlıktaydı. Ama Burak…

Halime annenin dediğine göre Burak, aynı amcası Kenan’dı. Kızları da yoldan çıkarıyordu.

Birden tüm sesleri bölen çatal ve tabak sesine döndü bütün aile…

Burak, Beliz’e ne yaptı onu görememişlerdi. Ama Beliz’in elindeki çatalı tabağına sertçe vurmasını Hilal görmüştü.

Nergiz kaşlarını çattı. “Beliz ne oldu anneciğim.”Dedi.

Beliz olduça sinirli görünüyordu. Kollarını göğsünde bağladı. Burak’a sırtını döndü.

“Baya seni öpeceyim dedi anne…”

Beliz’in sözleri herkesin gülmesine neden olmuştu. Ama gizlice herkes elini yüzüne kapatmıştı. Tek Murat, hariçti. Kıskançlık damarı kabarmıştı. “Oğluna sahip çık Kurşunlu.”Dedi.

Kemal omuz silkti. “Kızın güzel.” Karısına dönüp “aynı halası.” Dedi. Hilal tatlı tatlı tebessüm etti.

Söylediği sözün komikliğine kendi de güldü Murat. Başını iki yana salladı.

Beliz masadan kalktı. Herkes ardından bakıyordu. Burak’ın da ayağa kalktığını gördüklerinde de ses etmediler. Tartışma çıkarsa araya ayırmak için girerlerdi.

Ama Beliz’in arkasından bağıran Burak’ın sözleriyle masadaki herkes birbirine baktı. Özellikle Kemal ve Hilal. Sertçe yutkunmuştu.

Beliz’in kalbini kıran Burak, Küçük kızın arkasından “Mavi” demişti.

MAVİ….

Recommended Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published.

error: Content is protected !!