“Çık git!” dedi Ayşem Doğan’a diktiği sert bakışlarıyla. Doğan ona aldırmadan yatağın üzerinde oturmaya devam etti. “Karşımda eşsiz bir tablo gibi dururken aklımda çok çılgın şeyler gelişiyor Ayşem.” dedi gevrek gevrek gülümseyerek. 

Ayşem gözlerini devirdi. “Doğan, gördüğün ilk kadın bedeni olmadığına kalıbımı basarım.”

“Haklısın, ilk değil.  Ama seni ilk defa bu şekilde görüyorum.  Erkekliğimin çekimine verirsin artık.”

Elindeki telefonu havaya kaldırdı. Elinin içinde sıkarken gözlerini yumdu. Bu elindeki teknoloji harikası şeyi Doğan’ın kafasında parçalamak istedi. Bir ışık göremiyordu adamdan. Kendi hatası olan geçmiş yüzünden onu suçlayamıyordu. “Telefonuma yazık kafanda kıracağım da,” dedi elini indirirken.

Doğan ayağa kalktı ve kızın karşısında uzun boyuyla üstten baktı. “Ben sana yenisini alırım gökyüzüm.” dedi temiz nefesi kadına çarptı. Ayşem’in kan tüm yüzüne çekildi. En güzel çağlarında hep bu sözü söylerdi Doğan. ‘Gökyüzüm’ ‘Senin mavi gözlerin benim gökyüzüm’ derdi.

“Ben…” diyebildi adamın sözü aklını karıştırmıştı.

Dişlerini sıktı Doğan. Gidişini affedemiyordu. Onu sevmesi buna engel değildi. O gitmişti. Ayşem onu terk etmişti. Gözlerini kıstı. “Sen beni terk ettin! Bizi terk ettin! Yaptıgım şeyler sana sana bir şey hissettirmesin. Bu sadece intikam!” Sert ama kısık sesiyle kadını büyüledi. Kara büyü dedikleri zırvalıktan hissetti içinde Ayşem. Kötü bir büyü. Adama hapsolmuş. Gitmiş ama saklamış. Bunu ona anlatmıyordu. Aslında anlatıyordu ama Doğan’ın acısını azaltmıyordu gerçekler.

Çenesini havaya dikti. Gözlerinin beyazı kırmıza dönmüştü. İçi ezilmişti. Kalbi adamın ellerinde un ufak olmuştu. Yaşattığını yaşıyordu ve ona yaptığı şey aslında kendine yaptığı eziyetten başka bir şey değildi. “Senin bana bir şey hissettirebilme yetin olduğunu nereden çıkardın? Bana aç aç bakarsan bende sana aç bakarım.  Sana hissedeceğim tek şey,” eliyle yatağı işaret ederek. “Yatakta bir kaç saat. Ki bana elini süremezsin, bunu sende biliyorsun. Bana aç ölçeceksin Doğan ağa,” dediğine asla pişman olmayacaktı. Sırtını yatakla buluşturan adamın üzerine çıkması arayıpta bulamadığı ender anlardandı.

Hızlı nefesi Doğan’ın da hızlanan nefesiyle karıştığında birbirine aç iki insanın sert dokunuşlarıyla bir yalan çıktı ortaya.

‘Ten asla Aşığa yalan söylemez,”

Kadının dudakları üzerinde özlemin verdiği açlıkla ve içinden taşan aşkla sertçe gezinirken elleri çoktan geceliği yukarı sıyırmaya başlamıştı ve Ayşem buna itiraz etmeye yeltenmeyecek kadar zeki bir kadındı. Kollarını adamın boynuna dolarken içindeki en ateşli kadın daha da ileri gitmesini söylüyordu.

Doğan geri çekildiğinde elleri hala kadının beyaz teninin tadını çıkıyordu. Dişlerini sıkıyordu çünkü; söz konusu Ayşem ise kontrolünü kaybetmesi an meselesiydi. Hırpalanmış ve daha alıcı olmuş kırmızı dudaklara kilitlendi.

“Bunun gibi mi?” diye fısıldadı Doğan. Asla doymayacağı kadını yeniden öpmek ve en derinlerinde kaybolmak istiyordu. Ama kadından önce hırsını alacaktı.

“Bu yetmez!” dedi Ayşem çenesini havaya dikti. Doğan dayanamadı ve dişleriniyle iki dudağı ısırdı. İzini bırakmayacak derecede sıktı. Daha fazlası için ölebilirdi. Bu kadın er yada geç onun olacaktı. Onu kimseye vermezdi. Buna cüret edeni bile öldürürdü.

Adamın dişlerini ağzında hissedince gözlerini kapatarak inledi. Bedeni kendinden izinsiz havalandı. Sessiz bir küfür çıktı ağzından. Doğan sırıtarak geri çekildi. Dizleri üzerinde doğrulup yatakta dağılmış kadına baktı. “Fazlası için, fazlası gerekiyor Ayşem. Ve ben o yola girmeyeceğim.” dedi, kendine düşman gibi bakan kadının üzerinden kalkıp odadan çıktı. Ayşem çok zeki bir kadındı ama Doğan da onu en iyi tanıyan adamdı.



Yatağından zıplayarak inen karısıyla o da şaşkınca ayağa kalktı. “Ne?” dedi Fatih. Hare elini yüzüne kapatıp açarak saçlarını geriye attı. “Dedemler buraya geliyor. Şimdi.” dedi.

“Neden ama?”

“Teyzelerim… neden burada kaldığımı sorgulamaya başlamış. Dedem de ikna edememiş.” dedi kendine hiç bir şey anlamaz biçimde bakan adamın ceketinin yaklarına yapıştı. “Kurtar beni sevgilim.” dedi çocuksu bir edayla.

Yakasındaki ellere baktı ilk, sonra karısına.  Anlamaya çalıştı. Çok kısa süren bir düşünce depreminin ardından omuzlarını kaldırdı Fatih. “Burası kocanın Abisinin evi Hare. Ben de senin kocanım ve kimse arkasında bir şey arayamaz. Sen üzerini giyin ben aşağı iniyorum.” Hare kocaman gülümseyip kocasının dudaklarına yapıştı. Öpmeye zamanı olmadan gülümsedi Fatih. Hızla geri çekilen Hare, “adamım sen hep olman gereken zamanda dibimdesin. Seviyorum seni,” dedi.

“Hadi giyin,” diyerek ve gülümseyerek çıktı odadan. Abisini uyandırması şartı. Hatta babasını da. Cebinden çıkarttığı telefon ile ilk Karahan’ı aradı. Adamın uykulu sesine biraz da merak ve endişe karışmıştı. 

“Fatih?” dedi Karahan.

“Abi odandan çıkar mısın?” Karahan yatağından yıldırım hızıyla fırlayıp odadan çıktığında Fatih ile karşılaştı. Kaşlarını çatan Karahan ne olduğunu anlamaya çalışmak için Fatih’in yüzüne baktı.

“Abi Bekir dede ve Hare’nin teyzeleri buraya geliyormuş.”

“Ne? Ne alaka, sebep?” dedi ardı ardına sıraladı soruları.

“Hare’nin neden burada kaldığını bilmedikleri için uygun görmemişler ve sanırım kızı almaya geliyorlar.”

Karahan’ın omuzları düşerken elini yüzüne kapatıp öfkeyle inledi. Ellerini erkeksi bir esneklikle beline yerleştirdi Karahan. “Bu saatte burada ne arıyorsun diyeceğim ama tam zamanında gelmiş olman işime yarayacak gibi. İn aşağı karşıla. Bende babamı kaldırayım, arsız damat.”

Yarım saat sonrasında kahvaltı masasına yerleşmiş hatta gevşemiş olan teyzeler, anneanne ve Bekir bey ile hoş bir sohbet başlamıştı. Gelenler karşılarında Fatih’i görünce sabah sabah yaptıkları baskından utanmışlardı. Bekir dedenin kınayıcı bakışlarına tutulan kızları ve eşi dut yemiş bülbül gibi oturuyorlardı. Kocası yanında olan bir kadının nerede kaldığı çok mühim değildi onlar için. Ama onların bildiği ikisinin ayrılıyor olması ve Hare’nin bu evde kalıyor olmasına damarları kalkmıştı.

Hare teyzelerine hiç bir şey olmamış gibi göz dağı veriyor kocasının yanından ayrılmıyordu. Pek tabi Abisine ve babasına da çok fazla yaklaşmıyordu. Bekir bey hala Fatih’ten çok hoşlanmıyor ama eskisi kadar da itiraz etmiyordu.

“Ne zaman geliyorsunuz kız istemeye?” diye sormaktan bıkmayacaktı. O kız ona göre istenecekti.

“Gelelim gelmeye de Bekir ağa,” dedi Turgut Kara. “Kızı kimden isteyeceğiz?”

Omuzlarını dikleştiren yaşlı adam, “elbetteki benden.” dedi.

“Ya Hilmi dedesi?” diye devam etti Turgut Kara. Bekir ağa ‘çokta tın’ bakışı attı. “Onu geç kız benim kızımın kızı.” dedi.

Hare ve digerlerinin gözleri büyüdü. Yanlış bir kelime değildi ama devamının nasıl geleceği büyük endişe oluşturuyordu. Turgut Kara boğazındaki gıcığı temizlercesine öksürdü. Bekir bey bıyık altı güldü. “Elbet o da dedesi ama beni bilirsiniz.” diyerek konuya mühür vurdu.

Hare ile Fatih birbirlerine bakarak göz kırptılar. Onlar kızı isteye dursunlardı. Fatih ve Hare çoktan kararlarını vermişlerdi. Kaçmak!!!

Elindeki dosyayı Azra’nın masasına bıraktı. Genç kadın masasına bırakılan karton kapaklı dosyaya bir de Fatih’e baktı. “Bu ne?”

“Açta bak,” dedi ayakta dikilmeye devam ederken. Azra dosyaya uzandı. Kapağı kaldırıp baktığında dudakları ‘vay canına’ misali kıvrıldı. “Hare mi çizdi?”

“Hayır.”

“Kimin ya bu çizim? Başkasının çizimini ne diye getiriyorsun Fatih? Durduk yere hırsız damgasını vururlar.”

“Abla bir sakin olur musun? Onu ben çizdim ve seni asla hırsızlıkla suçlamam.” dedi kollarını göğsünde bağlayıp sırıttı.

Azra’nın kaşları havaya kalkarken gözleri de fal taşı gibi açılmıştı. “Ne, nasıl yani? Sen çizimden ne anlarsın ki?” derken önünde duran şahesere baktığında mankenin yüzüne dikkat etti. “Hare mi bu?” dedi daha büyük bir şokla. Gülümseyen adama baktı Azra. “Kimsin sen? Ünlü bir ressamsın ya da tasarımcısında bizden mi saklıyorsun?”

“Ne tasarımcı ne ressamım. Sadece kalemi kağıtla buluşturmayı seviyorum. Bu gizli bir yeteneğim tabii ki. Hare biliyor aslında.”

“Fatih sen çok iyisin. Seninle de ortak olalım mı? MaşAllah karı koca yeteneksiniz.” dedi gözleri parlayarak.

“Yok ablacım ben almayayım. Hare’ye yardım ederim arada sırada. Bunu Hare için çizdim. Aslında senin verdiğim taslağın üzerinde oynadım.”

“Bu benim çizdiğim değil ki.” dedi Azra. Hala bakıyordu kağıda. “Etek bol olmuş uzamış sırt kapanmış.”

“Ee… Evet öyle oldu biraz,” dedi Fatih ensesini ovalarken. “Hiç bozma olur mu? Aynen bu şekilde olsun. Küçük bir düğün organize edeceğim. Yani aslında AZA’dan yardım istiyorum. Benim inatçı karım gelinlik giymek istemiyor.”

Azra elindeki dosyayı masaya bıraktı usulca. “Otur. Ben bir şeyler biliyorum sanırım.” dedi. Fatih merakla bakındı önce. Nasıl, ne bilebilirdi Azra? Karşısına oturdu. “Merak ettim doğrusu.”

Ellerini masanın üzerinde birleştirip Fatih’e baktı. “Aylar öncesi… İlk defileyi hatırlıyor musun?” Fatih o geceyi nasıl unutabilirdi? “Elbette hatırlıyorum. Dönüm noktamız…”

“Defile de giyilen kıyafetler otelden buraya nakliye olmuştu. Saatler sonra beni şirketteki güvenlik aradı. Hare’nin buraya, şirkete geldiğini ve halinin pek iyi olmadığını söylediler. Ben de onlara etrafı kontrol etmelerini söylemiştim. Odalardan birinde parçalara ayrılmış bir gelinlik vardı. Kendi çizmişti….” Fatih’in yüzünden geçen Kara bulutları izledi Azra. Ona diyeceği bu kadardı. Ona asla Mert’ten haberi olduğunu söylemeyecekti. “O gece ne olduğunu bilemiyorum ama kendi çizdiği gelinliği parçalamış. Sanırım fobisi bununla ilgili olmalı.”

Fatih gözlerini yumarak başını eğdi. Elini burun kemerine götürüp sıktı. Azra onun bildigini biliyordu ama Fatih bilmiyordu ki Azra her şeyi biliyor. Karşılıklı rol kesiyorlardı şimdi. “Anladım,” dedi. “Küçüklüğünden kalma bir şeyler olabilir.”

Mert’e hissettiğini sandığı şeylerin hırsını gelinliğinden aldığını yeni öğreniyordu. Kendisine geldiğinde ellerinde olan küçük kesikler geldi aklına. Dağılmış bir Hare… Ayağa kalktı. “Neyse ne. Ben çizdim sen dik. En kaliteli kumaştan en pahalı taşlarla süslemeni istiyorum. Hiç bir şeyden çekinme. Açık çek kabul ediyor musun?” dedi gülümseyerek.

Azra, karşısındaki genç adama minnetle baktı. “Onu çok seviyorsun.”

“Çok. Tarifi mümkün değil.”

“Sen bir Hare’yi idare et. Gerisini bize bırak.” Gülümsedi Azra. Elinin birini havaya kaldırdı. “Arkanda AZA var Fatih. İki haftaya her şey hazır olacak.”

“İki hafta mı?”

Adamın büyüyen gözlerine kahkaha atmak istedi Azra. “Peki bir olsun.”

“Gelinlik yetişecek mi? Acele ediyorum ama…”

“Ekibimi kuruyorum. Hare’yi buradan uzak tut. Gelmesin biraz daha. Uyumadan gece gündüz vardiya yaparım. Yeterki siz mutlu olun.”

“Abla,” dedi Fatih başını yan yatırıp.

Azra yüzünü buruşturdu. “Başlama övgü sözlerine. Midem almıyor bilmiyorsun. Hadi kaybol.” derken masanın üzerindeki dosyayı eline alarak odanın çıkış kapısına yürüdü. “Meşgul ediyorsun Fatih.”

Arkasından yarım ağız gülümseyen genç adamı görmese de biliyordu. Fatih çok mutluydu. Birini mutlu edebiliyorsan en mutlusu sen olurdun. Azra’nın payına düşen buydu.

Önündeki çayı içmesi gerekirken o düşüncelerine dalmıştı. Onun için biraz yaşlıydı belki… kendinden daha genç biri ile hayatını birleştirebilirdi. Ömründen ne kadar kaldığını bilemezdi. İlk eşini kaybeden kadının ikinci bir acıyla bas etmesini hiç istemiyordu. Ama gönül ferman dinlemiyordu ki. Dinç duruşu yaşını göstermiyordu. Hurinur ise yaşından daha genç gösteriyordu. Duygularıyla sevdiği kadın arasında kalmıştı.

Telefon açtığında titrek sesiyle kendine cevap veren kadının görüşmeyi kabul etmesine sevinse miydi, bilemedi? Belki de kendisinden nefret etmeli, yüzüne bile bakmamalıydı. Bu Kadir için üzücü olurdu ama kabul edilirdi.

“Kadir.”

Yaşına rağmen kalbinde uçuşan genç kelebeklere şaşırdı. Ayağa kalktı ve kadına elini uzattı. Sarılsa mıydı? İstedi ama cesaret edemedi. Elinin içinden kayan sıcak avuçları tutmak ve bırakmamak istedi. “Otursana,” dedi karşındaki sandalyeyi göstererek.

Hurinur başıyla ufak bir hareket yaptıktan sonra adamın karşısına oturdu. “Seni dinliyorum.”

“Ne içersin?” Suratına takındığı masum bir tebessüme engel olamadı Kadir. Hurinur Kadir’in önündeki çayı görünce, “bir çay da ben alabilirim.” dedi kalbi ağzında atıyordu. Aşk yaşla büyüyen bir şey olsaydı onların Aşkı da bu kalp atışına dayanamaz ölürdü. Ama Aşk hep aynı yaşta ve aynı duyguda taptaze yaşıyordu.

Taze, dumanı üzerinde çayları önlerine konduğunda artık konuşması gerektiğine karar verdi Kadir. Gözleri çay bardağında olan kadının da kendi kadar eğreti duruşu hoşuna gitmiyordu. Oysa biraz zaman önce birlikte geçirdikleri anlarda ikisi de çok neşeli ve hareketli olmuşlardı.

“Kırdım seni,” dedi Hurinur başını kaldırmadan hafifçe salladı. “Evet.” dedi.

“Geçerli sebeplerim olması senin yükünü hafifletmiyor, biliyorum.”

“Ortaya çıkmaz mı sandın Kadir? Yaşımız on sekiz mi? Atlatırım, başka birini bulurum da sancım geçer mi sandın? Sebeplerine hak veriyorum ama yalana kurban gitmiş olmak…” dedi sustu ve başını eğdi Hurinur.

“Çok fazla yalan söyledim. Ama yaşadığımız her şey gerçekti. Benim adım Cellat Kadir ve sen bu adamın içindeki meleği buldun.”

Dolan gözlerini adama bakmak için kaldırmak zorunda kaldı. “Neye yaradı?” diye sordu. 

“Çok şey aslında. Yaşıma ve yaşadığım hayata inat bana sevmeyi öğrettin. Hayatımda yaşamış olduğum senden başka güzellik yoktu. Bazen, kim olduğumu unutturdun. Bazen genç bir delikanlı gibi hissettirdin. Ben aslında, gerçek benle tanıştım senin yanında.”

Hurinur arkasına yaslandı. “Kimsin sen? Ben seni hala tanımıyorum.”

“Artık sadece bildigin adamım.”

“Bildiğim adamı tanımıyorum. Ben Bahadır’ı tanıdım. Ve karşımda iki kişilik bir yalancı var.”

Kadir kaşlarını çattı. İşte geliyordu bir Kara kadını daha… Yeğeninden haberi vardı. Karısının ne denli inat olduğunu duymuştu. “Bahadır sana olan sevgisinde asla yalan söylemedi.”

Hurinur gözlerini kısarak masaya yaklaştı. “İyi o zaman Bahadır gelsin onunla konuşalım. Ben seni tanımıyorum.” dedi ayağa kalktı. Kadir de onunla fırladı. “Hurinur lütfen!”

“Seninle konuşacak bir şeyim kalmadı. Ben Bahadır’ı sevdim. Seninle bir ilgim yok.” Adama fırsat vermeden hızlı adımlarla çıktı Cafeden. Kadir yerine çöküp başını ellerinin arasına aldı. “Bu yaşta yedin tekmeyi Kadir.” diye söylendi kendi kendine.


Odasına girdiği gibi Merve’yi başından savdı. Bilgisayarını açtı. Tek bacağıyla yere ritmik hareketler yapıyordu. Gerekli bir kaç tuşa bastı. “Ne hallere düştüm. Kendimi sapık gibi hissetmem ne kadar normal?” Kendine sorduğu soruya dudak büktü. “O da gelseymiş. Nikahlı karım, günah değil ya.”

Ekranda beliren götürüyle derin bir sessizlik karşıladı onu. Tam açı diye aldığı kamera sadece yatağın bir ucunu gösteriyordu. Gözlerini bir kaç kez kırptı. Bir yanlışlık olmalıydı. Rüzgâr ona tüm odayı görebileceğini söylemişti. Kısa süreli düşünce fırtınası sonucunda Rüzgâr’ın oyununa geldiğini anladı. Arayıp teyid etme gereği bile görmedi. Bıkkınlıkla arkasına yaslandı. “Ben bilirim size yapacağımı.” diye mırıldandı.

“Efendim,” diyen karısının sesiyle yerinde ok gibi doğruldu. Ekrana gözü ve kulağı kilitlendi. Gelip kameranın görüş alanına giren Hare yatağın ucuna oturmuştu.

“Abla ben seni baya yalnız bıraktım biliyorum ama telafi edeceğim. Hemen gelirim,” dediğinde Azra ile konuştuğunu anladı Fatih.

“Nereye dedin? Otele mi? Abla defile zamanı ne ara geldi? Yapma, iki buçuk ay oldu mu? Tamam ben otele geçiyorum şimdi. Orası bende şirkete de uğrarım akşam üzeri. Neden gelmeyeyim? Tek başına zorlanma. Bende ferahlarım çalışınca. Peki tamam otel bende, sen orayı hallet. Ne konsepti, bahar mı?” Tamam davetiyeleri de seçerim.”

Telefon konuşması biten Hare’ye ekrandan sırıttı. “Çiçekli olsun sevgilim, konsept. Hadi bekliyorum gel.” diye söylendi kendi kendine. Karısını üzerindeki bluzu çıkarırken gördüğünde ise kalbi hızlandı. Ve hemen ardından Hare gözden kayboldu.

Bilgisayarı hızla kapattı. Yerinden fırladı. Kapıdan çıktığında Merve her an hazırmış gibi onu bekliyordu. “Merve gelir misin?” deyip odaya döndü. Yerine tekrar oturdu.

Kendine merakla bakan, hala ne renk gözleri olduğuna karar veremediği kıza yine arayışsızca baktı. “Az sonra Hare gelecek. Geçen seferki gibi defile olacak burada. Ama bu sefer tüm salonlar rezerve.”

Gözlüğünü işaret parmağı ile ileri iten genç kız derin bir nefes verdi. “Yani efendim?”

“Yanisi ona öyle diyeceksin ve tek seçenek olarakta bahçede bir bölmenin boş olduğunu gece konsepti kurulabileceğini söyleyeceksin.”

“Anlamadım.”

Fatih kıza ince ince aklındakileri aktarırken Merve istemeden de olsa gülümsemişti. “Çok romantik,” diye de söylediğinde utanarak boğazını temizlemiş hemen not almaya başlamıştı.



Hare otele geldiğinde ilk olarak Fatih’in yanına uğramıştı. Bu otelde nasıl oluyorsa herşey önce ondan geçiyordu. Kendine içli içli bakan adama göz kırptı. Göğsünün üzerinde, Rock’n Roll yapan gençlerin hızı ve ritmini taşıyordu. Ne yazıktı ama kocası ona elini süremiyordu.

“Evet efendim, tüm salonlar dolu.” Merve ikili arasında gezdirdi gözlerini. Pek kendini dinliyor gibi görünmüyorlardı. Göz devirmeden edemedi. “Buzullar eriyor. Dünya sular altında kalacakmış bilim adamları bu yönde konuşuyor. On yılda kırk beş metre erimiş biliyor muydunuz, efendim. Küresel ısınma sonumuz olacak gibi görünüyor. Tabii Allah büyük kullarını dertte bırakmaz, değil mi? Bu arada enerji bakanı açıklama yaptı; Türkiye’nin Çin’den sonra enerji talep büyümesinde ikinci sırada olduğunu söyledi. Enerji verimliliğinde 2023 yılına kadar 11 milyar dolardan daha büyük bir yatırım ihtiyacı ortaya koyduğundan hareketle dünyada Çin’den sonra ikinci en büyük enerji talep büyüme artışı olan bir ülkeyiz.”

Kaşlarını çatan karı koca Merve’ye döndü. Konuşmanın ortasında ayılmışlardı. “Ne diyorsun Merve?” dedi Fatih.

“Fatih bey bir şey anlatıyorum ama beni dinlemiyorsunuz ki.” Genç kız omuzlarını indirdi. Hare boğazınızdaki gıcığı temizledi. “Af edersin canım, dalmışız. Ne diyordun?” dedi Merve’ye döndü. Fatih kendi hallerine gülmeden edemedi.

“Tüm salonlar dolu patroniçem. Sadece bahçede ara sıra kullandığımız bir alan var. Sizin icin uygunsa platformu oraya kurabiliriz.”

Hare kollarını göğsünde bağlamış haliyle gözlerini tavana kaldırdı. Cevap oradaymışcasına bakındı. “Azra ablaya bir sormalıyım. Açık hava riskli. Mevsim dönmeye başladı.” Derken telefonunu arka cebinden çıkardı.

Köşeye geçtiğinde Fatih Merve’ye yarım ağız gülümsedi. “Yakında terfi edeceksin Merve. Ben çok üzülüyorum beni bırakacaksın diye,” dedi.

Genç kızın gözleri parladı. “Terfi mi?” dedi şaşkınca. Fatih başını olumlu anlamda salladı. “Evet. Abinin yanına Ask-ı Naz tatil köyüne…”

“Ama…” dedi yüzü düşmüştü birden. “Ben buraya çok alışkınım.”

“Oraya da alışırsın. Sende ki yetenek ile asistan olman haksızlık olur. Bende sana alışkınım ama senin kariyerin için bu önemli. Sana görev veriyorum; yerine gelecek kişiyi sen belirle ve onu eğit.”

“Peki efendim.” diyebildi. Sevinmekle üzülmek arasında kalmıştı. Fatih kadar beyefendi bir patronu nereden bulacaktı bir daha?

“Ablam olur dedi. Hava durumlarını kontrol edelim.”

Merve notlarını alarak odadan çıktı.

Fatih elini kaldırıp işaret parmağıyla ‘gel’ işareti yaptı. Dudağında, kadının içini yakan öpülesi teniyle. Gözlerini çekti. Omuz silkip yan tarafına döndü. “Isıracak gibi bakıyorsun.”

“Gel!” dedi zevk barındıran sesiyle. Tabuları yıkan… kadına isteksiz adım attıran… Hare gelip masaya dayanıp kocasına odaklandı. Ellerini arasına atıp masadan destek aldı. Gözlerini kıstı. “Emir sevmiyorum.” dedi.

Fatih tekrar elini kaldırıp parmağını havada salladı. “Cık cık. Çağıran Aşksa emir sayılmaz. Sende itaat ediyor sayılmazsın.” dedi.

“Edebiyatını seveyim Fatih. Ağzın. Böyle laf yapmasa işimiz vardı seninle.” deyip kahkaha attı Hare.

Tekerlekli koltuğunu sürerek kadının bacakları arasına girdi. Kollarını tepeden bakan Hare’nin beline doladı. “Her türlü feth’in vacip sevgilim. Benim adım Fatih.” Başını, Hare’nin karnına yasladı. Sıkaca sarıldı kadına. Kısa süre sonra saçları arasında gezen ince parmakların verdiği iç huzurla kapattı gözlerini.

Yaşadığını hissediyordu. Onun yanında yaşamanın bir anlamı olduğunu… Sevmek! Onun ötesinde bir şeydi. Huzur dolan ruhuna isim takamıyordu. Yaşadığı müddetçe de Hare den aldığı görünmez çekime bir isim bulacak gibi görünmüyordu. Bu kadar derin bir duyguya Aşk demek istemiyordu. “Her şeysin Hare.” dedi. Parmaklar tenini okşuyordu hala. “Dünya üzerinde binlerce kadından benim için yaratılmış olanısın.”

“Ben olmasam başkası olurdu. Kader birini çıkarırdı karşına. Çok özel biri değilim.” dedi Hare. Bu adamın kendine olan aşkından şüphe ettiğine utandı kadın.

“Kader seni çıkardı karşıma. Bunun bir nedeni olmalı.” dedi başını huzurla yerinde oynattı. Kadının göğüs altı onun meskeni gibiydi. “Seni karşıma çıkaran kadere şükürler olsun. Sen hep yanımda kal! Başka bir kadına bakarsam kör olayım.”

“Ol bence de,” dedi kıskanç Hare’nin hem iç hem dış sesi. Fatih, yanağını kadının karnından çekip yüzünü gömdü tekrar. Gülmeden edemedi. Başını eğerek kadının gergin göbeğini hafif-sert ısırdı. Anında gerilen kadına ışıl ışıl gözlerini kaldırdı. Kendine bakan Hare’nin, dağılan uzun saçlarının kokusunu içine çekti. Gözleri kapanırken mırıldandı. “Bir hafta sonra kaçıyoruz.”

Kahkaha atan Hare kolları arasındaki adamı kendine bastırdı. “Kaçalım Aşkım!”


Recommended Articles

1 Comment

  1. Fatih Hare’ye güzel bir sürpriz hazırlıyor. Emeklerine sağlık.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

error: Content is protected !!