“Şirkete gidiyoruz değil mi?” diye sordu Hilal, az sonra uçak inecekti.
“Evet,” dedi Kemal. “İki gün önceki toplantıyı bugün yapmak zorundayız ama ondan sonra boşuz, istediğimizi yapabiliriz.”
“Benim katılmam şart mı toplantıya?” Eve gidip dinlemek, hatta yatağına serilmek istiyordu ve o adamlarla karşılaşmak da istemiyordu. Son görüşmelerinde ağlıyordu.
“Neden, başka planın mı var?”
“Hayır, sadece o gün benim kötü bir halimi gördüler biraz çekindim sanırım.”
“Bence bunu kafana takma, her insanın başına gelebilir. Kötü bir haber almıştın, daha azını kimse beklemezdi.” Başını yana yatırıp gülümsedi Kemal.
Kemal onu etkisi altına alıyor, yetmiyor emri altına alabiliyordu. Buna elbetteki hayır diyebilirdi ama demek istemiyordu. Bu, onunla yalnız geçirebileceği son günlerdi.
Şirkete geldiklerinde çalışanların geçmiş olsun dileklerinin ardından toplantı salonuna girdiler ama henüz gelen olmamıştı. Dosyaları tekrar kontrol etmeye başladıklarında, iyi bir ikili oluşturuyorlardı. Anlaşmak kolay oluyordu, zaman akıp gidiyordu.
Önden Kemal’in asistanı girdiğinde arkasındaki beyleri gören ikili de ayağa kalktı.
İlk giren Emir oldu, elini sıkıp, “Hoş geldiniz,” dedi Hilal.
Emir onu alıcı gözle süzüyor, beğenisini asla gizlemiyordu ama rahatsız edici biri de değildi. Hoş ve karizmatik bir havası vardı, Hilal’i beğendiğini her fırsatta belli etmekten kaçınmıyordu. “Geçmiş olsun, dedeniz nasıl?”
Tebessüm ederek cevap verdi, sempatik biriydi Hilal’e göre. “Çok şükür bugün çok iyi, kusura bakmayın o gün aceleye ve telaş birbirine girdi, konuşamadık.”
Kemal göz ucuyla onları inceliyor, diğer misafirleriyle ilgileniyordu. Hilal’in, Emir’e gülüşü gözünden kaçmamıştı. Nefes alıp zorla gülümsedi Emir’in elini sıkarken.
Emir gibi bir adam… çok yakışıklıydı ama en güzel kalbinin sahibiydi. Gerçi Hilal’in ki ondaydı da, onunki Hilal de değildi. Giremediğin gönül senin değildir diye boşuna dememişlerdi.
Emir’in bakışını ne zaman yaklasa Kemal’in kızgın bakışlarını da arkasından yakalıyordu. Ne talihsiz başı vardı. Beğenmediği onu beğeniyor, sevdiği sevmeye layık görmüyordu.
“Evet beyler, anlaşma tarafımızdan kabul edilmiştir. Bundan sonra ürünlerimizi siz taşıyacağınıza göre bunu kutlayalım diyorum,” dedi Kemal.
“Bence çok iyi fikir,” dedi Nejat.
“Güzel, bu akşam nezih bir yerde yemek yiyelim,” diyerek devam etti Kemal.”
“Beni affedin, eve gitsem iyi olur,” dedi Hilal. Aşırı yorgun ve uykusuzdu, yemeği kaldıracak ruh halinde değildi.
“Olmaz, seni bırakacağımı nasıl düşünürsün Mavi?”
Gözleri dehşetle aralanıp Kemal’e sabitlendi. Mavi mi dedi, bu kadar insanın arasında? Ama o sadece yalnızken söylerdi, hem bu adamlar yabancıydı.
Dengesiz herif.
Emir şaşırmış gibi, “Bunu o gün de söyledin Mavi sizin isminizde mi yer alıyor yoksa?” diye sordu önce Kemal’e sonra Hilal’e dönerek.
Kemal sözünü kesti Emir’in. “Hayır, Mavi benim Hilal’e seslenme biçimim, seviyorum ben bu rengi. Ona tam uyuyor.”
Lakin bu sözleri Hilal’in gözlerine bakarak söyledi. Bütün kanı yüzüne çekiliyormuş gibi hissediyordu Hilal. Utanç, beyaz yanaklarını al al etmişti. Oradan hemen kalkmalı, kaçmalıydı. Beş adet erkeğin gözü üzerine çevrilmişti. Kim ne anlıyor merak ediyordu ve Kemal ne yapmaya çalışıyordu?
Dosyaları eline alarak kalktı. “Umarım hayırlı bir anlaşma olur. Sizinle çalışmak çok güzel olacak ama benim acil gitmem gerekiyor telekonferansım var birazdan, yetişmeliyim.”
Yalan söylüyordu, hiç kimseyle görüşmesi yoktu. Kaç kaç! Tokalaşma faslını yapıp hızla ayrıldı oradan. Nefesi boğazını yakıyordu. Hem onu sevmiyordu, hem de kimsenin sevmesine, beğenmesine izin vermiyordu. Bu durum böyle devam ederse Hilal Karaçay Kemal Kurşunlu’ya ait gibi görünecekti.
Elini yüzünü yıkadı. Düşünceler beynini kemiriyordu. Öyle mi, böyle mi? O nedir? Bu neden? Kendi kendine konuşuyordu. “Kes şunu Hilal çık dışarı hiçbir şey yok her zamanki korumacı tavrı,” diye söylenip çıkıp odasına gitti.”
Çalışmalıydı. Yoksa beyin hücreleri tek tek ölüyordu. Bilgisayara gömüldüğünde, kısa süre sonra aklı tamamen işindeydi. O gelene kadar.
“Mavi?”
“Kes şunu! Ne mavi mavi? Rezil ettin beni,” diye çıkıştı. Unuttuğu her şey gelmesiyle yine beynine üşüştü. Birde gülüyordu karşısında Kemal, daha çok öfkeye düşüyordu.
“Ne gülüyorsun sen?”
Yanına kadar geldi. Masanın diğer tarafından Hilal’e doğru eğildi.
“Utanınca bu kadar tatlı olduğunu bilmiyordum.”
Pişkin!
Ayağa kalkarak Hilal de ona doğru eğildi.
“Neyin var? Bu sözler sana ait değil, bana hiç ait değil.” İki gündür tanımadığı bir adamla dolaşıyor hissine kapıldı. Kemal her zaman ince, nazik ve seviyeli bir adam olmuştu. Bu kimdi? Kemal’in o değişik, ışıltılı gözleri bile farklıydı. İçinde başka biri var gibiydi.
“Bu sözler bana ve sana ait. Bir şey mi olmalı sana bazı sözler söylerken?”
“Kemal, kelime oyununu bırakır mısın?”
“Oyun yok gerçekler var ve akşam sende geliyorsun.”
“Benim ne işim var o kadar erkeğin içinde? Biri kazayla baksa olay çıkarıyorsun, gelmiyorum ben.”
“Biri eşiyle, biri kız kardeşi, digeride kız arkadaşıyla gelecek. Diğer türlü tabii ki götürmem seni, aklımı kaybetmedim henüz.”
Mantıklı yaklaşımla yerine oturdu. “O zaman olabilir. Ben de seni yalnız bırakmayayım maazAllah seni kaparlar Nergis’e ne derim ben sonra, hem hep sen mi beni koruyacaksın, öyle değil mi?”
Parmağını kendi göğsüne batırdı Kemal. “Ben ve korunmak.”
“Evet sen ve diğerleri…”
“Bu hoşuma gitti, peki sen bu gece beni koru o zaman.”
“Ukala sende, ah ne giyeyim nereye gideceğiz?” Yine tüm düşünceleri anında rota değiştirmişti ve bunun fakrında bile değildi.
“Güzel olacağından şüphem yok, fazla bir şey yapma.”
Çantasını alıp, “Ben çıkıyorum,” dedi ve hızla kapıya ulaştı.
“Nereye?”
Göz kırptı gülümseyerek. “Alışverişe.”
“Bekle ben de geliyorum.”
O an durdu. Durduğu gibi de Kemal göğsüne sırtı çarptı. Sendeledi, düşecek gibi olduğunda belinden tuttu Kemal.
“İyi misin? Ne oldu, neden durdun?”
“Sen benimle alışverişemi geleceksin?”
“Evet, neden?”
Elinden kurtuldu Hilal. Kendine çekidüzen verip sert baktı. “Unut bunu, ben kendim giderim.” Cevap vermesini dahi beklemeden ayrıldı yanından. Fazla samimiydi. Bu garipti, fazlasıyla hem de o kaçayım derken Kemal daha çok yaklaşıyordu. Arabasına binip son gaz alışveriş merkezinin yolunu tuttu.
…
Arabasını park edip eve çıktı. Kemal’in arabasıda otoparktaydı. Beraber gidecekleri için erken gelmiş olmalıydı.
Saatine baktığında şok olmuştu. Saat akşam yedi idi. Nasıl geçmişti zaman? Anahtarı bulma çabalarına girdi. Ama bulamıyordu, çantayı kapının önüne yere boşalttı ve Kemal’e yakalandım.
“Mavi?”
“Anahtarımı bulamıyorum Kemal, sanırım şirkette kaldı,” dedi sıkıntıyla.
“Olabilir, ama geç kalacağız ne yapacaksın?”
Çantasını toplayıp ayağa kalktı. Elini beline yerleştirdi. “Ne yapacağımı çok iyi biliyorum.”
Ona doğru yürüyüp önünde durdu. Anlamak istercesine bakıyordu.
“Kenara çekil eve gireceğim, yoksa beni eve almayacak mısın?”
“Hayır, ne demek benim evim senin evin sen iste yeter ki.”
Biraz yana kaydı Kemal ama çekilmiş değildi. Geçse ona dokunmak mecburi olacaktı. Geçmesem içeri giremeyecekti. Mecbur yanından sıyrılarak geçti. Kemal her ne yapıyorsa bilerek icra ediyordu, adamın kokusu onu başka diyarlara götürüyor, o kokuyu her algılamasında da ona sarılmak istiyordu.
Merakla onu izliyordu Kemal. İçeri geçip portmantoda asılı olan evinin anahtarını aldı. Ah annelerim siz dünyanın en zeki kadınlarısınız.
“Senin dairenin anahtarımı varmış burada?” derken çok şaşkındı.
“Evet, sen bilmiyor muydun? “
“Tabii ki bilmiyordum.”
“İyi öğrenmiş oldun, benim hazırlanmam gerekiyor gitmeliyim,” dedi ve kapıya yürüdü.
Beline narince dokunan parmakları hissetmesiyle donup kaldı. Gözleri yuvalarından çıkacak raddeye gelmişti. Şu an şaşırmanın en kralını yaşıyordu Hilal. Kan akışı durmuş olabilir miydi? Nefes alıyordu değil mi? Almıyorum şu an, beynime oksijen yerine Kemal gidiyor.
Taş heykeller gibi gözünü bile kırpıştıramıyordu. Dili dönerse bir şeyler diyecekti.
Kadının belindeki parmaklar el olup belini sardı, sert bedene yaslandı. Her saniye biraz daha benlikten uzaklaşıyordu. Farklı bir boyuta adım atıyordu.
Başını sol yanağının yakınında bir yere yaklaştırdı. Kulağına gelen ses o kadar pürüzlü bir sesti ki kanı şimdi kesin donmuştu işte.
“Sen! genç ve güzel hanımefendi, bekar ve yalnız bir erkeğin evine girerken daha dikkatli davranmalısın. Sonra sana bu şekilde sarılabilirler.”
Ve kadını ateşlerin dibine attı. Kalbi bir tek yerinde değil bütün vücudunda atıyordu. Bu beden, böyle eziyet görmemişti bugüne kadar. Dizleri titriyordu. Nefesi yüzüne çarpıyordu. Şu kollardan sağ çıkarsa adak adıyordu.
Derin bir nefes alıp verdi. Ellerini, ellerinin üzerine bırakıp çekti. Yavaşça bıraktı Kemal, cesareti sıfır olsa da yüzüne baktı. Keyfi yerinde, beyefendinin yüzünden anlaşılıyordu.
“Bu neydi şimdi?” dedi güç bela.
Aradaki mesafeyi kapattı Kemal. Her milim yaklaşmasında geri gidiyordu Hilal. Belinden yakaladı yine ve kendini adamın kollarında buldu. Hep olmak istediği yerde. Ama yine de anlam veremiyordu. Hilal’e yürüyordu. Açık açık…
Yüzünü yüzüne yaklaştırdı. “Bilmiyorum ne olduğunu, senin bir fikrin var mı?”
O bu kadar yakınken nasıl fikri olsun ki aklı firardaydı.
“Oyun oynayacak yaşı geçtik Kemal, sen hâlâ büyümedin mi?”
“Yeni başladım ben büyümeye.”
Kollarını iterek çıktı sıcak ve huzurlu kollarından. “Amacın ne bilmiyorum ama beni korkutuyorsun haberin olsun Kemal Kurşunlu.”
Adamdaki gevşeklik gözünden kaçmamıştı. Gülümseyerek saatine bakıp, “Eğer yarım saat içinde hazırlanmazsan geç kalma ihtimalimiz yüzde yüz.”
“Beni boş yere oyalamadan önce düşünecektin,” deyip hızlı adımlarla evine geçip kapıyı sertçe kapattı.
Hem giyinip hem düşünüyordu. Ne oldu da yıllardır ona yarım metre yaklaşmayan adam her fırsatı değerlendirir oldu? Kendine aynada bir göz attı. Fena olmadı hani. Biraz önden frikik veriyordu ama çok değildi. Bu sefer gül kurusu bir renk tercih etmişti.
Kapıyı açmasıyla bir adet yakışıklı ve karizmatik Kemal ile birbirilerini incelediler.
“Kemal Bey bu ne yakışıklılık,” dedi kapıyı çekerken.
“Hilal Hanım, o ne elbise öyle ceketin var mı?”
“Hayır, ceketim yok. Bu gece ben seni sakınacağım kem gözlerden.”
Hilal’e söylene söylene yemek yiyecekleri yere gelmişlerdi. Neymiş, çok acıkmış. Neymiş, bu kadar açık giymenin anlamı neymiş. Bir ara arabadan kendini atmak dahi istedi Hilal.
Restoranın kapısından girerken, “Elini bana ver,” dedi Kemal.
Kaşlarını çatıp baktı. “Neden?”
“Sadece ver soru sorma, hem hani beni sakınacaktın birine aitmişim havası verebilirsin.”
Kemal’in aklındaki her neyse Hilal’in çok işine geliyordu doğrusu. “İyi madem öyle olsun ama bu sendeki değişikliği fark etmedim sanma Kemal abi,” dedi. Abiyi onu kızdırmak için söyledi. Uluorta bir şey yapacak değildi.
Güldü Kemal. “Bu abi kısmını ben sonra soracağım sana,” dedi, Hilal’in elini tuttu. Eli her daim sıcacıktı ya da Hilal’e öyle geliyordu.
İçeri girdiklerinde garson onları masalarına yönlendirdi. Çok nezih bir yerdi. Yeni iş ortakları gelmişti. Nejat, kız arkadaşıyla, Yusuf eşiyle, Can, kız kardeşiyle Emir ise tek katılmıştı yemeğe. Onlarda yerini alıp oturdu.
Hoş sohbet ortamın havasını değiştiriyordu. Nejat’ın kardeşide sessizce dinlemeyi seven tiplerdendi. Ama Can’ın kız kardeşinin tehlikeli bir güzelliği vardı. Yani insan yanında ister abisini ister sevgilisini isterse eşini getirse, kesinlikle bu kadından korumalıydı.
Güzelliği bir yana alımlı ve çekici olan bu kızın bakışları ise yanında oturan Kemal’den başkasında değildi. Geçen onca yılda bir kez Kemal’e bu şekilde bakmış mıydı, bilmiyordu. Kendini oldukça saf ve bilgisiz hissetti.
Adı Yeliz olan bu kadın, dakikalar geçtikçe sohbeti deinleştirmeye samimi bir ortam oldurmaya çalışıyordu. Bariz şekilde Kemal’in yanında Hilal yokmuş gibi davranıyordu. Yanında bir kadın olması hiç umrumda bile değildi. Bunu her sözü her hareketiyle belli ediyordu.
Kemal’i ona bakarken yakalasa onunda kızdan hoşlandığını ya da ilgi alanına girdiğini söyleyebilirdi ama o, Yeliz’e dönen bir sohbet olmadıkça tarafına bile bakmıyordu. Onun en çok da bu ahlaklı yönünü seviyordu Hilal. Ama yine de Kemal’i, Yeliz’den deli gibi kıskanıyordu.
O, bu düşüncelerle cebelleşirken, “Hilal Hanım siz anlatın, evli misiniz veya nişanlı?” diye sordu Yeliz.
Niyeti belliydi. Ama güzelim yedirmezler Kemal’i sana…
Masada bir sessizlik -nedendir bilinmez- oldu bir anda. Kemal sol tarafındaydı. Yeliz’e bakıp tebessüm etti. “Ne evliyim ne nişanlı.”
Tek kaşını havaya kaldırdı. “Ben sizin gibi güzel bir hanımın tek olmasına şaşırdım doğrusu.”
Elinin teki masanın üzerinde parmakları ritmik hareketler yapıyordu Kemal. Cümleyi sevmemişti. Hem evli sayılırdı hem de nişanlı. Hilal her şeydi artık, ona her şey.
Önce Kemal’e baktı Hilal. En sevgi dolu haliyle ne kadar hisseder bilemedi ama elini Kemal’in parmaklarının altından geçirdi. Anında tuttu Kemal ince parmakları. Gözleri birbirlerine döndü, derinlerine iniyorlardı. Hilal onu arıyordu, Kemal onu. Gördüğüne yemin edebilirdi. Gülümsedi. Kemal de ona gülümsedi.
Yeliz’e dönerek, “Evli ya da nişanlı değilim ama yalnız da değilim,” dedi keyifle.
Kızın yüzü kireç gibi beyazladı. Yusuf eşinin elini tutup dudaklarına götürdü. “Ne kadar bize benziyorlar değil mi canım?”
Yusuf’un eşi Beyza, “Bende şimdi onu düşünüyordum Yusuf,” dedi.
Kemal kolunu omzuma sardı. Bu atak onundu. Anlaşılan o da Yeliz den hiç hoşlanmamıştı.
Emir, “Benim kalkmam gerekiyor,” diyerek ayaklandı. Onunda yüzü hiç iyi değildi. Bir taş iki kuş misali gibiydi gece. Giden gideneydi.
Emir gittikten sonra yarım saat kadar daha oturdular. Sonra hep beraber kalktıklarında, Yeliz’in o an yüzü düşse de yine aynı Yeliz karşılarındaki. Pes etmeyen kadın profili çiziyordu. Korkmalı mıydı Hilal? Bilmiyordum ama bu cazibeyle kimi istese etkisi altına alırdı, ona inancı tamdı.
Umarım Kemal’e yaklaşmaz.
Hilal olduğu gibiydi. Savaşmak ona göre değildi. Belkide bu yüzden kaybediyordu. Rahat bir kadın olduğu çok belliydi. Onun Kemal’e vereceğini Hilal asla yapamazdı. Yapmazdı.
Arabanın radyosundan yayılan müzik dinlenmelerini sağlıyordu. Başını arkaya atarak rahatlamaya çalıştı. Çok yorgundu, dün gece hastane bugün bu koşturmaca uyumak, dinlenmek istiyordu artık. Beden yorulmuştu, ama ruhu düşünüp tartmaktan daha yorgundu.
“Sen ne yaptın orada öyle?” dedi Kemal.
Yorgun bir sesle, “Seni o cilveli güzelden korumak içindi. Sana layık değil, sende biliyorsun.”
“Neden nasibimi kapattın bu gece, güzel kızdı?”
Tüm yorgunluğu çekildi üzerinden, öfke damarları şaha kalktı, hızla ona döndü.
“Sen var ya, tam bir pisliksin Kemal.”
“Mavi, o nasıl bir söz?” derken oldukça eğleniyordu.
“Mavi deme bana! Güzel kızmış… yarın arar randevu alırsın ayrıldık dersin sonra o da senin…” Sözlerine mukayyet oldu, daha edepsiz bir kelime çıkmadan.
“Evet, o da benim?”
“Sen anlarsın o kısmı.”
Eve gelmişlerdi. Aracı park edince öfkeyle çıkıp çarptı kapıyı. Ama susmak en iyisiydi. Hızlı adımlarla yürüdü, ondan önce eve girip onun yüzünü unutmayı deli gibi istiyordu. Gecenin bir körü sokak sessizdi. İçindeki çığlıklar hariç. Güzel kızmış bu erkekler koynuna girebileceği bir kadın buldukların da asla es geçmiyor muydu?
“Dur bakalım öfkeli güzel,” diyerek kolundan tutup çekti. Hilal de kendini ondan kurtarmak için geri çekip elinden sıyrıldı.
“Bırak!”
Bu sefer iki kolundan tutup kendine çekti. Artık burun burunalardı.
“Gecenin bu vakti bağırmamı ister misin?”
“Eğer bağırırsan seni sustururum.”
Kollarından çıkmak için hamle yaptı ama nafile, çok kuvvetliydi.
“Bırak beni, ne istiyorsun?”
“Arabada söylemediğin şeyi şimdi söyle bırakayım, yoksa bırakmam.”
Kemal ne ara böyle biri oldu? Böyleydi de Hilal mi göremedi? Amacı hâlâ muammaydı. Onunla kedi fare oyunu oynuyordu adeta. Ne konuştuğundan ne yaptıklarından bir anlam çıkaramıyordu.
“Senin derdin ne biliyor musun?”
“Bilmiyorum. Söyler misin?”
O kadar yakın duruyordu ki kokusunu, tenine çarpan nefesini hissettikçe öfkesi geçiyordu. “Bilemezsin çünkü senin derdin dengesizlik.”
“Bu benim sorumun cevabı değil.”
Derin nefes alıp verdi. “Peki söyleyeyim o zaman, sen o kızı beğendin! Neden beğendin? Onuda söyleyeyim; o kız erkekleri mutlu eden tiplerden sen anladın onu eminim daha açık konuşamam.”
“Hım, anladım,” dedi Kemal. Yüzünü kadının yanağına götürdü usulca dehşet bir duyguydu. Onunla yaşadığım her duygu farklı bir boyuta götürüyordu kadını. Hilal’in saçlarını kokladı önce.
Dudaklarını yanağında gezdiriyor, her bıraktığı minik buse nefesini zorluyordu kadının. Tepki veremiyordu, öylece kalakalmıştı.
“Ama benim öyle ucuz zevklerim yoktur,” diye fısıldadı kulağına. “Ben, benim olmayacak kadına dokunmam.”
Ne demek istedi?
“Senin derdin ne?” diye sordu Hilal.
“Derdimi bir bilsen arkana bakmadan kaçardın,” dediğinde gözlerini kıstı Hilal.
“Anlamadım?”
“Anlayacaksın zamanla.”
Kesin kafayı bir yere vurdu.
Kemal’deki değişim her ne kadar hoşuna gitse de bir yandanda korkmasına sebep oluyordu. Bu yaptıklarının hayalini bile kurmamıştı Hilal. Ama yaşanması gereken duygular olduğunu hissediyordu çünkü özeldi ve güzeldi, her şeye rağmen. Onu seviyordu ve bu yaptıkları ona dokunmuyordu.
Başka bir erkek bunu ona yapamaya kalksa çoktan tekmenin en güzelini yemişti. Onu istiyordu, hem de çok! Yeşil ışık yakıyordu. Bunu görüyordu ama bunca yıl sonra anlam yükleyemiyordu. Ondan faydalanmak isteyeceği aklına ara ara geliyordu fakat karşısındakinin Kemal olduğunu gördüğünde hayır olmaz, yapmaz diyordu. Yoksa yapar mıydı?
Sokak ortasında gecenin bir yarısı bulundukları durumu idrak etti. Zihnim yeni açılıyordu.
“Biri bizi görebilir lütfen çok ayıp bırak eve gidelim artık.”
“Hangi eve seninkine mi, benimkine mi?” Gülüşüyle büyülüyordu kadını. Nasıl da çakırkeyifti.
“Ne diyorsun sen? Ne işim var senin evinde? Sen seninkine ben benimkine, oldumu bırak şimdi.”
Usulca bıraktı Kemal. Gülümsüyordu. “Şaka yaptım sadece.”
Eve doğru iki adım attı. Dönüp, “Seni tanımasam…” dedi ve sustu Hilal.
Yanına gelip elini tuttu Kemal. “Hadi gidelim,” diyerek asansöre yönlendirdi.
Sus Hilal daha kötü daha ayıp şeyler söylemeden sus ve git yat… diye komut veriyordu kendine.
Kapısını açıp içeri girdi. Derin oh çekti, ne gündü ama bir günde üç yüz altmış derece dönen Kemal’in bugün ona etmediği eziyet kalmamıştı. Bu işin sonu hayır olsun Allah’ım…
Ama şunu net anlamıştı. Kemal’i başka bir kadının kollarına asla gönderemezdi. Bu gece hissettiği kıskançlık diğerlerine benzemiyordu. Kapıya baktı. Sanki ona bakarmış, onu görürmüş gibi ve ekledi.
“Seni başkasına yar etmek mi? Unut bunu ben yaşadığım sürece asla sen bana aitsin!”