Ertesi gün bayramsa evin içinde hummalı bir çalışma asla kaçınılmaz bir Türk senfonisi gibi her evin penceresinden dışarı taşardı. O dipler ve köşeler silinmek zorundaydı. Çamaşır suyunun su gibi tüketildiği bugün, ciğerler talan olurken evlerden mis gibi kokular yükselirdi.
Perdeyi asmak için merdivene tırmandı. Düğmeleri teker teker kornişe geçirmeye başladı. “Kolum,” diye inledi Ahu. “Ben koluyla para kazana biriyim ya, bu bana yapılır mı? Abi!”
“Ne bağırıyorsun?”
“Gel şunu tak da boyun bir işe yarasın.”
Kerim elini havada savurdu. “İn aşağı, boyu varmış gibi çıkıyor bir de.”
“Allah razı olsun,” diyerek aşağı indi, abisini merdivene çıkarken izledi. Hiç zorlanmıyordu perdeyi yerine takarken. Biraz önce altını sildiği koltuğu yerine itekledi. “Abi?” dedi altından bir şey çıkacak sesiyle.”
“Hım,” diyen Kerim düğme ve kornişle uğraşıyordu.
Elindeki yastığı kabartıp koltuğa bıraktı. “Ne zaman gidiyoruz kız istemeye, kendime bir nişan elbisesi dikeyim?”
O anda Kerim’in unuttuğu bir konu aklını tarumar ederek tam ortada durdu. “Ahu.”
Ahu da durdu. “Ne, ne oldu?”
“Bekle,” dedikten sonra kalan düğmeleri de geçirip aşağı indi. Kardeşinin karşısına geçip durdu. “Bana bir iyilik yapman lazım.”
Pınar’la ilgili bir konu olduğunu düşünüp gülümsedi. “Olur yaparım.”
“Benim çok değer verdiğim bir öğretmen var, onun kardeşi evlenmek için bir kız arıyor ve bana gelip seninle bir çay içmesini teklif etti. Reddedemedim.”
Ahu’nun şoku gözlerinden okunuyordu. Kocaman olmuşlardı ve abisine kilitlenmişti.
“Ya hemen kızma, reddetme dur anlatacağım. Fikir yürütmen bile gerekmiyor, olmadı diyeceğiz ama işte bir çay. Kıramadım, çok halis, çok beyefendi biri. Kırma beni, ha olmaz mı?”
“Olmaz!” Arkasını dönerek koltuğun diğer minderlerini sertçe kabartmaya başladı. “Neyim ben, oyuncak mı? Her önüne gelen beni kullanıyor, bu da başka bir oyun mu?”
“Kız valla oyun falan değil.” Kerim, kardeşinin görüş alanına dolandı. “Yarım saat, valla sana soru bile sormayacağım. Pınar’la gidersiniz.” Durdu ve düşündü. “Pınar olmaz, Cansu Abla ille gidersiniz. Asla oyun yok. Çok mahcup olurum, tamam hocam bir çay içerler dedim.”
“Demeseydin! Bana mı sordun? Şuna bak, sevgilisini yollamıyor ama bacısını yolluyor.” Ters bakıp arkasını döndü. Onun bir sevdiği vardı, nasıl biriyle rol gereği bile olsa görüşmeye giderdi?
“Neden?” dedi Kerim, serte yakın bir ses tonuyla. “Hayırdır Ahu, bir şey mi var?”
Gözlerini sonuna kadar açıp abisine döndü. “Ne gibi?”
“Nereden bileyim, bunu yapmanı engelleyen biri mesela? Olabilir mi? onun için mi bu kadar sert çıkıyorsun? Alt tarafı bir yarım saat kızım, ne olabilir? Sana kestirip atacağımızı söylüyorum, lafı bile olmayacak.”
Köşeye sıkışmıştı ve ne diyeceğini bilemedi. Hayır derse abisi altında daha derin şeyler arayacak, belki de bir sonuca ulaşacak ve göz hapsine alınacaktı. Evet derse de Poyraz bunu duyduğunda ortalığı ayağa kaldıracaktı. İki ucunun boklu değneği hayatında bir gün göreceğini hiç tahmin etmemişti.
“Tamam, ama kimse bilmeyecek. Sessizce açılıp kapacak bu sayfa.”
“Aslan bacım.” Kerim kızın başını tutup iki yanağına da birer öpücük kondurdu. “Oh ya rahatladım.” Arkasını dönerek odasına giderken ıslık çalıyordu.
“Ama ben yandım abi…”
***
Ertesi gün kurbanlar kesilmiş eve gelinmişti. Gün ikindiyi bulduğunda Ahu ancak annesinin ayırdığı etleri dağıtmak için merdivenleri inmeye başlamıştı. Elindeki ağır torbaları basamak bitiminde yere bıraktı. Verilecek adresler belliydi de bu kız bu etleri nasıl götürecek o belli değildi. Evde, “Taşırım,” diyerek She Ra gibi güçlü olduğuna inandırdığı annesine ne diyebilirdi ki…
Kapının açıldığını fark edince istemsizce gözü kapıya kaydı. Sabah görüşmüş, bayramlaşmışlardı. Ahu müstakbel annesinin elini ilk kez öperken Poyraz genç kıza bir kez daha âşık olmaktan kendini alamamıştı.
Poyraz bir ona bir de yerde duran torbalara baktı. Kaş işaretiyle sordu.
“Etleri dağıtacağım.”
“Tamam da sen nasıl taşıyacaksın? Bekle birlikte gidelim.”
“Delirdin galiba.”
“Evet, bayağı oldu.” Göz kırparak gülümsediği anda Meltem kapıda belirdi. “Sen de mi Ahu Abla?”
Hazır olan kıza bakıp ne demek istediğini anladı. Meltem de abisiyle gidecekti. “Ben de canım.”
Meltem, iki gün önce abisinin itirafıyla Ahu’nun müstakbel yengesi olduğunu öğrenmişti. Sevinçten deliren genç kız sürekli Ahu’yu nasıl sevdiğini, onun nasıl iyi biri olduğunu söyleyip durmuştu.
Fatma Hanım da elinde kocaman bir tencere ile kapıda belirince Poyraz annesinin elindeki tencereyi alıp yere bıraktı. “Hâlâ sıcak,” derken Ahu’ya bakmıştı. “Sen de git kızım, ağırdır şimdi.”
“Olur aslında, anneme haber verip geleyim.” Üst kata çıkıp annesine söyleyerek tekrar indi. Poyraz onun torbalarını bagaja bıraktı. Ardından annesinin paketlediği etleri ve o sıcak, ağzı kapalı örtüye sarılı tencereyi sağlam duracak şekilde sabitledi.
“Tencere nereye?”
Ahu, bakıp sırıttı. “Özel bir yere, eşlik edersen seni o özel beylerle tanıştırırım.”
“Beyler?” derken arabanın arka koltuğuna geçti. Meltem de öne geçince Poyraz aracı çalıştırdı. Meltem araba çalışır çalışmaz arkasına döndü. “Abim bana dedi ki…”
Poyraz kahkaha attı. Ama Ahu’nun yanakları ısındı. “Ne dedi abin sana?”
“Sen benim yengemmişsin.”
Ahu gülümserken yüzü alev aldı. “Biraz öyle oldu.”
“Ben beklemiyordum, şaşırdım ama çok sevindim. Ya işte aşkın kapıyı kırıp girdiği sadece kitaplarda olmuyormuş.”
“Öyleymiş,” dedi Ahu, orta aynadan Poyraz’la göz göze gelirken.
Önce Ahu’nun paketlerini, yanına annesinin verdiklerinden de bırakıp dağıttılar. Ardından mor salkım sokağın dip köşelerine giden yolu izledi Ahu. Soru sormadı çünkü onu neyin beklediğini merak ediyordu. Sormadıkça da altından ne çıkacağı başka bir merak konusuydu. Derme çatma bir evin önünde durdu. Yıkılmaya yüz tutan gecekonduya bakarken indiler araçtan. “Bu ev kimin?”
“Bu ev…” dedi derin bir soluk alıp. “Annesi tarafından terk edilen, yakın bir tarihte de babaları vefat eden beş kardeşin evi.”
“Ya…” Sesi kederli çıkmıştı. “Tanıyor muydun?”
Başını sağa sola salladı Poyraz. “Geçenlerde buraya birini bıraktım, dönerken bir adamın çocukları sokağa atışına şahit oldum. Tabii kirayı ödeyecek biri olmayınca o da çocukları sokağa atarak çözüm bulmak istedi.”
“Vicdansız! En azından bir kuruma falan haber verebilirdi. Peki hâlâ nasıl buradalar?”
“Ev sahibi bir yıllık kirayı avucunda görünce gülerek uzaklaştı.”
“Sen mi verdin?” derken kocaman gözlerle Poyraz’a dönmüştü. Poyraz başını sallarken gülümsemişti. “Poyraz…”
“Ahu Gözlüm…” Ahu’ya bakarken, konuşurken bambaşka bir Poyraz ortaya çıkıyor, dünya üzerinde bir tek karşısındaki kadını görüyordu ve Ahu bunu iliklerine kadar hissediyordu.
“Poyraz Abi,” diyen sesler birden etraflarını doldurunca konuşmaları kesildi. Beş yaşında, yedi yaşında ve on yaşında üç erkek çocuğu Poyraz’ın bacaklarına dolanınca genç adam kahkaha atarak eğilip hepsini kucakladı.
Ahu onu gülümseyerek izlerken Meltem de yanına gelip koluna girdi. “Abim başka biridir, daha hiç tanımıyorsun.”
Derin nefes alıp verdi Ahu, bakışları çocukları seven ve onlara gülümseyen adamın üzerinde gezindi. “Pişman olacak gibi değilim.”
Poyraz beş yaşındaki Sercan’ın saçlarını karıştırdı. “Ne haber ufaklık?”
Hepsi esmer ve kara gözlü olan çocuklar bir ağızdan konuşmaya başladılar. “Sabahtan beri seni bekliyoruz, geleceğim demiştin,” dedi yedi yaşındaki Efe.
“Ancak işlerim bitti,” dedi Poyraz. On yaşındaki Ercan’ın yanağını okşarken doğruldu. On dört yaşındaki Murat ve on sekiz yaşındaki Sinan geride onlara bakıp gülümsemişti. Yaklaşıp elini sıkan gençlerin bayram tebriklerini kabul ettiler.
“Kız kardeşim,” dedi çocuklara. Çocuklar güzeller güzeli Meltem’e bakıp utangaçça gülümsediler.
“Merhaba çocuklar,” derken Sinan’la kısa bir an göz göze geldiler ve ateşe değen gözler o anda birbirinden koptu.
“Bu abla kim?” dedi en küçükleri Sercan.
“O abla benim…” Ahu’ya bakan gözlerinin tonu değişiyordu. Ahu da çocuklara gülümsüyor ve bu tonu göremiyordu.
“Bu hanımefendi benim kız arkadaşım.”
“Sevgilin mi yani?” dedi Sercan. Kısa bir sessizliğin ardından hepsinden ufak kıkırtılar duyuldu.
“Evet,” dedi Poyraz, Ahu’ya bakıp çocuklara döndü. Ortalığı saran sessizliği ikisinin bakışları dolduruyordu. Meltem’in, “Etler soğudu abi,” sözü ayırdı o bakışları.
Bagajdan tencereyi alan Poyraz’ın elinden Sinan aldı. Birlikte eve girdiklerinde küçük, eski ama temiz bir evle karşılaştılar. Murat ve Sinan hayata erken başlayan abiler olarak asla yabana atılmayacak görevleri üstleniyorlardı.
Pencerenin önünde ve çaprazında eski bir koltuk daha vardı. Ortada oldukça eski ama temiz bir halı seriliydi. Kocaman bir televizyon eski bir sehpanın üzerinde duruyordu. Küçük, olabildiğince temiz bir mutfak ve iki oda daha vardı. Ahu ve Meltem etleri tabaklara bırakırken, Ahu ortamı inceliyordu. Anneleri gideli çok olmamış gibiydi çünkü bir kadının havası mutfakta asılı duruyordu. Ya da annelerinin düzenini devam ettirmekte çok ustaydılar. Tabakları ararken bazı dolapları ağzına kadar yiyecekle dolu gören Ahu’nun ilk aklına gelen buna da ek atanın Poyraz olduğuydu. Kimdi bu adam?
Kurdukları sofraya birlikte oturdular. Ahu ve Poyraz birbirlerine anlamlı bakışlar atarken Ahu, bu anın onunla geçen en güzel an olduğunu düşünüyordu. Çocukların hepsinin okula devam ettiğini öğrendi Ahu. En azından babaları hayattayken durum böyleydi. Sinan’ın kazandığı diş hekimliği, Murat’ın lise sınavından iyi bir okul kazandığını öğrenince şaşırmadı. Çocukların hepsi zekice bakıyor ve her hareketleri bunu ortaya seriyordu. Babaları vefat edeli iki ay olmuştu. Kalbine yenik düşen babaları bir anda hayatlarından çıkmıştı. Anneleri onları terk edeli ne kadar olmuştu bunu soramadı, daha sonra Poyraz’dan öğreneceğini düşündü.
“Tamam,” dedi Ahu. “Bayramdan sonra bana geliyorsunuz. Terziyim ben, her şeyi dikebilirim. Ne istiyorsanız bana gösterin ve ölçüleri verin yeter. Poyraz Abinizin durağının karşısında, Ahu Terzi.”
Çocuklardan geleceklerine dair sözü alıp araca binerek sokağın yoluna düştüler. Derin bir sessizlik kaplamıştı ortamı. Ahu’nun telefonunun sesi üçünü de ayıltmış gibiydi.
“Annem arıyor,” diyerek açtı.
“Nerede kaldın Ahu?” diyordu annesi.
“Anne yoldayız, birkaç dakika sonra evdeyim.”
“Tamam, dayınlar, amcanlar geldi,” diyen kadının ardından telefonu kapatıp çantasına bıraktı. “Geç kaldım, evin içinden sesler geliyordu. Amcalarım ve dayılarım gelmiş.”
“İki dakika.” Poyraz aracın hızını artırıp iki dakika içinde evin önünde durdu. Aceleyle görüşürüz diyerek eve koşarak girdi.
Üzerinde anahtar takılı olan kapıyı açıp içeri daldı. Evin içinden uğultu yayılıyordu. “Neredesin sen?” diyen amcasının kızı Nurşen kollarını açmıştı. Ahu gülümseyerek girdi kuzeninin kolları arasına. “Ya… Çok özledim.”
Kuzenini bırakıp salona girince kocaman gülümseyerek tek tek sarılmaya başladı. Yoğun ve yorgun geçecek bir geceye merhaba dedi Ahu. Gece yarısına kadar sürecek yemek ve çay faslı, daha sonrasında açılacak yataklar… Ama mutluydu. Çok mutluydu.
***
Yere serilen yatakta dayısının kızı Aliye ve amcasının kızı Nurşen uzanmış telefonlarıyla bir bütün hâle gelmişlerdi. Ahu duş almış ıslak saçlarına havlu sarılı olarak içeri girdi. İstanbul’un bir uçlarında oturan kuzenlerine bakıp göz devirdi. “Bırakın şunları.”
Önce Nurşen bıraktı. Doğrulup bağdaş kurdu. Yirmi yaşında olan Nurşen, mimarlık ikinci sınıftaydı. O da Ahu gibi saçları kapalı, mütevazi bir giyime sahipti. “Seni bekliyorduk.”
“Evet,” diyen Aliye de doğrulup oturdu. “Kaç aydır görüşmüyoruz, sabaha kadar oturacağız.”
Saçlarındaki nemi havluyla almaya devam ederken yatağına oturdu. “Ay valla çok yorgunum, şunu üç yapsak. Uykum gelecek gibi.”
“Olmaz! Bize şu geçen Kerim Abimin evden döverek attığı görücüyü anlatacaksın,” dedi Nurşen.
“Evet ya… Halam anneme anlatırken öğrendim ben de. Mutlaka anlat abla,” dedi Aliye, on dokuz yaşında Türkçe öğretmenliği okuyordu.
Ahu elinde havluyla kıkırdamaya başladı. Ona bakan kızlar da gülümsedi. Ama Ahu’nun kıkırtısı birkaç saniye sonra kahkahaya dönüştü. “Çok iyiydi, çok. Adam benim yerime Pınar’ı beğendi.” Ayağa kalkıp Lütfü’nün taklidini yapmaya başladı. “Pınar Hanım, bu benim kartım. Pınar Hanım ben sizi bulurum.” Bir kahkaha daha attı.
“E…” dedi Aliye, heyecanla kıpırdayıp gülümserken.
“Abim buna kalk lan diye bir bağırdı. Ama Lütfü de kafa güzel. Abime geldiler, ama en son Lütfü’nün topuklar poposuna değiyordu. Poyraz’dan yediği darbeyi saymıyorum bile.”
“Poyraz kim?”
Konsolun üzerinde duran telefonuna mesaj bildirimi düşünce eline aldı. Bu saatte ona mesaj atacak biriydi Poyraz.
“Kimim ben ha kimim ben?” Yazısına sırıttı. Gözü açık pencereye uzandı, kızlar da onu takip ederek pencereye bakmıştı. Şaşkın bakan kızlar yine Ahu’ya dönüler. Ahu ses tuşuna basıp kızlara fısıldadı.
“Poyraz benim sevdiğim…” Parmağını düğmeden çekip sesi gönderdiğinde kızların surat ifadesi donmuş, boş bakışlara sırttı. Küçük bir çığlıkla ayılan kızlar ayakta duran Ahu’yu yer yatağının üzerine çektiler.
“Nerede, ne zaman?” dedi Aliye.
“Nasıl, kim?” dedi Nurşen.
Elindeki telefona tekrar mesaj gelince ilk onu açtı. Gelen sesi açıp telefonu ortalarına tuttu.
“İyi geceler hanımlar, ben Poyraz, müstakbel enişteniz.”
Sesi dinleyen kızların ağızları bir karış açılırken çığlık atmamak için üstün çaba sarf ederek başardılar. “Hemen anlat hemen,” dedi Aliye.
“Bir dakika!” dedi Nurşen. “Çok garip, bizi duyuyor gibi hissettim.”
Telefonu kucağına bırakıp kızlar yaklaştı ve en başından bugüne fısıltılı sesiyle anlattı. O anlattı, kızlar eriyerek yatağa devrildi.
“Vay be,” dedi Aliye.
“Belki oradadır, bizim başörtümüz yok ama sen bir bak,” dedi Ahu.
Aliye yerinden fırlayıp perdeyi hızla araladı. Başını penceren uzattığında Poyraz’ın odasının ışığıyla aydınlanan bahçeye baktı. Dirseğini masaya bırakmış, tırnağı dişinde takılı, sağ ayak bileği sol bacağında duran Poyraz’ı gördü.
Poyraz başını yana yatırıp yukarı bakınca kaşları havalandı. Elini kaldırıp iki kez salladı. Aliye yerinde zıplayıp el salladı ve perdeyi kapattı.
“Abla…” derken yatağa çöktü. “Tam göremesem de seçim fena değil gibi.”
“Of ben de yarın görmek istiyorum. Gün yüzüyle,” dedi Nurşen.
“O benim yeşil gözlü devim. Fena şey… Çok fena.”
“Ay ablam âşık olmuş, Aliye. Nişan elbisesi bakmak lazım gelir.”
“Fotoğraf yok mu?” dedi Nurşen.
“Yok, o kadar çok görüyorum. Hiç eksikliğini hissetmedim.”
Gecenin geri kalanı Ahu’nun ballı anlatımlarıyla sabaha ulaşmaya mahkûmdu. Kızlar ağzının içine bakıyor, Ahu’nun hülyalı bakışları ve aşk dolu sesi kulaklarının pasını alıyordu. Aşk, onlar için tadılması gereken cennet meyvesi kadar lezzetli geliyordu.
Ah ve Ahum iyi güzel hoşta sen kabul ettiğin görüşmeyi unutma emi bunun sonu iyi mi olur kötü mü bilmem ama herkes herşeyi öğrenecek gibi🤭🤭🤭
Poyraz öğrenince bir Balat yangını gibi bir yangın görecez sanırım 😂😂
Ortalık fena karışacak galiba🙄Ahu şimdi Poyraz’a bunu dese bir dert demese bir dert.Tabi arada Cansu da kaynayabilir😁Kerim ortaligi pir karistiracak.Guzel kalpli Poyraz ve Ahu keşke dünya sizin gibi insanlarla dolu olsa.Bayram telaşını okurken ,o telaşı,koşturmayi ama yine de insanı mutlu hissettiren ruhunu özlediğimi fark ettim.Kosturuken soyleniriz de ama asıl mutlu edenin o kaos havasının olduğunu anlamayız😊Kalemine saglik yazarcanim ,yine her satırında hoş oldu gõnlümüz 🙂
Poyraz duycak kasıp kavurcak oraları 🥰🥰
Taki Poyraz görücüye görüp dövüp ve aralarındaki hersey ortaya çıkana kadar 😁😁
Emeğine yüreğine sağlık çok güzel bölümdü
“O benim yeşil devim” hele havalara baakk bende ya Rabbim bendee
Evet aşk bizim için tadilmasi gereken cennet meyvesi 😍😍😍
Yaaaa ben de okurken eridim burada zalım yazar… Nasıl da hissettirerek yazıyorsun. 👍🏻👌🏻👏🏻👏🏻👏🏻
Ama en çok yetim ve sahipsiz çocuklarda içim titredi, cız etti… 🙏🏻😔
Eline emeğine yüreğine sağlık, ömrüne bereket canım benim. Yine harika bir bölümdü… 🤗🥰😘💜
Ellerinize emeğinize sağlık muhteşem bir bölüm olmuş yine….ahu ne olursa olsun poyraz söyle çok kötü olur sonu yoksa…❤❤❤❤❤❤😘😍
Ahh be Ahu,siz ne güzel.oldunuz ama aile devreye girince ne olur merak içindeyim…Ay Cansu ve Halil den sonra,Sinan ve Meltem de merak konusu olucak sanirsamm🤭
⭐⭐⭐⭐⭐
❤❤
Ağzın kulaklarında ama görüşme rafta ahu inşallah poyraz bunu öğrenmez
Emegine yüreğine sağlık canım benim
Ben bu hikayelerde 1. Bölüme ulasmakta zorluk yaşıyorum. İlk bölümleri okumanın kolay yolunu bilen varsa lütfen yardım edin
Poyraz da Beyoğlunu yakmasa iyi. Onda öyle bi potansiyel kesinlikle var. Bi de ben şeyi merak ettim. Poyraz Ahu nun alt katında değil mi. Ahu pencereden bakınca onun odasının içini nasıl görüyor. Ya da ben yanlış anlamış olabilirim. Kuzeni bakıp oturma şeklini falan gördü ya