Evine girdiği anda kendini kirli hissedip, üzerindekilerden kurtulup duşa girmişti. Üç gündür peşinden ayrılmayan adamlara ofluyor, kızıyor ama üstesinden gelemiyordu. Hayatında Vedat vardı ve bunlara alışmak istemiyordu. Normal bir hayat sürmek istemesinin nesi zordu? İçinde binlerce çelişkiyle geçiyordu zaman, Dün akşam okuldan almaya gelmiş, birlikte yemek yemişlerdi. Dışarıdaki Vedat’tan hoşlanmıyordu, baş başa olduğu adam çok daha sevimliydi ama dış dünyaya ait Vedat daha çekici. Aklı her an karışıyor, çıkmaza sürükleniyordu. Ne hissettiğini çözemiyordu çünkü korkuları vardı ve bunların altında kalmak istemiyordu.
Beyaz bir tişört giydi, altına rahat bir tayt geçirip saçlarına sardığı havluyla salona yürürken çaldı kapı. Dürbünden baktığında gülümsedi, kapının kilidini çevirip açtı. Havlusu elinde, ıslak saçları omuzlarına dökülmüştü.
Vedat öldürücü bakışlarıyla süzmüş, kaşları havada içeri girmişti. Ayakkabılarını çıkarmak için eğildi. Vedat’ı içeri alıp kapıyı kapattı. Saçlarını kurulamaya devam etti. “Hoş geldin.”
Ayakkabılarından kurtulup doğruldu. “Çok hoş buluyorum, öyle böyle değil.”
Saçlarını kurutarak salona ilerledi. “Ne? O da ne demek?”
Vedat nadir sunduğu bir gülümsemeyle koyu mavi gözlerin en derinlerine bakıyor, kendi bakışlarındaki tutkuyu görmesini istiyordu. Nasıl yandığını, aşka nasıl sürüklendiğini, onu deli gibi istediğini.
Efşan uzayan bakışmaları ve gördüğü ışıltılarla gülümsedi. Aşka davet ediliyordu, bunu anlamak için fazla bir şeye ihtiyacı yoktu. “Vedat, gülüşün var ya beni günaha davet ediyor.”
“Gireceğim en güzel günah sen olabilirdin, ama elden ne gelir…”
Yüzünü buruşturan Efşan, saçını kurutmaya devam etti. Çok yakınmış gibiydi ama çok uzak duruyordu. Düşüncelerine yön vermesi için sağlam duygular bekliyordu. Vedat ona bir adım geliyor, geri çıkıyordu.
Efşan’a gülmek istiyordu, kahkahalarla hem de ama onun yerine sesini kalınlaştırıp, çıkıştı.
Yüzü, yüzüne yakın, bakışları içler acısı olan Vedat, içini çekerek Efşan’dan uzaklaştı. “Seni yıllardır bekliyorum, her gece bir gün geleceğinin hayaliyle yatıyordum, geldin.”
“Beni nasıl bekleyebilirsin, biz tanışalı bir ay oldu. Ne yaşıyorsun sen?”
“Sadece geleceğine inancım vardı.”
“Bu konuşmaların bana senin bir deli olduğunu işaret ediyor. Biraz açıklayıcı mı konuşsan.”
Dilinin ucuna gelen sözleri yuttu Vedat. “Belki başka zaman… Birazdan Urfa’ya gidiyorum, gelmek ister misin diye sormaya geldim ama beni mahvettin, Efşan! Bu akşamın tekrar olursa çok mutlu olurum. O zaman ne istersen onu yapacağım, söz!”
“Neden gidiyorsun?” Kaşları birleşmiş, sözlerin geri kalanını elemişti.
“Onu bulduk, sen de gelmek istersin diye düşündüm.”
Kadının bakışları nefretle açıldı, kan, damarlarına hücum etti. Ailesini yok edenin bulunduğunun gerçeği sardı tüm dünyasını. “Geliyorum.”
Şanlıurfa dönüşünde, havadaydılar. Efşan oturduğu beyaz deri koltuğa rahatsızca oturmuş, küçük pencereden yeryüzüne boş bakıyordu. Ne gördüğünü soran olsa anlatamazdı, içindekileri oynatıyordu. Ablasına tecavüz eden, hayatını mahveden, ailesinin yok olmasına sebep olan kişinin Aykan çıkması aklının ucundan geçmemişti. Abisi Cengiz’in ablasını öldürmesi, babasının girdiği buhrana dayanamayıp annesini daha sonra da kendini öldürmesine sebep olan Aykan’dı. Bir gecede tüm acıları yüreğinin ortasına çöreklenmiş, yeniden kanamaya başlayan yarasını susarak kapatmaya çalışıyordu.
Ayşem ve ailesi dışında tek başına olduğu koca dünyada kendini yıllar öncesi kadar yalnız ve çaresiz hissediyor, bir dağ başına çıkıp saatlerce bağırmak, bitip tükenene kadar ağlamak istiyordu. Boğazındaki yumruyu zorla yuttu. Gözyaşı kucağına düştü, aldırmadı. Ablasının hamile kaldığı, dünyaya getirdiği bebeğin babası Aykan Karacadağlı’ydı. Kocaman bir aşiretin bir parçasıydı yeğeni, bir oğuldan doğan ilk ve son kız çocuğu onun yeğeniydi. Yüzünü, adını bilmediği küçük bir kız çocuğu için korkuları büyüdü, acıları arttı. Bazen, bedenine bu kadar acıyı nasıl sığdırdığını düşünüyordu ama bilmesi asla mümkün değildi.
Evine girememişti, istemişti ama Vedat izin vermemişti. Acılarının katlanacağını bildiğinden ısrar etmemişti. Ablasıyla olan tatlı çığlıkları, babasının tütün kokusu, annesinin mis gibi yemek kokuları olmayacaktı. Bir damla yaş daha indi, sessizce kazağına düşerek kayboldu.
Amcası ve eniştesi konağa geldiğinde onları tanımamış, yüzlerine bile bakmamıştı. Kızları büyümüş, okumuş, büyük kadın olmuştu ya, evine de dönmüştü. Dört yıl önce bıraktıkları küçük kızı bulabileceklerini düşünmüşlerdi. Onları gördüğünde hissettiği şey kocaman bir nefretti. Dört sene önce amcası, ‘ablası namusumuzu kirletti, bacısını evime almam,’ demişti. Eniştesi, ‘Ben hanemde istemem, iffetsizlik bulaşır, ablası neydi ki bacısı ne olsun,’ demiş ve Efşan yetimhaneye verilmişti. Şimdi bu insanlar ondan saygı bekliyordu. Onlar değil miydi, abisini ablasının üzerine salan, değil miydi, babasını bitiren, çileden çıkartan. Hepsi, tüm bu insanlar annesinin kanlı gözyaşlarının sebebiydi. Efşan hiçbirini affetmeyecek, son nefesine kadar da adları geçince midesi bulanacaktı.
Ruhunun ölmeye yakın, ağır bir hasta gibi can çekişiyor olduğu gerçeğiyle Vedat’ı düşündü. Ona verecek hiçbir şeyi yoktu. İçinde kanayan bir yara, bitmek bilmeyen bir acıdan başka neyi vardı? Şu an hissetmek istediği son şey aşktı. Aşka o kadar uzaktı ki bu his ona çok acı ve eğreti görünüyordu. Kaldı ki Vedat’la mutlu ve sakin bir hayatı olmayacaktı, acıları üzerine yeni acılar eklenecek bir hayatı istemiyordu.
Karşısındaki koltuğa sessizce oturdu Vedat, dün geceden bu yana iç hesaplaşma, eskiye dönüş yaşadığını anlamıştı Efşan’ın. Dokunmak istemiyordu, ona diyecek sözleri yoktu, ne dese onu mutlu ederdi, öyle bir cümle yoktu. Ama kadının bu hâli canını yakıyor, üzüyor ve aralarına set çekiyordu çünkü Efşan konuşmuyordu. Konuşmayan bir kadının içinde büyük kasırgalar estiğini tahmin ediyordu. O kasırga bittiğinde nereye savrulacaklarını kestirememek daha acıydı. Gözü eline çarptığında, çizilmiş parmaklarına bakarken içi biraz huzur buldu. Öldüresiye hırpalanacak insanların karşısına çıkmasını istemiyordu, gördüğünde kendini kaybedene kadar dayak atıyordu. Potansiyeli yüksek bir manyak olduğunu biliyordu, etrafındaki herkes biliyordu. Hak edenlere katlanamama gibi bir huyu vardı. Efşan’ın amcası ve eniştesine yaptıkları…
“Terbiyesizlik yapma Gülefşan!” diye bağıran eniştesine bakarken göğsü şişmiş, derin soluk alıp bir adım öne çıkmıştı. “Kimsiniz siz? Hatırladım, yıllar önce ablam iffetsiz diye beni evlerine almayan bir avuç akbaba! Ne oldu, ablam masum mu oldu şimdi? Hiçbirinizi tanımıyorum, benim için tek bir akraba bile yok!” Arkasını dönerek merdivenlere ulaştığında Tahsin Bey de kızlarını ve eşini evin üst katına çıkartmıştı. Avlunun ortasında üçü baş başa kalmıştı ki Vedat’ın adamları bir bir avluya girmişti.
İki adam da etrafını saran beş adama bakmıştı. Vedat elleri arkasında bağlı hâlde öne çıkmıştı. “Sen nesi oluyorsun?”
“Amcasıyım, atasıyım ben, sen kimsin asıl?”
Vedat cevap vermeden hemen yanındaki adama dönmüştü. “Sen?”
“Eniştesiyim, halasının eriyim. Kız bizim ağa, sen ne oyun edersin?”
Vedat her ikisini de baştan ayağa süzmüştü. Ellili yaşlarda oldukları çok belliydi, amca uzun boylu, zayıf, enişte kilolu ve uzun sakallıydı. “Dışarı çıkarın!” Vedat’ın fısıltılı sesiyle beş adamı iki adamı kıyafetlerinden kavrayıp büyük tahta kapıdan dışarı çıkarmışlardı. Vedat da çıkıp kapıyı kapattı. İn cin top oynuyordu sokakta, tam dişine göreydi. Amcanın yakasından tutup kendine çekmişti. “Bu kız iki sene yetimhanede kalırken sen neredeydin?”
Hikmet’in dudakları titredi ama cevap verememişti. Karşısındaki adamın kim olduğunu bilmiyordu, burada neler döndüğünü de bilmiyordu. “Yoktun,” diyen Vedat, dizini Hikmet’in midesine geçirmişti. Acı bir ses, boğuk bir öksürükle iki büklüm olan adamı bırakmadı. Ona karşı koyacak yaşta da güçte değildi adamlar ama bu onları affedeceği anlamına gelmemişti.
Enişte Salman, iki adamın kıskacında dilini yutmuş gibi duruyordu. Vedat acı çeken Hikmet’i doğrultup yumruğunu suratına geçirmiş, devrilen adamın üzerine binmişti. Asla acımadı, acımasız biri olmayı öğreneli çok uzun yıllar olmuştu. Yumruğu havaya kalkmış, Hikmet’in yüzüne tekrar tekrar inmişti. “Bir daha ona Gülefşan dersen sikini ağzına verir, canlı canlı gömerim seni! Bir daha bizim kızımız dersen, ibreti âlem olsun diye Harran’ın girişine çırılçıplak asarım seni! Bir daha benim kadınımın adını anan olursa evini başına yıkar, soyunu bu topraklarda ateşe veririm!”
Bayılmasına izin vermeyeceği için silkeleyerek bıraktı. Yerde sırt üstü yatan adamdan ayakta altına edecek kadar korkan enişteye döndü. Belindeki silahı çıkartıp mermiyi silahın ucuna sürdü. Adamları Salman’ı bırakmış, kenara çekilmişti. Yakasından tuttuğu Salman’a diz çöktürdü. Adamın çenesini tutup sıktı, açılan ağza silahın ucunu soktuğunda, Salman’ın gözleri kocaman açıldı ve çırpınmaya başladı ama Vedat bu kez adamın saçlarını kavrayıp sertçe çekti. Eğildi ve konuşmaya başlamıştı.
“Adım Vedat Çelebi! Bu adı asla unutma, ben sizi asla unutmayacağım. Dediklerimi yapmayacak olursanız geri döner hepinizi sikerim! Efşan’a bir adım yaklaşacak olursanız sizi diri diri mezara sokarım! Tamam mı enişte?”
Can havliyle başını sallayan Salman’ı boş geçmek istemedi. Ağzından çıkarttığı silahı kaldırıp kabzasını adamın başına indirdi. Salman yana devrildi ve kendinden geçti. Silahı beline takıp doğruldu. “Götürün atın bir kenara.” Elindeki kanları temizlemek ve Efşan’ı buradan alıp gitmek için konağa girmişti.
Ellerinden aldığı bakışlarını Efşan’a kaldırdı, hiç kıpırdamaksızın acı çeker miydi bir kadın? Haykırmaz mıydı, bağırmaz, sesli ağlamaz mıydı? Efşan sessizce acı çekiyordu. Vedat bile bu kadar sessiz olamazdı, etrafını ateşe verecek öfkesini kusardı ve kim ne yapıyorsa yapsın dünya umurunda olmazdı. Ama bu kadar sessizlik ona bile fazlaydı. Uçağın içi korkutucu sessiz bir çığlıkla yankılanıyordu. Vedat ürperiyordu, konuşmaya korkuyor tek bir söz bile edemiyordu. Yerinden kalkıp iki adımda yanına oturdu.
“Neden bu kadar sessizsin?” Cevapları biliyor olsa da bir yerden başlaması gerekiyordu. Konuşturmalı, içindekileri almalıydı.
“Sessiz mi? İçimdeki kasırgayı bir bilsen bu soruyu sormazdın.”
Başını yana çevirip ona döndü, ama Efşan’ın saçlarından yüzünü göremiyordu. Hâlâ pencereden yeryüzünü izliyordu. “Anlatmak ister misin?” Efşan’ın kucağındaki eline uzandı. Birleşik ellerini ayırıp birini elinin içine alıp sıktı. “Anlatırsan belki diner.”
Efşan elinin tutan ele bakmak için başını indirdi. Ne güzel de tutuyordu, bırakmak istemediği çok belliydi. Hayatına birini alacağı bir günün hayalini kurmamıştı ama Vedat tam da tutmak istediği eldi. Olduğu adam değil de bir öğretmen, bir manav, bir bakkal bile olsaydı gözü kapalı kabul ederdi. Vedat tehlikenin vücut bulmuş hâliydi. Efşan artık acı çekmek istemiyordu. Elini Vedat’ın elinden kurtarırken Vedat tükenmişçesine gözlerini yumdu. Deli Seyit’in sesi yankı buluyor kalbinde, Kadınlar sessizce gider… İç sesi yankı üzerine yankı yapıyordu.
“Dışarıdan sesi çıkmaz acının, içeriden ise hiç susmaz, demiş bir yazar. Ne desem anlatamam, acı dediğinin dili yok.”
“Paylaşmanın önemine ne oldu?” Elini çekti, sesinde bir tutam hüzün, kırılmışlık, çaresizlik vardı.
Efşan cevap vermedi, kollarını göğsünde bağlayıp, karanlık gökyüzünü izlemeye devam etti. Canı hiç olmadığı kadar yanıyor, umutsuzca geleceğe bakamıyordu. Her şey ama her şey içinde büyüyor, havada savruluyor kendine yer bulamıyordu.
Yarım saat boyunca ikisi de konuşmadı, ikisi de yerinden kıpırdamadı. Uçak ineceği anda kemerlerini bağlayıp yine sessizce beklediler. Her şey sözleşmiş gibi sessizlik içinde tamamlandı. Aracın kapısı ikisi için açıldı ve yine sessizce bindiler. Evine giden yolda tek söz yoktu. Araba apartmanın önünde durduğunda Efşan yorgunlukla indi, Vedat da peşinden indi, bu sessizlik canını yakıyordu ve yarınlar için bir söze ihtiyacı vardı. Anahtarını kapıya takan kadını usulca kendine çevirdi.
“İçinde bir çıkmazda olduğunu görecek kadar tanıyorum seni, bunun bizimle ilgisi olmamalı.”
Nefesini geceye salıp Vedat’a döndü. “Benim yaşadığım her şeyin sonunda sen varsın. Bu çıkmaz tam da ikimize kurulmuş gibi. Kimin beni ne gördüğünü umursamıyorum Vedat. Bana Vedat’ın kadını, sevgilisi her şeyi diyebilirler. Senin yanında olsam ne çıkar, ben seni kabul etmedikten, yanında huzurlu hissetmedikten sonra. Bana zaman vermeni istiyorum, düşüneceğim. Ben bu çıkmazda bir yol bulursam sana geleceğim.”
Vedat keskin bir sancıyla çarpıştı, ucu sonsuza uzanan sözler onu yakıyordu. “Ya bulamazsan?”
Boğazındaki kuruluğu gidermek için yutkundu ama bu bile şimdiden onu mahvetmeye yetmişti. Olduğu yerde düşüneceği, karar vereceği duygular olmadığını biliyordu. “O zaman yolumuza bakarız.”
⭐⭐⭐⭐⭐
Yaktın yine yazarcan.Hem Efşan’a hem Vedat’a.Efşan’in korkularını anlamamak imkansız.Vedat’in çaresizliği ayrı acı.Vedat kendini tam gösterse belki bir şeyler değişir.Bilmecesi merakı bol bir kitap ve duyguları sonuna kadar hissedilen kalemine sağlık yazarcanim
Evet bilmeceli bir kitap efşan bu kitabı okuyup çözmek istediğinden emin değil gibi bakalım neler olacak 😍
Yaralar çok derin be Vedat,eğer yarine merhem olmaksa niyetin reçetesi sadece sabır😔
Vedat çözülmesi zor bilmece ve sadece efşanı istiyor ama efşanın kafası karışık tez zamanda birlikte aksiyonlu gecelere aksınlar😍😁
Yandık yıne yaa artık efcan vedatı sahıplensın oda sevılmek sevmek ıstıyo🥰
Oo öyle pat diye kavuşmak
kabul edilmek nerde görülmüş
sizinde verilecek sınavınız var
Vedat Çelebi ya işin sonu ismi ilk okuduğum ana gittim biran aysem ile karşılaşmaları falan ama harbi adam vesselam
Efsan kuzum hiçbir acı sessiz kaldığında geçmiyor aksine katlanarak büyüyor içinden çıkılmaz bir hal alıyor tıpkı senin içinde bulunduğun durum gibi yapma vedat senin için bir tehlike gibi görünse bile kaçma ondan ki kaçsam bile nafile vedat bu
Sevgili yazrcanim senin kalemini düşününce ki diğer karakter ve aşkları aklıma geliyor vedat ta bir dizi acıya sınava tabi olacak bu netlik kazandı bakalım diğer bölümlerde neler olacak
Ama vedat in enişte ve amcaya sozleri Mikemmel olmuş fantezileri sevdim 😉
Efsan ve Vedat yolunuz ayni .Kaderden ôte gidilmez .Efsanin amcasina ve enistesine attigin dayak icin ellerine saglik😘😘❤
Haklısın Gülefşan ama yakma gemileri bee 😢
Yine düştüm batağa Allah kurtarsın 💙💙💙