“Acı… Genç adam o yaz gecesine kadar böylesi amansız bir duygunun varlığından dahi habersizdi. Doğduğu ailenin göz bebeği, adını taşıdığı soyun geleceğiydi. Hayatta isteyebileceği her şeye koşulsuz sahipti.
Babası, Erzurum’un ağası yüzyıllardır var olan yedi aşirete mensup güçlü bir adamdı. Topraklar, serveti, kendisine gönülden bağlı insanları vardı. Teslim aldığı ağalığı vakti geldiğinde oğluna devretmenin hayalini kuruyordu. Ancak oğlunun onun planlarının aksine hayalleri vardı.
Lise eğitiminin ardından üniversite eğitimi almak istiyordu. Bu durumu babasına açıkladığında beklediği gibi reddedildi isteği. Gitmek istediği okul çok uzaktaydı. Koca bir aşiretin geleceği her zaman göz önünde olmak zorundaydı. Onlarca kilometre uzakta korunması mümkün değildi. Lakin öylesine kararlıydı ki genç adam asla geri adım atmadı. Her detayı planlanmış geleceğine razı olmadan özgürlüğün tadını çıkarmayı istiyordu.
Politecnico di Torino Üniversitesinden kabul edildiğine dair evraklar konağa ulaştığında babası zor olsa da kabul etti.”
Hem babasının hem de kendisinin mezun olduğu üniversiteydi. Çatılı kaşlarının ardında babasını izlerken ne düşüneceğini bilemez haldeydi. İpucu bulmak için çabalıyordu.
“Eğitimi bittiği gün dönecekti. Gitmesine günler kalsa da genç adam rahat değildi. Verdiği kararı sorgulamasına sebep olacak çok değerli biri vardı. Güzeller güzeli kardeşi, biriciği Dila… Yüzü güzel bahtı kara kardeşi…”
Dila… İlk kez duymuştu bu adı. Varlığından dahi haberdar olmadığı bu kadın kimdi? Babasının onu anlatırken ellerinin titrediğini, güçlükle yutkunduğunu görmüştü. Onun için önemli biri olmalıydı.
“Anasının karnında başlamıştı kaderiyle mücadelesi. Doğuma kısa bir zaman kala ateşli bir hastalığa yakalanan anası Dilruba Hanımın canının son parçasıydı. Tek damla göz yaşına dünyayı yakacak kadar çok seviyordu genç adam kardeşini. Ana kokusundan uzak, süt analarının kollarında büyütülürken bir melek kadar masum olduğu fark edildi. Yıllar geçse de kardeşi hep küçük bir çocuk kadar masum olacaktı. Gidilen doktorların her birinden aldıkları cevap değişmeyince kabullenmekten başka çareleri kalmadı.
Yedi Aşiretten ise gizlenmesini emretti babaları. Kızını onların ezen bakışlarına, yakıcı sözlerine teslim etmek istemedi. Bir köşede yitip gitmesini de. Ankara’dan özel öğretmenler getirtildi. Bir nebze de olsa ona ışık olmak istedi. Genç adam belli edemese de babasının kardeşini kendinden daha çok sevdiğini biliyordu. Dokunmaya kıyamadığını, güzel yüzüne baktıkça kalbinin acısına dayanamadığını da.
Evden ayrılırken kardeşine söz verdi. Geleceği zamanı onun anlayabileceği gibi tarif etti.
“Kiraz mevsiminde geleceğim yanına.” dedi. “Kocaman bir hediye paketi ile… Yapraklar toprağa düşene dek gitmeyeceğim.”
Sesi titriyordu. Koltuğun yanına oturup, elini tutan annesinden güç almaya çalıştığını gördü babasının.
“Senin hikayen…” demişti. Ama o anlayamıyordu. Bu anlatılanlarla, Dila adındaki o kızla ne ilgisi vardı. Aşiret demişti. Bahsetmekten her zaman kaçındığı o yerlerden, doğduğu şehirden mi bahsediyordu babası?
“Mimarlık bölümünde dereceyle eğitimine devam ederken, birbirinden eğlenceli arkadaşlar edindi.”
Bu kadar tesadüf olamazdı. Babası da aynı bölümden mezun olmuştu.
“Hafta sonları önce İtalya ardından Avrupa ülkelerine yaptıkları gezilerle yepyeni kültürler tanıdı. Özgürlük öylesine işlemişti ki ilk yaz dışında kardeşine verdiği sözü tutamadı. Hediyesini yollasa da kendisi gelemedi. Kardeşinin onu kiraz ağacının altında beklediğini bilemedi.
Okulunun bitmesine altı ay kala tesadüfen kardeşine çok seveceğine inandığı bir hediye hazırladı. Nasıl kullanacağına dair detayları kendi el yazısıyla yazıp ekledi. Onun elinden düşürmediğini babasıyla yaptıkları telefon görüşmesinde duyunca çok mutlu oldu.
Günler sonra babasından endişe dolu bir telefon aldı. “Dila epeydir suskunlaştı.” demişti “Müzik de dinlemiyor artık. Kimseyi de yaklaştırmıyor yanına. Kızların yıkamasına dahi izin vermiyor.”
Bitirme projesinin teslimine bir aydan az bir zaman kalmıştı. Gitmesi mümkün değildi. Verdiği emeklerin yanmasına izin veremezdi. Babasına endişelenmemesini, kardeşine baskı yapmamasını, düzeleceğini söyleyerek ikna etmeye çabaladı. Sözleri aslında kendi vicdanının sesini bastırmak içindi.”
Ellerini sıktı. Derin birkaç nefes alıp, sakin durmaya çabaladı. Babası öylesine dalgın bir ifadeye bürünmüştü ki tek bir kelime edip dağıtmak istemedi.
“Mezuniyeti ilan edildiğinde katıldığı partinin sabahında yola çıktı. Geldiği gibi tek bir bavul ile dönecekti. Bir de kardeşi için seçtiği hediyesiyle. Konağa ayak bastığı anda dönüşü için bir şenliğin ortasında buldu kendini. Kız kardeşinin yanına sadece hediyesini vermek için uğrayabilmişti. Bir butikte gördüğü anda biriciğine çok yakışacağına emin olduğu beyaz elbiseyi kutusundan çıkarıp, önüne serdiğinde beklediği gibi bir tepki alamadı. Epey zamandır yıkanmadığı için kir tutmuş ellerini uzatsa da elbiseye dokunmadan geri çekildi. İpek saçları eskisi gibi görünmüyor, yüzü yer yer is gibi izlerle kaplı duruyordu. Yıkanmak istemediğini, kimsenin yanaşmasına izin vermediğini duyduğunda ne yapacağını bilemedi. Babasıyla yaptığı telefon konuşması aklına geldiğinde onca zamandır görmezden geldiği bu durumun ne denli ciddi olduğunun farkına varabilmişti. Babası çağırmasa ellerini uzatıp, kardeşini sarabilir, yıpranmış kumaşların ardına gizlenmiş büyük günahı fark edebilirdi.”
Neyin günahından bahsediyordu? O kız neler yaşamıştı da böyle bir hale düşmüştü? Hissettiği merak katlanıyor, cevapsız kalan sorularının yerini yenileri alıyordu.
“O gece verilen yemeğe şehre yeni gelen doktor Asya’da davet edilmişti. Genç adam gelirken bir kazayla tanıştığı genç kadını karşısında görünce şaşırsa da ne babasına ne de aşiretine belli etmemişti. Kutlamalar devam ederken, konakta acı bir çığlık yankılanmış. Görmese de kardeşinin sesi olduğuna emindi adam. Koşarak çıktı yukarı. Odasında kanlar içinde buldu Dila’sını. Yaralandığını, bir yerden düştüğünü düşünse de doktor daha ilk anda anlamıştı. Bakmaya kıyamadığı, melek kadar masum kardeşi doğum yapıyordu. Bebeği doğururken son nefesini verdi Dila.”
O doktor annesiydi. O adamsa babası. Ya Dila? O masum kız halası mıydı? Ya o bebek?
“Ona kimin bu kötülüğü yaptığını bulmak için çırpındı adam. Bulamadı. Kör olmuştu sanki herkes. Dilleri lal olmuştu. Babasıysa bu günahın dillenmesini, bir başkasının duymasını istemediği için herkese susmasını emretti. Genç adamaysa o bebeği öldürmesini…”
Yerinden doğruldu hızla. Ellerini kaldırıp, “Hayır.” dedi. “Bunu yapmış olamazsın baba.”
Babası başını kaldırıp gözlerinin içine baktı uzunca. “Yapmadım.” dedi. “Sana kıyamadım.”
***
Merhaba sevgili okuyucularım,
Sizleri çok özlediğimi öncelikle söylemek istiyorum.
Serinin 4. kitabı Gölge’nin ilk bölümü iki parça olarak sizlerle buluştu.
Yeni bölümler her pazar saat: 20.00’da sizlerle olacak.
Yorumlarınızı heyecanla bekliyorum.
Çok güzel olmuş ellerine emeğine yüreğine sağlık
Çok teşekkür ederim. Diğer kitaplarımı da keyifle okursunuz umarım.
Çok teşekkür ederim