“Nasıl oldu, amca?”
“Kaza işte, oğul…”
“Kaza… Yanında onlarca adam varken?”
Alayla gülümsedim. Taş duvarın köşesindeki küçük camın önüne yerleştirilmiş masaya yaklaştım. Deri koltuğa ellerimi yasladım. “Başka birine bir şey oldu mu?”
“Hayır, oğul. Yalnızca şoför Kemal yaralı.”
Kırlaşmaya yüz tutan saçlarının çevrelediği yüzüne baktım. Sakinliğini ve bu anlamsız kabullenişini anlayamıyordum. Ellerimi saçlarımda sertçe gezdirirken sözlerini duydum.
“Mahsuller için arazilere bakmaya ineceklerini söylemişti. Yol çalışması olduğundan eski köy yolundan gelmeye karar vermişler. Hız yapınca da…”
Çalınan kapıyla sustu. Bevar’ın alışkın olduğum sert ifadesiyle kapının önünde belirdiğini gördüğümde derin bir soluk aldım. Amcamın ifadesini görmesem de her zamanki gibi yüzünü buruşturmuş olmalıydı. Bevar’ı sevmezdi. Nedenini hiç anlayamasam da konağa geldiği günden beri onu hanemizde istemediğini bilirdim. Ancak babama karşı çıkamadığı için ses edemezdi. Üstelik artık ben vardım. Benim olduğum yerde Bevar da olacaktı. Buna kimse engel olamazdı. Amcam henüz bilmiyordu.
“Ağam, öğlen ezanı okundu. Barzan Ağamı hazırlamak için seni bekliyorlar.”
Başımı salladım. Öğrenmek istediğim hakikatleri bana amcamın vermeyeceğini anlamıştım. Bu yüzden onunla daha fazla zaman harcamayacaktım. Doğrulduğumda amcamın da benimle birlikte kalktığını fark ettim.
“Sen nereye, amca?”
“Ağabeyimi almaya elbet ben de geleceğim, oğul!”
Elimle durdurdum. Onu hastanede yalnız bırakıp koşarak konağa gelmişti. Şimdi de benimle birlikte geleceğini söylüyordu. Benimle hastanede karşılaşmamak ve zaman kazanmak için böyle davrandığına emindim. İstediğini ona verecektim. Lakin bedelini ağır ödeyecekti.
“Hayır, amca. Sen konakta kal. Onu hastanede bırakıp buraya geldiğine göre burada bulunman daha önemli olmalı.”
Karşılık vermesini beklemeden babamın çalışma odasından çıktım. Konak ilk geldiğimden daha kalabalık görünüyordu. Etraftaki insanlar beni gördüklerinde, ayağa kalkıp başlarını eğdiler. Onların bu derin saygı gösterilerine alışmalıydım.
Bevar telefonu elinde, bana haberleri vermeye devam ediyordu.
“Asistanınız Hande Hanım’dan az önce haber geldi. Bakan Cem Bey, Karan Bey’le bir saat sonra burada olacaklarmış. Yedi Aşiret’in ağaları da iki saate gelmiş olurlar, Ağam. Cenaze için gelen misafirleri karşılayacak araçları gönderdim. Havaalanında bekleyecekler. Köydeki insanlar da geceden beri gelmeye devam ediyorlar.”
Sessizce başımı salladım.
“İstediğin başka bir şey var mı?”
“Sen ne yapılması gerektiğini bilirsin, Bevar.” Aklıma gelen suretle merdivenlerde duraksadım. “Lalezar nerede? Onu göremedim.”
Duraksadı. Ancak uzun sürmedi. “Okulunda. Alınması için adamlara haber verdim. Yola çıkmış olmalılar.”
Lalezar… Amcamın tek evladıydı. Benim de hiç sahip olamadığım kız kardeşim gibiydi. Çocukluğumuz bir arada geçtiyse de benim eğitimim ve Amerika’ya gidişim nedeniyle birbirimizden uzaklaşmak zorunda kalmıştık. Görüşmelerimiz yalnızca benim buraya geldiğim ender anlarda birbirimize denk gelmemizle sınırlı kalıyordu.
Ne kadar istediysem de onu babamın baskısından kurtaramamıştım. Okul çağına geldiğinde, benimde okuduğum Ankara’daki yatılı okula gönderilmişti. Babamın koyduğu bir aile geleneğiydi bu. Önce ben, kısa bir zaman sonra da Lalezar’a sıra gelmişti. Kuralları ve zor eğitimi sayesinde bizi hayata hazırlayabilecek en iyi ve tek okuldu orası… Tabii, babama göre. Benim okula başladığım yıl bu özel okulu satın almıştı ve bizi kendisinin yönettiği hapishaneye mahkûm etmişti. Ve anlaşılması güç bir kural belirlemişti. Yalnızca seçkin ve önemli ailelerin vârisleri ve çocukları orada okuyabilirdi. Sıradan bir okula gitmeyi ve arkadaşlarımı kendim seçmeyi istediysem de babam buna engel olmayı başarmıştı. Çevremde yalnızca onun istediği ailelerin çocukları vardı. Babamdan kaçmamın en büyük neden buydu. Bana hazırladığı hayatı yaşayan bir kukla olmayı istememiştim. Ancak ne kadar uğraşsam da buradaydım. Kaçtığım bu yerde, bu hayattaydım.
***
Şoför koltuğuna oturduğumda Bevar’a önümüzdeki arabayı işaret ettim.
“Siz önden gidin. Ben arkanızda olacağım.”
“Genco?”
Endişelendiğinde bana adımla seslenirdi. Öfke ve endişe onda hissedebildiğim tek duyguydu. Bunların dışında ifadesizdi Bevar. Gülmezdi. Sebebini biliyordum. Ancak onun da benim gibi bu topraklardan kaçışı yoktu.
“Biraz yalnız kalmalıyım, Bevar.”
Çaresiz kabullendi. Arabayı çalıştırmaya hazırlanırken emniyet kemerine uzandım. O an dudaklarımda beliren acı dolu tebessüme engel olamadım. Babamı benden koparan bu kemere sığınmayı istemedim. Kemeri bırakıp arabayı çalıştırarak hızlıca sürdüm. Gaz pedalına yüklenişimle araba hızla öne atılırken, sağ ve sol yanlarıma gelecek şekilde arkamdan gelerek beni takip eden adamlarımla birlikte ayrıldım konaktan. Issız topraklardan geçerken hızımı azaltıp adamlarımın beni geçmelerine izin verdim. Araba sürmek beni her zaman rahatlatsa da şu an yalnızca uzaklaşmamı sağlıyordu. Hızımı daha da azaltıp adamlarımla aramın açılmasını bekledim. Tozu dumana katarak istediğim kadar uzaklaştıkları anda, iki siyah arabanın arasında buldum kendimi.
Dikiz aynasından ardımdan gelen arabanın plakasını görmek için kıstım gözlerimi.
47 FER 47
Nereden tanıdığımı bulmaya çalıştım. Ancak anımsayamadım. Çok düşünmeme gerek kalmadan sağdaki araç tarafından önüm kesildi ve acı bir fren sesiyle durmak zorunda kaldım. Zamanında frene basmış olmasaydım kaza yapmamam imkânsızdı. Bu durum öfkemi katlarken vites kolunun yanındaki ufak kutuyu açtım. Ne kadar istemesem de ona ihtiyacım vardı. Silahı sağ avucumla kavrayıp hızlıca çıktım arabamdan.
“Bu ne terbiyesizlik! Siz kim oluyorsunuz da benim yolumu kesmeye cesaret edebiliyorsunuz?”
Suretleri bana yabancı olan adamlar konuşmayıp yavaşça geri çekildiler. O an, aralarından bir adam sıyrıldı. Bastonlu biriydi ortaya çıkan. Yüzünü inceledim. Daha önce görmediğime emindim.
“Başın sağ olsun, Genco Ağa!” dediğinde avucumdaki silahı kavradım.
“Başsağlığı dilemek için çok ilginç bir yönteminiz var!” Kaşlarım çatılırken, bana bu saygısızlığı yapan adamdan gözlerimi ayırmadan, ona doğru bir adım atıp durdum. “Sizi tanıyor muyum?”
Elindeki bastonunu yere vurup sonra iki eliyle kavradı. Yerdeki bakışlarını tekrar yüzüme çevirdi.
“Sen tanımazsın. Lakin baban çok iyi tanırdı beni!”
Yüzünü daha önce görmediğime emindim. Benim bilmediğim, eski bir tanıdığı olabilir miydi? Silahı kavrayan elimi gevşetirken merakla sordum.
“Babamın arkadaşı mısınız?”
Birden alaylı bir gülümseme yerleşti dudaklarına ve ardından aynı hızla yok oldu. Bakışlarını benimkilere kenetlerken soğuk bir sesle yanıtladı bu kez.
“Bizim arkadaş olamayacak kadar güçlü ve kirli bir mazimiz var, Genco Ağa!”
Ardından etrafındaki adamlara uzaklaşmalarını işaret etti. Yakınında kimse kalmadığından emin olduktan sonra tekrar bana döndü. “Ben Ferzan FERMAN…”
Duyduğum isimle taş kesildi bedenim. Duyduğum isim defalarca yankılandı zihnimde. Bu adam hangi yüzle benim karşıma çıkabiliyordu?