7. Bölüm

Gözlerini araladığında odasında, yatağında buldu kendini. Kısacık bir an her şeyin koca bir kabustan ibaret olduğunu düşünen kalbi rahatladı. Derin bir nefes aldı. Hemen yandaki odada olan ağabeyinin yanına gidebilmek arzusuyla doldu içi. Güzel yüzünü gördüğünde her şeyin bir kabus olduğuna inanabilecekti.

Hızlıca kalkmak için ellerini yatağına yasladığında sol elinin güçsüzlüğünü hissetti. Tesadüf olduğunu düşünmek, yok saymak istedi. Bedeni düşerken yatağa, üzerine yattığı için uyuşmuştu. Yerinden güçlükle doğruldu. Ağabeyinin yanına gitmeden önce yatağın yanında duran aynada görmek istedi kendisini. Uzun olan saçlarının ön kısmını düzeltmeliydi. Ellerini alnına uzatıp, kaldırdı başını. Ancak gördüğü beklediği halinden çok farklıydı. Saçları kısacıktı. Başının hemen yanındaki yara izi ise tüm çıplaklığı ile duruyordu.

Olduğu yerde sendeledi. Güçsüz bedeni ardındaki yatağa düştüğünde kapadı gözlerini. Her şey hakikatti. Günler önce o limanda yaşananlar, ağabeyinin kollarının arasında son nefesini verişi ve babasını saran alevler… Her anı zihninde tekrar can bulurken gözlerine dolan yaşlar, kalbine düşen ateşle kaldı öylece. Kabullendi çaresizce. Zira kabul etmezse, kayıplarıyla, acılarıyla yüzleşmezse ayağa kalkamayacağını biliyordu. Ağabeyine verdiği sözü tutmak için buna mecburdu.

Öncelikle üzerindeki kıyafetlerden kurtulmalıydı. Dolabının kapısını araladığında koca bir boşlukla karşılaştı. Kıyafetleri yoktu. Kendisinden geriye tek bir parça dahi bırakılmamıştı. Çalan kapının sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı.

“Gir.”

Korumalardan birinin ellerinde poşetler  ile içeri girişini izledi.

“Ağam. Size birkaç parça kıyafet aldık.”

Dolabın kapaklarını kapatırken, sakince sordu. “Benim kıyafetlerim nerede?”

Adamın telaşlı hali ve sözlerini derin bir iç çekişle izledi. “Sizi öldü bilince… Kamber Ağa … Hepsini köylerdeki fakir fukaraya yolladı.”

Onlara dair izlerin silinmesini istediği için yaptığı bu harekete dair sunduğu bahane bu muydu?

“Sağ ol.” Dedi.

Adam poşetleri bırakıp geri çekildiğinde diyecekleri bitmemiş gibiydi.

“Söyle.” Yatağının ucuna oturdu yavaşça.

“Ağam… Yedi aşiret ağaları geldi. Aşağıda sizi bekliyorlar.”

Haberi bu kadar çabuk almalarına şaşırsa da memnun oldu Kenan. Tez vakitte babasının soyuna, adına, aşiretine sahip çıkacaktı. Önce onlara yaşadığını göstermeliydi. Babasının dost bildiği ancak can düşmanı olan adamların gözlerinin içerisine bakarak yapmalıydı.

Adam odasından çıktığında poşetlerin içerisinden siyah gömleği buldu. Sol kolu yüzünden güçlükle çıkardı üzerindekileri. Gömleğin ardından aynı renk kot pantolonu giydi. Spor ayakkabılarını da giydiğinde hazırdı. Aynada nasıl göründüğüne bakarken, sakallarında gezdirdi parmaklarını. Kısa saçlarına tezat sakallarını kesmemişti. Odadan çıktı. Hemen sağında kalan odanın kapısına kısacık bir an baktı. Oraya girmeye, ağabeyinden kalan izlerle yüzleşmeye hazır değildi. Yüreğindeki acıyla merdivenlere yöneldi. Aşağı indiğinde basamakların sonunda onunla gelen adamları buldu. Konuşmayı pek sevmediğini öğrendiği uzun ve iri olan Asaf elini uzattı. Avucunu açtığı anda gördükleriyle minnetle adamın yüzüne baktı. Emanetlerini onun için saklamışlardı. Babasına ait olanı sol elinin yüzük parmağına geçirdi. Biraz boşluk kalsa da olmuştu. Diğerini ise cebine sıkıştırdı. Omzunun üzerinden geriye baktı. Kendisini bekleyen adamlar yemek masasının etrafında oturuyorlardı. Henüz onu fark etmemişlerdi. Zira olduğu kısım karanlıkta kalıyordu. Gitmeden evvel yol boyunca düşündüğü teklifi karşısındaki adamların yüzüne sırayla bakıp dile getirdi.

“Gidecek yeriniz, bekleyeniniz yoksa burada benimle kalın.”

İkisi de şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Bu teklifi beklemedikleri belliydi.

Kenan’ın yeniden inşa edeceği hayatında güvenebileceği adamlara ihtiyacı vardı. Onu hayal kırıklığına uğratmayacaklarını ve sadık olacaklarını biliyordu.

“Senden başkasına Beyim demeyiz. Senin sözün dışındaki sözü de dinlemeyiz.” Asaf’ın sözlerine Ömer devam etti.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                 

“Seni bekleyen bu kurtlara da boyun eğmeyiz.”

Teklifini kabul etmişlerdi. Sözleriyle de sadece onun emrinde olmak istediklerini özellikle belirtmişlerdi. Kenan’ında istediği buydu. Sağ elini her ikisine de sırayla uzatıp, sıktı. Sessiz anlaşmalarının ardından bir nebze de olsa rahatlayarak avluya doğru adım attı.

Karanlığın içinden, aydınlığa doğru çıktığında masanın başındaki Barzan Uluhan’ı gördü önce. Elindeki tespihini çevirirken, kaşları çatılmış halde önüne bakıyordu. Diğer ağalar ise kendi aralarında konuşuyordu. Duyamasa da kendisiyle ilgili konuştuklarına emindi. Duraksadığında fark edilmesi uzun sürmedi. Sırayla ayaklandıklarında onu tek görmeyen Barzan Ağa olmuştu. Sadece aşiret toplantılarında ya da özel günlerde bir arada gördüğü adamların karşısında yapayalnız olmak ürküttü Kenan’ı. Ailesinden kalan konağın avlusunda olmak dahi iyi hissetmesine yetmiyordu. Lakin çaresi yoktu. Sol kolunu kavrarken sıkıca durdu.

Korkut Ağanın izlerini taşıyan genç adam, ardında buralara ait olmadıkları aşikar iki adam ve parmağında babasının yüzüğüyle dimdik karşılarında duruyordu. Masadaki ağalar ona bakarken şaşkın ve tedirgindi. 

“Duyduklarımıza inanamamıştık.”

“Doğruymuş. Yaşıyorsun.”

“Hayatta olmana sevindik evlat.”

“Hoş geldin.”

Celal Ağa ve Barzan Ağa sadece suskundu. Diğerlerinin sözlerinin ardından sessizce başını salladı Kenan. Gözleri ise Barzan Ağanın üzerindeydi. Yerinden doğrulup, sandalyesini ittirişini ve kollarını uzatarak kendisine yaklaşmasını izledi sakin bir ifadeyle. Yüzündeki gülümseme değil, gözlerindeki karanlık sahiciydi. Uzatılan ellerde babası ve ağabeyinin kanı olma ihtimaliyle sızladı kalbi. Bu adamların hangisi düşmanıydı? Henüz bilmiyordu. Bu yüzden herkese karşı mesafeli duracaktı. Bir adım geri attı. Açılan kollar bu hareketiyle kapandı. Yaşlı adam geri çekilirken yüzündeki tebessüm hızla silindi. Bileğine taktığı tespihi eline indirerek avucuna aldı. Taneleri çekerken, arkasına dönüp kalktığı yere geri oturdu.

“Yorgunsun tabii. Bizde habersiz geldik.”

Malatya’da hüküm sürdüğünü bildiği Bedirhan Aşiretinin reisi Tamer Ağa şaşkınlığından kurtulmaya çabalıyordu. “Akıl alır gibi değil.” Babasının bu adamı sevdiğini ağabeyinden pek çok kez duymuştu. Çocuklukları sıklıkla bir araya gelişleri ile geçmişti.

Van’dan gelen Kalender Aslan,  “Korkut Ağa ve ağabeyin Kutsal…” diye sorduğunda başını salladı Kenan. O an avluda koca bir sessizlik oluştu.

Ethem Bey, Erzurum’dan az önce gelmiş olduğu için yaşlı bedenini yanındaki sandalyeye bıraktı. “Hala inanamıyorum. Korkut’u öyle… Vahşice öldürmeleri…”

Celal Ağa’da yanındaki sandalyede oturan Ethem Ağanın omzunu sıktı. “Şimdi bunu konuşmayalım. Çocuk zaten perişan görünüyor…”

Tüm konuşmaları sessizce dinleyen Kenan, o an sirkelenerek kendine geldi. Ona ‘çocuk’ diyen adamdan bakışlarını ayırmadan “Çocuk mu?” dedi. Yüzündeki soğuk tebessümle iki adımda masaya yaklaştı. Sağ elini yaslayıp, eğilirken silindi tebessümü dudaklarından.

“Ağabeyim kollarımda son nefesini verdi. Babam gözlerinin önünde yandı. Şimdi söyle Celal Ağa, hangi çocuk yaşar bunları?”

Cevap vermesine müsaade etmedi. Elini vurduğunda hepsi irkildi.

“Hiç biriniz orada değildiniz. Ben oradaydım.”

 Karşısındaki adamdan çekip gözlerini diğerlerinin suretine bakıp devam etti sözlerine.

“Davet etmeden merak edip gelmişsiniz. Sağ olun.” Doğruldu. “Lakin avuntu sözlerle, kaybedecek zamanım yok. Ben babamın emanetlerine, soyuma sahip çıkmak için döndüm.”

Sol elini, babasının yüzüğünü gösterdi.

“Babam ve atalarım size bağlıydı. Yedi Aşirete. Ama ben değilim.” Küçümseyici bir tonda söylediğini her birinin en önemlisi Barzan Ağanın fark ettiğini görüyordu. “Ailemin sahip olduklarını ve birliğinize katkılarını eminim sizde kaybetmek istemezsiniz. Bu bağın sürmesini istiyorsanız için şartlarımı kabul edeceksiniz.”

Yükselen sesleri ve diğer ağaların tepkilerini görmezden geldi. Sadece Barzan Ağanın yanıtını bekliyordu. Uzun sürmedi.

“Dinlemek isterim Kenan Ağa.”

‘Ağa’ sözünü adının ardına eklemesinin bir işaret olduğunu anlıyordu Kenan. Yine de belli etmedi. İsteklerinin karşılık bulmasını sağlamadan adım atmayacaktı.

“Ailemi yok edeni bulup, yok edeceğim. Onların canını alan düşmanlarım her kimse, soyunu kurutacağım.”

Sancar Ağa, gece boyu takındığı sessizlik maskesini indirdi. En büyük zaafı olan duruma karşı tavrını sözleriyle belli etti. “İntikamını almak hakkındır.”

Başını salladı. “Bana bu acıyı yaşatan sizlerden birinin soyundan dahi olsa…”

“Sen bizi neyle suçladığının farkında mısın?”

Celal Ağanın kendisine doğru atılışına diğerleri engel olurken, ardında duran iki adam önüne geçti.

“Celal Ağa. Sakin olasın.” Barzan Ağanın seslenişini yok saydı.

“Yaşına başına bakmadan bizi hainlikle suçluyor. Büyüğüne, sözüne saygısı yok. Sizde susup dinliyorsunuz.”

Alaycı bir tebessüm yer etti dudaklarında. “Ben yalnız aklıma ve vicdanıma itaat ederim. Ne yaş ne de büyük dinlemem. Kimseye de boyun eğmem.” Adamlarının arasından çıkıp sağ elini cebine yerleştirdi.

“Amcasını hanesinden kovanın bize saygısı mı olur?”

Yumruğunu sıkarken karşısındaki adamın yüzüne baktı. “Namusuma göz koyanın ne hanemde ne masamda yeri yoktur. Ya sizler bu nikahını nasıl kabul ettiniz?”

“Olması gereken buydu.”

Tamer Ağanın sözlerini tekrar etti.

“Olması gereken buydu. Benim yerimde olsanız siz ne hissederdiniz peki? Ne yapardınız? Ananıza göz koyan o adamın sırtını mı sıvazlardınız?” Daha fazla konuşmaya sabrı kalmamıştı. Sesi yükselirken başına saplanan ağrıyı yok saymaya çalıştı.

“Babamı ve ağabeyimi benden alan o soysuzu bulduğum anda eğer bu masadan birinin gölgesi dahi çıkarsa üzerinde mani olmayacaksınız bana. Onu da, ailesini de yok etmeme ses çıkarmayacaksınız.” Derin bir nefes aldı. “Kamber ve Gülfem… Aşiretimden azledeceğim. Soyumla, adımla bağları kalmayacak.” Her birinin yüzüne baktı sırayla. “O masada oturmamı ve aşiretimin Yedi Aşirete bağlılığının devam etmesini istiyorsanız isteklerim bunlardır.”

Kalender, Ethem ve Sancar Ağa o gece Kenan’ın güçlü durusuna, zekasına ve cesaretine hayran oldular. Günler önce gördükleri o çocuğun yaşadığı değişimle genç bir adam oluşuna şahit oluyorlardı. Tamer karşısında eski dostu Korkut Cesur’un gençliğini gördü o gece. Yıllar önce masaya yumruğunu vurup, sözünü dinlettiği gibi oğlu da başarmıştı. Celal Ağa ise öfkeliydi. Karşısındaki adamın gözü karalığı onu ürkütürken, sinirlendirmişti. Barzan Ağanın hisleri ise hepsinden farklıydı. Karşısındaki genç adamın kendisine rakip olacağının korkusuyla irkilmişti. Yabancı olduğu bu duyguyu o günden sonra ölene dek taş kalbinde taşıyacağını henüz bilmiyordu.

Recommended Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published.

error: Content is protected !!