Amelya…
Şimdiye kadar duymadığım bu isim zihnimde yankılanırken, onun kuzenim ve evlenmemi istedikleri kadın olduğunu kabullenmeye çalışıyordum. Merdivenlerde duyduğum adım seslerini işittiğimde merakla başımı çevirdim. Elimdeki silahı indirip, görmemesi için belimin ardına saklarken önce ayaklarını gördüm. Ardından uzun siyah elbisesi gözüme çarptığında ihtiyarın sesi yankılandı avluda bir kez daha.
“Arkanızı dönün!”
Adamlarına söylediğini her biri arkasına döndüğünde anladım. Dönüp Bevar’ın yüzüme baktığını gördüm. Aynısını yapması için başımla işaret ettim. Sinirlendiğini görsem de sesini çıkarmadı. Bakışlarımı tekrar merdivene çevirdim. Son basamakta duran ince, uzun bedeni gördüğümde kaşlarımı çatarak onu süzdüm. Uzun gece karası saçları göğsüne ve omuzlarına dökülüyordu. Ardından bir peçeyle örtülmüş yüzü göründü. Neden peçe taktığını sorgularken gözlerine takılıp kaldım. O gözlerdi… Rüya sandığım, hayal diye adlandırdığım o gözler… Yeşilin en güzel tonunu, denizin mavi parıltılarını içeren çekik ve iri gözlere bakarken güçlükle yutkundum. Yüzünü görmediğim bu kadının gözlerinin sihriyle sarmalandığımı hissediyordum. Nasıl bu kadar etkilendiğimi anlayamasam da onun da bana baktığını gördüğüm sırada, ihtiyarın sözleri aramızdaki sihri bozmaya yetti.
“Amelya, Genco Uluhan ile tanış. Bu genç adam bir hafta sonra kocan olacak.”
Güzel gözleri büyürken, daha önce yeşilin ve mavinin böyle bir birlikteliğini hiç görmediğime yemin edebilirdim. Avuçlarıma en kıymetli, en nadide taşları almış biri olduğum hâlde hiçbiri bu kadar etkilememişti beni. Bu kadar hayran kalmamıştım bir renge. Bir parça zümrüt kadar canlı, bir orman kadar yoğun ve bir düş kadar derin… Onlarca sözcükle tasvir edebilirdim, ancak hiçbiri bu güzelliği anlatmama yetmezdi.
Kime benziyordu? Ailemden kimsede böyle güzel gözler yoktu, bundan emindim. Amcamın kahve gözleri, babamınkilerle eşti. Üvey büyükannemin de öyleydi. Annesi, Leyla… Ona mı benziyordu? Gözleri iri ve öylesine anlamlı bakıyordu ki…Yaradan’ın ustalığıyla biçimlendirilmişlerdi. Ancak görebildiğim bu kadardı. Yalnızca gözleri… Burnunu, dudaklarını, yüz hatlarından hiçbirini seçemiyor, göremiyordum. Kara bir bez parçası gizliyordu karşımdaki genç kızı. Yıllardır varlığından dahi haberdar olmadığım kuzenimi saklamaya devam ediyordu benden. Bana şaşkınlıkla bakmaya devam eden gözlerinden ayrıldım. Kısa bir sersemliğin ardından kaşlarımı çatarak ihtiyara döndüm.
“Bu ne demek?”
Peçeyi işaret ettiğimi gördüğünde şaşırmadı. Bastonunu yere vurup sakince baktı yüzüme.
“Sen onu nikâhına alana ve o senin karın olana kadar peçesi yüzünden inmeyecek!”
“Saçmalık!” diyerek karşımdaki kadına yaklaştım tekrar. “Bu nasıl bir oyun? Kimsin sen?”
“Geri dur, Genco Ağa!” derken bastonunu adının Amelya olduğunu öğrendiğim kız ile benim arama koydu. “Nikâh kıyılana kadar sana Amelya’ya yaklaşmak, dokunmak haram! Oyun falan bilmem ben! Dediğimi duydun! Torunumla evleneceksin ve…”
Elindeki defteri gösterdi. “Bu defter olması gerektiği gibi kapanacak!”
Bakışlarım tekrar genç kızı buldu. Ürkekçe bakışlarını önüne eğmişti. Bedeninin biçimsiz ve bol kumaşın ardında titrediğini hissedebiliyordum. O an öylesine karmaşıktım ki…Yüzünü göremediğim gibi sesini de duyamamak çıldırttı beni.
“Bir hafta sonra, babanın ölümünün yedinci gününde buradan, bu avludan gelinliğiyle almaya geleceksin Amelya’yı. Sizin konakta gösterişli ve yedi cihana duyurulacak bir düğün yapacaksın.”
Hangisine kızıyordum? Çaresizliğime mi yoksa bunca zaman böylesine derin bir yaranın benden gizlenmiş olmasına mı? Babamın aslında göründüğü gibi bir adam olmayışını öğrenmiş olmak mı? Hayatım, doğduğum bu topraklara ayak bastığım anda avuçlarımdan kayıp gidiyordu. Üstelik asla kabul etmeyeceğim bir şeyi yapmamı istiyorlardı benden. Kuzenimle evlenmemi… O kadar çok sebep vardı ki içimdeki ateşi körükleyen. Hangisi daha güçlüydü?Seçemiyordum. Hepsinden birer tutam vardı içinde. Böyle bir evliliğe dur diyememek kalbimi sıkıştırıyordu. Bir yanda benim canım, kardeşim gibi olan Lalezar’ı korumak zorundaydım. Diğer yanda amcamın günahı yüzünden doğan ve doğduğu andan itibaren gizlenen Amelya’yı bu zindandan kurtarmalıydım. Onu şu anda elinden tutup çekip alabilirdim. Ancak kapıdan çıktığımız anda ona zarar verebilirdim. Sabırlı olmalıydım. On sekiz yıl önce verilen sözü bugün tutmalı ve hepimizi yaralayan bu kara maziyi olması gerektiği gibi sonlandırmalıydım. Sonra ne yapacağıma vakit geldiğinde karar verecektim.
“Tamam!” Peçenin ardında beni büyüleyen gözlere baktım. Ve yalnızca ona söyledim sözlerimi. “Bir hafta sonra karım olacaksın, Amelya. Hazırlıklarını yap ve beni bekle.”
Onu bu mahkûm hayatından kurtarırken kendi hayatımı karartıyordum. Biliyordum ama yapmak zorundaydım.
Ya Hande? O ne olacaktı? Evlenmek için benden teklif beklediğine emin olduğum kadın… Onun günahı neydi?
Onu ve ihtiyarı ardımda bıraktım. Bevar’ın peşimden geldiğini bilerek dışarı çıktım. Arabaya binmeden can dostuma, kardeşim dediğim adama döndüm.
“Soru sorma, Bevar. Bağ evine gidiyoruz. Bu gece tüm hesapları kapatacağım.”
Şoför koltuğunun yanındaki yerime oturduğumda araba yine Bevar’ın hâkimiyetindeydi. Bakışlarım camda, gecenin karanlığında gezinirken aklımda yalnızca bir tek isim vardı: Amelya…
Bağ evini karanlığa bürünmüş bulduğumda yavaşça arabadan indim. Kapıdaki onlarca koruma beni görünce ceketlerini ilikleyerek doğruldular. Bevar’ın tedirgin bakışları beni izlerken arabadan indiğim sırada, ne altı aşiretin ağaları ne de evdeki misafirlerumurumdaydı. Görmeyi istediğim bir tek kişi vardı: Sermiyan Uluhan. Babamın canının, Leyla’nın masumiyetinin ve Amelya’nın tutsak hayatının hesabını bana verecek olan adam.
***
Yorumlarınızı heyecanla bekliyorum. Keyifli okumalar diliyorum sizlere…
Bu amcanın yaptıklarını bilmeden bile hoslanmamıştım boşuna değilmiş pislik herif