Her şey istediği gibi oldu. Önce adına yapılmış olan mezar açıldı. Gömülmüş olan beden çıkarıldı. O gün onlarla gelen adamlardan Doğan isimli genç adamın kayıp olduğu haberiyle savcı ve polis araştırmaya başladı. Ancak kim olduğunun tespiti için aranan ailesi bir türlü bulunamadı. Başka bir şehirden gelmiş olduğu düşünülüyordu. Belki de bir ailesi yoktu. Tüm bu belirsizlikle kimsesizler mezarlığına gönderilmesine karar verildi. Kenan, bu duruma itiraz etse de başarılı olamadı. Yapabileceği tek bir şey vardı. Soyadını ve doğum tarihini bilmese de adının ve ölüm tarihinin yer aldığı bir mezar taşı hazırlattı. Mezarın başına elleriyle yerleştirdi. Bir gün ailesinin onu bulmasını ümit ederek veda etti.
Yaşadığı ispat edildiği gün elinde güllerle düştü yola. Aralık duran bodur metal kapıyı itip, geçti. Attığı adımlarla yerdeki hafif nemli toprak havalandı. Nefes sesi uğuldadı kulaklarında. Kalbinin sızlayışını hissederek, iç çekti. Yağmur yağmıştı tepeye. Bu yüzden etrafta mis gibi toprak kokusu vardı. Hep sevdiği bu kokunun onun için yeri çok ayrı olacaktı artık. Sevdiklerini aldığı için bu kadar güzel koktuğunu bilecekti toprağın.
Mezar taşlarında gezindi bakışları. İsimler geçti gözlerinin önünden. Hepsinin bir hikayesi olmalıydı. Bir ailesi, dostları, ardından anılarına sığınarak özlemlerini avutan insanlar… Başını eğip, bastığı toprağı izledi sessizce. Sadece çocukken büyükbabası ve büyükannesini ziyaret etmek için geldiği yerde ezbere atıyordu adımlarını. Kıymetlilerinin nerede olduğunu bilir gibi tereddütsüzdü. Esen rüzgarla üzerindeki cekete sığındı. Üşüyen bedeni miydi yoksa ruhu mu bilemedi. O an duyduğu adım sesleri Asaf, Ömer ve Demir Ustanın ardından geldiklerinin işaretiydi. Yolculuğu çok sürmedi. Ansızın kesildi adımları. Kucağındaki küçük gül fidanlarının sarmalandığı paketi tutan sağ eli gevşeyerek bedeninin yanına düştü. Ürkekçe kaldırdı başını. Sadece beş adım kadar mesafede gördü söylese dudaklarını yakacak, bakmaya devam etse gözlerinde yaş bırakmayacak isimleri.
“Korkut Cesur”
“Kutsal Cesur”
Üçüncü mezarda zedelenmiş toprağın izleri, mermerinde silinmiş ismin gölgesi kalmıştı.
İnsan bir kez doğar ve bir kez ölürdü. Hayatın kanunu buydu. Lakin o ölümü görmesine rağmen gömülmemişti. Üzerine toprağı örtüp derin, huzurlu bir uykuya teslim etmemişlerdi. “Yaşa.” Demişlerdi. “Yarım da kalsan, acıdan nefes alamasan da yaşa.” Orada yatmasına izin vermeyen ağabeyiydi. Lakin öfkesinin hedefi kaderdi.
Yavaş adımlarla yaklaştı. Ayak uçlarında durup, topraklarına baktı sessizce. Üzerindeki yarısı açmış çiçek tohumları ve damlaların ezdiği yaprakları izledi. Hiçbiri gül değildi. Peki kimler dikmişti? Kimin eli değmişti topraklarına? Anasının olma ihtimaliyle güçlükle yutkundu.
Mermerin ucuna oturup, duasını etti. Gözleri topraklarında, elleri kucağında öylece bekledi. Ne diyeceğini, onlara ne anlatacağını bilemedi. Dokunamadı. Epey zaman sonra başını kaldırıp, “Özür dilerim.” Diyebildi. Onları o gün ardında bıraktığı için duyduğu vicdan azabındandı af dileyişi. Kurtaramadığı, onlar alamazken nefes alabildiği içindi. Titreyen ellerini uzattı. Topraklarında dokunduğu anda bir inleme döküldü dudaklarından. Yağmur yeniden başladı sandı. Ellerinin üzerine düşen damlaların gözyaşları olduğunu anlayamadı.
Toprak sevdiklerini sarıyordu. Avuçları ise onları örten toprağı. Henüz taze olan yaraları hissettiği acıyla yeniden kanıyor, kalbi kavruluyordu. Ağabeyinin toprağına değdiğinde elleri “Yalnızım ağabey.” Dedi. “Sözümü tutamadım.” Derin bir iç çekti. “Anamıza senin için sarılıp kokusunu çekemedim içime. Başını yaslayamadım göğsüme.” Sözlerinin ağabeyini inciteceğini bilse de gizleyemezdi. “Anamız bizden vazgeçeli çok olmuş ağabey.”
Babasının toprağına bakamadı sözlerinin ardından. Ona anasının ihanetinden nasıl bahsederdi? Gördüklerini, duyduklarını nasıl anlatırdı? Düşünceleriyle boğuşurken uzatılan güller kurtuluşu oldu.
Parmaklarıyla açtığı topraktaki boşluklara köklerini yerleştirirken, “Sen gülleri seversin ağabey.” Dedi. Babasının mezarına Demir Ustanın gülleri diktiğini gördüğünde minnetle izledi. Can sularını verirken gücü tükenmek üzereydi. Halini fark eden Demir Ustanın desteğiyle kalktı olduğu yerden. Veda etmedi. Uzaklaşırken, ansızın döndü. Adının silindiği taşa baktı. Bir gün orada, ağabeyinin hemen yanında yeniden adı yazacaktı. Söz verdiği zamana dek bekleyecekti.
**
Yaş Düzeltme Davası beklenenden daha kısa sürede sonuçlandı. Sebeplerinden biri Gülfem Cesur’du. Demir Usta’nın gönderdiği mektup sayesinde vasi olarak davanın açılmasını sağlayacak imzayı atmıştı. Kenan bunu hiç bilmeyecekti. Evde doğduğu ve hastane kaydı olmadığı için Kenan’ın nüfusa iki yıl geç yazıldığı öne sürüldü. Hayatta olan ebesinin şahitliği ve Demir Usta’nın hayatına dokunduğu Hakim sayesinde dava çabucak çözümlendi. Kenan’ın yaşı büyütüldü. On dokuz yaşında olduğu kimliğinde de yer aldığında her şey hazırdı. İmza yetkisi kazanmış, bir vasinin gölgesinde kalmamıştı. Babasından ve ağabeyinden kalan taşınmaz tüm mülkler ile holding hisseleri ve paranın varisiydi. Yasadaki oranlara göre anasıyla pay edildiğinde Kendal ve Kamber’in yaşananlardan haberinin olmaması sağlandı. İstediği evraklar eline ulaştığında son bir adım kalmıştı.
Konağa döndüğü günün üzerinden tam on gün geçmişti. Babasının çalışma odasında, ona ait koltukta otururken tüm yaşananları düşünüyordu Kenan. Konağa geldiğinde anasına sarılmayı, onunla hayata devam etmeyi düşünen masum yanına artık sadece acıyordu. Nasıl bu kadar aptal olabilmişti? Aklı almıyordu. Yüzünü sıvazlarken kısalttığı sakallarını sıvazladı. Asaf’ın odaya girişiyle dikkati dağıldı.
“Geldiler Beyim.”
Israrla ‘Ağa’ demeyen iki adamın ‘Bey’ olarak hitap etmesine alışmaya başlamıştı.
O artık Kenan Ağaydı. Aşiretinin ihtiyarlarının karşısına çıkarak, onlarında onayını aldığı için sessiz ve sözsüz olarak bu hakikat kabul edilmişti. Dilden dile dolanan varlığıyla insanlarının ne yapacağını merakla beklediğini biliyordu. Pek çoğunun başarısız olmasını isteğini de… Bu hayali kuranlar, Kamber’in ağalık görevini yerine getirmesini arzu eden kesimdi. Yedi Aşiret ise o günün ardından bir haber dahi yollamamıştı. Bu durum canını sıkıyordu. Kendisinden ve aşiretinden vazgeçemeyeceklerine emin olsa da ümitsizliğe kapılıyordu. Çıkacağı bu yolda onların içinde olmaya ihtiyacı vardı.
Yerinden doğrulup, masanın ardından çıktı. Camın önüne geçtiğinde yansımasına baktı. Dolabında olan onlarca siyah gömlekten birini giymişti. Aynı ton pantolonu ile farklı görünüyordu. Animasyon ve karikatür barındıran, birbirinden farklı ve rengarenk tişörtleri artık yoktu. Renkler arkasında bırakmıştı. Çocukluğu ve hayalleri gibi…
Aşağıya baktığında masanın etrafında oturduklarını gördü. Yukarı çıkmalarını istememişti. Zira bir kez daha ailesinden kalan izlere ayak basmalarına katlanamazdı. O gün anası ve o adamdan geriye kalan her şeyi evden attırmış, odaya kilit vurdurmuştu. Sol kolunu sardı diğer eliyle. Asaf, Ömer ve Nurbanu dışında kimsenin bilmediği güçsüzlüğü bir nebze de olsa ilk günlere göre azalmıştı. Yok olmayacağını ise biliyordu. Nurbanu henüz söylemese de bakışlarında görmüştü.
Odadan çıkıp merdivenlere doğru yöneldi. Annesinin kırlaşmaya başlamış saçlarını gördüğünde titremeye başlayan elini cebine yerleştirdi. Ona karşı zayıflığını görmesini istemedi. İçindeki sesin haykırışına sığınıp, öfkesini taze tutmaya çalıştı.
“O senden vazgeçti Kenan.”
Adımları güç kazandı. Hakikatleri anımsayan ruhu nefretin tadıyla ve acıyla bezendi. Merdivenlerin sonuna geldiğinde yüzlerine bakmak için başını kaldırdı. İfadesi çok soğuk, bakışları kapkaraydı.
“Oğlum.”
Kendisine atılmak için doğrulan annesini engelleyen bu kez Kenan olmadı. Kolunu kavrayan parmaklar o adama aitti. Babasının aynı rahimde can bulduğu kardeşine. İçindeki öfke büyüdü. Anasını kendisinden çaldığı yetmezmiş gibi onu yönetiyor oluşunu görmeye katlanamadı. Ona baktı. Her daim babasının karşısında dimdik duran kadın, öyle suskun ve güçsüz duruyordu ki… Bir yabancı gibiydi. Sadece tanıdığı sureti taşıyordu sanki. Daha fazla onları ve birbirlerine bağlılıklarını görmeye dayanamayacaktı. O yüzden kaçırdı gözlerini. Masadaki yerine yürüdüğünde oturacağı sandalye çekildi. Ömer ve Asaf ardında dururken oturdu. İkisinin de önlerinde kavuşturdukları silahları fark etmesi uzun sürmedi. Başını kaldırıp, masada karşılıklı oturan iki adama, Kamber ve oğluna bakarken kaldırdı elini. O anda konağın avlusundaki her bir köşeye yer etmiş adamları da öne çıktı.
“Kendi hanemizde düşman gibi mi ağırlanır olduk?” Ağabeyinden bir yaş küçük olan amcasının oğluna Kendal’a aitti bu sözler. Çocukluğundan beri her zaman kendisini hor görmüş, bir kez olsun şefkatle yaklaşmamıştı. Onunla paylaştığı iyi tek bir anı yoktu.
Çantasıyla yanına gelen ve hemen solunda kalan taraftaki sandalyeye yerleşen Demir Ustanın uzattığı kağıtları çekti önüne. “Burası bana ait Kendal. Babamdan kalan her şey gibi.” Her birini imzalarken kısacık bir an bakışlarını karşısındaki adamın gözlerine kenetledi. “Senin ya da…” Elindeki kalemin ucuyla onun yanında oturan diğerlerini işaret etti. “Ailenin değil.”
Oluşan sessizliği umursamadı. Tüm kağıtları imzaladığında ardına yaslandı. Demir Ustanın kalkıp, kağıtları onların önüne bırakışını yan gözle izledi. Taşınmaz tüm mallar ile banka hesaplarına koyduğu bloke sayesinde hiçbir şeye dokunamamışlardı. Kendisinden günlerdir kıvranarak haber beklediklerini biliyordu. Bir önceki gün her şey sona erdiğinde sessizliğini bozmuştu Kenan. Yolladığı haberin ardından koşarak buraya geldiklerine emindi.
“Sizi buraya çağırmamın nedenini hepiniz biliyorsunuz.” Annesinin yüzüne bakmadı. Babasının şirketlerinden birine kardeşi Kamber’i ortak ettiğini duyduğunda öfkelenmişti Kenan. Ancak Demir Ustanın desteğiyle hislerini dizginlemeyi başarmıştı. O adamın gözlerinin içine bakarak, sakin bir ses tonuyla “Sen ve karın babamdan sizlere kalan haklarınızı bana satacaksınız. İmzaladığınız anda bedelleri banka hesaplarınıza kuruşuna dek yatacak.” dedi.
“Senin imzan bile geçerli değil. Çocuksun daha!”
Demir Usta bu an için hazır beklettiği kağıdı dosyadan çıkarıp, iki adamın önüne bıraktı. “Gaziantep Asliyesi Asliye Hukuk Mahkemesinde dün sonuçlanan dava ile Kenan Cesur’un yaşı düzeltildi. Doğum tarihinde yapılan değişiklik ile birlikte on dokuz yaşında olduğu onaylandı. Mahkeme sonucunu okuyabilirsiniz.”
Hırsla aldığı kağıtta gezindi öfkeli gözleri. Kamber ise oğlunu izliyor, bunun yalan olduğunu ümit ediyordu.
“Asla olmaz.” Yerinde doğrulan adam, kağıdı yırtıp savurdu Kenan’a. “Kabul etmiyoruz. Babam istediğini yapmayacak.”
Arkasına yaslandı. “Yapacaksınız. Zira rızanızla imzalamazsanız…” Elini kaldırdığında ardındaki iki adamın silahı karşısında oturan iki adama çevrildi. İkiz kuzenleri Ayşe ve Gül ile anasının hayret dolu nidalarını duydu. Onların şahit olmasını istemese de başka bir çare yoktu. Namluya sürülen kurşunlar tek bir hareketiyle hedeflerine ulaşmayı bekliyordu.
“Öldürecek misin bizi?”
Kamber’in şaşkın suretine bakarken, parmaklarını masada gezdirdi Kenan. Başını salladı iki yana. İşaret parmağını ikisi arasında gezdirip, ifadesiz bir halde baktı yüzlerine. “Sizi bin parçaya böler, yem ederim kurda kuşa.” Başını sağa eğip, baktı yüzlerine. “Yaparım!”
Sakince söylediği sözleriyle dehşete düştü Kamber. Kendal ise Kenan’ın gözü karalığının farkında değildi.
Kenan’ın hedefi bu kez o kadındı. “O silahlardan tek birinin sana doğrulmamasının nedeni hala anam olman.” Önünde kalan onun adının yazılı olduğu kağıtları ittirdi. “Senden alacaklarım çok daha fazla… Özgürlüğümü de satın alacağım senden.”
Anasının şaşkın bakışlarına alaycı bir ifadeyle gülümsedi. “Sana ait tek bir iğneyi dahi istemiyorum hayatımda. Bu vasiyetini imzalayacaksın Gülfem Hanım. Sen ölsen dahi iki yabancı olarak kalacağız.”
Yerinden doğrulan kadın sözlerini tamamladığında kalktığı sandalyeye yığıldı. Umursamadı Kenan. Kızların onu sakinleştirmeye çalışmasını görmezden gelip, sözlerini savurdu taş kalbine.
“Adın sadece kimliğimde yer alacak bir teferruat olacak. Bedeli neyse ödemeye hazırım.”
Kadının inleyerek gözyaşı dökmesini izlerken hissizdi Kenan.
“Yedi Aşiret duyarsa bize ettiğin zulmü…”
Kamber’in sözlerini elini kaldırarak yarıda kesti. “Yedi Aşiret şu an burada sizi ölürsem dahi umursamaz.”
“Biz… Biz Cesur Aşiretinin ağa kanı taşıyan varisleriyiz.”
“Değilsiniz.” dedi Kenan. Öne doğru eğilip, işaret parmağıyla gösterdi her ikisini. “Aşiretimden azledileceğinizi bu konağa döndüğüm gün söyledim onlara. Biri dahi itiraz etmedi. Bana inanmıyorsanız arayın kendiniz sorun.” Tekrar ardına yaslandığında sözleri alaycıydı. “Artık soysuzsunuz. Olması gerektiği gibi.”
Amcasının yerinden doğrulup küfürler savurarak üzerine gelmek için harekete geçişini izlerken yüzündeki tebessümü silmedi. Etrafındaki adımlardan ikisi gelip kollarını tuttuğunda, Kendal ayaklandı. Lakin hareket edemeden iki adamını arkasında buldu. Onların haline bakıp, derin bir iç çekti. Yerinden yavaşça doğrulup, sağ yanında duran Ömer’in silahını aldı. Hedefine doğru bir kaplan misali usulca yaklaşırken, fazlasıyla rahattı. Amcasının karşısında durup, namluyu alnının tam ortasına yasladı. Başını eğip, silahın tutan elinin diğer yanından bakarken gözlerine, artık sakin değildi.
“Anamı koynuna alan sen… Şimdi karşıma geçip, babamın malını parasını mı istiyorsun bir de?” Yasladı namlunun ucunu sertçe. “Seni şu anda, tam da burada öldürmemem için tek bir neden söyle bana.”
“Kenan. Yapma evlat.” Demir Usta dahi çıkaramadı Kenan’ı o karanlıktan.
Ne karşısındaki adamın geri adım atmaya niyeti vardı ne de Kenan’ın kan dökmeden o silahı indirmeye. Silahı kavrayan parmaklarını saran ellerin varlığıyla boğazı düğümlendi. Kalbine yayılan sıcaklık, yüzünü görmese de sıcaklığını bildiği kadından geliyordu. Şefkate hasret kalbi sızlarken ateşten beter o sözleri işitti.
“Ne istediysen her şeyi kabul ediyorum. Kocamı bırak Kenan Ağa.”
O an, gerçekten ölmüş olmayı diledi Kenan. Ağabeyinin yanındaki o mezarda sonsuz uykusuna yatmış olmayı… Anasının bir kez daha kendisinden vazgeçtiğini görmeyi istemezdi. O adamı tercih etmesine şahit olmayı da. Silahını indirirken, anası ona değil, adama sarıldı sıkıca. Geri çekilip, istediği kağıtları imzalayışını izlerken boğazındaki koca yumru nefes almasına mani oldu. Kağıtları uzattığı adam da beklemeden imzaladı. Savururcasına masanın üzerine atıp geri çekildiğinde yanındaki kadının kolunu tuttu sıkıca. Hızlı adımlarla konaktan çıktıklarında kuzenleri kaldı geriye. Ayşe ve Gül’ü kollarından tutan Kendal’da yüzüne öfkeyle baktıktan sonra çıkıp gitti. Araba sesini duyması uzun sürmedi. O an olduğu yere çöktü Kenan. Başarmıştı. Demir Ustanın kollarıyla sarmalandığını hissettiğinde bıraktı kendini. Sessiz gözyaşları düştü gömleğinin sert kumaşına. Sonunda babasından kalan her şeyi onların kirli ellerinden kurtarmıştı. Bedelini ise yıllarca sürecek ebedi bir yalnızlıkla ödeyecekti.
***
Merhaba sevgili okurlarım,
İki bölüm sizlerle…
Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum.
Her Perşembe saat 20.00 de yeni bir bölüm burada sizinle buluşacak.
***