Sonraki beş günün her biri benim için birbirinden yoğun ve yorucu geçti. Gündüzleri başsağlığı için gelen misafirlerle ilgilenmiş, aşiretimden olan ancak daha önce görmediğim birçok insanla tanıştım. Akşamları da mevlitlere katılmıştım. Geçen günlerde haneme gelen pek çok kişi Sermiyan’ı sorsa da bağ evindeki misafirlerle ilgilendiği bahanesiyle onları geçiştirmeyi başardım. Şimdi ise odamda hazırlanıyordum. Ellerim o denli titriyordu ki kravatımı bağlamayı bir türlü beceremiyordum. Sonunda pes edip yatağa fırlattım. Takım elbise ve kravatı özel zamanlar haricinde kullanmasam da bugünkü kadar bunaltmamışlardı.
Konaktaki telaşlı sesleri duyduğumda cama yaklaştım. Bir gece önce bağ evinde okutulan mevlit nedeniyle annem, yengem, Lalezar ve aşiretimin bir kısmı orada kaldığı için konak sakindi. Bevar’ın bu durumu bilerek ayarladığını bilmek ona olan minnetimi bir kat daha artırıyordu.
Çalan kapıyla bakışlarımı uzun yemek masalarının sıralandığı avludan çekmeden seslendim.
“Gel!”
Kapının sesinin ardından hiç beklemediğim o sesi duydum.
“Benden nasıl gizlersin?”
O an bugünün aslında hiç de umduğum gibi olmayacağını anladım.
“Lalezar…” dedim şaşkınlıkla arkama döndükten sonra. Ne diyeceğimi, nasıl anlatacağımı bilemiyordum. Dilim tutulmuştu sanki.
“Evleniyorsun ve benim şimdi haberim oluyor, ağabey! Aşk olsun sana!” deyip kollarını göğsünde kenetleyerek küskün bir ifadeyle yüzüme baktı.
Daldığım düşüncelerden onun bu sözleriyle sıyrılıp umursamaz davranmaya çalıştım. Kol düğmelerimi bir kez daha kontrol ederken yanıma yaklaştı. Bu kez ellerini belinin iki yanına yerleştirip yüzüme baktı.
“Yengemin haberi bile yok!”
Başımı kararlılıkla kaldırıp bal rengi gözlerine bakarken duyabileceği kadar belirgin biçimde iç çektim.
“Annem nikâh kıyılana kadar konağa gelmeyecek.”
Şaşırdı ve fazlasıyla tedirgin bir ifadeyle yüzüme baktı. Kısa bir an sonra şefkatle koluma dokunurken titrek bir sesle sordu.
“Neden? Bu gizlilik, bu kaçış… Korkutuyorsun beni, ağabey!”
Derin bir soluk alarak kolumdaki elini tuttum.
“Bana güveniyor musun?” dedim gözlerimi ayırmadan. Gülümsedi.
“Bu hayatta yalnızca babama ve sana güveniyorum, ağabey,” dediğinde güçlükle yutkundum. Unutmaya çalıştığım amcamın varlığına bir kez daha lanet ettim. Omuzlarından kavradım.
“Desteğine ihtiyacım var, Lalezar,” dedikten sonra tedirginlikle devam ettim sözlerime. “En çok da Amelya’nın ihtiyacı olacak…”
Gülümsemesi soldu ve bir adım geri çekildi.
“Amelya…” Onun kim olduğunu hatırlayışını bakışlarından anlasam da dile dökmesi uzun sürmedi. “Fermanların kızı…” Başını salladı hızlıca. “Olmaz, ağabey! Onlar bizim düşmanımız! Bilmez misin? Onunla evlenemezsin!”
Amelya’nın kim olduğunu şu anda söylemeli miydim? Gerçeği duyduğunda kardeşini bu kadar suçlayabilir miydi sevgili kuzenim? Babam ve amcamın yaptıkları gibi onu yok sayabilir miydi? Bu düşünceyi derhâl aklımdan çıkardım. Yapamazdım. Lalezar’ın omuzlarına bu yükü bırakamazdım. Onun gözünde kahraman olan babasının aslında hiç de tanıdığı gibi bir adam olmadığını söyleyemezdim. Kalbini parçalayamazdım. Üstelik bir kardeşi olduğunu öğrendiğinde vereceği tepkilerin ne denli büyük olacağını tahmin edebiliyordum. Bu durum en çok da Amelya’yı yaralardı. Onun daha fazla üzülmesine izin veremezdim. Ellerimi saçlarımdan sıkıntıyla geçirip kuzenime doğru bir adım attım.
“Fermanlar ve Ferzan Ağa hâlâ bizim düşmanımız, Lalezar.”
“Kızlarıyla, aşiretin tek vârisiyle evleneceğini söylüyorsun, ağabey! Onunla evlendiğinde aşiretin damadı olacaksın! Ferzan Ağa ölünce ne olacak sanıyorsun? Senin başlarına geçmeni isteyecekler! Sonra da oğlunun… Bir Uluhan’ın…”
Öfkemi zapt etmeye çalışsam da başaramadım.
“Ben Amelya ile evleniyorum, Lalezar!” diye bağırdım. “Ferman Aşireti’yle tek bağım karımın kanı olacak! O benim soyadımı aldığı an, geçmişi yalnızca düşmanı olur!”
O an açılan kapıyla ikimiz de başımızı çevirdik. Gelen Bevar’dı. Telaşla odama girdiğinde bakışları üzerimizde gezindi. Elimle durmasını işaret edip öfkeyle soluk alan kuzenime döndüm. Sustum ve bekledim. Kararlı ifademin karşısında pes etti. Yine de yorum yapmaktan geri kalmadı.
“Kıyamet kopacak. Yengem, babam, Yedi Aşiret… Bu resmen delilik!”
Hızla soluk verip kendimi rahatlatmaya çalıştım. Beni destekleyeceğini anlamıştım. Gülümseyerek sardım narin bedenini. Saçlarına ufak bir öpücük bırakıp fısıldadım. “Teşekkür ederim, Lalezar.”
Kollarımdan çekilip gülümsedi. Ardından kaşlarını çatıp Bevar’a döndü.
“Sen cezalısın!” dediğinde, Bevar şaşkınlıkla ellerini iki yana açtı.
“Ben ne yaptım şimdi?”
Yandığını işaret ettim adı gibi gölgesiz adamıma. Lalezar’ın bilmiş bir ifadeyle bana dönüp kravatımı düzelterek boynuma yerleştirmesini izledim. Sessizce işini tamamladıktan sonra yanından geçerken Bevar’a yan yan baktı.
“Benden bir şey gizlemeyeceğine söz vermiştin!”
“Söz vermedim,” dediğinde Bevar da kaşlarını çatmış, ona bakıyordu.
Lalezar sinirlenerek omzunu silkti. “Ben söyledim!” dedi kendini işaret ederken. Ardından ona çevirdi parmağını. “Sen de sustun. İtiraz etmedin,” dedikten sonra ellerini beline yasladı. “Bu da bir söz anlamına gelir, Bevar Bey. Neyse…” Bana dönüp saçlarını savurdu. “Gelinimizi almaya gidebiliriz, beyler,” deyip salınarak odadan çıktığında, arkasından şaşkınlıkla bakakaldık.
***
Fermanların konağına geldiğimizde davul ve zurna sesi yankılanıyordu sadece. Oysa Mardin’de düğün günler öncesinden başlardı. Gelin, damat ve misafirler eğlenirler; âdetler eksiksiz yerine getirilirdi. Heyecanla etrafta koşuşturan insanlar yoktu. Hazırlanan masalar, sesleriyle etrafa neşe saçan çocuklar… Sadece kapının ilerisinde sessizce bekleyen korumalar vardı. Sıkıntıyla çevreme baktım. Arabadan inmem ve gelinin evinin kapısına gitmem gerekiyordu. O an Amelya’nın gözleri düştü aklıma. Beni bekliyor olduğunu anımsayınca usulca açtım arabanın kapısını. Adamlarım hemen çevremi sardılar. Bevar ve Lalezar da yanıma geldiğinde daha güçlü hissediyordum. Konağın kapısına ilerleyip avluya girdiğimde dışarıda olandan daha büyük bir kalabalık karşıladı bizi.
Düşman topraklarına girdiğimi haber alan Ferman Aşireti’nin ve onların dostu, dolayısıyla benim aşiretimin düşmanı olan aşiretlerin adamları her bir köşeye yerleşmişti. İsmen tanımasam bile bakışlarındaki nefret parıltıları kim olduklarını hatırlatıyordu. Bevar ile Lalezar arkamdan gelirken yürümeye devam ettim. Her adımımda önümdeki kalabalık iki yana açılıyordu. Biraz ileride duran ihtiyarı fark ettiğimde hedefim oydu. Birkaç adım kala önünde durdum. O anda bütün sesler yok oldu. Uzattığı eli umursamadan yüzüne baktım.
“Karımı almaya geldim, ihtiyar!”
Aşiretinin yanında yok sayılmak en büyük hakaretti karşımdaki adama. Ona bunu yaşatmak o anda beni mutlu eden tek şeydi. Üstelik bu yalnızca ilk hamlemdi. Sonuncu ve en büyük hamle ise Amelya olacaktı. Karım olduğu andan itibaren bu evi yabancı, soyunu düşman bilecek, karşımdaki adamı tanımayacaktı.
“Amelya yukarıda. Ancak hanımağayı göremedik?”
Anamı soruyordu. Burada olmayışının fark edildiğini ve fazlasıyla göze battığını biliyordum. Fakat onu buraya asla getiremezdim.
“Amelya!” diye seslendim ona yanıt bile vermeden. Avludaki herkes bizi izliyordu. Bakışlarını üzerimde hissediyordum. Normal koşullarda ilgi odağı olmaya alışık olsam da şimdi bu durum beni rahatsız ediyordu. Tekrar sesleneceğim sırada merdivenlerde beyazlar içinde onu gördüm. Yüzü beyaz bir peçenin ardında gizliydi yine. Kabarık olmayan, sade ve dantellerle süslenmiş gelinliğiyle bana bakıyordu. Kuzguni saçları duvağın altından süzülüyordu. Ve gözleri… Öyle büyüleyici görünüyordu ki gözlerimi ondan ayıramıyordum.
***
Sevgili okurlarım,
Yorumlarınızı heyecanla bekliyorum.