Gücünün büyüklüğünü bu tarz ortamlarda fark ediyordu Kenan. Uçağı iki katı fiyatına kiralamak isteyişini etik kurallar nedeniyle reddedecek şirket adını duyduğunda geri adım atmıştı. Son yıllarda katlanarak büyümüş olan Cesur Holdingin yönetim kurulu başkanı ve Ceo’suydu. Birçok ticari yatırım şirketlerinin yöneticisi, ortağı ve hissedarıydı. Babasının kendisinden asla ümit etmeyeceği bir noktadaydı. Büyümüştü. Sadece fiziksel değildi değişimi üstelik. Eğitim hayatına devam edemese de kendini yetiştirmişti. Bir zamanlar imrendiği ağabeyinin kitapları seven yönüne artık o da sahipti. Ayrıca doğru kişilerden aldığı fikirleri doğru yerlerde kullanmayı bilmişti. Tanıdığı pek çok önemli isim atacağı adımlarda ona fikir vererek, yolunu çizmesini sağlamıştı. Başladığı noktadan çok daha uzaklara erişebilmişti.
Yedi Aşiretin saygı duyulan Ağasıydı. Bir zamanlar onu ‘çocuk’ sıfatıyla ezmeye çalışan Celal Ağa bile gücü karşısında sesini çıkarmaz olmuştu. O masada hala en genç olsa da katkısı hepsinden fazla bir boyuta gelmişti. Gizli dostlu Sancar Kahraman’ın da bu durumda payı büyüktü. Lider koltuğunda ki Barzan Ağa kadar hatta bazı dönemlerde ondan daha fazla katkısı oluyordu. Bu durumun hoşuna gitmediğini biliyordu. Ancak sesini çıkarmayışını izlemekten de keyif alıyordu.
Düşünceler içerisinde savrulurken önündeki dosyayı kapattı. Yakın zamanda bizzat kontrol ettiği topraklarının ürün mahsulleri beklediğinden iyi çıkmıştı. Denenen yeni tohumlar en büyük cevheri olan fıstığın verimini arttırmıştı. Yakın zamanda kurduğu, genç ve başarılı mühendislerden oluşan ekibinin sayesinde başarmıştı. Onlarla iletişime geçmeyi ve başarılarının karşılığı olarak yüklü tutarda prim verilmesini notlarının arasına aldı.
Her günü, her saati planlıydı artık. Asistanı ve yardımcısı olsa da Kenan kendi takip etmeyi seviyordu. Bu yüzden bir ajanda tutuyordu. Toplantıları, günlük yapması gereken görüşmeleri tüm detaylarıyla kayıt ediyordu. Sayfanın altına yazdığı notu gördüğünde yüzünü buruşturdu. Nasıl unutabilmişti? Ceketinin iç cebinden çıkardığı telefonu açmak için dokunduğunda şarjının bitmiş olduğunu gördü.
“Yine mi?” Bu durumla sık sık karşılaşsa da bir çözüm yolu da bulmuyordu. Ulaşılamamak rahatsız etmiyordu kendisini. Aslında sıklıkla ihtiyaç duyuyordu bu duruma.
Uçağın inişe geçtiğini söyleyen pilotun sözleriyle telefonunu tekrar cebine yerleştirdi. Yanına aldığı Ömer ve Asaf arkasında ki koltuklara yerleşmişlerdi. Alıştığı horultuları duyumsadığında koltuğun” yanından başını eğip, uyuyan yüzlerine baktı. Topraklarına ve düzenine alışsalar da balıkçılara özgü giyim tarzlarından asla vazgeçmemişlerdi. Üstelik bu duruma herkesi alıştırmışlardı. Yedi Aşiret toplantılarında dahi ilk günkü gibi gölgesi olarak arkasında durmalarını istemişti. Kendisi için kurşunların önüne atmayacaklarına, canları pahasına onu koruyacaklarına emindi Kenan. Bunca yıl onu üzecek, hayal kırıklığına uğratacak tek bir hareketleri olmamıştı.
Koluna vuran ağrıyla buruşturdu yüzünü. Sıvazlarken, uzun zamandır ziyaret etmediği İhtiyar aklına geldi. Yanına gelmesini, artik daha da yaşlandığını defalarca kez söylese de kabul etmemişti. Kızından izler olan o deniz fenerinin altındaki kulübesinden ayrılmamıştı. O vakit Kenan gönderdiği mimar ve teknik personelle neredeyse baştan yapılmasını sağlamıştı. Özünden izler kaybetmeyen ama onun için daha konforlu olan bir yere dönüşmüştü. İhtiyar söylense de memnun olduğunu sesinin tınısından anlamıştı. En çok da özel yapılan küçük iskele ve balık tutması için tasarlanan detayları sevmişti. İstisnasız her hafta erzak ve kişisel ihtiyaçlarının olacağı koliler ulaşıyordu. Ona zarar gelmemesi için yanına dahi sadece sayılı olarak gidebilmişti. Onu da kendi karanlığı ve lanetli geçmişi yüzünden kaybetmeyi göze alamıyordu. Takip edildiğini biliyordu. Kime ait olduğunu bilmediği bir çift gözün üzerinde olduğunu hep hissediyordu. Bir gün o gözlerin içerisine bakıp, intikamını alacaktı.
Uçak piste indiğinde, tekerleklerin zemine deyişiyle bu düşüncelerinden uzaklaştı. Arka koltuktaki kıpırdanışlar onlarında uyandığını gösteriyordu. Yavaşlayan ve aniden kesilen motor sesiyle kemerini çözdü. Yerinden doğrulduğu anda adamları kendine çeki düzen vermiş, onu bekliyorlardı.
Havaalanından çıktıkları anda onları bekleyen arabanın arka koltuğuna yerleşti. Ömer ön koltuğa, şoförün yanına oturduğunda Asaf’ta arka koltuğa yanına geldi. Defilenin nerede olacağını ve içeri nasıl gireceklerini sormadığını fark ettiğinde uzatılan zarfta buldu sorularının cevaplarını.
“Defileye giriş biletiniz Beyim. Özel bilet olmadan kimsenin girişine izin verilmiyormuş.”
Üzerine altın renklerde, özel olarak yazılmış isme baktı.
“Cesur”
Soyadını yazmışlardı. “Yoksa bu…”
“Kendal’ın bileti.” Dedi Asaf arkasına yaslanırken. Gözleri muziplikle parlıyordu. “Başka bir bilet bulmak imkansız değildi. Ama bunu ele geçirmek kadar keyif veremezdi.”
Ellerindeki davetiye sayesinde Kendal içeri giremeyecekti ve Kenan istediği kadar zamana sahipti. Şimdi yapması gereken kızı bulmak ve kaçmak için ikna etmekti. Çok önemli bir detayı unuttuğunu ise henüz fark edememişti. Yüzünün tüm detayları bildiği kızın adını sormak aklına dahi gelmemişti.
***
Saatler önce
Davetli listesine bakan meraklı güzeller kıkırdayarak, Kendal Cesur’la ilgili konuşuyorlardı. Pek çoğu onun gibi zengin bir adamla birlikte olmak ve kendini güvenceye almak istiyordu. Maddi olarak arkasında olacak bir adamla geleceğe dair kaygılarını azaltabileceğini ve ihtişamla dolu bir hayat yaşayabileceklerine inanıyorlardı. Çıkan haberlerin ne denli kötü olduğunu görseler de umurlarında değildi. Bir adamın sahip olduğu paranın kaynağı karanlık olabilirdi. Bu sadece teferruattı. Haberlerinin çoğunun yalan ve abartı dolu olduğuna inanmak ise bir çoğu için daha kolaydı.
Sarı saçları dalgalarının dağılmaması için özenle sarılan kadın, gazeteyi yanındaki kadından çekip aldı. İç çekip, sert bakışlı ve ciddi bir ifadeyle duran adama baktı. “Ah… Bu adama bayılıyorum.”
“Kim bu?” Diye soran kıza küçümseyici bir ifadeyle baktı.
“Nasıl tanımazsın? Kenan Cesur.”
“Kendal Cesur ile akrabalar mı?”
Gazeteyi dizlerine bırakıp, omuz silkti. “Sanmam. Soyadı benzerliği olmalı. Yoksa bir o Kendal’a bak birde şu adama.”
“Çok karizmatik adam.”
Yakından takip ettiği adamın yüzünde parmaklarını gezdirdi. “Hem de nasıl… Hayatında kimse yok.”
Kızıl saçları yeni taranmış olan manken kıkırdayarak, dürtükledi. “Sıkı takipçisisin anlaşılan.”
“Çok uzun zamandır peşindeyim.”
Yanlarına yaklaşan bir diğer kız adamın yüzünü incelerken merakla sordu. “Nasıl yalnız bırakılır ki böyle bir adam? Vahşi bir havası var.”
Yanındaki kız iç çekti. “Yatakta nasıldır sence?”
Gazeteyi katlayıp, makyaj masasının üzerine koyan sarışın manken hülyalı bir ifadeyle baktı diğerlerine. “Ah… Fazlasıyla tatmin edici olduğuna bahse girebilirim. Çok yakında bizzat öğreneceğim.”
“Bakışları iç yakıcı. Sakal sevmem. Ama bu adama yakışmış.”
Orada olan ancak konuşmalara katılmayan bir kız vardı. Gazel… Günlerdir aklından çıkmayan, geceleri rüyalarına misafir olan adamın adını duyduğu anda kanatlanan kalbine kızdı bir kez daha. Onun kendisini unuttuğuna hatta belki de hatırlamadığına eminken nasıl böyle zayıf olabiliyordu?
Düşünceler içerisinde savrulurken, kendisi için hazırlanan tuzağın farkında dahi değildi. Günlerdir hazırlandığı geceye konsantre olmak için kıpırdandı yerinde. Uzun saçlarını tek omzunda toplarken aynadaki aksini izledi. Baş manken olarak çıkacağı defilede herkesin gözünün üzerinde olacağını biliyordu. Kalbi şiddetle çarpıyor, heyecanla kasılıyordu. Uzun zamandır bu sektörde olan pek çok mankenin başaramadığını neredeyse iki senede elde etmişti. Çok çalışmış, çok emek vermişti. Şans ondan yana olmuştu.
Oysa yabancısı olduğu topraklara geldiğinde ne sığınacak bir ailesi ne de arkadaşı yoktu. Seçmelere katıldığında şu an aynada gördüğü aksinden daha farklıydı. Oldukça zayıftı. Üstelik yüz hatları henüz oturmamıştı. Herkes ona küçümseyen gözlerle bakarken, onları yanıltmayı başarmıştı. O odadan çıktıktan kısa bir zaman sonra neredeyse tüm ülkenin tanıdığı bir manken olmuştu.
“Kızlar herkes yerine. Makyaj zamanı.”
Markanın tasarımcılarından Max’in sözleriyle bir arada oturan mankenler telaşla yerlerine geçti. Her biri için özel getirilen makyözler başlarına geçtiğinde sessizlik oluştu. Diğerlerinin aksine Gazel’in saçları düz bir halde bırakılmıştı. Belini düşen saçlarının sadece kırıklarını aldırıyor, kısaltmaktan çekiniyordu.
Saçlarına dokunan elleri anımsadığında titredi elleri.
“Bal kokuyorsun.”
Bir gece önce duyduğu o ses yankılandı kulaklarında. Gözlerinin önünde belirdi rüyasının her bir detayı.
Denizin kenarındaydı yine adam. Sırtı kendisine dönük, siyah gömleği ve aynı renk pantolonuyla öylece duruyordu. Ayakları çıplaktı. Rüzgar kara saçlarını dağıtıyor, elleri bedeninin iki yanında öylece denizi izliyordu sessizce. Yapayalnız… Birini bekler gibi...
Nasıl olduğunu bilmese de onun Kenan Cesur’du o adam. Sesini duymamış olsa da öyle hissediyordu Gazel. Daha önceki rüyalarının aksine bu kez yakınındaydı üstelik. Kumları ezerek ona ulaşmak için telaşla yürüdüğünde elbisesinin uzun etekleri bacaklarını sarmalıyordu. Ne halde olduğunu önemsemeden ona ulaşmak için çabalıyordu. Sadece bir adım ardında durduğunda kalbinin sesine yeniliyordu. Heyecanla uzatıyordu ellerini. Kollarının altından geçirip, karnında birleştiriyor, sırtına yaslıyordu bedenini. Yüzü kumaşa sürtünürken kapatıyordu gözlerini. Öylesine farklı bir hisle sarmalanıyordu ki kalbi… Ansızın kollarından sıyrılıp, döndüğünü hissettiğinde uzun sürmüyordu sıcaklığının yokluğu. Sıkıca sarıyordu bedenini güçlü kollar. Ona sığınırken buluyordu kendini Gazel. Saçlarını okşadığını, kokusunu içine çektiğini hissettiğinde kalbinin duracağını düşünüyordu.
Saçlarına dokunan ellerin varlığı ile irkildi. Max’ti. “Kanatların takıldığında saçını ve makyajını son bir kez düzenlememiz gerekecek. Benden başka bir isteğin var mı?”
Gülümsedi. “Teşekkür ederim.” Dediğinde Max hayali bir öpücük yollayıp, uzaklaştı. Başından beri iyi anlaşmışlardı.
Her şeyiyle hazırdı. Sadece üzerindeki bornozunu çıkarması ve içerisindeki özel iç çamaşırlarının üzerine onu bekleyen kanatlarını takması yeterliydi. Diğerleri henüz sergileyecekleri çamaşırları giymemişlerdi bile. Gazel’in erken davranmasının tek nedeni o adamdı. Geçen defilede soyunma odasına gizlice girmiş ve neredeyse yarı çıplak onu görmeyi başarmıştı. Birkaç aydır nasıl olduğunu anlamadan her yerde karşısına çıkıyordu. Diğerlerine göre bu durumda zevk alması gerekirken o istemiyordu. Ne bakışlarını, ne imali sözlerini ne de her seferinde reddettiği değerli hediyeleri… Kalbinde ufacık da olsa kıpırtıya neden olmamıştı. İstemediğini defalarca kez söylese de adam sanki tam tersini anlıyor gibiydi.
“Kendal Bey bu kez çiçekleriyle kuşatmamış etrafını. İlgisi mi bitti yoksa?”
Çiçeklerin içeriye alınmamasını o istemişti. Güvenliğe gizlice verdiği bahşişler ile de başarmıştı. Kimsenin haberi yoktu. Bu sözleri sarf eden sarışın kadına bakıp, omzunu silkti.
“Locadan almış biletini. O bölümde sadece o olacakmış.”
Podyumun ucunda durup, poz verdikleri yerin karşısındaki alandan bahsediyordu. Marka bu bölümde on koltuktan oluşan özel bir bölüm hazırlatıyordu. Her defilede bu koltukların biletleri oldukça yüksek fiyatlardan satılıyordu. Genel olarak markayla ilgilenen iş insanları ya da sanatçılar tarafından alınıyordu. Kendal’ın da özellikle bu bölümde oturmak için çaba sarf ettiğini duymuştu. Onun karşısında duracak olma düşüncesi midesini bulandırsa da belli etmedi. Kıskanç bir ifadeyle saçlarını savurarak giden kadının arkasından baktı sessizce.
Yalnızdı. Etrafında onun gibi pek çok manken olsa da hiçbiri ile düşünceleri uyuşmuyordu. Sadece biriyle yakınlık kurmayı başarabilmişti. Ancak o da gitmişti. Beyaz atlı prensini bulmuş ve evlenmeye karar vermişti. Hep hayalini, kurduğu anaokulunu açarak, sevdiği adamla bir hayat kurabilmek için bir önceki defilede mankenliği bırakmıştı. Onun için çok mutluydu. Yine de kalbinin ufacık bir köşesinde ona özeniyordu. O da istiyordu. Onu her şeyden çok sevecek, kollarıyla ve ruhuyla sarmalayacak, çocuklarını doğurmak isteyecek kadar kalbine dokunmayı başaracak bir adam… Annesinin aksine o ne olursa olsun tek bir adama ait olmayı istiyordu.
Dalgın bakışları önüne uzatılan tepsiyle odağını kazandı. Diğerlerinin alkol dolu kadehlerinin aksine onun bardağında en sevdiği şeftali suyu vardı. Garsona teşekkür edip bardağı dudaklarına dokundurdu. İçinde iki saat sonra bütün vücuduna yayılacak bir ilaç olduğunu bilmiyordu.