Amelya…
Dadım elleri titreyerek duvağımı takıyordu. Saçlarımı açık bırakmamı çok istediği için ona karşı çıkamamıştım. Ne zaman kırabilmiştim ki onu? Bana hiç tanımadığım annemin şefkatini, sahip olamadığım bir ablanın sıcaklığını hissettiren kadındı. Hayatımda değer verdiğim tek insandı. Ansızın o düşünce yine zihnimde yer buldu. Günlerdir beni içten içe tüketiyordu.
“Ya gelmezse? Ne yaparsın, Amelya?”
Genco gelmezse dedem beni öldürürdü. Bunu gözünü kırpmadan yapacağını biliyordum. Ya ben ne yapacaktım o zaman? Razı mı olacaktım ölmeye? Önünde diz çöküp gümüş bir kurşunla canımı almasına izin mi verecektim? Üzerimdeki annemin gelinliği kefenim mi olacaktı?
“Çok güzel oldun.”
Dadımın sözleriyle dalmış olduğum bu düşüncelerden güçlükle sıyrıldım. Buruk bir tavırla gülümsedim. Aynadaki yansımama bakarken dolan gözlerimi kırpıştırdım. Daha önce hiç beyaz giymemiştim. Aynadan uzun uzun kendime baktığımda siyah dışında giymediğim daha pek çok rengi düşündüm hüzünle…
“Güzel kızım,iyi misin?”
Başımı salladım sessizce. Gözlerini kaçırıp, hep yanında taşıdığı işlemeli mendiline sildiğini gördüğümde benimde gözlerim doldu.
“Dadı…”
Küçük bir çocuk gibi omuzlarını silkti.
“Ağlama, lütfen. Bugün benim en mutlu günüm. Özgürlüğüme kavuşuyorum, dadı.”
Sözlerimin aksine içim buruktu. Altı yaşındayken yüzünü ilk kez gördüğüm Ferzan Ferman, yani büyükbabam bir gece yarısı bu konağa getirmişti beni. Çocuk yüreğimin beklediğinin aksine sevgi ve şefkatten yoksundu. Çözemediğim koca bir esaret bırakmıştı küçük avuçlarıma. Bileklerimde kelepçe ya da ayağımda pranga yoktu belki. Ama yüzüme fırlatılan küçük bir bez parçası beni buraya bağlayan zincirlerim oldu.
Odamdan ve odamın bulunduğu bu çatı katından dışarı çıkmam yasaktı. Bu yüzden ne okula gidebildim ne de dışarıda, sokaklarda özgürce yürüyebildim. Her baharda bahçede can bulan renk renk çiçeklerin kokularını hiç bilemedim. Geceleri camdaki parmaklıkların ardından gördüğüm ay şahitti yalnızlığıma. Günler, onunla karşılaşma ihtimalinin korkusuyla geçerken tükendiğimi hissediyordum. Ufku göremiyor, içinde bulunduğum karanlığın ruhumu her gün kendisine çektiğini hissediyordum.
Ömrümün burada biteceğini, bedenimin bu odada çürüyüp gideceğini kabul ettiğimde bir gece, önüme atılan bir tek fotoğraf koca karanlığımı yıktı. Adının “Genco” olduğunu öğrendiğim adam, yüreğime serpilen umudum oldu. Büyükbabamın dediğine göre bu adam benim kocam olacaktı.
O günden beri fotoğrafı yanımdan ayırmadım. Her gün, her gece o fotoğrafa bakıp dualar ettim. Tez gelmesini, gelip beni buradan alıp götürmesini istedim. Günler önce dedemin anlayamadığım isteği üzerine hastaneye gitmem gerektiğinden konaktan çıkarıldım. O an Genco’nun bana sahiden yaklaştığını hissetmiştim. Çok sürmemiş ve onu bir hafta önce, o gece karşımda gördüğümde şükretmiştim.
Dedemden uzakta olacaktım. En önemlisi de yüzümü artık gizlemeyecek, özgürlüğün ne demek olduğunu öğrenecektim. İçimdeki uçsuz bucaksız sevinci zapt etmeye çalışırken bir bilinmeze yol aldığımı biliyordum. Tanımadığım bir adamı kocam, bilmediğim bir evi yuvam belleyecek olmak kalbime korku salsa da özgür olma düşüncesi beni rahatlatıyordu.
Yatağımın kenarına oturdum. Genco Uluhan. Yıllardır beklediğim adam… Merhametli ve cesurdu. Bu iki erdemi taşımasa benimle evlenmeyi asla kabul etmezdi, biliyordum. Peki, benim hasretiyle yandığım sevgiyi taşıyor muydu yüreğinde? Bunun olmama olasılığıyla ne yapacağımı bilmiyordum. Şimdilik elimden gelen tek şey sabırla beklemek ve dua etmekti. Hayattan o kadar habersiz ve bilgisizdim ki… Onun yanında eksik kalmaktan ve onu utandırmaktan korkuyordum. Lakin inanıyordum ki o beni severse eğer, ben onu daha çok severdim. Aklıma gelenle hızlıca yerimden kalkarak, dadımın tombik kollarını tutup yüzüne baktım.
“Genco ile konuşacağım, dadı. En kısa zamanda yanıma geleceksin.”
“Güzel kızım… Amelya’m…” dedi yüzüme dokunurken. Ondan başka kimse böylesine sevgiyle dokunmamıştı. “Benim seninle gelmem yakışık almaz. Artık bana ihtiyacın yok.”
Hızla başımı sallayarak duvağımı açıp peçemi sıyırdım.
“Her zaman… Her zaman ihtiyacım var benim sana, dadı. Hem ben sensiz hiç kalmadım ki…”
“Yalnız olmayacaksın, güzel kızım. Artık kocan olacak yanında. Mutluluğunu, sıkıntını, hüznünü onunla paylaşmalısın.”
“Dadı…” dedim gözlerim dolarak. Onun ne kadar inatçı olduğunu biliyordum ve bu, canımı sıkıyordu.
“Şimdi beni iyi dinle. Kocana önce saygı duymalısın, sevgi zamanla olacaktır. Seni çok özenle büyüttüm. Bilirim, pek çok konuda öğreneceklerin olacak ama eminim ki sen başaracaksın. Çok kuvvetli bir hanımağa ve çok iyi bir eş olacaksın. Ancak eş olmak, hanımağalıktan daha fazla zorlayacak seni. Öncelikle, kocana karşı gelme. Her dediğine evet de demiyorum elbet, fikirlerini belirtmeden olmaz. Doğru bildiklerini savun. Bu gece, sana dediğim gibi sizin için çok özel olacak.”
Dadımın anlattıklarını hatırlayınca avuçlarımı ateş alan yanaklarıma bastırdım. Genco konağa gelip de evleneceğimizi söylediği andan itibaren bulutların üzerindeydim. Bu nedenle böyle bir şeyi düşünememiştim bile. Karı koca olarak aynı yatakta yatacaktık elbette. Ancak bu denli özel şeyler olacağını bilmiyordum. Düğünümüzün ardından onun olmamı isteyecekti. Elbette haklıydı. Gençti, yakışıklı ve güçlü biriydi. Bu zamana kadar yanında, yakınında pek çok kadın olduğuna emindim. Fakat kendimi hiç tanımadığım bir adama böyle teslim edemezdim. Onu gerçekten tanımayı istiyordum. En sevdiği rengi, en sevdiği yemeği bilmeliydim mesela… Onunla ilgili her şeyi öğrenmeliydim. Dadımın yüzüne bakıp titrek sesimle kararımı açıkladım.
“Bu gece karısı olmayacağım, dadı!”
Sevgiyle dokundu yüzüme. “Korkma… Ona güven. Duyduğuma göre bu genç adam çevredekilerden çok farklıymış. Amerika’da yaşadığını, modern bir adam olduğunu söylüyorlar.”
Davul sesini duyduğumda başımı hızla cama çevirdim. Gelmişti! Genco sözünü tutmuş, beni kurtarmaya gelmişti. Heyecanla gülümsedim.
“Genco geldi!”
Dadım da benim gibi mutluydu, bunu biliyordum. Dedemin pençelerinden sıyrılabileceğim için seviniyordu. Peçemi kapatıp duvağımı indirdi.
“Karımı almaya geldim, ihtiyar!”
Genco’nun sesiydi bu. Nikâhımız dahi kıyılmadan benden “karım” diye bahsetmesi kalbimi sıkıştırdı. O an yüzü düştü gözlerimin önüne ve güçlükle soluk alabildim. Kapıya doğru adım atmaya başladığım sırada dadım beni durdurdu.
“Amelya!”
Arkama döndüğümde onu elinde kırmızı kurdeleyle bekler buldum. Gözlerimden küçük bir damla yaş süzüldü. Dualarla geldi yanıma ve üç kez belimin etrafından çevirip sardı. Babamın ya da ağabeyimin olmayışı ilk defa canımı bu denli yakıyordu. Dedemin ise asla bunu yapmayacağını biliyordum. Dadım bana sevgiyle sarılırken iç çekerek fısıldadı.
“Bilsinler ki Leyla’nın kızı Amelya’nın alnı açık. Bilsinler ki Uluhanların gelin ağası masumiyeti ve bereketiyle geliyor. Kocana emanetsin artık, güzel kızım.”
“Amelya!”
Genco’nun sesini işittiğimde gülümsedim. Dadımın kollarından yavaşça ayrıldım. Gözlerimden akan yaşı silerken dadım kapıyı açtı.
“Müstakbel kocanı daha fazla bekletmeyelim yoksa Ferzan Ağa’yı yıkıp buraya kadar gelecek.”
Elim ayağım titrerken derin bir soluk alarak odamdan çıktım. Kendime söz verdiğim gibi arkama dönüp bakmadım. Bir an için dönüp bakacak olsam, bir gün bu zindana geri dönecekmişim gibi hissediyordum. Ama ne olursa olsun, ölsem bile buraya asla dönmeyecektim.
***
Genco…
Merdivenlerde duruyordu. Etraftaki bakışları umursamadan elimi uzattım beyazlar içindeki kadına. Merdivenleri yavaşça indi. Son basamakta durduğunda avucuma narin elini bıraktı. Parmaklarını sarıp kendime çektim. Peçenin ardındaki yüzü hâlâ benim için koca bir gizemden ibaret olsa da güzel gözleri karşımdaydı.
“Karım olmaya hazır mısın, Amelya?”
“Evet…” Titrekti sesi. Avucumdaki eli titriyordu. Gözlerini kaçırdığında daha fazla orada durmak istemedim. İhtiyarın elini öpmesine ya da onunla vedalaşmasına müsaade etmeye niyetim yoktu. Onun bunu isteyip istememesini de sorgulamadım. Parmaklarımı sol elinin parmaklarının arasından geçirip ellerimizi birbirine kenetledim. Amelya’yı arkama alıp ihtiyarın yüzüne baktım.
“Söz tutuldu, yeminin gereği yapıldı, Ferzan Ağa! Artık ne senin benden bir alacağın ne de benim sana vereceğim kaldı! Bir daha sakın karşıma çıkma!”
Cevap vermesini beklemeden kapıya yöneldim. Davul sesleri eşliğinde konaktan çıktığımızda avucumdaki narin parmakları daha sıkı sardım. Onunla buradan birlikte çıkıyor olmak omuzlarımdaki yükü az da olsa hafifletmişti. Ancak onunla henüz doğru dürüst konuşmamıştım bile. Bu yüzden ne düşündüğünü, ne hissettiğini, neler yaşadığını bilmiyordum. Arabaya vardığımızda önce onun oturmasına yardım ettim. Ardından yanına geçtim. Kapılarımız art arda kapanırken Bevar şoför koltuğuna geçti. Lalezar da onun yanındaki yerini aldığında artık buradan gitmeye hazırdık.
Konağa gidene dek sessizlik içinde yol aldık. Emrim üzerine kutlama yapılmayacak ve sessizce nikâhımız kıyılacaktı. Her şey istediğim gibi ilerliyordu ancak içimdeki sıkıntı geçmiyordu.
Arabanın durmasıyla ona baktım. Ürkek gelinim sessizce konağın silüetine bakıyordu. Gelinliğin etekleriyle oynayan parmaklarının kasıldığını gördüğümde, yavaşça uzanıp küçük ellerini tuttum. O kadar küçüklerdi ki avuçlarımın arasında kaybolmuşlardı. Yüzüne baktığımda ellerimizi izliyordu. Güzel gözlerini gözlerime kenetlediğinde kapıların açıldığını ve Lalezar ile Bevar’ın indiğini işittim.
Gözlerimizi ayırmadan kelimeleri toparlamaya çalışarak tane tane fısıldadım. “Evlendiğimiz an asla ayrılamayacağız, Amelya. Son nefesime kadar karım olacaksın. Ben de senin kocan…” Başını salladığında sözlerime devam ettim. “Sana ilk ve son kez soracağım. Bu evliliği kendi rızanla istiyor musun, Amelya?”
Sustu. Sabırla bekledim yanıtını. Ya istemezse? Ya hayır derse? O zaman itiraz edemez, onu zorlayamazdım. Bensiz yeni bir hayat sunabilir, bir daha oraya dönmemesini sağlayabilirdim. Onu uzak da olsam koruyabilirdim. Ben bu düşüncelerle boğuşurken beni sarsan sözlerini işittim.
“Benim senden başka kimsem yok, Genco…”
Sözleri o kadar ağır, teslimiyeti o kadar güçlüydü ki… Korunmaya muhtaç küçük bir kız çocuğu gibiydi… Manasız bir rahatlamanın ardından minik bir tedirginlik yerleşti içime. Ya yapamazsam? Onu mutlu edemez ve daha çok yaralarsam? Onu başka bir karanlığa hapsedersem? Başımı salladım bu düşüncelere karşı. Güçlü ve cesur yanımı bulup öne çıkarmak için kuvvetle soluk aldım. Yapabilirdim. Bakışlarım bir kez daha yüzünde gezindi. Ardından ellerini bırakıp yavaşça arabadan indim.
Lalezar ve Bevar’ı arabanın önünde bizi beklerken buldum. Yanıma gelmek için hareketlendiklerinde elimi kaldırıp durdurdum usulca. Arabanın diğer yanına hızlı adımlarla geçtim. Kapıyı açıp az sonra karım olacak kadına usulca elimi uzattım. Benim çıkıp gittiğim diğer tarafa dönüktü bedeni. Kapının sesiyle yavaşça bana döndü. Hayran olduğum güzel gözleri yaşlarla doluydu bu kez. Kaşlarım çatıldı. Neden ağlamak üzere olduğunu düşündüğüm o kısacık anda bunun benim eserim olduğunu fark ettim. Onu buraya getirdiğim, hayatıma kabul ettiğim ilk anda üzmeyi başarmıştım.
İnce parmakları ve narin eli tüy kadar hafif bir dokunuşla kondu avucuma. Beyazlar içerisinde arabadan indiğinde sendeledi. Hızlıca belini sararak kendime çektim. Ben yaşadığımız anın şaşkınlığı içerisindeyken, onun ne hissettiğini anlayamıyordum. Yüzüme bakmıyordu çünkü. Başını önüne eğmişti. Sağ elimi belinden ayırıp usulca çenesine dokundum. Dokunduğum anda başını kaldırınca o an gözlerinden süzülen bir damla yaşı fark ettim. Beyaz peçesinin altında kayboldu. O anda ona geleceğimizle ilgili bir umut vermeyi istedim.
“Her şeyin ben olacağım, Amelya. Bugün ve yarın… Her zaman senin yanında, seninle olacağım.”
Sözlerimin ardından yüzündeki elimi çektim. Sol elim ince parmaklarını sararken, etraftaki adamlarımın bakışlarının arasında müstakbel karımla konağa yürüdüm. Akşamki mevlit ve yemin töreni için erken gelen aşiretimin insanları yerinde doğrulurken, hizmetliler ellerindeki işleri bırakıp saygıyla selam verdiler. Şaşkın bir ifadeyle bana ve yanımda gelinliğiyle duran Amelya’ya bakıyorlardı. Onu tanımaları, kim olduğunu anlamaları mümkün değildi. Zira benim gibi hiçbiri yüzünü görmemişti. Selamlarına başımı sallayarak karşılık verdim. Hızlı adımlarla, Amelya’yı da neredeyse peşimde sürükleyerek, üst katın merdivenlerine yöneldim. Anamın, haberi az sonra alacağını biliyordum. O gelene kadar nikâh kıyılmalıydı. Merdivenlerin sonuna geldiğimizde dönüp Amelya’ya baktım. Gelinliğin uzun, tül eteklerini diğer eliyle toplamıştı. Peçesine çarpan nefesinin sıklığı onu zorladığımı görüyordum.
“İyi misin?” dediğimde sessizce elimi sıktı.
Az ileride misafir salonunun önünde duran Bevar’ın seslenişiyle oraya doğru yürüdüm. İçeri girdiğimizde nikâh memuru, Karan ve Samira karşıladı bizi. Lalezar ile Bevarda arkamızdan odaya girdiklerinde herkes sessizce bize bakıyordu. Memurun ikazıyla toparlandık.
“Gelin ve damat hazırsa nikâha geçelim.”
“Hazırız,” dedim masanın bize ayrılan kısmına geçerken. Önce Amelya’nın oturmasını sağladım. Ardından kendim de onun yanındaki yerimi aldım. Benim şahidim Bevar olurken, Amelya’nın şahitliğini de Samira yapacaktı.
“Prosedüre gerek yok. Doğrudan soru kısmına geçelim,” dedim bakışlarım kapı ile memur arasında gidip gelirken.
Memur, bu sözlerimin ardından kaşlarını çatarak hem bana hem de yanımda peçesiyle oturan Amelya’ya baktı. Telaşlı olmam hoşuna gitmemişe benziyordu. Yanımda oturan gelinime baktım. Masanın üzerinde kenetlediği elleri titriyordu. Uzanıp elini tuttum. Bir tek elim yeterli olmuştu iki elini de örtmeye. O kadar küçüklerdi ki… Yavaşça çekip kucağıma indirdim. Gözlerini üzerime çevirse de bakmadım.
“Ali ağabey, babamın hatırına.”
Samira’nın sözleri tesirli olmuştu. Adam omuzlarını düşürüp, “Peki…” dedi. “Adınız soyadınız, gelin hanım?”
“Amelya… Amelya Ferman,” dedi başı önünde.
“Sizin adınız soyadınız, damat bey?” dedi memur bu kez.
“Genco Uluhan.”
“Şahitlerin ad ve soyadlarını alayım.”
“Samira Elyadıh.”
“Bevar Kılıç.”
Önündeki defterden kontrol edip tekrar bize baktı.
“Birbirinizle evlenme isteğinizi daha önce yazılı olarak bildirdiniz. Yapılan araştırmalar sonucunda evlenmenize engel bir durumun olmadığı tespit edildi. Bir kez de şahitler huzurunda sözlü olarak evlenmek istediğinizi beyan ederseniz, evlenme akdinizi gerçekleştireceğim.”
Amelya’ya döndü. “Siz Sayın Amelya Ferman, Sayın Genco Uluhan’ı hiç kimsenin etkisi ve baskısı olmaksızın, özgür iradenizle eş olarak kabul ediyor musunuz?”
Başını sallayarak kısık bir sesle, “Evet,” dedi.
Kısa bir süre Amelya’yı süzen adam, ardından bana döndü. “Siz Sayın Genco Uluhan, Sayın Amelya Ferman’ı hiç kimsenin etkisi ve baskısı olmaksızın, özgür iradenizle eş olarak kabul ediyor musunuz?”
Beklemeden, “Evet!” dedim. Sesim fazla sert çıksa da umursamadım.
Başını salladı. Karşısında oturan Samira ve Bevar’a döndü. “Sizler de duydunuz, birbirlerini eş olarak kabul ettiler. Şahitlik eder misiniz?”
“Evet!”
“Evet!”
Aldığı yanıtlar üzerine önündeki defteri uzattı. “Ben de sizi Midyat Belediyesinin bana verdiği yetkiye dayanarak karı koca ilan ediyorum. Buyurun imzalayın.”
İlk imzayı Amelya atacaktı. Defterin üzerindeki kalemi tutup yüzüme baktı. Ne düşündü, bilmiyordum ancak uzun sürmedi. Tekrar deftere bakıp imzaladı. Ardından bana uzattı. Ben de beklemeden imzalayarak Samira’ya doğru ittim. Onlar da imzaladıktan sonra memur defteri geri aldı. Ayağa kalktığında biz de onunla birlikte kalktık. Amelya’nın eli hâlâ avucumun içindeydi.
“Ömür boyu mutluluklar dilerim. Gelini öpebilirsiniz.”
Alkış sesleri arasında memur nikâh defterini Amelya’ya uzattı. O ise hemen bana baktı. Benden onay bekliyordu. Başımı sallayarak ellerini usulca bıraktım. Bunun üzerine artık birbirimize ait olduğumuzu belgeleyen o küçük kırmızı defteri almak üzere uzandı. Defteri açıp içindeki fotoğraflarımıza uzun uzun baktığını gördüğümde derin bir soluk aldım. O an aklıma onun suretini fotoğrafta görebileceğim geldiğinde geç kalmıştım. Memur ve Amelya aynı anda kapatmıştı defterleri.
Bu evliliği gerçekten istiyor muydu? Kırmızı ciltli o uzun ve küçük defteri kalbine sıkıca bastırışının nedeni bu yüzden miydi? Bana döndüğünde düşüncelerimi yok sayıp aramızdaki kısacık mesafeyi kapadım. Çenesini hafifçe tutup kaldırınca alnına beraberliğimizi mühürleyen küçük bir öpücük bıraktım. Beni büyüleyen bakışları yüzümde parıltılar saçarak dolaşıyordu. Karan’ın uzattığı atölyeme ait amblemi taşıyan kutuyu gördüğümde emanetim olduğunu anladım. Alıp, kapağını açtığımda tasarladığım yüzük tüm ışıltısıyla bana bakıyordu. Ne bir eksiklik ne de bir fazlalık vardı. Çizdiğim tüm ayrıntılar ustaca işlenmişti. Çıkarıp elime alarak gelinimin sol eline uzandım. Yüzük parmağına usulca geçirdiğimde sahibini bulmuşçasına tam oturdu. Küçük bir dokunuşla okşayıp yüzüne baktım.
“Nikâh yüzüğümüz…” derken devamı gelmedi sözlerimin. Gelemedi. Konağım tanıdığım o sesle inlerken Bevar’a baktım. Gelenin kim olduğunu ikimiz de biliyorduk. Derin bir soluk alıp Amelya’nın kulağına eğildim.
“Ne söylendiğini duyarsan duy, asla yanıt vermeyeceksin. Tamam mı, Amelya?” Başıyla onayladı. Elini sımsıkı kavrayıp dışarı çıktım.