Odadan çıkarken, sağ elinde nikâh defterimizi tutarken diğeriyle koluma sarılmaya çalışıyordu.
“Genco! Neredesin, Genco?”
Etrafında dönerek bağıran kadına yaklaştığımızda durdum.
“Ana! Buradayım!” dediğimde irkilerek arkasına döndü. Telaşlı yüzü saniyeler içinde değişti. Sakinliği usulca feryada dönüştü.
“Yalan değil demek! Benim oğlum, anasından gizli evleniyor! Bir yetim gibi…”
“Bana sesini yükseltme, ana! Sana saygısızlık etmek istemiyorum!” dedim dişlerimi sıkarak. Anlayış göstermeye çalıştım. Kırılacağını ve bu denli kızacağını az çok tahmin etmiştim. Kendimi sakin tutmaya çalışıp fütursuz hareketlerine duyduğum öfkemi dizginlemeye çalıştım.
“Sen bana en büyük saygısızlığı bugün ettin, oğul! Ananı yok saydın sen!”
Tam bir adım atacakken duyduğum sözlerle taş kesildim.
“Ananın yapamadığını sen yapacaksın, öyle mi? Uluhan soyadını alacaksın?Asla izin vermem!”
Soluğum kesildi. Duyduklarımı yüreğim kabullenmek istemedi. Merhameti ile nam salan Gülname Hanım… Uluhan Aşireti’nin hanımağası… Sermiyan’ın günahına babam gibi o da bile isteye göz yummuştu.
“Biliyordun… Sen her şeyi biliyordun!”
Suskunluğuyla sözlerimin doğruluğunu kanıtladı. Bana attığı adımları geri adım atıp durdurdum. Uzanan ellerine, yaşlı gözlerine tiksinerek baktım. Bir masumun ahını taşıyan bu kadın benim anam olamazdı. Amelya’ya karşı hissettiğim mahcubiyet, yüreğimdeki pişmanlığı ezip geçti. O an arkama sığınan Amelya’yı yanıma çekip acımasızca karşımdaki kadının yüzüne baktım. “Amelya benim karım! Bunu herkes böyle bilecek!” Sesim konakta yankılanırken, aşağıdaki insanların şaşkınlık nidaları duyuldu.
“Asla!Bu kızı al, dedesinin konağına geri götür!” diye haykırdı. “O benim gelinim olamaz, Genco!” Elleriyle başına vuruyordu, saçlarını çekiştiriyordu. Hâline üzülmedim. “Anası gibi bir sürt…”
“Sakın o sözünü devam ettirme!” Elimi kaldırdım. “Yoksa sana karşı sadece bana can verdiğin için kalan o ufacık saygıyı kül edersin!”
Yanımdan gelen küçük hıçkırıkları duyduğumda başımı çevirdim. Amelya… Başını önüne eğmiş, titriyordu. Eteklerini sıkıca tutan ellerine uzandım. Avuçlarımda sardım. Dokunuşumla başını kaldırdı. Beyaz dantel peçesinin gizleyemediği gözlerinin etrafı kızarmıştı. O güzel gözleri ağlatmaya ve onu üzmeye kimsenin hakkı yoktu. Buna engel olmak benim elimdeydi.
“Ben Genco Uluhan!” dedim gözlerinden akan yaşları parmak uçlarımla usulca silerken. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan devam ettim sözlerime. “Barzan Uluhan’ın oğlu ve bu geceden itibaren sizin ağanız Genco Uluhan! Ferman Aşireti’nin vârisi Amelya Hanım artık benim karımdır! Uluhan Aşireti’nin de gelin ağasıdır! Sonsuza kadar da bu böyle olacak! Bunu herkes kabul edecek ve ona saygı duyacak! Etmeyene, sözümü dinlemeyene ne hanemde ne de topraklarımda yer vardır!”
Verdiğim sözün ağırlığının farkındaydım. Ardında gizlenen vaatlerinde… Ancak yapmak zorundaydım. Anlam veremesem de bu durumdan zerre rahatsızlık duymuyordum. Karşımdaki kadına doğru çekiliyordum ve henüz bendeki tesirinin ne denli büyük olacağını bilmiyordum.
“Bunu kimse kabul etmez! Amcan, Yedi Aşiret duyarsa ne olacak?”
Anamın sözlerine karşılık veremeden adımı işittim.
“Genco Ağa!”
Sesin geldiği yöne merdivenlere döndüğümde, günlerdir görmediğim altı adam merdivenlerin ucunda bana bakıyordu. Tepkisizliğim karşısında beklemeden yukarı çıkarak bana yaklaştılar. Birkaç adım kala duraksadıklarında en önde yine Savaş Ağa duruyordu. En sonda Cihan Ağa vardı. Bakışlarını takip ettiğimde Amelya’nın üzerinde olduğunu fark ettim.
“Evliliğiniz hayırlı olsun, Genco Ağa! Mutlu olasınız!”
Savaş’ın sözleriyle manasız düşüncelerden sıyrıldım. Uzattığı elini fark ettiğimde bunun ne anlama geldiğini biliyordum. Evliliğimi kabul ediyorlardı. Bu yüzden buraya gelmişlerdi. Bekletmeden karşımdaki adamın elini sıktım.
“Yedi Aşiret için de hayırlı olsun,” dediğimde hepsinin yüzü güldü. Cihan Ağa ifadesiz bir hâlde ellerini ardında kenetlemiş duruyordu. Umursamamaya karar verdim. Bevar’a döndüm.
“Ağaları masalarına yerleştirin! İstekleri hazır edilsin!”
Başını sallayıp, ağalara yolu göstererek onlarla birlikte aşağıya indi.
“Benim bu konakta yerim yok o hâlde!”
Anamın sözleriyle ona döndüm. “Gitmek isteyene asla kal demediğimi bilirsin!”
Kırgınlıkla baktı yüzüme. Bir tek söz söylemeden arkasına döndü, gitti. Ve ben dur demedim. Öğrendiklerim o denli canımı yakmıştı ki…
“Genco ağabey! Yengem gidiyor! Bir şey yapmayacak mısın?”
Lalezar’ın endişeli sözleriyle başımı salladım. O hâlâ anamın az önce indiği merdivenlere bakıyordu.
“Onun için endişelenme, Lalezar. Bir adım ötesini hesaplamadan adım atmaz. Şu an babana gitmek üzere yola çıkıyor.”
“Babam,” dediğinde bana döndü. “Akşama kalmaz, o da gelir konağa.”
Asla! Bir daha bu konağa ölü ya da diri gelemezdi. Kanlı elleriyle artık bize dokunamayacak ve yaklaşamayacaktı. Ama bunları ben değil, o anlatacaktı. Sermiyan Bey, kızının gözünde yarattığı o muazzam baba profilini kendi elleriyle yıkacaktı. Bu, ona vereceğim en son cezaydı. Amelya’ya dönüp elini sımsıkı tuttum.
“Siz odamıza geçin. Hoca gelene kadar dinlenirsin.”
“Sen?” dediğinde gözleri korkuyla dolmuştu.
“Halletmem gereken işler var.”
Başını salladı ve ben yüzüne kısacık da olsa dokunmaktan kendimi alamadım. Elime değen kumaş parçasını hissettiğimde parmaklarım kasıldı. Neden böyle bir şey yapmıştım şimdi? Elimi hızlıca geri çekip Karan’la birlikte merdivenlere yöneldim.
“Hoca neden geliyor, Genco?”
Karan’ın sözleriyle ellerimi ceplerime yerleştirdim. “Hem babamın mevlidi hem de dinî nikâhımızın kıyılması için.”
“Nikâh kıyıldı. Uluhanların ağası olmayı da Yedi Aşiret’in liderliğini de bugün devralıyorsun. Fazla acele etmiyor musun, dostum?”
“Bugün ya da yarın… Ne fark eder, Karan? Geciktirmenin anlamı yok. Hem artık bana yazılan hayatı yaşamamak için bir aptal gibi kaçmayacağım. Kendi hayatımı yazacağım. Nasıl olmasını istiyorsam o şekilde olacak her şey.”
“Bir ağaya aptal dediğinin farkında mısın, dostum?”
Neşeli bir kahkaha savururken rahatladığımı hissediyordum. Eğilip fısıldadım. “Aman kimse duymasın!”
Gülerek başını salladı. “Bu evlilik için anneni bile gözden çıkardın.”
Onun bu sözleriyle gülümsemem soldu. Koca avludaki insanlar beni görüp ayaklandıklarında duraksadım.
“İnsan en iyi anne ve babasını tanır, değil mi? Babamı olmasa da en azından anamı tanıdığımı sanıyordum.”
Başımı salladım. Anamın böyle büyük bir günaha göz yummasına hâlâ inanamıyordum.
“Bu benim ödemem gereken bir bedeldi, Karan. Ben onlar gibi kaçamazdım, gerçekleri görmezden gelemezdim.”
“Bir ömür sürecek bir evlilik… Ya başka bir kadına âşık olursan? Bunu hiç düşündün mü?”
Kaşlarım çatıldı. “Böyle bir olasılık yok.”
“Aşkı tatmayan bir kalp için bu olasılık her zaman vardır, Genco. Engel olamazsın,” dedi kararlı bir ifadeyle yüzüme bakarken. Ardından alayla gülümsedi. “Ama belki şanslısındır.”
“Ne şansı?” dedim sözlerine anlam veremezken.
“Diyorum ki eğer şanslıysan âşık olacağın kadın, karın olur. Diğer olasılığı düşünemiyorum bile.”
Zaten karmakarışık olan aklımı daha da karıştırmayı başarmıştı. Söyledikleri üstünde daha fazla düşünmek ve içimdeki bu koca sıkıntıyı büyütmek istemiyordum. Tam kendime bir hedef belirlemiş son süratle yol alırken, önüme çıkan engellerle boğuşmaktan şimdiden yorulmuştum.
“Sen ve Samira gibi,” derken her zaman sinir olduğu alaycı gülümsememle yüzüne baktım.
“Biz farklıydık, dostum. Ben Samira’ya en başından beri âşıktım, biliyorsun,” dedi omuzlarını daha iri görünmeleri mümkünmüş gibi şişirirken.
“Şanslı herif!” dedim omzuna ufak bir yumruk savurarak. O an izlendiğimi hissettim. Başımı kaldırdığımda odamın penceresinden beni izleyen güzel gözleri gördüm. Ferman konağına ayak bastığım o gece, onu ilk kez gördüğüm an zihnimde canlanırken fısıldadım. “Belki ben de şanslıyımdır!”
***
Dağıtılan kahvelerin ardından Cesur Aşireti’nin reisi Kenan Ağa’nın sözleriyle ona döndüm.
“Bu akşam senin yemininin ardından topraklarımıza dönüyoruz, Genco Ağa! Evlilik haberinin bizden önce vardığına eminim.”
Sözlerinin ardında derin bir anlam vardı. Üstelik daha fazlasını söylemek istediği belli oluyordu. Bu daha başlangıçtı. Aşiretlerle birleşip Yedi Aşiret’i bu gece tekrar var ettiğimizde, daha nice isteklerin açığa çıkacağından emindim. Her zaman bir adım ötesini görüp hesap etmiş biriyken, şimdi karşımdaki adamların benden isteyeceklerini çözemiyordum. Bu durum fazlasıyla canımı sıkıyordu.
Savaş, Cihan, Yiğit, Mert, Kenan ve Toprak… Onları tanımıyordum. İçlerinde hangi tarafta olduğuna emin olduğum bir tek adam vardı: Savaş Kahraman. Karşı karşıya geldiğimiz ilk andan itibaren dost olamayacağımızı hem sözleri hem de bakışlarıyla hissettirmişti. Peki, ya diğerleri? Yıllarca sürecek bağımızda hangileri dostum olarak yanımda yer alacaktı?
Can Dündar’ın şiiri geldi aklıma.
“Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın…
‘Nereden çıktın bu vakitte’ dememeli,
Bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
Gözünün dilini bilmeli, dinlemeli, sormadan, söylemeden anlamalı…
Arka bahçede varlığını sezdirmeden,
Mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında;
Sen her daim onun orada olduğunu hissetmelisin,
İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli,
Kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kollarıyla,
Dalları bitkin başına omuz,
Yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı…
En mahrem sırlarını verebilmeli,
En derin yaralarını açıp gösterebilmelisin.
Gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz.
Onca dalkavuk arasında bir tek o,
Sözünü eğip bükmeden söylemeli,
Yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece,
Asıl yuhalandığında da yanında durup koluna girebilmeli.
Övmeli âlem içinde, baş başayken sövmeli.
Ve sen, öyle güvenmelisin ki ona övdüğünde de, sövdüğünde de
Bunun iyilikten olduğunu bilmelisin.
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının,
Günahlarının yegâne sahibi.
Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş,
Göz bebekleri bulutlandığında, fırtınayı sezebilmelisin.
Ve sen ağladığında onun gözlerinden gelmeli yaş…”
Benim hayatımda dost diyebileceğim bir tek insan vardı: Bevar… Adı gibi gölgesiz, kimsesiz arkadaşım… Canımı, ailemi gözüm kapalı emanet edebileceğim tek adam… Benden yanıt bekleyen adama baktım.
“Gölgemin her daim kendimden önce yer bulduğunu biliyorum, Kenan Ağa!”
“Topraklarımızda evliliğin konusunda bir sorun olmayacak. Değil mi, ağalar?”
Bu sözlerin sahibi Toprak Bedir’di. Turuncu saçları ve ela gözleriyle bizlerden fazlasıyla farklı duran adamdı. Görünüşünün kaynağı büyükannesinin genleri olmalıydı.
Rusya’dan Malatya’ya bir turist olarak gelen Nino Hanım ve Tamer Ağa bir tesadüf eseri tanışmışlardı. Onlarınki bir efsane gibi anlatılacak kadar büyük bir aşktı. Yabancısı olduğu topraklardan bir daha geri dönememişti güzelliği ile göz kamaştıran kadın. Tamer Ağa da onunla evlenebilmek için herkesi karşısına almıştı. Bu iki âşığa en büyük desteği de büyükbabam Boran Ağa vermişti. Zira onun sayesinde diğer ağalar durumu kabul etmek zorunda kalmışlardı. Oğulları Tayfun Ağa trajik bir şekilde karısıyla hayatını kaybettiğinde onlardan geriye kalan henüz yeni doğmuş Toprak olmuştu. Fransa’da gördüğü eğitimi tamamladıktan sonra geri döndüğünü duymuştum. Ancak aileme ve bana karşı dedesi gibi minnettarlık hissedip hissetmediğini bilmiyordum.
Toprak Ağa’nın sözlerinin ardından fincanıma uzanıp kahvemi yudumladım. Ancak bu keyifli anım uzun sürmedi. Savaş Ağa’nın sözleriyle fincanımı sertçe masaya bıraktım.
“Düşmanımız Kurt Aşireti’yle senden dolayı bir bağımız vardı. Şimdi bir yenisini daha ekledin. Artık Ferman Aşireti’nin tek vârisi ile evlisin, Genco Ağa. Aslında bu biraz endişe verici…”
“Kurt Aşireti sizin için ne ise benim için de o,” derken her birinin yüzüne tek tek baktım. “Kan bağımı ve büyükannemi elbette yok sayamam. Ancak ne yolları yoluma eş ne de kaderleri benimkiyle ortaktır! Ferman Aşireti ise yalnızca karımın geçmişinin bir parçasıdır. Bundan sonra o da kocasının dostunu dost, düşmanını düşman bilecektir. Bu, benim bu konudaki ilk ve son sözlerimdir, ağalar!”
Mert Soylu dikkat çekici bir dövmenin işlendiği elini masaya yasladı. “Biz sözümüzü tuttuk, Genco Ağa! Sıra sende. Yemin etmeni bekleyeceğiz,” dediğinde onun ortalığı yatıştırmaya çalıştığını anlamıştım.
Onun bu çabası karşısında ben de uzatmamaya karar verdim. Böyle bir günde kavga etmek en son istediğim şeydi. “Verdiğim sözün arkasında dururum! Hocanın duasını alarak edeceğim yeminimi!”
Herkesin bakışları üzerimdeyken, Bevar beklediğim haberi getirdi.
“Ağam, hoca geldi. Önce nikâhı kıymak ister.”
Başımı sallayıp yerimden kalktım. Karan da benimle kalkarken, ileride yemek masalarına doluşmaya başlayan kalabalıkta bakışlarımı gezdirdim. Sermiyan Uluhan ve büyükannemin buralarda olmayışları içimi rahatlatmaya yetmiyordu. Sessizliklerinin uzun sürmeyeceğini bilsem de tek istediğim bugünü huzurlu bitirebilmekti. Adımlarım üst kata yönelirken bir yanımda Karan, diğer yanımda Bevar yer alıyordu. Misafir salonunun kapısına yaklaşıp durunca Bevar’a döndüm.
“Amelya nerede, Bevar?”
“Buradayız.”
Amelya’nın sesini çok az duyduysam da konuşanın o olmadığını anlamıştım. Sevgili kuzenim Lalezar tüm neşesiyle yanımıza geldi. Bense peçesi yüzünde takılı olan gelinime baktım. Neden hâlâ peçesini açmıyordu? Neden yüzünü gizlemeye devam ediyordu? Anlayamıyordum ve bu durum nedense canımı sıkıyordu. Yüzünü görmek isteyen meraklı tarafım, yalnızca gözlerini gördüğünde bile sızlayan yüreğimle bir savaş veriyordu. Yaralı mıydı yüzü? Güzel olmadığını mı düşünüyordu? Öyle olsaydı ne fark ederdi ki? Asla dış görünüşe önem vermeyen biriydim ben. Çirkin diye bir kavram hayatımda hiç olmamıştı. İnsanların yalnızca yüreğiyle ilgilenmeyi tercih ederdim. Kalbindeki ufacık bir sevgi kırıntısı varsa eğer, ondaki her şeyi kabul edebilirdim.
Elleri önünde, başı eğik karşımda bekliyordu. Etrafımızdaki herkes bir yana dağılmıştı. Elimi uzatıp ellerini tuttum. Küçük elleri koca avucumda kayboldu bir kez daha. Bakışlarını kaldırıp yüzüme bakamıyordu. Bu hâliyle küçük bir çocuktan farksız görünüyordu gözüme. Kuruyan dudaklarımı aralayıp yalnızca onun duyabileceği biçimde fısıldadım.
“Amelya,birazdan Allah huzurunda da karım olacaksın ve ben artık… Yüzünü görmek istiyorum.”
****
Merhaba,
üç yeni bölümler sizlerleyim.
Yorumlarınızı heyecanla bekliyorum.
Gencoyu çok sevdim bu bölümde adam gibi adam