16. Bölüm

Amelya’yı yere eğilmiş gördüğümde kalbim delice çarptı. Hızlı adımlarla ona ulaştım ve dizlerimin üzerine çöktüm.

“Ne oldu? Amelya, iyi misin?”

Sesimi duyduğunda irkildi ve aynı anda inledi. Nedenini kısa bir an sonra anlayabildim. Cam parçalarından biri eline batmıştı. Gördüğüm küçük bir kesik olmasına rağmen fazlasıyla kanıyordu. Kollarını sıkıca tutup yerden kaldırdım. Yatağıma oturmasını sağladım. Gelinliğini çıkarmıştı. Üzerinde kısa bir beyaz gecelik vardı. Saçları omuzlarından dökülüyordu. Peçesi ise yine yüzündeki yerini almıştı. Gelinliğini neden çıkardığını sorgulamaya fırsat bile bulamadım. Zira bunu nasıl soracağımı da bilmiyordum. Eğer normal bir evliliğimiz olsaydı,“O gelinliği ben çıkarmalıydım!” diyebilir ve sitem edebilirdim. Elini tutup, yaranın içinde kalmış cam parçası olup olmadığını anlamak için dikkatlice baktım. Odadaki ışık o kadar azdı ki göremiyordum. Işığı açmak için kalktığımda, bileğime dokunan elle duraksadım. Şaşkınlıkla başımı çevirdiğim anda sesini duydum.

“Lütfen açma!”

Neden böyle bir şey istediğini anlayamıyordum. Abajurdan sızan ışık o kadar azdı ki yüzünü bile seçemiyordum. Yanına oturduğumda elini çekti.

“Seni göremiyorum, Amelya. Eline bakmak için ışığa ihtiyacım var.”

“Önemli bir kesik değil. Yalnızca kendi sakarlığım yüzünden…”

Gölgelerle karışık seçebildiğim peçeli yüzüne baktım.

“Peki, ışığı açmamı neden istemiyorsun, Amelya?”

“Ben o kadar uzun zamandır peçe takıyorum ki… Şimdi ondan kurtulacak olmak… Artık arkasına gizlenmeyecek olmak… Hem heyecanlandırıyor hem de korkutuyor beni! Oysa o kadar uzun zamandır bu anı bekliyordum ki… Büyükbabamın bana verdiği fotoğraftaki yabancının gelip beni kurtarmasını o kadar çok bekledim ki…”

Kaşlarım duyduklarımla çatılırken, fotoğraftaki yabancının kim olduğunu anlamaya çalıştım. Onu ürkütmemek için bekledim. Bana ufacık da olsa karanlığa bulanmış geçmişini anlatmasını istiyordum.

“Seni o kadar çok bekledim ki, Genco… Kim olduğunu bilmeden… Çaresiz, umutsuz… O kadar bekledim ki… Gelip beni kurtarman için dualar ettim. “

Benden bahsediyordu. Bahsettiği o fotoğraf bana aitti yani! Sözleri beni öyle etkilemişti ki… Hissettiğim duyguları adlandıramasam da ona yanında olduğumu hissettirmek istedim. Elini tuttuğumda daha çok anlatmasını istiyordum. Yaşadıklarını, hissettiklerini, acısını dökmesini istiyordum bana. Suskunlukla başını eğdiğinde, “Şimdi yapmak zorunda değilsin, Amelya,” dedim. “Sen hazır olana kadar ben bekleyebilirim.”

“Hayır!” Yutkunduğunu duydum. “Şimdi yapmazsam bir daha yapamayacakmış gibi hissediyorum. Çok bekledim ve daha fazlasına tahammülüm yok, Genco.”

Gülümseyip elini nazikçe sıkarak, “Bekleme o zaman,” dedim.

Sustu. Ellerini çekti avuçlarımdan. Puslu ışıktan seçebildiğim kadarıyla elleri yüzüne uzandı. İşte o an beklemek benim için o kadar zordu ki… Neyle karşılaşacağımın bilinmezliğiyle bunalırken gömleğimin yakasını çekiştirdim. Bekleyişim devam ederken kalbim sıkışıyordu. Güç almak için ellerimi sıkarken gördüklerimle donup kaldım. Azıcık ışıkta bile ciğerlerimin yanmasına, kalbimin dışarıya çıkacakmış gibi çarpmasına yeterdi suretinin güzelliği. Yalnızca gözleri değildi güzel olan… Yüzünün narin hatlarını, çıkık elmacık kemiklerini izledim. Ardından kalın dudakları çarptı gözüme. Dudağının sağ tarafındaki minik gölge… Nasıl böyle güzel olabilirdi bir kadın? Ne kadar hayran olunabilirdi bir yüze? Ürkek bir ifadeyle bana baktığını gördüm.

“Sen gerçek misin?” diye fısıldadım.

Gülümsedi. Başını hafifçe eğerken, yanağının iki yanında beliren çukurlarla soluğum bir kez daha kesildi. Gamzeleri vardı. Cenneti saklayan o minik izlere dokunmak için tarifsiz bir istek yeşerdi içimde. Mavinin yeşille savaştığı güzel gözlerini gözlerime kenetledi ve aynı hızla tekrar eğdi başını. Gamzeleri soldu. Nedenini anlayamadan yüzüne bakınca, yanaklarındaki kızarıklığı fark ettiğimde utandığını anladım. Neler düşündüğünü anlayabiliyordum. O yüzden benden kaçmaması için ondan uzak durmaya karar verdim. Çok yakın olduğumuzu fark ettiğim anda geri çektim kendimi. Aramıza yalnızca mesafelerin değil, zamanın da girmesine izin verdim. Çünkü biliyordum ki ikimizi birbirimize yalnızca zaman yakınlaştırabilirdi. Sağ elimle ensemi ovuştururken, yerimden kalkıp bakışlarımı odada gezdirdim. Tedirginliğini soluk alışlarından anlamıştım, yüzüne bakamadım. Üzerimdeki ceketi çıkartırken aklıma gelen bahaneye tutundum.

“Ben bir duş alayım. Sen film izle istersen…”

Yanıtını beklemeden banyoya gidip hızlıca kapıya yasladım sırtımı. Gözlerimi sıkıca kapayıp kendime gelmeye çalıştım.

***

Amelya…

Sözlerinin ardından telaşla kalkıp gitti. Birkaç adım attıysam da yetişemedim. Kapanan kapıya bakarken yalnızca kendim işitebildim sözlerimi.

“Ben bilmiyorumki, Genco!”

Duysa ya gülecekti ya da inanmayıp şaka yaptığımı düşünecekti. Haklıydı da… Kim inanırdı ki? Doğduğum çiftlikte de altı yaşımda sürgün edildiğim konakta da televizyon asla olmamıştı. Ona göre çok gereksizdi. Aklımı karıştırıp beni günaha çağırabilirdi. Ben de o zaman anneme benzerdim.

Annem… Yüzünü görmeme, bir kez olsun mezarına gitmeme müsaade etmemişti. Sanki hiç yaşamamış sayıyordu annemi. Daha mı az üzülüyordu böyle yapınca? Daha mı kolay oluyordu alışmak? Dadımın emeklerine rağmen hayata karşı çok eksiktim. Düşüncelerimle yandaki odaya aradaki iki basamakla geçip deri koltuğa oturdum. Ellerimle yüzüme dokunurken tek istediğim yaşadıklarımın rüya olmamasıydı.

***

Su bedenimden akarken rahatladığımı hissediyordum. Uzanıp aldığım havluyu belime sararak kabinden çıktım. Bir havlu daha alıp saçımı kuruladım. Odaya girdiğimde Amelya biraz ilerideki koltukta öylece oturuyordu. Elimdeki havluyla onun hâline dalıp giderken, varlığımı hissetmiş gibi arkasına döndü. Beni gördüğü anda küçük bir çığlık atarak ellerini güzel gözlerine kapattı. Gülmekle kendime kızmak arasında gidip geldim. Kendimi toparlayıp hızlıca dolaba yöneldim. Aceleyle bir boksır ve eşofman altı giydim. Tişörtlerimden birini de üzerime geçirdim. Saçlarımı ellerimle karıştırıp birkaç basamak inerek oturma odasına yöneldim. Kanepeye yanına oturup elleriyle gizlediği yüzüne baktım. Saniyeler geçmesine rağmen yüzünü açmak bir yana, neredeyse soluk almadan oturuyordu. Onun bu utangaç hâline dayanamayıp adını fısıldadım.

“Amelya?”

Hiç sesini çıkarmadı. Yüzündeki ellerini tutup çektim. Dudaklarını ısırmış, gözlerini benden kaçırmaya çalışırken tüm ciddiyetimle baktım yüzüne.

“Gizleme kendini benden. Yanımda olduğun her an yüzün gözlerimin önünde olacak. Gözlerini de kaçırmak yok.”

Sözlerimin ardından yüzüme baktı. Yanakları yine pembeleşirken bu kez gözlerini ayırmadı gözlerimden. Yüzünde gezindi bakışlarım özgürce. O an etraftaki sessizliği fark edip başımı televizyona çevirdim. Kapalı olduğunu gördüğümde yüzüne baktım tekrar.

“Neden açmadın?”

Küçük omzunu silkip, “Canım istemedi,” diyerek bakışlarını kaçırdı benden.

Daha fazla üstelemeyip ellerinden tutarak, “Yorulmuş olmalısın. Hadi uyuyalım,” dedim onu yerinden kaldırırken.

Yerinden kalkmayıp ellerini avuçlarımdan çekti. Neden böyle davrandığını anlıyordum. Ancak kendisinin söylemesini istiyordum. Bana düşüncelerini, hislerini özgürce anlatabilmeliydi. Böylece ben de ona daha rahat ulaşabilirdim. Bekledim. Sabırla bekledim.

“Genco…”

“Efendim?” dedim cesaretlendirmek için. Dudakları aralanıp tekrar kapandı. Ardından, “Ben burada uyurum,” dedi kalktığı kanepeye tekrar oturarak.

“Olmaz. Orada rahat edemezsin. Hem yatağım çok rahattır.” Sözlerimin ardından gözleri doldu. Ellerini kenetleyip başını eğdi. Daha fazla üzerine gitmemin o yaşların yüzüne dökülmesi için yeterli olacağını biliyordum. Önünde durup elimi uzattım.

“Gel.”

Yüzüme bir kez bile bakmadan elimi tutup doğruldu. Çenesini hafifçe tutup yavaşça kaldırdım. Gözlerine bakıp sözlerimi tekrarladım.

“Sana ne demiştim, Amelya? Yüzünü gizlemek, gözlerini kaçırmak yok.”

Başını salladı ama konuşmadı. Gözlerini de ayırmadı bu kez. Çenesindeki parmaklarımla okşadım tenini.

“Benden korkma…”

Dudakları aralandı. Bu kez onlara dokundum.

“Sen istemediğin sürece, sana dokunmayacağım. Söz veriyorum ancak aynı çatı altında olduğumuz her gece bir yastığa baş koyacağız seninle. Birlikte uyanacağız. Yalnızca bu gece… Bu gece bensiz uyumana ses etmeyeceğim.”

Başını salladı. Hiç beklemediğim bir şey yapıp, yanağıma bir öpücük kondurarak sessizce teşekkür etti. Yanımdan ayrılıp yatağa girdiğini ise çok geç fark ettim.

***

Sabaha karşı kapıya vurulmasıyla sıçrayarak uyandım. Nerede olduğumu anlamaya çalışırken belime giren ağrıyla inledim. Kanepedeydim. Kapının ardındaki kişi ise inatla kapıya vurmaya devam ediyordu. Bu yüzden zihnimle olan savaşımı yarıda bırakıp yerimden kalktım. Kapıya doğru yürüdüğümde, yataktan çıkıp bana doğru gelen Amelya’yı gördüm. Rüya değildi. Benimleydi. Kuzguni siyah saçları dalga dalga omuzlarına dökülmüş, güzel gözleri uykuyla küçülmüştü. Tedirgin görünüyordu. Yanıma gelerek koluma sarıldı. Güzel gözlerindeki korku ve tedirginliği fark ettiğimde kapıdaki kişiye öfkelendim. Kapıyı sert bir şekilde açtığımda karşımda yıllardır bizimle çalışan kadınlardan biri vardı. Kaşlarımı çatarak baktım suretine.

“Gece gece ne istersin, Zehra abla?”

“Ağam… Çarşaf…” diyerek sustu.

Daha fazla konuşmasına gerek yoktu. Öfke damarlarımda yayılırken sesimi çıkarmamak için dişlerimi sıktım. Bu ayrıntıyı nasıl unutmuştum? Başka zaman olsa bu âdete uymayı reddedip karşımdaki kadını kovardım. Ama bunu Amelya için yapamazdım. Bu durum onu insanlarım, aşiretim içinde küçük düşürürdü. Annesiyle eş tutulurdu. “Amelya için…” dedim içimden. Zaten bütün bu anlamsızlığa onun için katlanmıyor muydum?

“Bekle,” diyerek kapıyı kapadım hızla. Arkama döndüğüm anda hiç beklemediğim bir tepki verdi.

“Neden çarşaf istiyorlar, Genco? Başka kalmamış mı?”

O kadar masumdu ki… Bu saçmalığı ona nasıl açıklayabilirdim? Üstelik kim inanmadığı bir şeyi savunabilirdi? Yatağa gidip bu gece için özenle serilen kar beyazı çarşafı çektim. Banyoya girip tıraş malzemelerimin arasından bir jilet aldım. Tekrar yatağa döndüm. Sağ avucuma jileti sürttüğümde, beni izleyen Amelya küçük bir çığlık attı. Diğer elimi yaklaşmaması için uzattım. Kestiğim elimi yumruk yapıp sıkarak çarşafın belirlediğim kısmına damlamasını izledim. Yeterli olduğuna karar verdiğim an çarşafı diğer elimle tutup, Amelya’nın yüzüne bakamadan kapıyı açarak uzattım. Kadın alıp geri çekilecekken bırakmadım çarşafı. Kadının yüzüne bakıp, dişlerimi sıkarak, “Sadece sen gör ve şahitlik et. Ardından kimsenin görmesine izin vermeden yak onu!” dedim.

Sözlerim bittiğinde ciddiyetimi görmesi için kısacık bir an çatık kaşlarımın ardından baktım yüzüne. Elimi çekipkapıyı sertçe kapadım.Arkama döndüğümde, Amelya hıçkırarak bana yaklaşıp kanlı elimi tuttu.

“Canın acıyor mu?”

Diğer elimi uzatıp saçına dokundum.

“Ufak bir kesikten ölmem. İlk geceden dul bırakmam seni,” dedim gülümserken.

Avucumdaki yanma hissini yok saymaya çalışsam da fazlasıyla etkiliydi. Beni dinlemedi. Kaşlarını çatıp elimi tutarak yatağa çekiştirdi beni. Banyoya giderek bulduğu pamukla geri gelip yanıma oturdu. Elimi avuçlarına alıp pamukla yavaşça sildi. O sildikçe kanım akmaya devam ediyordu. Islak yüzü ve dudaklarından firar eden küçük hıçkırıkları yüreğimi sıkıştırıyordu. Benim için üzülüyordu. Elini elimden çektiği an avucuma sardığı küçük bezi düğümledi. Kanlı pamukları alıp banyoya götürdü. Tekrar yanıma geldiğinde sözleriyle beni bir kez daha şaşırtmayı başardı.

“Burada yat, Genco. Elin acıyabilir koltukta.”

“Sen?”

Yüzüme bakmadan diğer tarafa uzandı. Örtüyü üzerine çekip gözlerini gözlerime kenetledi.

“Aynı çatının altında ayrı yatmayacağımızı sen söylemiştin…”

Recommended Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published.

error: Content is protected !!