Gözlerimi araladığımda geceden daha kara bir ipek yığını buldum karşımda. Başımı hafifçe kaldırdığımda yüzünün pencereye dönük olduğunu gördüm. Derin bir uykudaydı. Dudakları hafif aralıktı. O an ellerimin narin belini sardığını fark ettim. Başımı yastığa geri bırakırken elimi belinden yavaşça çektim.
Anam geldi o an aklıma. Nerede olduğunu düşünmek için kendimi zorlamama bile gerek yoktu. Sermiyan’ın yanına gittiğine emindim. Amelya’yı benden uzaklaştırmak ve evliliğimi bitirmenin yollarını aramak için gidebileceği tek yer onun yanıydı. Ya büyükannem? O şimdi ne planlıyordu?
Sıkıntıyla yüzümde gezdirdim elimi. Fermanların konağına gitmeden önce kapadığım telefonum aklıma geldi. Yanımdaki komodine uzandığım an elimde hissettiğim derin sızı ile yüzümü buruşturdum. Dudaklarımdan kaçan inlemeye ise engel olamadım. Yatakta hissettiğim sıçrayışın ardından üzerime eğilen karımın telaşlı yüzünü gördüğümde tepkisiz bekledim. Kuzguni saçları yüzünün iki yanından göğsüme dökülürken elimi kavrayan narin elinin yumuşaklığını hissediyordum. Bakışlarım yüzünde gezinirken sol elim yüzüne uzandı. Yavaşça dokundum.
“Çok güzelsin…”
Sabahları mümkünmüş gibi daha da güzel görünüyordu. Daha çok parlıyordu gözleri ve yüzü… Amelya’nın kızaran yanaklarını fark ettim o an. Elimi çekmeden bakmaya devam ettim yüzüne. Yaralı elimdeki narin parmakları hâlâ avucumdaydı. Güzel gözlerini kaçırdığında gülümsedim. Yüzündeki elimi indirip belini sardım ve onunla birlikte doğruldum. Beli o kadar inceydi ki. Çok zayıftı. Dizlerinin üzerinde kıpırdamadan bekledi beni. Ürkek ve utangaç hâlleri içimi sızlatırken, “Günaydın Amelya,” dedim. Adını söylemek hoşuma gidiyordu. Üzerinde gezdirdim bakışlarımı. Kısacık geceliğin ince askıları omuzlarından düşmüş, dolgun göğüslerinin üst kısmı açıkta kalmıştı. Derin bir soluk aldım. Beni öylesine etkiliyordu ki… Nasıl başardığını bilmiyordum ama bu utangaç hâlleri içimi yakıyordu.
“Günaydın,” dedi titreyen sesiyle. Sargılı elimle yüzünü gizleyen saçlarına uzandım. Yumuşak dokunuşlarla saçlarını omuzlarına iterken sözleriyle gülümsedim tekrar.
“Elin acıyacak, Genco.”
Güzel gözleri gözlerime kilitlenirken, omzumu silktim küçük bir çocuk gibi.
“Saçların acı değil, şifa olabilir ancak.”
“Genco…”
Adımı fısıldayışıyla içimdeki ateş yükseldi. Fakat dolan gözlerini gördüğümde belini saran elimleçektim kendime. Daha da açılan göğüsleri, göğsüme dokundu. Adımı fısıldayan ipeklere, canımı yakan kırmızı dudaklarına dokunacağım o an çalan kapıyla tüm büyü bozuldu.
“Genco ağabey, müsait misiniz?”
Lalezar’ın sesiyle, Amelya hızlıca kollarımdan sıyrıldı. Omuzlarındaki askıları düzeltip sıyrılan eteğini çekiştirdi. Bakışlarını benimle buluşturmadı. Onun uzaklaşmasıyla tüm büyü ansızın bozuldu. Doğrulup kapıya yöneldim. Ahşap kapının sürgüsünü çekip açtım. Kollarımı göğsümde kavuştururken, sevgili kuzenimi kollarındaki elbise yığınıyla karşımda buldum.
“Lalezar!”
“Günaydın, Genco ağabeyciğim.”
Bakışlarını odada gezdirdiğinde aradığını bulamayınca tekrar bana döndü.
“Amelya nerede?”
Karımı bu kadar çabuk benimsemesi beni mutlu etti. Öte yandan, aslında onun kardeşi olduğunu öğrenmeye hakkı olduğunu da biliyordum. Arkama dönüp beni izleyen karıma uzattım elimi. Yanıma tereddüt etmeden yaklaşıp ürkekçe elimi tuttu. Bedenime yayılan sıcaklıkla irkildim. Onun bu güzelliğini paylaşmak istemeyerek arkama gizledim. Böylesine güzel ve mahrem hâlini hiç kimsenin görmesini istemiyordum. Başını omzuma yasladığını hissettiğimde iç çektim.
“Günaydın, Lalezar.”
“Günaydın, yengeciğim. Sana birkaç parça kıyafet getirdim.”
“Konaktan sandığım gelmiş olmalı, Lalezar. Kıyafetlerim onun içerisinde…”
Duyduklarımla başımı çevirdiğimde bir nefes yakınımda olan karıma baktım.
“Sandığı geri gönderdim. Ferman konağından bir tek çöp bile gelmeyecek buraya, Amelya!”
Kaşlarını çatıp elini elimden çekti. İlk kez gözlerinde gördüğüm öfke parıltılarıyla yüzüme baktı.
“Eşyalarım için benim karar vermem gerekmez mi, Genco?”
“Ah, ben gideyim! İlk kavganıza tanık olmayı istemiyorum. Kahvaltıda görüşürüz, ağabeyciğim.”
Lalezar’ın kıyafetleri kucağıma verip kapıdan uzaklaşması bir olmuştu. Kapıyı kapayıp derin bir soluk aldım. Amelya’nın öfkeli bakışlarını görmeye hazır hissettiğimde döndüm. Ancak sevgili karım konuşmama fırsat bırakmadan kucağımdakileri alıp banyoya geçti. Kapıyı sertçe kapadığında ne yapacağımı bilemeyerek ardından bakmakla yetindim. Su sesiyle duş alacağını anladığımda dolabıma ilerledim. Siyah tonlarında bir kot pantolon ve beyaz bir gömlek seçtim. Üzerimi değiştirip karışan saçlarımı düzelttim. Siyah spor ayakkabılarımı giydiğimde su sesi kesildi. Duyduğum tıkırtılarla doğruldum. Kısa bir an sonra açılan kapının ardından göründü. Pilili etekleri dizlerinin altında biten, sıfır kol bir elbise giymişti. Dalgalı saçları sağ omzuna dökülürken, güzel gözlerini kısa bir süre yüzüme dikti. Ardından bakışlarını kahve tonlarındaki babetlerine çevirdi.
“Ben sanırım hazırım.”
Ne adımı söyledi ne de bir kez yüzüme baktı. Dayanamadım. Onun böyle üzgün, kırgın olmasını istemiyordum. Çenesine dokunup başını kaldırdığımda gözlerimi güzel gözlerine kenetledim.
“Amelya, sen artık benim karımsın. Benim dostum olan artık senin de dostun. Düşmanımsa, senin de düşmanın. Büyükbabanın hangi tarafta olduğunu söylememe gerek var mı?”
Aralanan dudaklarına dokundum.
“Dinle, artık ne onunla ne de o aşiretle bir bağın var. Geçmişin gölgesi seninle ortak geleceğimize bulaşmayacak. Tamam mı?”
Güzel gözleri doldu ve başını salladı. Dudaklarındaki elimi indirdim.
“Bugün seninle alışverişe gidelim. Tüm ihtiyacını alalım.”
“Peki…”
***
Kahvaltı masasında neşeli bir muhabbet içerisinde olan Samira ve Lalezar’ın aksine, Karan suskundu ve gazetesini okuyordu. Merdivenin başına geldiğimizde koluma dokundu. Başımı çevirdiğimde yaşlı gözleriyle karşılaştım. “Neden ağlıyorsun?”
“Peçem yok! Ben… Onsuz hiç dışarı çıkmadım…”
Yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Süzülen yaşları yavaşça sildim. Bulunduğumuz kattaki korumaların bizi izleyip izlemediğinden emin olmak için başımı çevirdiğimde hepsinin başları eğik duruyorlardı. Rahatlayarak derin bir soluk aldım. Onu görmelerini, beğeniyle süzmelerini istemiyordum. Burnunu çekişini duyduğumda gülümseyerek avuçlarımdaki yüze baktım.
“Artık yüzünü gizlemeyeceksin, Amelya. Herkes benim gelin ağamın ne kadar güzel olduğunu görecek.”
Küçük bir hıçkırık dudaklarından çıkarken, gülümseyerek yüzünü okşadım.
“Ve ağlamak yok!”
Başını sallayıp elini tuttum.
“Hadi şimdi kahvaltıya inelim.”
***
“Sonunda gelebildiniz, dostum. Açlıktan bayılacaktım.”
“Sen her zaman açsın, Yousef.”
Ona diğer adıyla hitap edişinin tek sebebi olabilirdi. Bilemediğim bir nedenden dolayı kızmıştı. Karan, Samira’nın sözlerine gülümseyip karısının kulağına eğildi. Ne dediğini duyamasam da Samira’nın kızaran yüzünü gördüğümde, ne demiş olabileceğini tahmin etmiştim.
Amelya’nın oturması için sandalyesini çekip yerleşmesini sağladım. Ardından masanın başına geçtim. Bir zamanlar babamın oturduğu yerde ben, anamın oturduğu yerde ise karım vardı artık. Bu durum hüzünle gülümsememe neden oldu. Çay dolu bardağıma uzanıp birkaç yudum aldım. Bardağı masaya geri bıraktığımda arkama yaslandım.
“Bugün döneriz biz, Genco. Bu kadar misafirlik yeter.”
Karan’ın sözlerini duyduğumda sahte bir kızgınlıkla yüzüne baktım.
“Misafir ne demek, Karan? Hafta sonuna kadar bırakmam sizi.”
Telefonumun titrediğini hissederek doğruldum. “Geliyorum.” Masadan uzaklaşıp telefonu çıkardım. Ekrandaki ismi gördüğümde düşünmeden açtım.
“Josh?”
“Genco Bey, sipariş ettiğimiz taşlar İtalya’dan bu sabah geldi. Haber vermek istedim.”
“Bey de nereden çıktı?”
“Beni düğününe çağırmayan adama başka ne denebilir? Bence fazla bile!”
İğneleyici sözlerine sırıtarak karşılık verdim. Onun her konudaki takındığı umursamazlık maskesini böyle anlarda düşürmesi fazlasıyla şaşırtıyordu beni.
“Düğün değildi. Sade bir nikâhtı. Hem sen de kendi nikâhına çağırmazsın, ödeşiriz.”
“Asla evlenmeyeceğimi biliyorsun. Ama bir şekilde ödeşiriz. Sen kızıl! O çizdiğinin yeri yalnızca çöp kovası olabilir! Hemen gözümün önünden kaldır onu!”
“Kızıl” diye seslendiği ve onca laf söylediği kişi Janset’ti. Geçtiğimiz haftalarda iş başvurusunu ben kabul etmiştim. Josh onu ilk gördüğünden beri hiç istememişti. Nedenini sormak istesem de başından savmış ve benim yetenekten anlamadığımı söyleyerek küçük çocuklar gibi küsmüştü. Yine de bana sesini çıkaramamıştı. Kızın burnundan getireceğini ve iki güne kalmadan pes ettireceğini düşünsem de yanılmıştım. Janset fazlasıyla dişli çıkmış, Josh’ın her alaycı sözünü gülümseyerek karşılayıp susmayı tercih etmişti. Tabii bu da Josh’ı daha çok sinirlendiriyordu.
“Kızla uğraşmaktan vazgeç, Josh. Yüzük tasarımları hazır mı?”
“Bu yeteneksiz cadıyı başıma bırakıp gittin. Bir de oradan bana akıl verme. Gece koleksiyonu tamamlanmak üzere… Sana göstermek istediğim birkaç detay var. Ne zaman geleceksin?”
Buradaki işlerimi tamamlayıp en kısa zamanda İstanbul’a dönmem gerekiyordu. Defileye çok az zaman kalmıştı. Tamamlanması gereken çizimler ve eksik birçok detay vardı. Üstelik holdingdeki tüm işler de beni bekliyordu.
“Hafta sonuorada olacağım. Geldiğimde ararım.”
“Tamam. Kendine iyi davran.”
Josh’ın her zamanki kapanış sözüne gülümseyerek karşılık verdim.
“Sen de, adamım!”
***
Masaya geri döndüğümde Samira’nın sözlerini duydum.
“Lütfen kalalım. Hem Amelya ve Lalezar’ı bir daha kim bilir ne zaman göreceğim!”
Karan karşılık veremeden ben atıldım.
“Hafta sonu biz de İstanbul’a döneceğiz. Kalın, birlikte gideriz.”
Yerime geçip Amelya’ya baktım. Başını tabağından kaldırmıyordu. Masanın üzerindeki narin elini tuttuğumda güzel gözlerini çevirip bana baktı. Neden bu kadar durgunlaştığını anlayamıyordum.
“Sen İstanbul’un en çok neresini seviyorsun, Amelya?” diyen Samira’nın neşeli sesi ve sözleriyle irkildi. Dudakları buruk bir gülümsemeyle kıvrılırken omzunu silkti.
“Ben İstanbul’u hiç görmedim. Ama dadımın bana okuduğu kitaplarda dünyada eşi benzeri olmayan bir şehir olduğu yazardı.”
Masaya bir sessizlik çöktü. Amelya’nın sözlerinin ardından kimse diyecek söz bulamamıştı. Yaralarının ne denli büyük ve ne denli taze olduğunu anlıyordum. Yalnızca yüzü değildi bir peçenin arkasına gizlenen… Elinden tutarak ayağa kaldırdım. Şaşkınlıkla yanımda duruyordu. Masadakiler bizi izliyordu.
“Ağabey?” diyen Lalezar’a, “Alışverişe gidiyoruz,” dedim.
“Sen aklını mı kaçırdın, dostum? Bir kadınla alışverişe çıkmak, yüzme bilmeden adaya düşmekle eşdeğerdir. Gel, yol yakınken vazgeç bu kararından.”
Karan’ın sözlerine karşılık veremeden Samira yetişti yardımıma.
“Benimle alışverişe çıkmanın seni bu kadar sıktığını bilseydim…” diyerek omzunu silkti. “Daha fazla alışveriş yapardım seninle. Neyse bundan sonra aklımda olsun…”
“Ağabey, istersen Amelya ile biz de gidebiliriz. İşlerin varsa…”
Lalezar’ın bu sözlerini, “Olmaz,” diye yanıtladım. Samira ve Lalezar’la alışverişe çıkarsa benim hiç hoşuma gitmeyecek kıyafetlerle geri döneceklerini biliyordum. Ancak dillendirmedim bu durumu. Bakışlarımı yüzüne çevirdim. “Sana söz verdim ve ben verdiğim sözleri tutarım, Amelya.”
Başını eğdiğinde yüzüne düşen gece karası saçlarını izledim. İpek kadar yumuşaklardı. Bu sabah onlara ilk kez dokunduğumda emin olmuştum. Ayrıca yüzünü benden gizliyorlardı. Parmaklarımın ucunun uyuştuğunu hissettim ansızın. Saçlarına dokunmak, yüzünden çekmek ve güneş ışığının tenine değişini görmek istedim… Ama hislerimin anlamsızlığıyla kendimi toparlamaya çalıştım. Saçmalıyordum.
“Biz çıkıyoruz. Çok geç kalmayız. Keyfinize bakın siz,” dedikten sonra avludan çıkmak için adımlarımı hızlandırdım.
Eşikten adımımızı atar atmaz Bevar’ın telaşla ardımdan geldiğini gördüm. El ele yürürken Amelya’ya bakınca onun etrafı seyrettiğini gördüm. Merakla ve bir o kadar da çekinerek bakıyordu.
“Ağam!”
Bevar’ın seslenmesiyle bakışlarımı can dostuma çevirdim. “Bir sorun mu var, Bevar?”
“Avukat bugün hisseler için görüşmeye gidecek, Ağam.”
Bir zamanlar amcam dediğim o adamdan bahsediyordu. Öznesi olduğu her cümle canımı sıkmayı başarıyordu. Bir an önce onu hayatımızdan silmek, sanki hiç var olmamış gibi yaşamaya devam etmek istiyordum. Lalezar varken bunun imkânsız olduğunu bilsem de kuzenimi babasından uzak tutmak için tüm gücümü kullanmaya hazırdım. Amelya’nın duymaması için Bevar’a yaklaşıp fısıldadım. “Lalezar’ı da götüreceksin ve babasını son kez görecek.”