Gözlerini aralayan genç kızın zihni nerede olduğunu fark edemeyecek kadar karışmıştı. Tekrar uykuya yenik düşmesi uzun sürmedi. Bir kez daha gözlerini açtığında bir gün önce yaşamış olduğu anlar birbiri ardına belirdi. Defileye çıkarken podyumda güçlükle yürümüş, odasına döndüğünde ayakta durmakta zorlanacak hale gelmişti. Üzerini giyinip, oradan çıkmak istediğini hatırlıyordu. Ötesi yoktu. Sadece kesik anlardan oluşan ve anlamlandıramadığı karelerden ibaretti. Gökyüzünü kıskandıran gözlerini etrafta gezdirdi. Tanımadığı ve tek zerresine aşina olmadığı bir odadaydı. Korkuyla sarmalandı. Kendal Cesur kendisini kaçırmış olabilir miydi? Defalarca kez reddettiği, istemediğini söylediği adamın gözü bu kadar kararmış mıydı? Reddettiği anları nazlandığına dair saçma anlamlara büründürmüş, her bir adımını bir öncekinden daha cesur atmıştı. Gazel’in asla etkilenmeyeceği tavırlar sergilemekten vazgeçmemişti.
Gazel, böyle bir adam istemiyordu hayatında. O, kendisini çok sevecek, bir o kadar da saygı duyacak bir adam istiyordu. Güveneceği, sığınacağı bir limandı arzu ettiği. Onu zorlayacak, zorla elde etmeye çalışacak bir adam değildi. Cesareti başkalarına zarar vermeyecek, merhametli bir adam olmalıydı. Biliyordu ki Kendal Cesur bu özelliklerin hiçbirini taşımıyordu.
Yerinden hızlıca doğruldu. Nasıl bu hale geldiğini bulmaya çalıştı. Dün tüm gün sabah kahvaltısı dışında bir lokma geçmemişti boğazından. Anımsadığı şey ile gözlerini yumdu sıkıca.
“Şeftali suyu…”
İçinde ilaç olmalıydı. Peki bunu nasıl yapabilirdi? Böylesi bir tuzağa nasıl düşürülebilirdi? Gözlerini aralamadan üzerine baktı. O ana dek kumaşın varlığını dahi hissedememişti. Ellerini bedeninde gezdirdiğinde giyinik olduğunu anladı. Rahat bir nefes aldı. Dün defile öncesinde üzerinde olan bluz ve etek vardı. Üstelik bir yırtık dahi yoktu.
Ellerini birleştirip göğsüne yasladı. “Şükürler olsun.”
Dokunmamıştı ona. Peki neden kaçırmıştı? istediği ona ait olması değil miydi? Sürekli ima ettiği onca sözün temelinde onun kadını olduğunu istemesi yok muydu? Belki de uyanmasını beklemişti. İzin veremezdi. Bu düşüncelerle zaman kaybetmemeliydi. Hemen kaçıp kurtulmalıydı ondan.
Yerinden kalkıp kapıya doğru yürüdü. Adımları birbirine karışıyor, başı dönüyordu. Ancak umurunda değildi. Tüm gücünü kullanacak ve bu yerden kurtulacaktı. Asla ona ait olmayacak, ona ait olan bu yerde bir nefes dahi almayacaktı.
Kapının ardını dinlemek için yaslandı. Titreyen elleri buz gibiydi. Ses duymayınca cesaretlendi. Kapının kolunu kavradı. Yuvarlak metali çevirdiğinde kapı açıldı. Kilitli değildi. Bir kez daha şükrederek usulca araladı. Başını dışarı uzattığında kimse yoktu. Heyecanı katlandı. Küçük ama sarsak adımlarla dışarı çıkıp, karanlık koridorda yürüdü. Taş duvarlardan oluşan bu yerde taş merdivenlerle karşılaştığında hızlandırdı adımlarını. Merdivenlerin yarısına kadar indiğinde kimseyi göremedi. Sağ tarafta yeşilliklerle dolu bahçeye uzanan camları gördü. Rüzgarı hissetti bedeninde. Kalan basamakları inerken, duyduğu sesle irkilerek durdu.
“Uyandın demek.”
Hızlıca başını çevirdiğinde savrulan uzun kara saçları yüzüne savruldu. Diğer taraftaki kapıdan giren yabancı bir adamla şaşırdı. “Sen kimsin?”
“Adımsa öğrenmek istediğin Ömer derler doğduğumdan beri.” Sağ kaşını kendisine has olan şekilde kaldırdı.
“Nerede o şerefsiz?” Sesi evde yankı buldu. “Neden getirdi beni buraya?”
“Destur.” Elinde dakikalar önce kopardığı üzüm salkımı vardı. Kaşları çatık ifadesi sertti.
“Benim olduğum yerde beyime hakaret ettirmem.”
“Öyle mi?” Yanındaki duvarda asılı eski bir çerçeveyi içindekine bakmadan kavrayıp karşısındaki adam savurdu. Eğildiği için duvara çarptı ve parçalandı. Adam ise zerre etkilenmemişti halde baktı yüzüne. “Senin o ‘beyim’ dediğin hayırdan anlamayan ve onu istemediğini bildiği bir kadını kaçıracak kadar delirmiş.”
“Sana iyilik edenlere böyle mi teşekkür edersin sen? O olmasa şu an ne halde olurdun biliyor musun?”
Ellerini iki yana açıp, ukala bir gülümseme ile baktı adamın yüzüne. “Evimde, güvendiğim tek yerde olurdum.”
“Saf mısın kör mü? Beyim olmasa şu an o lanet herifin yanında olurdun be kadın.”
Birbirlerine bakan öfkeli bakışlardan biri şaşkınlığa büründü bu sözlerle. Anlam vermekte güçlük çektiği sözler aklında dönüp dururken olduğu yerde sendeledi. Kendisine yaklaşmak için atılan adamı elini kaldırıp durdurdu.
“Senin… Senin ‘beyim’ dediğin Kendal Cesur değil mi?”
Başını kaldırıp yüzüne baktığı adam gördüğü hallerinden daha da öfkeliydi o an.
“O deyyusun adamı olacağıma açlıktan ölürüm daha iyi… Ona ‘bey’ dediğim gün kıyamet kopmuş demektir. Benim beyim Kenan Ağadır. Soyadı gibi cesur ve dosdoğru bir adamdır.”
“Kenan Cesur.”
Dudaklarından çıkan isim onu saatler öncesine sürükledi. Günler önce ilk kez karşılaştığı ve kızların defileden önce hakkında konuştuğu adamın yüzü belirdi gözlerinin önünde. Podyumun ucunda durup onu izlediği ve odasına gelip, üzerini giydirdiği anlar geldiğinde ardından çırpındı kalbi.
“Seni kaçırıyorum.”
“Sarıl bana.”
Sesini ve sözlerini hatırladığında titredi bedeni. Bir rüya gibi olan anların gerçek oluşu, haftalardır aklında olan adamın onu Kendal’dan kurtarması… Hepsi o denli karmaşıktı ki… Vücudundaki son güç çekilirken gözleri karardı. Olduğu yerde sallanan bedeni merdivenlerden aşağıya sürüklenmeye başladığında her şey için çok geçti. Merdivenlerin sonunda gözleri kapandığında dudaklarından aynı isim çıktı.
“Kenan…”
**
Ömer, merdivenlerin sonunda kendinden geçmiş kızı uyandırmaya çalışırken çalan telefonuna söylendi.”Ne var?”
“O kızın kim olduğunu hatırladım. Beyimin İstanbul’da ki gece kulübünün sahibini dövdüğü geceyi hatırlıyor musun?”
Çatık kaşlarıyla anımsamaya çabaladı Ömer. “Evet.” Dediğinde Asaf, “O kız işte.”
Duyduklarını çözmesi birkaç dakika sürse de başardı. Şaşkınlıkla yerde yatan kıza baktı.
“O nasıl?”
“Uyandı. Ama merdivenden düştü.”
“Ne demek düştü? Ne durumda şimdi?”
Asaf’ın sorularına yanıt veremeden duyduğu diğer sesle sakalını sıvazladı.
“Ne oldu Gazel’e?” Soran Beyiydi. Şimdi ne diyecekti?
****
Bütün gece ağladığı için kızarmıştı gözleri. Kirpikleri ise hala nemliydi. Yorgun bir halde doğruldu yerinden Nurbanu. Gelen kişiyle uğraşmak istemediği için evde yokmuş gibi davranmaya karar verdi. Saatlerini geçirdiği kanepenin karşısındaki sehpada duran telefonuna uzandı. Hastaneden bir arama olup olmadığına bakmak için tuş kilidini açtı. Sekiz cevapsız arama olduğunu gördüğünde kaşları çatıldı. Aciliyeti olan yatan bir hastası yoktu. Ancak dışardan gelen yeni bir hasta olabilirdi. Cevapsız aramaların kimden olduğuna baktığında yüreğini yakan o ismi gördü.
“Kenan”
Ona dair vermek istediği onlarca sıfat ve söylemek istediği söz olmasına rağmen sadece adıyla kaydetmek zorunda kalmıştı. Bunun nedeni onun görmesinden çekinmesiydi. Dün geceye kadar… Ona yüreğinde artık taşımakta güçlük çektiği hislerini anlatmak için cesaretini toplamıştı. Tüm güzelliğiyle hazırlanıp gittiği konakta bulamamıştı onu. Adamlarına sorduğunda tek kelime öğrenememişti. Yıllarca her hafta Perşembe gecesi onu bekleyen adamın geleceğini unutması, haber dahi vermeden gitmesi cesaretini kalbi gibi tuzla buz etmişti. Geri döndüğü evinde kendini harap ederken bir daha asla öyle bir delilik yapmamak için söz vermişti. Oysa kendisine öğütlediği her bir nasihat,edindiği her bir zırh adını görüşüyle dahi yok olurdu.
Heyecanla aramak için doğruldu. O an duyduğu zil sesi kesildi. Yerini yumruklara bıraktı. Kapıdaki kişi her kimse evde olduğunu biliyor olmalıydı. Kapıyı neredeyse kırmak üzereydi. Azarlamak için merdivenlere yöneldi. Aşağı inerken telefonu yeniden çalmaya başladı. O arıyordu. Açıp, kırık sesiyle “Kenan.” dediğinde aldığı yanıt “Kapıdayım.”oldu. Heyecanla adımlarını durdurdu. Ona gelmişti. Dünkü halini gören adamlarından biri haber vermiş olmalıydı. Merdivenlerin sonundaki kapıya baktı. Yüzündeki nemi üzerinde geceden kalan sabahlığın koluna silerken telaşla indi. Saçlarının berbat halde olduğunu kapının yanındaki aynada gördüğünde yüzünü buruşturdu. Kaybedecek vakti yoktu. Bu yüzden kapıyı yarı aralık vaziyette açtı. Telaşla kapının önünde bir ileri bir geri giden adamı gördüğünde derin bir nefes aldı.
“Ağam.”
Adamlardan birinin seslenişi ve kendisini işaret edişiyle özlediği gözler değdi gözlerine. Onun kendisine atılmasını, kapıyı itip, kollarından kavramasını bir rüyadaymış gibi izledi. İşittiği sözler yıllardır onun sesinden işitmeyi arzu ettiğiydi.
“Sana ihtiyacım var…”
Ne etrafın görme ihtimalini ne de onunla olan bağının öğrenilmesini umursamıyordu o an Kenan. Aklında sadece o kızı koruyamamış olması vardı. Bu durumu kabullenemiyordu. Daha ilk günden onun acı çekmesine neden olduğu için kendini suçluyordu. Oysa sadece bir saat önce avluda yaşanılan anlar tüm benliğini yakmaya devam ediyordu. Kendal’ın boğazını saran elleri yanıyordu.
“Gazel’i senden geri alacağım ve buradan onunla birlikte gideceğim Kenan Cesur. Ne pahasına olursa olsun!”
“Seni babanın yanına gömeceğim!”
“Yedi Aşiret izin verir mi sanıyorsun? Barzan Ağa varken senin sözün geçer mi?”
“Ona güvenecek kadar çaresizsiniz değil mi? Boşuna. Sizi elimden kimse alamayacak.”
O anlarda Gazel’e zarar verecek tek kişi karşısındaki perişan halde olan adam iken kendisi daha da beterini yapmıştı.
“Ben hazırım.”
Yanına isteği üzerine muayene için gerekli olan malzemeleri ve birkaç parça eşyasını koyduğu çantasıyla gelen kadını görünce duraksadı. “Hastanede sorun yaşamazsın değil mi?”
Sadece Kenan ile başbaşa olma düşüncesiyle çepeçevre sarılan Nurbanu için her şey önemsizdi. Onunla bu topraklardan çok uzakta vakit geçirme düşüncesi dahi heyecanını katlıyordu. Dün gece başaramadığını bu kez gerçek kılmak ise en büyük hedefiydi o an. Zira bu yüzden çantasına koyduğu kıyafetler, dolabındaki en iddalı parçalardı.
“Ne zamandır dinlenmediğimi söylüyordu Başhekim. Bir tatile çıkacağımı söyledim. Hemen kabul ettiler.”
Ne tatil sözüne ne de karşısındaki kadının heyecanlı tavrına dikkat edebildi. Yola inen merdivenlere yöneldiğinde peşinden gelen adım sesleri arabasına kadar onu takip etti. Arka koltuğa yerleştiğinde, Asaf’a hızlı kullanmasını söyledi. Yanında oturan kadının ilgili bakışlarının göremedi. Endişeyle Ömer’i aradı.
“Nasıl?”
“Uyanmadı Beyim. Bileği şişmeye başladı.”
“Geliyorum.”
Telefonu kapatırken düşünceliydi. Jeti hazırlaması gerekirken arabayla yola çıkmış olmak canını sıkıyordu. Kendal’ın babasıyla birlikte onu izlemeye başladığını biliyordu. Bu yüzden dikkatli olmak zorundaydılar. Yolun yarısında araba değiştirip öyle devam ettiler. Plakanın takip ettirildiğine emindi Kenan. Farklı bir zamanda önemsemeyeceği bu detay Gazel’e giden yolların bulunması demekti. Çiftlik evine giden yola girdiklerinde doğruldu yerinden. Araba durduğu anda kapıyı açıp dışarı çıktı. Onları Ömer karşıladı. Şaşkın bir ifadeyle yanına gelen kadının kolunu kavradı. Üzüm bağlarının arasında onu eve çekiştirirken gözleri Gazel’i bıraktığı odanın camındaydı.
Eve girdiklerinde gördüğü taş merdivenlerle yüzünü buruşturdu. Nurbanu’nun kolunu bırakıp, basamakları hızlıca çıktı. Koridorun solunda kalan odaya yürüdü telaşlı adımlarla. Açık olan kapıdan girdiğinde görmek istediği kişi yatakta kendini bilmez bir halde yatıyordu.
“Bu da kim?”
Nurbanu’nun sorusunu duymadı bile. Adımları ona çekiliyordu sanki. Yatağın yanına oturmadan önce kızın bileğine baktı. Kızarmıştı. Başını çevirip siyah uzun saçların çevrelediği küçük yüze baktı. Tenindeki birkaç ufak çizik tahmininden kötü düştüğünü gösteriyordu. Daha fazla zaman kaybetmemek için yerinden kalktı. Çatılı kaşları ile yataktaki kızı izleyen kadına seslendi.
“Seni buraya onun için getirdim.” Sözlerinin karşısındaki kadını ne denli yaraladığını göremedi.”Ona yardım et Nurbanu. İyileştir.”
Gözlerini kızdan ayırmayan kadın onu nerede gördüğünü bulmaya çalışıyordu. Daha önce Antep’ten olmadığına emindi. Peki nereden tanıyordu? Kenan için neden bu kadar önemliydi? Küçük mırıltıları duyduğunda zihnini saran sorulardan sıyrıldı.
Kenan, sadece birkaç kez işittiği sesi duyduğunda yatağa doğru yaklaştı heyecanla. Kızın gözleri kapalı mırıldandığını işittiğinde eğildi. Ne dediğini anlamaya çalışırken sol eline değen parmaklar ile dondu. Bilinçsiz olan bu küçük temas onu etkilemeyi başarmıştı. Ama en çok aralanan kirpiklerin ardında gördüğü güzel gözler oldu benliğini sarsan. Dudaklarında beliren gülümsemeyle ortaya çıkan iki derin gamzeye içini titretti. Kendisini hatırlamadığını düşünen yanı adını duyduğunda şaşkınlığa büründü.
“Kenan… Geldin.”
Odada kendisine gülümseyen kızdan başka kimse kalmamıştı. Sadece o vardı. Gülümsemesi silinirken güzel gözleri kapandı. Sol elini tutan parmakların teması olmasa o anın hayal olduğunu düşünebilirdi Kenan. Diğer eliyle yüzüne dokunurken seslendi.
“Gazel… Aç gözlerini…”
**
Çıkan ayak bileğini yerine tekrar oturttuktan sonra daha çabuk toparlanması için alçıya alacaktı Nurbanu. Ancak bu işlemleri yapmadan önce acısını hafifletmesi için ağrı kesici iğne vurması gerekiyordu. Eksik olan malzemelerle birlikte yazarak, Kenan’a verdi. Asaf görevi üstlenerek yola düştü. O gelene dek sadece beklemek zorunda olduklarını bilen Kenan huzursuzdu. Elini tutan parmaklardaki güçle sakin durmaya çabalıyordu.
“Bana onun kim olduğunu hala söylemedin Kenan.”
Demir Usta sayesinde tanıdığı genç kadın yıllarca gizlice kendisine fizik tedavi uygulamıştı. Öğrenciliğinden uzmanlığına dek haftanın belli gecelerinde yanına gelip, gücünü toplması için yardım etmişti. Az da olsa hissedebilmeyi ona borçluydu. Bu yüzden minnettardı genç kadına. Hissettiği sadece bu kadardı. Ama biliyordu Kenan. Hissediyordu. Genç kadının kendisine karşı duyguları olduğunun farkındaydı. Ağrıları arttığı dönemde yanında kalmak istemesi, dokunuşlarının, bakışlarının farklılaşması ve hayatına yıllardır kimseyi almamış, başka şehirlerden gelen iş tekliflerini kendisini bahane ederek reddetmesi en büyük etkenler olmuştu.
“Misafirim.” Dedi bakışlarını uyuyan kızın yüzünden ayırmadan.
“Antep’ten mi?”
Sadece başını salladı olumsuz anlamda. Ne adını söyledi ne de ünlü bir manken olduğunu. Yüzünün etrafına düşen tutamlardan birine dokundu. İpekten farksızdı. Makyajı dün akşam olduğu gibi kusursuz görünüyordu. Dayanıklı malzemelerin tesiri olduğuna şüphe yoktu. İçten içe merak etti Kenan. O fotoğraftaki gibi duru güzelliğini görmek istedi.
“Seni nereden tanıyor? Kenan diyecek kadar samimi olduğunuza göre uzun zamandır olmalı…”
İğneleyici sözleri duymazdan geldi. Yumuşayan bakışlarını eski soğukluğuna döndürdü. Elini tutan parmaklardan sol elini güçlükle sıyırdı. Son bir kez bakıp, onu bekleyen kadına yaklaştı.
“Sana güvenebilirim değil mi Nurbanu?”
“Elbette.”
Kendisine bakan kara gözlerin tesirine girdi. Dili işlevini yitirmiş, konuşmayı unutmuştu sanki genç kadının.
“Ben gelene kadar o sana emanet. Geri döndüğümde iyi görmek istiyorum.”
Ne zaman döneceğini bilmemenin belirsizliği içerisindeydi Kenan. O yüzden ne bir gün ne de saat verebildi. Nurbanu’yu emanetiyle o evde bırakıp çıkarken aklında sadece kendisine bir şey olursa Gazel’e ne olacağı vardı.
Efsane ya❤️