Koyu ahşaptan antika mobilyalar ile bezeli odada sadece iki ses duyuluyordu. Biri duvardaki saate, diğeri yatakta uyuyan adama aitti. Dakikalar saate dönerken orada öylece oturmaya devam etti Kenan. Yatağın tam karşısındaydı. Keskin bakışları can düşmanının suretinde geziniyordu. Yıllardır hissettiği nefret ve beslediği intikam duygusu tüm benliğini sarmalamıştı.
Elindeki silahı belli ritimlerle yanındaki dolaba vurmaya başladı. Bu ses giderek arttırdığında amacına kavuşmasına sadece saniyeler vardı. Zira adamın önce homurdanarak kıpırdadığını, ardından yüzünü buruşturarak gözlerini aralamaya çalıştığını fark ettiğinde doğruldu yerinden. Namluya sürerken gümüş kurşunu, yatağın baş ucundaki yerini aldı. Kendisine bakan kırışıklıklara bezeli gözlerden gözlerini bir an bile ayırmadan ceketinin cebinden canını yakan zerreleri avuçladı.
“Hesaplaşma vakti geldi Celal Ağa.”
Yaşlı adam tükürüğünü dahi yutamadı hissettiği korkudan. Yıllardır kabusu olan adam karşısındaydı. Yüzüne savrulan toprak parçalarıyla irkildi. Doğrulmaya çalışırken gördüklerinin rüya olmadığını fark etmenin korkusuyla çarptı kalbi. Gözlerine değen ve dudaklarının etrafına yapışan taneleri teninden sıyırmak için çabaladı.
“Bu topraklar gözünü kırpmadan canına kıydığın ağabeyimin ve babamın… ” Avuçlayarak sol elinin izin verdiği ölçüde savurmaya devam etti. “Onların yanına, gittiğim gün mezarlarından aldım. Bugün için sakladım. Onları benden alan piçin yüzüne savurmak için…”
Celal Ağa, peşi sıra gelen topraktan ellerini yüzüne siper ederken kurtulmak için çabaladı. Bir yandan da bağırmayı denedi. Ancak pes etmesi uzun sürmedi. Gerçekleri bir başkası özellikle yedi aşiretin duymamalıydı. Yüreğindeki korkunun ağırlığıyla nefesi kesilmek üzereydi. Yalnızca birkaç saat önce yatağından çıkan yirmili yaşlarındaki yeni sevgilisinin hissettirdiği arzu ve tutkunun izleri yok olmuştu.
“Yanılıyorsun.” Yüzüne çarpılan topraklar kesildiğinde elleriyle temizlemeye çalıştı. “Ben hiçbir şey yapmadım.”
Parmaklarında kalan toprak parçaları yüreğini sızlatırken silahını doğrulttu.
“Oyun bitti Celal. Ortağın seni saatler önce sattı.” Ona bu bilgiyi verenin Kendal olduğunu söylemeyecekti. Bir daha asla yüzünü göremeyeceği Kamber’in ona ihanet ettiğini sanarak can vermesini istedi.
Kendisini yıllar önce yakıştırdığı ‘çocuk’ sıfatıyla kandırmaya çalışan adamın boğazını kavradı. “Şimdi ödeşme vakti.”
Namluyu dudaklarının Avını bir kartal misali pençelerinin arasına almıştı. “Ölmeni bekleyen oğluna bir iyilik yapacağım aklıma dahi gelmezdi.”
Adamın başını sallayarak, boğazını kavrayan elini tırmalamaya çalışmasını umursamadı. Silahı ağzına soktu. “Yıllardır seni bulmayı bekledim. Ve sen öyle şerefsizsin ki babamın hanesine, benim masama defalarca kez oturup ekmeğimi yedin. Bu kadar yakındın bana öyle mi?”
Bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Ama anlaşılmıyordu. Kenan’ın ise onun sesini duymaya dahi tahammülü yoktu.
“Geri döndüğümde ne hissettin söylesene? Başaramayınca üzüldün mü? Hedefine ulaşamayınca yeniden denemeyi düşünmedin mi?” Aklına gelen adamla dişlerini sıktı. “Planın amcamı ağa mı etmekti? Karşılığında ne istedin peki? Para, toprak, yedi aşiret masasında kendin için oy… Üç canın bedeli neydi senin için?”
Açılan kapıyla başını çevirdi. Gelen Asaf’tı. “Beyim Cihan Ağa geldi. Ayakta duramayacak kadar sarhoş.”
“Güzel.” Dedi. Elini çektiği anda silahtan kurtulan adamın sözleri duyuldu.
“Dur! Barzan… Her şeyi o istedi.”
Gevşedi parmakları. Onu ikna edebileceği fikrine sarılan Celal Ağa peş peşe savurdu sözlerini. “Baban Korkut Ağa, Barzan’dan daha güçlüydü son yıllarda. Yerini tehlikeye düşürecek kadar ilerlemişti işlerinde. Masanın en büyüğü değildi artık servetiyle. En mühimi Korkut Ağayı herkes severdi Barzan’ın aksine. Babanı yok etmek yetse de ağabeyin ve sen onun için tehlike olmaya devam edecektiniz. Bunun için hepiniz ölmeliydiniz. Bana bu hayattaki en büyük isteğimi yerine getireceğini söyleyerek geldi. Cihan’ın varisim olarak kabul edilmesini sağlayacaktı. Sizi yok etmem karşılığında.”
Dişlerini sıkarken kısacık bir an kapadı gözlerini.
“Affet. Ne istersen veririm. Tüm topraklarım senin olsun.”
Kalbindeki acı, suretindeki derin kederle baktı ondan ailesini çalan adamın yüzüne. “Benden aldıklarının karşılığı bu değil. Cana can, kana kan…”
“Barzan yaşatmaz seni.” Dediğinde Kenan gülümsedi. Tek kelime etmedi. Susturucu taktığı silahını adamın kalbine yaslayıp bir dakika dahi beklemeden bastı tetiğe. Kurşun adamın kalbine saplandı. Usulca süzülmeye başlayan kanlar Kenan’ın yüreğindeki intikam harını alevlendirdi. Yaşadığı şokla büyüyen gözlerden gözlerini çekmeden fısıldadı.
“Canın cehenneme!”
Adamın solukları hırıltılı ve hızlıydı. Çıplak göğsü kıpırdamayana dek bekledi. Öldüğünü anlaması uzun sürmedi. Asaf’ın gölgesinde ellerinde düşmanının kanıyla geldiği gibi sessizce kayboldu.
**
İki mezarın ucunda ellerindeki kanlarla duruyordu Kenan. Yüreğindeki ateş yok olmamış, içindeki acı azalmamıştı. Her iki mezarın üzerine ellerini yasladı.
” Hayatımda ilk kez bir can aldım ben. Baba… Ağabey… Bu kan sizi benden alan adamın kanı…”
Tüm gücüyle ellerini sürerken toprağa, yara bere içerisinde kalacağını bilemedi. Gözleri görmez, kulakları duymaz olmuştu. Yaptığı şeyin gerçekliğiyle karşı karşıyaydı. Bunu yapmak zorunda bırakanlardan, hayatını çalanlardan nefret etti bir kez daha. Öfke bulutları arasında bulduğu iki adamla başını kaldırdı. Mezar taşındaki isimlere bakarken etti yemini.
“Barzan’ı tüketeceğim. O da ölecek. Ama onun canını alan ben olmayacağım. Kamber… Onun kanını ben getireceğim size. Her şey bittiğinde…” Kanlı elini yumruk yapıp yasladı kar beyazı gömleğinin sardığı kalbine. “Sönecek yüreğimdeki bu har…”
Kenan, yeminini gerçek kılmak için her yolu denemeye kararlıyken, ardında koca bir kıyamet bırakmıştı. Celal Ağanın ölüm haberi etrafı sarmalamaya başlamıştı. En büyük yankı ise Kendal’ın evinde olacaktı.
******
Aynı saatlerde çiftlikte hummalı bir çalışma vardı. Önce salona ve mutfağa, ardından merdivenlere, koridora ve bahçeye yerleştirilen kameraların güvenlik için olduğunu söyleyen Ömer’e inanan Nurbanu, olduğu odaya giren adamla şaşkına döndü. Yatakta ayağı alçılı bir şekilde yatan kızın yanından kalktı. Merdiveni kurup tepesine çıkmaya hazırlanan adama seslendi.
“Yanlış geldiniz sanırım. Bu oda özel bir alan…”
Adam cebine sıkıştırdığı not defterini kontrol etti. “Siparişi veren kişi bu odayı öncelikli olarak belirtmiş durumda.”
Ardından işine dönen adamla öfkeyle bakışlarını yatağa çevirdi. Onu yatak odasında dahi izlemek istemesi kalbini sıkıştırıyordu.Bu kızın neden Kenan için önemli olduğunu anlayamıyordu İtiraf etmese de, söze dökmese de ona olan bakışlarını görmüştü. Sadece merhamet değildi. Ama izin vermeyecekti. Önce bu kızın kim olduğunu öğrenecek, ardından ondan kurtulacaktı. Kenan geri döndüğünde kızın burada olmasına izin vermeyecekti.
Henüz bilmediği ise kadere karşı koymaya gücünün yetmeyeceğiydi.
******
Tüm cihan ve aşiretler Celal Ağanın ani ölümünün şaşkınlığını yaşıyordu. Bir kalp krizi olduğuna dair yapılan açıklamalarının yalan olduğunu bilen sadece yedi adam vardı. Kenan dışında her biri yatağın etrafında dizilmiş kanlar içerisinde, cansız yatan adamı izliyorlardı. İçlerinde gözyaşı döken sadece Cihan vardı.
Cihan, Celal Korkmaz’ın gayri meşru oğluydu. Çok fazla kadınla birlikte olan bir adamın tek gecelik zevkinin can bulmuş haliydi. Anasının kucağında konağa geldiğinde sadece birkaç gün önce doğmuştu. Küçük ve zayıf bedeniyle hayata tutunmayı başarmıştı. Onu dünyaya getiren kadının bir yuvaya, para ve güce kavuşmak için tutunduğu bir umuttu. Ama olmadı. Dna testiyle gerçekten o adamın oğlu olduğu kanıtlandığı gün yüklü bir miktarda paraya annesi tarafından babasına satıldı. Artık bir babası vardı. Lakin bu kez anasız kalmıştı.
Yedi Aşiret evlilik dışı doğan bir bebeğin varis olmayacağını defalarca kez söylese de Celal Ağa pes etmedi. Topraklarından toprak, servetinden bir miktar para ile oğlunu tüm cihana tanıttı. O güne dek isimsiz olan bebeğe de bu nedenle Cihan adını verdi.
Kadınlar, alkol, avcılık ve kumar dörtgeni içerisinde geçen yıllarda büyüdü Cihan. Eli kalem tutmadan önce silah tuttu. Hedefi vurmayı öğrendiğinde babasıyla av partilerine sürüklendi. Acımasızlığı, gözünü kırpmadan can almayı öğrendi. Korkarak uyandığı gecelerde sığınmak istediği odanın kapısını araladığında babasından kadınlara davranışlarına şahit oldu. Onlara nasıl davranması gerektiğini öğrendi. Sert hareketlerden ve şiddetten hoşlandıklarını zannetti. Zaman geçtikçe babasının kopyası olduğunu fark edemedi bile. Onun kadar bencil, hırslı, gözü kara ve merhamet yoksunu biri oldu. Ama onun gölgesinden de kurtulmayı başaramadı. Celal Ağanın oğlu Cihan olmanın ötesine geçemedi. Zira kendi başarısı, kendi gücü olmadı. Yarım bıraktığı eğitim hayatıyla başka türlüsü de mümkün olamadı. Her zaman mukayese edildiği Kenan ve Genco’dan nefret etti. Ne Kenan kadar zekiydi ne de Genco kadar yetenekli. Ama bunu görmek ya da kabullenmek yerine onlardan kendisini üstün görmeye devam etti.
Şimdi içten içe başardığını hissetmenin tatmin edici duygusuyla doluydu içi. Halini yanındaki adamlara hissettirmemek için büyük bir çaba sarf ediyordu. Gözünden akan yaşlar babasını kaybetmenin acısı olarak düşünülse de o mutluluktan ağlıyordu.
“Kenan Ağaya haber gitmedi mi?”
Duyduğu isimle başını kaldırdı. Onun yokluğunun o an farkına varabildi Cihan. “Babamın vefatı onun için önemsiz olmalı.”
Tamer Ağa, sadece iki saat kadar önce bir ahbabından işittiği sözleri anımsadı.
“Kenan Ağayı gördüm bu sabah mezarlıkta. Çok emin değilim ama ellerinde kan vardı sanki.”
Keskin bakışlarını yataktaki adama çevirdi. Tam kalbine saplanan kurşun deliğiyle çatıldı kaşları. Gerçek olmasından korktuğu düşünceler sararken benliğini, yalan söyledi.
“Kenan Ağa bana maruzatını bildirdi. Kendisi biraz rahatsız olduğu için gelemedi. Cenazede olacak.”
Onun adına konuşmuş olması diğerlerini şaşırtsa da o an önemsenecek bir detay değildi. Cenazenin ertesi gün kaldırılması planlanırken, durum hem yetkililerden hem de Celal Ağanın ve yedi aşiretin insanlarından gizlenecekti.
Tamer Ağa, cenaze evinde kalmamak için torunu Toprak’ı bahane etti. Onun için ne kadar önemli olduğunu bildiklerinden Barzan Ağa ve diğerleri ses çıkarmadı. Konaktan ayrılan adamlarına Antep’e, Cesur konağına gitmek istediğini söyleyip ardına yaslandı. Son günlerde artan nefes darlığı yine kendini göstermeye başladığında camı araladı. Rüzgar yüzüne çarparken gözlerini ıssızlaşan topraklarda gezdi. Vakti geliyordu. Bunu hissediyordu. Lakin gözlerini kapamadan önce oğlunun canının parçasını mertliğinden emin olduğu adama, Kenan’a emanet etmeliydi. Bunun için onun yarasını kullanmak zorunda olduğundan utansa da başka çaresi yoktu.
*****
Üzerindeki kıyafetler ile suyun altına girdi Kenan. Alnını soğuk fayansa dayarken, etrafındaki seslerden su onu koruyordu sanki. Üzerine yapışan gömleğin dokusuna işleyen kanın olduğu yere yasladı elini. Yaşananların gerçekliğini ölçmeye çalışıyordu sanki. Başarmış, ağabeyinin cansız bedenine verdiği yemini yerine getirmişti. Bir farkla… Henüz diğer düşmanlarına bedel ödetmemişti.
Dönüp sırtını yasladı. Başını ardına yaslarken gözleri bir noktaya odaklıydı. O denli uzun süre olduğu yerde durdu ki parmaklarının uçları dahi büzüşmüştü. Üzerindeki kıyafetleri yırtarcasına çıkarmaya çalıştı. Sol elinin acısı başının yanındaki kurşun yerine dek yayıldığında dişlerini sıkarak inledi. O an gerçeklerle acı bir şekilde yüzleşti. Ne yaparsa yapsın hiçbir şey düzelmeyecekti. Ne ağabeyi ve babası geri gelecek ne de sol kolu iyileşecekti. Her zaman eksik, yarım bir adam olacaktı. Kalbine götürdüğü elini yasladı tenine. Orada duyumsadığı ritim olmasa yaşamıyor gibiydi Kenan. Araftaydı sanki. Tutsaktı.
Banyodan çıkıp odasına girdiğinde çalan telefonunun sesini işitti. Yere attığı ceketine uzandı. Islak elleriyle kavradığı telefonu ve çıplak bedenine sardığı havluyla yatağın üzerine oturdu yavaşça. Bedeni sıcak suya rağmen hala kaskatıydı. Aramayı güçlükle açtığında duyduğu sözlerle diğer eliyle yüzünü sıvazladı.
“Kameralar takıldı beyim. Adamlar şimdi gitti.”
O an Gazel’in varlığını anımsadı. Yaşadığı anların tesiri halen öyle yoğundu ki… Utandı Kenan. Korumak için kurtardığı kızı aklından çıkarmış olmak canını sıktı.
“Ağam… Oradaki durumu bilmiyorum ama…Bir sorun var…”
Endişeyle sordu. “O iyi mi?”
“Gazel hanım iyi. Nurbanu hanımda. Lakin Kardelen Hanım tüm kanallara bir video göndermiş. Gazel hanımdan haber alamadığını söylüyor.”
“Lanet olsun.” Yatağın diğer yanındaki komidinde duran bilgisayarını açtı. Son dakika haberi olarak takip ettiği ekonomi sitesinde bile yayınlanmıştı. Videoyu gördüğünde Ömer’in sözleriyle yumruklarını sıktı.
“Kendal videoya karşılık olarak bir video çekerek yayımlamış. Gazel hanımın kendisiyle birlikte olduğunu ve çok yakında nişan törenlerine tüm basını davet edeceğini söylüyor.”
Vazgeçmemişti. Avluda kendisinden yediği dayak ve sürüklenircesine babasının kapısına atılması dahi aklını başına getirmeye yetmemişti. Onu tuzağa çekmeye çalışıyordu. Bu haberi aldığı anda kapısına dayanacağını biliyordu. Hazırlanmış ve silahlarını kuşanmış halde onu beklediğine emindi Kenan. Lakin istediğini ne ona ne babası olacak Kamber’e vermeye niyeti yoktu.
“Ne zaman geleceğimi bilmiyorum. Ama.sana bir ses kaydı yollayacağım. Gazel uyanınca ona dinletmeni istiyorum Ömer. Gitme ya da kalma kararını versin.”
“Sen nasıl istersen beyim.”
Telefonu kapatır kapatmaz dediğini yaptı. Samimiyetten uzak ama güven verici ses tonuyla ona bilmesi gerekenleri anlattı. Ve ona seçme şansı verdi. Ses kaydını tamamlayıp yolladığında mantıklı bir karar vermesini ümit etmekten başka bir çaresi yoktu.
Üzerini giyinirken ellerindeki taze yaraların acısını ilk defa hissetti. Mezarlıkta toprağın üzerinde berelediğini anımsadığında derin bir iç çekti. Acısı yoğundu. Yine de ne bir merhem sürdü ne de yaralarını kapattı. Sanki onlar acıdıkça günün gerçekliğini hatırlıyordu.
Kardelen Kahraman’ın bahsi geçen videosunu izledi. Sancar Kahraman’a zerre benzemeyen kadının mavi gözleri hüzünlüydü. Samimi olduğu ve Gazel’e gerçekten değer verdiği aşikardı. Ama güvenemezdi. Uzandığı yatağında Celal Korkmaz’ın konağından gelecek haberi beklerken uyuyakaldı. Birkaç saat sonra işittiği seslerle gözlerini araladığında odasının kapısı açıldı. Yastığının altında her daim tuttuğu silahını kavrayıp yerinden doğruldu. Odasına giren adam Cihan Korkmaz değildi. Babasının ve ağabeyinin ölümünden sonra döndüğünde Yedi Aşiret Birliğinde ona destek olan yegane insandı.
“Tamer Ağa…”
“Burada ne beklersin Kenan Ağa? Canını aldığın adamın oğlu da gelip seni mi yok etsin istersin?”
Duyduklarıyla şaşkınlığa büründü. Onun gerçekleri nasıl öğrendiğini anlayamıyordu. Şaşkın bakışlarını çatılmış kaşlarının gölgesine gizledi. Tek bir söz etmeden karşısındaki adamın hislerini dökmesini bekledi. Dost muydu düşman mı? Yanında durmasına ihtiyacı yoktu. Ancak karşısında yer alacaksa bunu şimdi bilmeliydi.
“İnkar etmiyorsun. Senden beklediğim de buydu. Soyun gibi cesur bir adam olduğunu bilirim.” Yatağının karşısındaki uzun kanepeye oturup, bastonunu yanına yasladı.
“Nedenini nasılını soracak, senden açıklama beķleyecek değilim. Bu deliliği sebepsizce yapmayacağını bilecek kadar tanıdım seni. Ama hata edersin. Kendini gölgeye çekmen diğer ağaların dikkatini kısa vakitte çekecektir. Bunu nasıl hesaba katmazsın?”
“Onlar da biliyorlar mı?”
“Bilseler şu anda burada olurlardı. Barzan’ın ardında, konağı başına yıkmak için gelirlerdi.” Yaşına rağmen gür ama kar beyazı olan bıyıklarına dokundu. “Hiçbirinin sana dair tek şüphesi yok.”
İkna olmadığını gördüğünde tebessüm etti yaşlı adam. “Bakma öyle. Ben seninkinden daha büyük ihanetler gördüm bu hayatta Kenan. O yüzden intikamı da izlerini de iyi tanırım. Allah biliyor ya Celal’i günahım kadar sevmezdim. Yinede böyle ölmesi üzücü.”
“Babamı ve ağabeyimin nasıl öldürüldüğünü ben gördüm Tamer Ağa. Bedenlerine bile saygı duymayan, alevler içerisinde yanmalarını sağlayan bir adama emin ol insaflı davrandım.”
“Kinin büyük. Acınsa ondan daha fazla. Ama artık son ver. Can verdin, can aldın. Daha ötesi yok bu yolun. Yoksa sende yanacaksın.”
“Umurumda değil.” dedi Kenan vurdumduymaz bir halde. “Yaram Celal’in kanıyla kapanmayacak kadar derin.”
“Benim umurumda.”
Meraklı bir halde karşısındaki adama baktı Kenan. “Neden? Ne önemim var sizin için?”
“Torunumu emanet edeceğim adamın iyi olacağını bilmem gerek.”
Esracim sen ne güzel yaziyorsun kuzucum 🙂