“Yanıldın Savaş! Bu kez kazanan sen olmayacaksın…”
Lanet olası iç sesimi susturmak istercesine yüzümde gezdirdim ellerimi. Saatime bir kez daha bakarken Ayaz’ın sesiyle bakışlarımı ona çevirdim.
“Ağam, arka bahçeye yaklaşan bir atlı var!”
Sözleriyle gülümsedim. Kimin geldiğini adım kadar biliyordum. Ama neden o yönden, kimsenin bilmediği yerden konağıma, yanıma gelmeye çalıştığını anlayamıyordum. Elimdeki fincanı bırakıp doğruldum.
“Kapıları kapatın, Ayaz. Konakta kimse kalmasın.”
Şaşkın bir hâlde bana baktığını hissetsem de dönüp bakmadım. Bu akşam buraya gelen kişiyi kimse bilmemeli, görmemeliydi. Onun bahçemde olduğunu bilmek dudaklarımda hissettiğim gülümsemeyi derinleştirdi. Adımlarım benden bağımsız telaşla o yöne ilerledi. Kilidini dün kırdığım o lanet kapıyı bu kez heyecanla araladım. O an, buraya çıktığım ilk an kadar canımın yanmadığını hissettim. Zira kalbimde onun yerine daha tatlı bir acı hüküm sürmeye başlamıştı. Kesilen soluğuma tenime işleyen rüzgâr bile faydasızdı. Bir adım daha attığımda onu gördüm. Yabani otlarla kaplanan bahçede o denli eşsiz görünüyordu ki… Savrulan siyah saçları uçuşurken üzerindeki beyaz, uzun elbise kıvrımlarıyla sarmalanıyordu. Orada, mazimin kirli izlerinin koca bir yıkıntıya döndüğü o yerde beni bekliyordu. Günahlarımın karasına çıplak ayaklarıyla basmış bir melekti sanki. Cennetten benim için koparılmış gibiydi. Rojda… Benim için gelmişti.
Ardından yaklaşıp, uçuşan saçları yüzüme tel tel vururken durdum. İncecik beli, vücuduna yapışan elbisenin altında dururken sarmamak için güçlükle tuttum kendimi. Yanındaki atın boynundaki işlemeli yuları sıkıca tutmuştu. Gitmesinden korkar gibi öylece kenetlenmişti sanki. Bir adım daha yaklaşıp aramızda belki de santimler kala durdum. Kulağına eğilip fısıldadım.
“Hoş geldin…”
İrkilerek bana döndüğünde atın yuları avuçlarından süzüldü. Gece kadar kara olan at şahlanıp, bizden uzaklaşmaya başladığında Rojda’nın haykırışları yankılandı boşlukta.
“Ayabakan dur! Bensiz nereye gidiyorsun?”
Elbisesinin eteklerini kavrayıp, atın peşine gitmek için bir adım attığında önümüzdeki enkazdan kalan bir taş parçasına takıldı ayağı. Düşeceğini fark ettiğimde, hızlıca belini sarıp kendime çektim. Sırtı göğsüme yaslanırken dakikalar önce sarmak istediğim beli kollarımın arasındaki yerini almıştı. Saçları sol omzuna düşmüş, küçük elleri belini saran ellerimin üzerine yerleşmişti.
“Geri dön! Ben nasıl giderim sensiz konağa?” Üzgün bir hâlde başını eğdiğinde saçlarına yasladım başımı. “Hep senin yüzünden! Sen korkutmasaydın beni gitmezdi!”
“Seni gerçekten seviyorsa geri döner, Rojda. Ne kadar uzağa giderse gitsin sana döner.”
“Of! Neden mesaj attın ki? Atmasaydın ben de buraya gelmek zorunda kalmazdım, Savaş!” O kadar sinirliydi ki bana adımla hitap ettiğinin ve şu an ne hâlde olduğumuzun farkında bile değildi. “Babama ne diyeceğim ben şimdi?”
“Benim yanımda olduğunu söylersin,” dediğimde başını yüzüme çevirip alaycı bir gülümsemeyle yüzüme baktı.
“Tabii babam da beni alnımdan vursun! Sizin oralarda böyle şeyler basit olabilir ama burada töre cinayeti nedeni! Ama ben kime ne laf anlatıyorum ki?” Sözlerinin ardından belini saran kollarımı yeni fark edip ayrılmaya çalıştı. “Hem sen çeksene kollarını! Ahtapot gibi yapışmışsın!”
Sözleriyle bir kahkaha atarak, kollarımı narin bedeninden çekip, “Bu, hayatımda aldığım en ilginç iltifat oldu,” dediğimde omzunu silkti.
Saçlarını hızlıca geriye savurup ellerini beline yasladı. “Benden ne istiyorsun, Savaş Ağa?”
Ellerimi göğsümde kenetleyip güzel yüzüne baktım. “Yeni konağımı, evimi senin dekore etmeni istiyorum.”
Önce küçük dudakları titreyerek aralandı. Ardından hızlıca kapandı. Ellerini nereye koyacağını bilememenin şaşkınlığıyla göğsünde kenetlediğini gördüğümde gülümsememe engel olamadım. Başımı eğip kirpiklerimin ardından izledim. Yüzünün iki yanında rüzgârın etkisiyle savrulan saçları tutam tutam omuzlarına düşüp, tekrar aynı ritimde havalanırken o kadar büyüleyici görünüyordu ki… Önünde durduğu geçmişimin hazin parçasına yabancı, onun izinden yoksundu. Tıpkı gecenin karanlığında kendi ışığını yaratmaya çalışan Çoban Yıldızı gibiydi. Gece karası saçları, küçük omuzları, iri göğüsleri, uçuşan eteklerinin sarmaladığı ince bacakları… Her bir parçası öylesine eşsizdi ki… İlk kez başka bir yerde olmayı diledim. Onunla birlikte başka yerde, başka bir zamanda olabilmeyi… Ben Savaş Kahraman değilken, o Genco’nun nişanlısı Rojda olmamışken… İkimiz de bu topraklarda kök salmamış, sadece iki seyyah iken tanışabilmeyi istedim. Aramızda her bir köşesi keskin yollarla bezeli engellerin var olmadığı bir dünyada var olabilmeyi…
“Siz… Ne dediğinizin farkında mısınız?” Sözleri telaşla dudaklarından firar ederken ellerini yüzüne düşen saçlara mani olmak için kıpırdattı.
Ondan istediklerimi ve isteyeceklerimi çaba sarf etmeden öylece avuçlarıma bırakmayacağını biliyordum. O yüzden şaşırmadım. Alaycı bir gülümsemeyle başımı kaldırıp gözlerine baktım. Kollarımı aynı şekilde göğsümde kenetleyip ona doğru küçük bir adım attım. Daha fazla yaklaşmam şu an için uygun değildi. Zira en ufak bir hareketimde kaçıp gidecek bir kelebek gibiydi. Öylece durmuş, bana bakıyor ve benden bir cevap bekliyordu. Onu da daha fazla bekletmemek için, “Evet, burayı, yeni yapılacak konağı senin dekore etmeni istiyorum. Her bir köşesini…” dedim.
“Neden? Neden bunu istiyorsunuz benden?” dedi şaşkınlıkla yüzüme bakarken.
Neden? Bu soruyu kendime sordum o an. Sadece Genco’nun nişanlanacağını bildiğim kız olması mıydı nedeni? Genco’nun ve Barzan Ağa’nın canını yakmak için miydi? Onu burada istememin nedeni bu kadar basit değildi. Sadece onun küçük ellerinin, narin parmaklarının izlerini görmek istiyordum yaşayacağım bu yerde. Bencillikti belki. Bu sözleri işiten bir başkası için belki de anlamsız olacaktı bu isteğim. Hayatımda bir izi olmasını istiyordum. Bir başkasının kadını olacak, bir başkasına ait olacak bu kadının bendeki yeri sadece bu kadar olacaktı. Çünkü yasaktı. Şu an dahi burada, yanımda olmamalı; bu kadar yakınımda durmamalıydı. Yanlış olduğunu biliyordum. Hayattan bu kadarını çalmaya hakkım vardı. Ama bunları ona anlatamazdım. Yanında durduğum yıkıntıya bakıp kendimi toparlamaya çalıştım. “Bana bir söz verdin!”
“Bu yanlış!” dedi ardımda kalan konağı işaret edip. “Burası size ait. Ben ise sadece bir yabancıyım. Bunu yapamam.”
“Yapmak zorundasın!” dediğimde kaşları çatıldı. “Sözler tutulmak içindir, Rojda. Bunu bana borçlusun.”
“Bunu yapabilecek pek çok kişi var. Mesela sevgiliniz ya da tutabileceğiniz bir iç mimar. Benim dışımda herkes zevkle isteğinizi yerine getirebilir. Neden ben? Üstelik sizin yaşam tarzınızla benimki arasında dağlar kadar fark var!” Benden çok kendisini ikna etmeye çalışıyor gibiydi. Telaşlı hâlleri, çatılan kaşları, büzülen dudakları ve zapt edemediği elleriyle karşımda çabalıyordu. Boşuna olduğunu bilmeden, bana nedenler saymaya devam ederken, elimi kaldırıp durdurdum.
“İşte bu yüzden. Sen bu topraklarda doğdun, büyüdün. Her bir parçasını benliğinde taşıyorsun. Ben de yaşayacağım yerin doğduğum bu topraklara ait olmasını istiyorum.” Sözlerim onun için yeterli olmuş gibi başını eğip konağa baktı tekrar. Uzun duvarlarında gözlerini gezdirip başını salladı.
“Buraya gelmem bile yasakken bunu nasıl yaparım?” Gözlerini gözlerime kenetleyip başını sağ omzuna eğdi. “Çok zaman gerekli. Yedi Aşiret ya da babam duyarsa kıyamet kopar!”
“Biz de kimseye söylemeyiz!” Teklifimi kabul etmeye çok yakındı. Hâlâ tereddütleri olduğunu görüyordum. Düşünmesine engel olmak için bir adım daha yaklaştım. “Bir ay gibi bir zaman var önümüzde. Tamamlandıktan sonra geceleri gelirsin. Çok uzun süreceğini sanmıyorum.”
Gözlerini gözlerime kenetleyip titrek bir nefes aldı. “Ya Genco? Nişanlım bu durumu hoş karşılamayacaktır.”
Duyduğum isimle öfkeyle çarptı yüreğim. Başımı çevirdim. Neden bunu yapıyordu? Neden tam da bu anda o adamı aramıza sokuyordu? Çatılan kaşlarımı düzeltme gereği duymadan yüzüne baktım. “Herkes gibi o da duymazsa sorun olmayacaktır.”
“Ona yalan söylemek istemiyorum,” dedi küçük omzunu silkerken. “Geldiğinde bu konuyu onunla konuşup onayını almak isterim, Savaş Ağa.”
Nasıl olurdu? Benim bundan nasıl haberim olmazdı? Kendimi sakinleştirmeye çalışarak baktım yüzüne. “Genco Uluhan mı geliyor?”
Hâlimi görmezden gelip heyecanla başını salladı. Gülümseyerek yüzüme baktı. “Evet, gelecek hafta burada olacak.”
Nihayet onunla tanışacak olma düşüncesiyle alaycı bir gülümsemeyle baktım küçük, güzel yüzüne. “Kendisiyle tanışmak isterim.”
“Nişanımıza Barzan dayımın sizi de çağıracağına eminim.”
Bu, sıradan bir nişan töreni olmayacaktı. O gün, tüm cihana Rojda Kurt’un artık Genco Uluhan’a ait olduğu ve onun kadını olacağı duyurulacaktı. Ölene dek koparılamayacak bir bağla birbirlerine mühürleneceklerdi. O gün, karşımdaki kadının narin parmaklarına takılacak o yüzükle, artık birbirimize ne kadar yabancı ve ne kadar uzak olduğumuz kanıtlanmış olacaktı. “Ben onunla konuşurum. Kendisi oldukça medeni bir adam olduğu için eminim makul karşılayacaktır.”
Bunun medeniyetle bir ilgisi yoktu! Hiçbir adam sevdiği, evleneceği kadının, karısının başka bir adamın evini sırf o istedi diye düzenlemesine izin vermezdi. Bunun düşüncesine dahi tahammül edemezdi. Bu teklifimi kabul edişini duyduğumda alaycı bir gülümsemeyle elimi uzattım. “Seni konağınıza bırakmama izin ver lütfen,” dediğimde gösterdiğim yoldan konağa doğru yürüdü. Genco Uluhan’ın, önümde yürüyen bu tapılası kadına ne kadar değer verdiğini görmek için elime geçen bu fırsatla keyifle gülümsedim.
Konağa girdiğimizde adımları duraksadı. Etrafa baktığını gördüğümde, kollarımı göğsümde kenetleyip duvara yaslandım. Burada, bana ait olan bu yerde durduğunu görmek içimde tarif edilmez duygulara vesile oluyordu. Nedensizce keyif aldığımı hissediyordum. Eteğini savurup, bana döndüğünde sorduğu soruyla gülümsemem silindi.
“Böylesi güzel bir yeri yok etme nedeninizi anlayamıyorum, Savaş Ağa. Her bir köşesi muhteşem… Pek çok güzel hatıra olmalı bu konakta.”
“Güzellik görecelidir,” dedim yerimden doğrulurken. Hafif bir öksürükle gözlerimi kaçırdım gözlerinden. Yaralarımı ve en önemlisi mazimi onun öğrenmesini istemiyordum. Onun karşısında zayıf olmak, gözlerinde ailem yüzünden oluşacak kırgınlıkları görmek istemiyordum. Sadece beni, Savaş’ı görmesini istiyordum. “Ben hatıralara değer veren bir adam değilim.” Onun gözünde ne kadar umursamaz görünürsem daha rahat olacaktım. “Yeni yerler, yeni insanları tercih ederim.”
Kaşlarını çatıp, yüzüme baktığını gördüğümde Ayaz’a seslendim. “Arabayı hazırlayın!”
Rojda’nın isteğiyle konağın biraz gerisinde durduğumuzda onun endişeyle çatılan kaşlarıyla etrafı izlediğini gördüm. Ellerini kucağında birleştirmiş, dudaklarını ısırıyordu. Isırdığı dudaklarını düzeltmemek için kendimi zor tutarken bekledim.
“Halam,” dediğinde onun tarafına eğilip konağa baktım. Camın ardında durup etrafa bakan kadını buldu bakışlarım. Yüzünü net seçemesem de kırlaşmış saçlarıyla orta yaşlarda biriydi. “Yokluğumu anlamış olmalı.”
Biraz geri çekilip bir karış mesafesinde durdum. “Korkma, ben yanındayım.”
Sözlerimin ardından başını çevirdi. Kara gözleri gözlerime kenetlendi. İlk defa bakışlarını bu denli net görüyordum. Göz bebekleri titreşirken, küçük keskin bir nefes aldığını işittiğimde dudaklarına çevirdim bakışlarımı. Isırdığı için kırmızıya dönmüştü. Kalbim çırpınmaya başladığında gözlerimi tekrar gözlerine kenetledim. Masum bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. İlk kez bu denli yakınken ona adım adım çekiliyordum. Belki de uzun süre bir daha bu kadar yakın olamayacaktık. Bir daha bu kadar yakından gözlerine bakamayacaktım. Arabanın içine dolan müzik sesiyle ikimiz de irkilerek kendimize geldik. Elbisesinin küçük cebindeki telefonu çıkarıp, elleri titreyerek, baktığını gördüğümde gülümsedim. Açıp, kulağına dayadığını gördüğümde ise dudaklarından çıkan tek bir kelime oldu.
“Hala?”
Telefonu kapatıp yüzüme baktı. “Gitmeliyim, hoşça kalın, Savaş Ağa.”
Ardından indi arabadan. Telaşlı adımlarla konağın arka tarafına koşuşunu izlerken tenine değen parmak uçlarım sızladı. Karanlıkta kaybolduğunda, benden bir işaret beklemeden Ayaz arabayı çalıştırdı. Vakit geç olduğu için otele gitmeye karar verdim. Geldiğimiz yolu hızla dönerken, başımı koltuğa dayayıp oturduğu yere baktım sessizce.
***
Merhaba sevgili okurlarım,
İki yeni bölüm sizlerle.
Yorumlarınızı heyecanla bekliyorum.