“Çok yakında her şeyinle benim olacaksın.”
Dudaklarına kaydı bakışlarım. Erken olduğunu hissediyordum ama yine de uzak kalamadım. Dudaklarının üzerindeki minik bene uzun bir öpücük bıraktım. Aramızda çok güçlü bir çekim vardı. Kendime çok uzun bir süre engel olamayacağımı hissediyordum. Gelen seslerle bakışlarımı kapıya çevirdim. Yemek hazır olmalıydı.
“Bizi bekliyorlar, Genco,” deyip kollarımdan sıyrılmaya çalıştı. Ancak onu bırakamadım. “Genco…” deyişini duyduğumda pes edip çektim kollarımı. Kucağımdan kalkıp kendini gizlemeye çalışarak yatağımızdan çıktı. Dolaptan aldığı çamaşırları gördüğümde yerimden kalktım. Yanına yaklaşıp belini sardığımda aramızda kalan çamaşırlarla yüzüme bakıyordu.
“Genco…” dediğinde çalan kapı aramızdaki tüm büyüyü yok etti. Kapıdaki her kimse beni çok öfkelendirmişti. Ellerimi çekip fısıldadım. “Banyoya git ve giyin.”
Başıyla onayladı. Kapıyı kapadığı anda dolaptan bir tişört alıp üzerime geçirdim. Çalan kapıya yönelip sürgüyü çektim. Yardımcılardan biri başı önüne eğik, “Yemek hazır, Ağam,” dediğinde birazdan ineceğimizi söyleyip korumalara baktım. Kapıyı kapayıp geri çekildim. Banyodan gelen su sesini duyarak acıyla yumdum gözlerimi. Misafir odalarından birini kullanmaya karar verip hızlıca çıktım odadan.
Islak saçlarımı havluyla kurularken odamıza girdim. Kotumu ve tişörtümü çıkarıp dağılan çarşaflarla yaşadığımız anların izini taşıyan yatağa bıraktım. Kot pantolonlarımdan birini alıp giydiğimde kapı açıldı. Lacivert renkli, kalın askılı bir elbiseyle banyodan çıktı. Kare yaka elbisesi vücudunu sıkıca sarıyor ve dizlerinde son buluyordu. Islak saçları bukle bukle omuzlarına dağılırken yüzünde zerre makyaj yoktu. Soluğum kesildi. Elimdeki havluyu kıyafetlerimin yanına bıraktım. Ayakkabılarını giymek için eğilen bedenine yaklaştım. Doğrulup aynadan kendine baktı. Yanına yaklaşıp belini sardığımda irkildi. Bakışlarımız aynada buluştu. Utangaç bir ifadeyle gülümsedi. Başımı ıslak saçlarına yaslayıp kokusunu içime çektim.
“Benim kokum…”
Gülümseyerek karnındaki ellerime dokundu elleri. Başını eğdi.
“Şampuanını kullandım.”
Belini daha sıkı sararken bir kez daha kokladım saçlarını. Kollarımın arasında bana döndü. Nikâh yüzüğümüzün olduğu sol eli saçlarımı buldu.
“Saçların ıslak…”
Başımı sallayarak elimi sırtında gezdirdim.
“Duş aldım.”
Kaşlarını çatıp güzel gözlerini kıstı.
“Nerede?”
Kıskanç bir karım vardı. Bugün iç çamaşırı kataloğuna bakmamı istememesi, Hande için verdiği tepki ve şimdi de nerede duş aldığımı merak etmesi…
Hande de beni kıskanırdı. Ancak belli etmezdi. Onun yanındayken ve çevresindeyken bana kur yapılmasına sesini çıkarmazdı. Baş başa kaldığımız anlardaysa, ondan başka birini düşünmeme izin vermeyecek kadar dokunurdu. Ama Amelya… Onun bu ufak kıskançlıkları ve tepkilerini gizlemeyişi hoşuma gidiyordu.
“Misafir odalarından birindeydim.”
Başını salladı. Ben onun bu hâline dayanamadım. Başımı boynuna gömdüm ve kokusunu içime çektim. Boynuma sarılan ellerini çekerek dudaklarının üzerindeki minik beni öptüm.
“Bizi bekliyorlar,” diyerek dolaptan çıkardığım tişörtü geçirdim üzerime. Saçlarımı ellerimle karıştırdım. Parfümümü sıkıp beni izleyen karıma uzattım elimi. Tereddütsüz elimi tuttuğunda, yatağın üzerindeki telefonu cebime sokup kapıya yöneldim.
Yemek sırasında Lalezar sessizdi. Saatler önceki hâline göre daha iyi görünüyordu. Ben Karan’la işlerle ilgili sohbet ederken, Samira da Lalezar’ı neşelendirmeye çalışıyor, Amelya ise gülümseyerek onları izliyordu. Hissettiğim titreşimle çatalımı bırakıp cebimdeki telefonumu çıkardım. Gördüğüm isim ve fotoğrafla bakışlarım Amelya’ya kaydı. Ellerinde çatal ve bıçakla bekliyordu. Yüzü önüne eğikti.
“Kahveler benden bu akşam…”
Lalezar’ın sözleriyle ona dönüp gülümseyerek eline uzandım.
“Şeker ve tuzu ayırt edebilecek misin, sevgili kuzenim?”
Omzunu silkip başını eğdi.
“İçtiğinde bu sözlerin için pişman olacaksın, ağabeyciğim.”
Neşesine yavaş da olsa yeniden kavuştuğu için mutluydum. Yine de onunla ciddi bir konuşma yapmam gerektiğini biliyordum.
“Siz sedirlere geçin. Ben birazdan gelirim.”
Lalezar’ın ardından Karan ve Samira da kalktılar. Amelya da bana dönüp bakmadan yerinden kalkarak onların ardından sedirlere yöneldi. Karan ve Samira’nın karşısına oturduğunda şaşkın ve bir o kadar da öfkeliydim. Ne zannediyordu? Bugün yaşadığımız o anlardan ve söylediğim sözlerden sonra hiçbir şey olmamış gibi Hande ile mi konuşacaktım? Beni tanımıyordu ancak ben ona kendimi zevkle tanıtacaktım.
Yerimden kalkıp onların olduğu köşeye ilerledim. Karan ve Samira kendi aralarında sohbet ederlerken karımın yanına oturdum. Bacaklarımız birbirine değerken elimdeki telefonun tekrar titremesiyle yüzüne baktım. Güzel gözleri ekrana bakıyordu. Önce gelen aramayı reddedip ardından yavaşça şifreyi girdim. Rehberdeki numarayı silip gelen aramayı engelleyerek galeriye yöneldim. Onun fotoğraflarının olduğu klasörü bulup karımın yüzüne bakarak sil tuşuna bastım. Fotoğraflar yavaş yavaş silinirken en ufak bir şey hissetmiyordum. İşlem tamamlandıktan sonra telefonumu kilitledim. Amelya’nın güzel gözlerine bakıp kulağına eğildim.
“Benim kadınımsan, bana her zaman ve her koşulda inanmalısın, Amelya. Bir daha bana asla arkanı dönüp gitme. Bu son olsun.”
Yüzüme baktığında başımı çevirip kuzenimin uzattığı kahveyi aldım.
Bevar’ın bana doğru geldiğini gördüğümde elimdeki fincanı bıraktım. Yavaşça doğrulduğumda Bevar birkaç adım ötemdeydi.
“Her şey hazır, Ağam. Bizi bekliyorlar.”
İçimdeki sıkıntı büyürken rahat olmaya çalıştım. “Benim katılmam gereken bir görüşme var. Geç geleceğim. İyi geceler size.”
Karan, “Bir sorun yok, değil mi Genco?” deyip ayağa kalktı.
“Yok. Yalnızca halletmem gereken ufak bir mesele.”
Amelya sessizce beni izliyordu. Kısa bir an için yüzüne bakıp avludan çıktım. Arabaya binip başımı arkama yasladım. Yaşayacağım küçük hesaplaşmaya hazır olmalıydım.
***
Asansörün çınlayan sesiyle aralanan kapıya doğru kaldırdım bakışlarımı. Korumalarımın eşliğinde babamın burada bulunduğu zamanlarda kullandığı ofisine doğru yürümeye başladım. Etraf sessizdi ve korumalar dışında kimse yoktu. Kolumdaki saatin kayışıyla oynayan elimi hızlıca çektim. Rahat görünmeye çalışarak açılan kapıdan içeri adımımı attım. Buradaydılar. Sağ taraftaki tekli koltukta anam oturuyordu. Solda ise Sermiyan vardı.
“Hoş geldiniz, Genco Bey. Biz de sizi bekliyorduk.”
“Asıl siz hoş geldiniz, İskender Bey.” Masanın başına, babama ait olan koltuğa oturup ayakta durmuş beni izleyen avukata baktım. “Geleceğinizi önceden bilseydim, sizi ağırlamak için hazırlık yapardım.”
Gülümsedi. Gözlüklerini eliyle itip elindeki çantayı masaya bıraktı. Kilidi çevirip duyulan tık sesinin ardından açtı. “Barzan Ağa’nın istediği zamanda ve tam onun istediği gibi ansızın gelmek zorundaydım. Lalezar Hanım yok mu?”
“Ben aynı zamanda onun içinde buradayım. Vasisiyim,” dediğimde Sermiyan başını eğdi. Umursamadım. Adam çantasıyla uğraşırken bir dosya çıkardı. Rengini gördüğümde alaylı bir gülümseme belirdi dudaklarımda. Siyah… Bizim durumumuza uygun olan tek renkti bu. Ne denli günahkâr ne denli yalan dolu bir hayatımız olduğunun işaretiydi. Sarı büyük bir zarf da siyah dosyanın yanında yerini aldığında arkama yaslandım.
“Başlayalım.”
Elimi uzatarak işaret ettiğimde, avukat onun için hazırlanmış ve hepimizi görebileceği biçimde yerleştirilmiş koltuğa oturdu. Önce zarfı alıp üzerindeki mührü söktü. Birkaç saman kâğıdı çıkardığında, oradaki yazının babama ait olduğunu biliyordum. Sağa yatık ve bol kıvrımlı harflerle dolu olmalıydı. Babamın el yazısı böyleydi.
“Öncelikle bunu okumamı istemişti,” dedikten sonra gözlüğünü çekiştirip kâğıda odaklandı.
“Ailem,
Şu anda bu satırları okuduğunuza göre ben Hakk’a yürümüşüm demektir. Bugün, Genco yanımızdan ayrıldığında İskender’i aradım ve vasiyetimi yazdırmaya karar verdim. Hayatın ne getireceğini, yarın ne olacağımı bilmiyorum. O yüzden sizlere söylemek istediklerimi yazarak da olsa dile getirmek istedim.
Her birinize özel olarak yazdığım mektupları İskender sizlere verecek. Sizden isteğim, mektubunuzu asla diğerlerine göstermemesidir…
Sizlerden son arzum bana duyduğunuz saygıyı Genco’ya da sunmanız. Onu asla yalnız bırakmayın…
Barzan Uluhan”
Soğuk ve bir o kadar da hissiz yazılmıştı. Avukatın okumayı bitirip bana uzattığı mektuba hiç bakmadım. İçimdeki o küçük çocuğun babasından bir tek söz duymaya hasret kalbini kırmayı istemiyordum.
“Mal paylaşımına geçebiliriz artık. Midyat’taki bağ evi, İzmir’deki çiftlik ve beş milyon lira sizin, Gülname Hanım.”
Anamın yüzüne baktığımda gözlerini boşluğa dikmiş, susuyordu. Bu anın benim kadar onu da üzdüğünü görebiliyordum.
“Sermiyan Bey, dağ eviyle birlikte Ankara’da iki, İstanbul’da da üç daire sizin. Ayrıca altı milyon lira hesabınıza aktarıldı.”
Babam beklediğimi yapmıştı. Son nefesini vermeden suç ortağını, sevgili kardeşini de düşünmüştü. Bıraktığı mal mülk ya da parada gözüm yoktu. Tek istediğim ona kendi hisselerinden pay bırakmamasıydı. Neyse ki bunu yapmamıştı. Ondaki hisseleri de ben satın aldığım için artık holdingle bir bağı kalmamıştı.
“İstanbul, Ankara ve İzmir’de üçer daire… Dilediği zaman kullanabileceği üç milyon lirayı da Lalezar Hanım’a bıraktı,” dedikten sonra, başını kaldırıp yüzüme bakarak, “Tabii vasisi olarak bunlar sizin kontrolünüze geçiyor,” diye ekledi.
“Lalezar’ın şu an bunlara ihtiyacı yok,” diyerekkoltuğuma yaslandım. “Ben onun bütün gereksinimlerini karşılayacağım. Zamanı geldiğinde kendisi istediği gibi kullanır.”
“Peki, ayarlamaları yapacağım.” Tüm dikkatini elindeki kâğıda verdi. “Siz Genco Bey, holdingdeki ve ortak olduğu şirketlerdeki hisseleri, oteller, hastane, gayrimenkuller, arabaları, araziler… Yurt içindeki ve yurt dışındaki kişisel banka hesaplarındaki Türk lirası ve döviz birikimleri… Barzan Bey kalan her şeyi size bıraktı,” deyip yüzüme baktığında güçlükle yutkundum. Elbette babamın bana bir şeyler bırakacağını biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum.
“Bir de size bunu vermemi istedi.”
Uzattığı zarfa baktım.
“Bu ne?” dediğimde, almadığımı gördüğü için önüme bıraktı.
“Size mektup bırakmaktan vazgeçti. Bir video hazırladı.”
Şaşkınlıkla uzattım sağ elimi. Zarfı kavrayıp dalgın dalgın üzerinde yazan yazıya baktım.
Genco’ya…
“Tümvasiyet bu kadar,” dediğinde başımı kaldırıp avukatın yüzüne baktım. Çantasını toparlayıp çıkmaya hazırlandı. Anam da elindeki zarfla birlikte yerinden yavaşça kalkıp, yüzüme bir kez bile bakmadan çıktı. İskender Bey’in de onun peşinden çıkmasıyla odada yalnızca Sermiyan ve ben kalmıştık. Sessizce beklediğimde sözlerini işittim.
“Bana, Lalezar’dan uzak dur dedin, durdum. Vasisi ben olacağım, dedin; o kâğıdı imzalayıp kızımdan vazgeçtim. Bir tek şey için… Lalezar, o kızın aslında kim olduğunu asla bilmeyecek!”
Alaycı bir gülümsemeyle yüzüne baktım. “Kızın olduğunu mu?” dediğimde öfkeyle doğruldu. Sağlam olan elini sıktı.
“O benim kızım değil!”
Arkama yaslandım.
“Babası olmamanı ben de çok isterdim ama bu lanet gerçeği değiştiremiyorum,” dedikten sonra yüzümdeki gülümsemeyi silip kaşlarımı çattım. “Karım, Lalezar’ın kardeşi olduğunu bilmeyecek!Bunu ne ona ne de Lalezar’a yaparım!”
“Anlaşmamıza sevindim.”
“Benim seninle anlaşmaya niyetim yok! Amelya, böyle bir acıyı kaldıramaz. Yalnızca onun için…” Bilgisayarımın kapağını açıp yüzüne bakmadan konuşmaya devam ettim. “Şimdi gidebilirsin. Bir daha da benim olduğum hiçbir yerde olma. Yakınımda nefes dahi alma.”
Kısa bir sessizliğin ardından adım seslerini duyduğumda bakmadım. Kapanan kapıyla birlikte CD’yi yuvasına yerleştirdim. Açılan pencereye tıkladığımda bir karartının ardından babamın yüzü belirdi. Hissettiğim özlemle gözlerim dolduğu sırada sesini duydum.
“Genco… Oğul…
Bu videoyu izliyorsan artık ben yokum demektir. Umarım gözlerimi sonsuzluğa kapamadan seni görebilmişimdir.”
Gözleri boşluğa daldıktan sonra irkilerek tekrar kameraya baktı.
“Eğer göremediysem, gözlerim açık gitmişim demektir. Sana anlatmayı istediğim ne çok şey var oysa…‘Neden şimdiye kadar konuşmadın, baba?’ diyorsun, değil mi?” dediğinde başımla onayladım.
“İnsan kaybedene dek anlayamıyor, oğul. Biliyorum,bana kızgınsın! Seni bir fırtınanın ortasında kaptansız bıraktığımı düşünüyorsundur. Ancak sen benim oğlumsun,” dediğinde gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Bana ilk kez oğlum deyişini böyle duymak canımı yakmıştı.
“Genco,benden daha akıllı ve bilgilisin. Ve merhametlisin… Benden o denli farklısın ki… Senin gibi bir oğula sahip olmak beni hep şaşırttı, biliyor musun?” dedi gülümserken.
“Aşiret kurallarına ve törelere yabancısın. Senin bu kadar uzak kalmanı sağladığım için kendime nasıl kızıyorum şu an, bilemezsin! Ama Bevar var. Onu ben yetiştirdim. Sana en zor anlarında hep yardım edeceğini biliyorum. Yedi Aşiret’in başına da artık sen geçeceksin. Sen en büyüksün, unutma! Verdiğin kararlardan asla pişman olma ve bildiğin doğrudan ödün verme. Seni ezmeye, yıkıp geçmeye çalışacaklar. İzin verme!”
Kısa bir an duraksayıp devam etti. “Kadere karşı koymaya çalışmak yalnızca boşa çabalamam olacak. Ferzan Ağa’nın torunu, doğacak vârislerimin anası olacak. Bunu değiştiremeyeceğim. Biliyorum. Senin bu kara maziden etkilenmemen için elimden geleni yaptım, Genco. Bunu bil. Benden nefret etme… Buna dayanamam, oğlum!” dediğinde gözlerimden akan yaşları silmeye çalıştım.
“Senden tek isteğim, benden kalanlara sahip çıkman. Anana, Lalezar’a, aileme, insanlarıma, aşiretime… Emanetlerimi canından üstün tut. Beni de asla unutma.”
Yutkunup kameraya baktığında gözlerime bakar gibiydi. “Sen benim bu dünyadaki sahip olduğum en değerli varlıksın, oğlum.” demesinin ardından ekran kararırken ona karşı duyduğum öfke ve özlemle çarpıyordu kalbim.
**
Merhaba sevgili okurlarım,
Yeni iki bölümle sizlerleyim.
Yorumlarınızı heyecanla bekliyorum.