Antep’e vardığında konağının iki yüz metre gerisinde kalan eve varması uzun sürmedi. Gecenin en karanlık vaktiydi. Sokaklar bomboştu. Her köşesi tarih kokan şehirde herkes derin bir uykudaydı. Kenan ve Asaf dışında.
Arabadan indiğinde yıllardır yok saydığı, görmemek, yaklaşmamak için çaba sarf ettiği o yerdeydi. Anasının oğlunu dahi ardında bırakıp geldiği, kendine yuva bildiği evin önündeydi. Etrafı inceledi. Kapıyı gözleyen tek bir adam dahi yoktu. Bu durum Kenan’ı şaşırtmadı. Kamber’in gücü mal varlığı kadar azalmış, etrafındaki akbabalarda yok olmuştu. Bu yüzden evini koruyacak tek bir adam dahi bırakamamıştı. Diyarbakır’da Korkmaz aşiretinin konağına geldiği adamlarsa Kendal’ın karşısına çıktığında arkasında duran iki serseriydi sadece. Dışarıdan gelecek acemi bir hırsız bile kolaylıkla haneye girebilirdi. Anası böyle bir yerde mi kalıyordu?
Kapı ufacık temasıyla aralandı. Taş duvarların sarmaladığı avluya adım attı. Küçük bir bahçe, az ileride sedirlerle çevrili yemek masası, yarı açık bir mutfak vardı. Yavaş adımlarla bahçeyi gezdi. Bir zamanlar kendi konaklarında açan rengarenk çiçekler artık buradaydı. Anasının izleri her yeri sarmıştı. Ellerini üzerlerinde gezdirirken gözlerini kapattı. Kendini henüz acıyla tanışmadığı, ailesini kaybetmediği zamanlarda hayal etti.
Merdivenlerde duyduğu sesle geldiğini anladı. Kendine dahi itiraf edemese de özlediği anasıydı. Uyandırmasına gerek kalmamıştı. Ellerini çiçeklerden çekmeden alaycı bir ifadeyle güldü.
“Küçük bir çocukken seni bu çiçeklere benzetirdim. Onlar gibi eşsiz ve güzeldin benim için.” Sözlerinin ardından çekti ellerini. “Kendimi kandırmışım. Sen sadece çiçeklerin gölgesine gizlenen ve etrafındakileri onlar gibi masum olduğuna inandıran bir kadınmışsın.”
“Oğlum…Kenan…”
Arkasına dönüp, yaşlı gözlerle kendisine yaklaşmak için atılan kadını elini kaldırıp durdurdu. “Yaklaşma… Buraya gelişim seni özlediğim için değil. Vicdanını rahatlatmana yardım etmeye de niyetim yok.”
“Neden geldin o halde?” Az önce kendisine uzatılan kollar geri çekildi. Dolan gözler silindi ve hasret dolu bakışlar yerini soğukluğa bıraktı.
“Uzun zamandır yok saydığım gerçeği öğrenmek için buradayım. Babamın namusuna ne vakit kara çaldın?”
Bu sözleri duymayı beklemediği aşikardı yaşlı kadının. Zira aralanan dudakları, beyaza kesen teni bu gerçeğin gölgesi gibiydi. “Ne… Ne diyorsun Kenan?”
“Ne sorduğumu anladın.” Öfkesi içine sığmıyordu. Ama diğerlerinin uyanma ihtimalini göze alamıyordu. “İnkar etmen neyi değiştirecek? Yaşananları yaşanmamış sayabilecek miyiz?”
Babası gibi inatçı olan oğlunu ikna edemeyeceğini biliyordu kadın. O yüzden inkar etmekten vazgeçti. Biraz ileride olan sandalyelerden birine otururken anlatmaktan başka çaresi olmadığını biliyordu. “Babanla evlenmemi Büyükbaban Kerim Ağa istemişti. Ailem bu teklifi kabul ettiğinde haberim dahi yoktu. Yoksullardı. Ağa kapısına gelin olacak kızları sayesinde rahata kavuşacaklarını düşünmüşlerdi. Öyle de oldu. Onlar rahat etsin diye feda edildim.”
Gözlerinden süzülen yaşlar Kenan’ın taş kesilen kalbine değmeyi başaramadı .
“Korkut, çok yakışıklı bir adamdı. Güçlüydü. Zekiydi. Etrafımdaki adamlardan çok başkaydı. Aileme, insanlarına olduğu gibi cömert oldu. Ona hissettiğim hayranlığı körpe yüreğim aşk sandı. Evlendikten kısa bir zaman sonra gebe kaldım. İlk evladımız doğdu.”
Kollarını bir bebeği sarar gibi saran annesine baktı kaşlarını çatarken. Ta ki kalbinin yarısı,canının diğer yarısının adını duyana dek…
“Kutsal’ım. Kucağıma aldığım vakit her şeyim o oldu. Öyle güzel, öyle akıllı bir evlattı ki. Korkut dahi işlerini geri plana atmıştı. Yanımızdan ayrılmak istemiyordu. Bir rüyada gibi geçen aylardan sonra yeniden gebe kaldım. Sen doğdun. O vakit her şey değişti. Kutsal, küçücük haliyle senin için çırpınırken ben seni kucağıma dahi alamadım. Ebe kadın Korkut’a zamanla alışabileceğimi söylediğinde ikna olmadı. Bu durumu sorun etmeye başladığında beni rahat bırakması için rol yapmaya karar verdim. Seni sever gibi, önemser gibi sarıp sarmaladım. Ama hiçbir vakit Kutsal gibi hissedemedim yüreğimde seni.”
Kenan işittiği sözlerin tesiriyle yerinde sendeledi. Kadın onun bu acı dolu haliniyse göremedi.
“Firuze öldüğünde, kızlar beşikte anasız kaldığında kaçış yolu oldu bu ev bana. O konaktan, senin ilgi bekleyen halinden uzaklaşmak ve nefes almak için sığındım. Nil ve Gül’ü büyütürken, onlarla ilgilenirken Kamber’in ilgisini fark ettim.”
Dişlerini sıktı Kenan. Bulanan midesini yok saymaya, kadının ağzından çıkan hakikatlerin hepsini öğrenebilmek için zor da olsa sessiz kalmaya çalıştı.
“Başta yok saydım. Yanıldığımı, böyle bir şeyin imkansız olduğunu düşündüm. Ama değildi. Kaçamak dokunuşları giderek daha cesur bir hal aldı. Beni yalnız bulduğu her vakit ya da ikizler uyurken sıkıştırmaya başladı. İçimden bir ses karşı koymamı söylese de sessiz kaldım. Bir kadın olarak görmediğim değeri gösterdi bana. Bir sevgili gibi ilgilendi benimle. Birbirinden güzel ve değerli hediyeler aldı. Baş başa bu evin gizli köşelerinde vakit geçirmeye başladık. Sonra… Bir sabah vakti…” Az ilerideki yarı açık olan mutfağın karanlık köşesine kaydı gözleri. “Onun oldum.”
Başını çevirip oraya bakmamak için güçlükle tuttu kendisini Kenan. O günah köşesine zihninde yer vermemek için gözlerini kapadı.
“O günden sonra benim için sadece o vardı. Bir genç kız olmuştum sanki. Evlenmeden önce hayaller kuran, masum Gülfem…”
Kadın koca avluda geçmişin karanlığına gizlediği hakikatleri dillendirirken hiç olmadığı kadar özgür hissediyordu. Anlattıkça yüreğindeki yük yok oluyordu sanki o avluda.
“Korkut’a bağlılığım sadece nikahtan ibaretti. Bir daha bana dokunmasına izin vermedim. Kutsal’ın ve senin yüzüne artık bakamasam da mutluydum ben. Aşıktım. Benim için deliren bir adam vardı. Defalarca kez kaçıp ona gitmemi teklif etse de kabul etmedim. Yasaktı o. Belki de bu yüzden güzeldi. Buraya adım attığım her gün küçük konağın hanımı gibi hissettim kendimi. Oraya döndüğümdeyse sürgündeydim sanki. Sonra bir gün Korkut öldü dediler.”
Gözlerini araladı acıyla Kenan. Hiç görmediği, fark edemediği karanlık maziyi işitmek öylesine yaralamıştı ki kalbini…
“Hiç var olmamış gibi yok olmuştu. Sadece o ölse belki canım yanmazdı. Ama yanında oğullarımı da götürmüştü. Canımın parçası Kutsal’ı mı ve seni…”
Başını kaldırıp yüzüne baktığında Kenan artık güçlükle ayakta duruyordu.
“Biliyor musun o gün seni aslında gerçekten sevdiğimi anladım ben. Korkut ve Kutsal’ın tabutuyla birlikte seninki de önüme konduğunda… Sana geç kaldığımı anladım. Yapayalnızdım artık. Kaçtığım o konak boştu. Siz yoktunuz. Kabullenmeye çalışırken yokluğunuzu Kamber evlenmemiz gerektiğini söyledi. Yoksa herkesin odağında olacağımı, bana sahip olmak için türlü oyunlar oynanacağını söyledi. Kabul ettim. Sessiz bir nikahla evlendik. Sonra sen geldin. Ama sen değildin sanki. Yabancı gibi bakıyordun bana. Ne ana diye sardın ne de gözyaşlarımı sildin. Beni öylece çıkardın hayatından. Affet.”
Ayağa kalktığı vakit birkaç adım geri atan oğluna baktı. Koskoca adam olmuştu. Bu yıllarda onu yalnız bırakmanın acısı çökerken yüreğine ona uzattı ellerini.
“Beni affet oğlum.”
Önce alaycı bir gülüş çıktı Kenan’ın dudaklarından. Ardından gecenin sessizliğini inleten acı dolu bir kahkaha savruldu. Elleriyle yüzünü sıvazlayıp ne zaman aktığını fark edemediği gözyaşlarının izlerini yok etti.
“Babama ihanetini mi affedeyim yoksa beni doğurmana rağmen sevememeni mi? Döndüğümde amcamın koynunda olmanı mı affedeyim yoksa kırk gün dahi yas tutamamanı mı? Neyi affedeyim Gülfem Hanım?”
Sesinin şiddeti artarken karşısındaki kadının gözlerine baktı.
“Sen anlattın. Şimdi sıra bende. Aşık olduğun o adam kim biliyor musun? Kocanın ve oğullarının katili. O adamın aana dokunan ellerinde bizim kanımız var. Ölüm var. Koca bir ah var.”
“İnanmam.” Dedi. “Kamber yapmaz. O size zarar vermez.”
Şaşkınlıkla bakan yüze eğilip fısıldadı. “Belki de birlikte planladınız. Bizden kurtulmak için ölmemizi sen istedin. Aşığında hem babamın malına ve gücüne hem de sana sahip olmak için yaptı.”
“Hayır. Hayır. Kenan. Dinle beni.” Ellerini uzatıp ona dokunmak istedi kadın. Ama yapamadı. Dizlerinin üzerine çöktüğünde taş zeminde ezildi dizleri.
“Ne seni ne de yalanlarını daha fazla duymak istemiyorum. Bundan sonra yaşanacakların sebebini bil diye geldim buraya. Bu beni son görüşün. Bir daha çıkmayacağım karşına.”
“Olmaz. Yapamazsın.”
Yumruklarını sıkarken devam etti sözlerine. “Yine dul kalacaksın Gülfem Hanım. Seninde kaderin budur belki. Bakalım bu kez kimin koynuna gireceksin?”
Ayaklarının ucunda duran kadına son bir kez baktı. “Ölecek olsan dahi sakın bana gelme. Aç da kalsan açıkta da kalsan karşıma çıkmayı aklının ucundan bile geçirme. Eğer yaparsan beni doğuran kadın demem vururum seni. Gözümü bile kırpmam.”
Yüzünün her zerresini aklına kazımak için izin verdi kendisine. Onun seslenmelerini umursamadan çıktı avludan. Kapı kapandığında sırtını yasladı. Sol elini yasladığında avucunun altında kanadığını hissetti kalbinin. Zira bir hançer yarasından beterdi işittiklerinin kalbinde bıraktığı iz. Ona can veren kadın tarafından hiç sevilmemiş olmanın yükünü nasıl taşıyacağını bilmiyordu. Neredeyse yaşananların tek suçlusu onu görmekteydi anası. Hiç doğmasa sanki konaktan uzaklaşmayacak, babasına ihanetin en acısını yaşatmayacaktı. Bunun bir bahane olduğunu bilse de yinede düşünmeden edemiyordu.
Nefes alamadığını hissetti. Asaf’ın yardımıyla arabaya binip, bir yudum su içebildiğinde kendine gelebildi. İyi olduğuna emin olduktan sonra yola çıktılar. Biraz yol aldıklarında güneş doğmak üzereydi. Erken olmasına rağmen Gazel’in sesini duymak istedi. Ömer’in telefonunu arayıp yorgun bir halde başını ardına yasladı.
Telefonu açan uykulu sesi yok saydı. “Gazel’i verir misin telefona Ömer?”
Telaşla açılan kapının metal sesi, koridoru arşınlayan adımlar ve sıklaşan soluklar isteğinin gerçekleşmek üzere olduğunu gösteriyordu.
Ömer ise sersem gibiydi. Gördüğü saçma rüyanın tesirindeydi. Yok saymaya çalışsa da zihni izin vermiyordu.
“Ömer…”
Beyinin sesiyle irkilerek kendine geldi. Kapıyı çalmasına rağmen ses gelmiyordu. Telefonun diğer ucunda Beyinin beklediği düşüncesiyle gerilen Ömer kapıyı açmayı denedi. Lakin kapı kolunun çevirmesine rağmen açılmadı. Durumu kavradığında Beyine hakikati söylemekten başka çaresi yoktu. “Beyim Gazel Hanım kapıyı kilitlemiş.”
“Ne demek kapıyı kilitledi. Hemen onu bana ver.”
“Gazel Hanım. Kenan Beyim sizinle görüşmek istiyor.”
Koca bir sessizlikle karşılaştı. “Beyim. Ses vermiyor.”
Neredeydi bu kız? “Tamam Ömer.” Deyip, telefonunu kapattı. Özel olarak kurulan programı açtığında ekran sekiz parça görüntüyle kaplandı. En önemlisi olan Gazel’in odasındakine dokunduğunda korkuyu hissetti benliğinde. Zarar görme ihtimali dahi sarsılmasına sebep oldu. Onun odasını gösteren kamera açılana dek nefesini tuttuğunun farkında değildi.
Gördükleriyle çok şaşırdı. Gazel üzerinde sadece iç çamaşırlarıyla uyuyordu. İstanbul’dan seçilen ve saatler içerisinde ona ulaştırılan hediyelerinden biriydi. Ünlü markalardan alışveriş yapılmasını özellikle iletse de bu denli iddaalı parçalar olmasını beklememişti.
Neden böyle yaptığını, neden kendisiyle konuşmamak için kapısını kilitlediğini anlayabilmek için birkaç saat öncesine, geceye ayarladı kamera kaydını. Odaya telaşla girdiğini, kapıyı kilitledikten sonra, üzerine tam oturan çamaşırlarıyla aynı renk elbiseyi yırtarcasına çıkarıp yere atışını izledi. Tenini gizlemekten uzak, kıvrımlarını ön plana çıkaran iç çamaşırları öyle çok yakışmıştı ki… Güçlükle yutkundu Kenan. Kameraya sert bir ifadeyle bakıp yatağa girip uyumaya çalıştığını gördüğünde çatıldı kaşları. Neye kızdığını ya da kırıldığını anlayamadı. Ama oturup beklemeyecekti.
Anasının yanından, Antep’ten ayrılalı henüz birkaç dakika olmuştu. Diyarbakır’a giden yoldan Asaf’ın dönmesini istedi. Nevşehir’e doğru yol almaya başladıklarında güneş daha yeni doğuyordu.
Şehre, ardından çiftliğe vardığında evin önünde Ömer karşıladı onları. “Açmadı mı kapıyı hala?”
“Uyuyor sanırım Beyim. Hiç sesi çıkmadı.”
Başını kaldırıp görebilecekmiş gibi perdenin gizlediği cama baktı. Tek bir kıpırtı dahi yoktu.
“Odasındaki kameraya sadece siz bulabildiğiniz için içeride mi onu bilmiyorum.”
Doğruydu. Diğer kameralara Ömer ve Asaf da erişebiliyorken, Gazel’in odasına yerleştirilen kameraya sadece o ulaşabiliyordu. Birde havuzu görene… Onun her gün yüzdüğünü öğrendiğinde o kameraya da sadece kendisinin erişebilmesi için şifre koymuştu.
Uzattığı avucuna bırakılan anahtarı kavradı. Aklına gelen diğer kadınla duraksadı. “Nurbanu nerede?”
Ömer duyduğu isimle yutkundu. Halen gördüğü rüyanın etkisinden sıyrılamamıştı. “Az önce sabah koşusuna çıktı.”
Saatine bakıp ne denli erken olduğunu fark etse de umursamadı. “Sizde dinlenin. Ben yukarıda olacağım.”
“Tamam Beyim.”
Eve doğru yönelen Kenan, yorgundu. Anasından işittikleri yüzünden tükenmiş hissediyordu. Toparlayabilmesi için yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Çıkmazda hissettiği her an yaptığı gibi kendini dinlemeli, acısını derine saklayıp ayağa kalkmalıydı. Lakin bunları yapmak yerine onlarca yoldan geçip buraya gelirken bulmuştu kendisini.
Hissettiklerinin ve orada olmasının tuhaflığıyla elindeki anahtarla onun kapısının önünde durduğunda yüzleşebilmişti. Neden bunu yapıyordu? Neden sırf kapısını kilitlediği, ona ulaşmasını engellediği için ona kızmak ve hesap sormak istiyordu. Bu soruların yanıtını bulmak o an öylesine zor, taze hisleriyle öyle imkansızdı ki.. Kendisini sorgulamaktan kaçıp, cesaretini köreltmeden açtı kilidi. Kapıyı aralayıp içeri girerken öfkesini taze tutmaya çalıştı. Ama yapamadı. Onu yatakta, kameralarda gördüğü çamaşırlarla uyurken bulduğunda yok oldu öfkesi.
Üzerindeki ince örtü bacaklarının arasındaydı. Koyu saçları yastığa dağılmış, yan döndüğü için göğüsleri kollarının arasında sıkışmış haldeydi. İnce beli, göbek deliğinde parlayan piercingi, kıvrımlı hatları ve kalçasının kenarında gördüğü külodunun danteliyle öylesine güzeldi ki. Sol elinin ince parmakları kalçasının kenarına, diğer eliyse yüzünün altına yaslıydı.
Kıpırdandığını gördüğünde uyanmasını bekledi. Gözlerini açmamıştı. Bakışlarını ondan çekip, ayaklarının ucundaki elbiseyi eğilip aldı. Parmaklarıyla okşadığı kumaşın sadece saatler önce onun tenine dokunduğunu düşününce içi titredi. Yırtarcasına çıkarıp yere attığını hatırladığında çatıldı kaşları. Beğenmemiş miydi? Haddi olmadığını mı düşünmüştü? Ömer paketleri gördüğünde şaşırdığını ve saatlerce dolabına özenle yerleştirdiğini söylerken yanılmış mıydı?
Onu uyandırmak ve deli eden bu sorulara yanıt bulmak istese de yapamadı. Elinde ona ait elbiseyle yatağa yaklaştı. Bacaklarının arasındaki örtüyü yavaşça çekti. Yine kıpırdandığını ancak uyanmadığını gördüğünde rahat bir nefes aldı. Ona bu denli yakınken yakalanmak istemiyordu. Zira yanlış anlayabilirdi niyetini. Örtüyü örtmek için eğildiğinde kendisine dönen yüzü gördü. Nefesini tuttu. Nazlı bir edayla kıpırdanan kirpiklerin arasından güzel gözleri gördüğünde telaşla geri çekilmek istedi. Ancak yüzüne dokunan eller engel oldu.
“Kenan.”