O gün Beyaz Hanım’ın, bizi görmesinden sonra üç gün boyunca Rojda konağa gelmemişti. Her gece bir umutla onu beklemek için gittiğim yerden hayal kırıklığıyla geri dönmüştüm. Üstelik aramalarımı açmıyor, mesajlarıma kısa yanıtlar veriyordu. İlk gördüğüm an tutulduğum kadın, beni kendisine tutsak etmeyi başarmıştı. Farkında bile değildi üstelik. Konaktaki toz ve inşaat artıkları toplandı ve kaba temizliği yapıldı. Onun daha fazla yorulmasını istemiyordum.
Bu süreçte Bevar’ın desteği çok büyük oldu benim için. Artık eskisinden daha iyi anlaşıyorduk. Sancar Ağa’nın holdingindeki, oteller ve aşiretteki pek çok düzenlemede bana fazlasıyla yardım ediyordu. Etkileyici bir zekâsı ve iş bilgisi vardı. Henüz İstanbul’daki şirketleri ziyaret dahi edememiştim. Üstelik Yedi Aşiret ağalarının bu ay düzenlenmesi gereken aylık toplantısı, Barzan Ağa’nın isteğiyle benim konağımda yapılacaktı.
Avludaki masaya yerleştirilen atıştırmalıklara ve içeceklere göz gezdirdim. Her şey tam görünse de yeterli gelmiyordu. Onların karşısında güçlü olmak için kendime verdiğim telkinler içimdeki gerginliği katmerliyordu. Aslında o haberi almaktan korkuyordum. Kardeşimi, canımın yarısını benden önce bulduklarını düşünmek dahi nefesimi kesmeye yetiyordu. Günler önce Emin’in ailesiyle birlikte Hividar’ı öldürenlere dair bir iz bulması için gönderdiğim Ayaz’dan hâlâ haber yoktu.
Arabaların motor seslerini işittiğimde, irkilerek kendime geldim. Ceketimi düzeltip, kapıya yürüdüğümde altı adam art arda göründü. Önce Cihan Korkmaz girdi avluya. Ardından Yiğit Aslan, Mert Soylu, Kenan Cesur, Toprak Bedir geldi. En önde gelmesi gereken Barzan Ağa’yı görmek için tekrar kapıya baktığımda onu gördüm. O ilk gece Rojda’yı eve bırakırken camdan gördüğüm kadındı.
“Beyaz Kurt!” dedim fısıldayarak.
Bendeki bakışlarını bir saniye dahi çekmeyen kadını resmî olarak tanıtan Barzan Ağa oldu.
“Savaş Ağa, anamla tanış. Beyaz,” dediğinde alayla gülümsedim.
“Memnun oldum, Beyaz Hanım. Yoksa Beyaz Uluhan mı demeliydim?”
Gözlerini kıstığında, uzattığım elimi o dokunamadan çektim. “Sizin geleceğinizi bilemediğim için yeterli sandalye yok.” Masadaki yerlerine geçen adamlar sayesinde iki boş yer kalmıştı. Ayakta bekleyen Barzan Uluhan’a bakıp imalı bir şekilde sordum.
“Malum bizim masamız hep yedi kişiliktir, değil mi Barzan Ağa?”
“Anam pek çok toplantımıza dolaylı ya da dolaysız dâhil olur, Savaş Ağa. Henüz buralarda yeni olduğun için bu duruma yabancı olman normaldir.” Sözlerinin ardından benim vereceğim tepkiyi umursamadan sandalyelerden birini çekti. Yaşına göre oldukça dinç ve göz alıcı görünen kadının oturmasına yardım edip yanındaki yere kuruldu. Masadaki yedi sandalye de dolmuştu. Adamlardan birinin koşarak getirdiği sandalyeyi yuvarlak masada Barzan Uluhan’ın karşısındaki yere koymasını izledim. İçimde taşan öfkeyi yüzüme yansıtmamaya çalışsam da pek başarılı olamadığımı diğer adamların hâlinden anlayabiliyordum. Yerime oturduğumda Barzan Ağa her şey olağanmış gibi önündeki kadehe uzandı.
“Bu ayki toplantımıza hoş geldiniz, ağalar!”
Kadehler birbiri ardına kalkarken benim bakışlarım tek bir kişideydi. Onun da çatık kaşları ardında beni izlediğini görmek, dudaklarımın alayla kıvrılmasına neden oldu. Kadehimi ona kaldırdım. Beyaz Kurt’a…
O kadar çok konu tartışılmıştı ki… Başıma saplanan keskin ağrı, gözlerimi kamaştırmaya başladığında herkes ardına yaslandı. Aylık hasatlar, yeni tohumlar, aşiretlerin kendi içinde yaşananlar… Her biri birbirine bağlanmış gibi ardı ardına açılmıştı. Nihayet sona erdiğinde derin bir sessizlik bürüdü masayı. Ta ki o ses tüm büyüyü bozana dek…
“Kardeşinizden haber var mı Savaş Ağa?”
Başımı çevirip sert bir şekilde baktım kırışıklıklarla bezeli yüze. “Bu konu sizi neden ilgilendiriyor?” Dişlerimin arasından çıkan isim bir lanetlenmişlikten farksızdı.
“Kendini adamlarımı size yardım etmek için görevlendirdim. Yurdun dört bir yanında aramaya başladılar birkaç gün önce…”
“Sizden yardım istediğimi hatırlamıyorum, Beyaz Hanım!” Yumruğumu sıkarken yerimde doğruldum. “Ne benim aşiretim, topraklarım ne de ailem sizi ilgilendirir! Siz yeğeniniz ve torununuz için planladığınız evlilikle uğraşın bence!”
“Savaş Ağa!”
Barzan Ağa’nın seslenişini umursamadan devam ettim sözlerime. “Genco Uluhan’ın haberinin dahi olmadığı bir evliliği ne denli gerçek kılabilecekseniz tabii!”
“Ne Genco ne de Rojda’nın evliliği sizi ilgilendirir!”
Küçük elini masaya vurduğunu gördüğümde alayla gülümsedim. “Benim kardeşimin sizi ilgilendirdiğinden daha fazla… Zira siz Rojda Kurt’u bu masaya defalarca oturttunuz. Onu kendinize elçi bellemiştiniz.”
“Rojda, Kurt Aşireti’nin tek vârisi! O yüzden buradaydı!”
“Nedeninizin sadece bu olmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz, Beyaz Hanım. Kendinizi ateşe atmamak için o kızı bu masaya süren sizdiniz.”
“Sözlerine dikkat et, genç adam!”
“Madem bugün buraya gelebildiniz, bundan sonra da burada aşiretiniz adına siz olacaksınız. Bir başkası değil. Eğer tersi mümkün olursa masada artık olmayacağımı bilmelisiniz. Bu toplantı burada bitmiştir, ağalar.”
Sözlerimin ardından öfkeyle yerinden doğruldu. Küçük ama hızlı adımlarla bana yaklaşıp yüzüme baktı. Kısa bir an durduktan sonra konaktan çıktı. Barzan Ağa tek kelime etmeden, annesini takip ederken diğer ağaların vedalarına kısa bir baş selamıyla karşılık verebildim. Verdiğim bu tepkinin, yaşanan bu karmaşık anların ağırlığıyla kalktığım sandalyeye bıraktım bedenimi. Saatlerdir aynı yere oturmaya devam ediyordum. Onlar gittiğinden beri neredeyse hiç kıpırdamamıştım.
“Düşman her zaman senin en zayıf noktanı bulur, oğlum. O yüzden sen; sen ol, kimseye düşmanın olduğunu hissettirme.”
Babamın sesi ve belki de hayatım boyunca sahip olduğum tek nasihati zihnimde yankı bulurken bir ses duydum. Henüz durumu kavrayamamışken arka kapıdan avluya giren küçük kadını buldu bakışlarım.
“Halama sahiden onları söylemiş olamazsın!”
İşittiğim sözlere alayla gülümsedim. “Bunu sormak için mi geldin buraya? Yoksa o mu yolladı seni?”
Küçük ellerini saçlarından geçirip gözlerini yumdu. “Hayır!” dediğinde yerimde doğrulup karşısına dikildim. “Sözlerinde ciddi misin Savaş Ağa?”
“Öznesi sen olduğun her söz benim için önemli, Rojda!”
Gözlerini aralayıp yüzüme baktı. Suskunluğu bana cesaret verirken aramızdaki mesafeyi kapattım. Bir nefes kadar yakınında durup fısıldadım. “Seni tehlikeye atmasına göz yumamam. Bundan sonra her ne istiyorsa Yedi Aşiret’ten kendisi gelip isteyecek.”
“Ne yaptığının farkında bile değilsin! Halam bu gece odama gelip bana ne dedi biliyor musun?”
Merakla yüzüme baktığımda dolan gözlerini kırpıştırdı. “Seninle bir ilişkim olup olmadığını sordu. Bir de…” dedi dudağını ısırırken. “Senin… Senin bana âşık olduğunu söyledi!”
Sözlerinin ardından üzerine yürürken onun bedeninin taş duvara yaslanmasını izledim. Aramızdaki tüm mesafeyi kapatıp, bacaklarım ve kollarımla onu duvarla bedenim arasına hapsettim. “Sen ne söyledin?” Karşısında durduğumda çıplak kolu, kıvırdığım gömleğimden açık kalan tenime değiyordu.
“Sadece Sancar Ağa’nın cenazesinde ve konağın önünde bizi gördüğü sabah seni gördüğümü söyledim,” dedi fısıltıyla. “Bunun mümkün olmayacağını, benim ve Genco’nun…”
“Yeter!” dedim sesim avluda yankı bulurken. Yumruğumu duvara vurdum. “O adamın adını konağımda anma, Rojda!”
Ellerini göğsüme yaslayıp fısıldadı. “Sakin ol lütfen!”
Onun bu tavrıyla sakinleşmeye çalıştım ama tesiri olmadı. Hislerimin dudaklarından öylece dökülmesi miydi beni şaşkınlığa uğratan? Yoksa o kadının tek bir bakışta, tek bir sözde böylece kolayca çözebilmesi miydi Rojda’ya karşı güçsüz düşen kalbimi? Bilmiyordum. Tek bildiğim karşımdaki kadının bu gerçeği henüz görmeyecek kadar kör oluşuydu. Titreyen göz bebekleri, gözlerimin içine öylece bakarken, benden ufacık bir söz beklerken suskun kalışım da bu yüzdendi. Gerçekleri söylememin ne anlamı vardı ki? Kollarından tutup kendime çekmek istememin, yüzüne karşı hislerimi haykırmamın ne yararı olabilirdi?
Ellerim duvara dayalı ve o kollarımın arasındayken eğilip yüzüne baktım. Dudaklarından süzülen sıcak nefesi yüzüme vururken şaşkın bir hâlde bana bakıyordu. Ama benim ne onun bu güzel hâlini ne de bizi bu hâlde başkalarının görme ihtimalini düşünecek kadar aklım yerindeydi.
“Ya doğruysa söyledikleri?”
Dolan gözleriyle başını salladı. “Yapma Savaş!”
Alnımı alnına yaslayıp gözlerine baktım. “Neden bunu bize yapıyorsun?”
“Ben bir şey yapmıyorum.”
“Senden haberi dahi olmayan, şu anda başka kadınların yatağında olan o adam için bizi ateşe atıyorsun!”
“Olmaz Savaş! Olmaz!”
“Olmasın o zaman!” Ellerimi ayırdım duvardan. “Madem istemiyorsun, olmasın! Bunları söylemek için mi geldin buraya?” dedim bitkin bir hâlde.
Şaşkınlıkla aralanan dudaklarını kapayıp bakışlarını kaçırdı. Verebilecek bir cevabı olmadığı o kadar belliydi ki… Buraya sadece bunun için gelmediğini biliyordum. Ama sözleriyle yine inkâr etmeye çalıştı. “Evet!”
Alaycı bir gülümsemeyle karşımdaki kadının yüzüne baktım. Siyah, uzun kirpiklerinin gölgelediği gözlerine, minik burnuna, gül goncası dudaklarına… Bakışlarımı gözlerine kenetledim. Tekrar gözlerine baktım. “Beyaz Hanım’a söyle, böyle saçma düşüncelere kapılmasına gerek yok. Başkasına ait bir kadına âşık olamam ben.”
Sözlerimin ardından kısa bir an daha gözlerime bakıp başını salladı. Ben ardıma dönmeden beklerken o duraksadı. Beklediğimin aksine hemen gitmek yerine ardımda durup koluma dokundu.
“Bu gece konağa beni sen götürmeyecek misin?”
“Hayır!” dedim ardıma dönmeden. “Adamlarım seni bırakır. Yardımların için teşekkür ederim, Rojda. Artık yan yana görünmememiz ikimiz için de en iyisi…” Omzumun üzerinden baktığımda küçük başını eğmişti. Uzun, dalgalı saçları yüzünü örtmüştü. Küçük bir adımda geriye gidip ardına döndü. Tek kelime etmeden, benden uzaklaşırken aslında beni de yanında götürdüğünün farkında değildi.
Onun çıktığı kapıya bakarken uzaklaşan arabanın sesini işittim. Gitmişti. Bu kadar kolay mıydı? Ruhum bu denli onunla doluyken, kalbim bu denli acırken benden, bize dair kurduğum hayallerden gitmişti. Ona yakın olmak için kurduğum bu konaktan, onun dokunuşlarıyla, kokusuyla sarmalamak istediğim kozasından kendini koparıp, uçup gitmişti. Ardına bile bakmadan… Onun için kurdukları o yalan dünyaya gitmişti. Hissettiğim öfkeyle haykırdım.
“Hayır!” Birkaç adım ötede duran sandalyeyi tutup savurdum. Ardından masaya güçlü bir tekme savurdum. Etrafa saçılan eşyaların sesi, kırılan tabak ve bardaklar öfkemin azalmasına yardımcı olmuyordu. Bir zamanlar Zelal Kahraman’ın çığlıklarıyla yankılanan bu koca avluda bu kez benim haykırışlarım vardı. Benden çalınan zamana duyduğum öfke, benden alınanlara dair duyduğum hasret, yalnızlığın verdiği o kesif acı… Hepsi o denli katlanmıştı ki… Şu an yaşadığım öfke nöbeti, geçen yıllarda pek çok kez hayatımda olsa da bu kez yanımda halam yoktu. Onun şefkati ve beni sakinleştiren şifalı sözleri yoktu. Yapayalnızdım. Ne etrafımı saran adamları görebiliyordum ne de bana söylenenleri duyuyordum. Vücudum titrerken kollarımı tutan bir kişinin varlığıyla duraksadım. Bedenimi saran sıcaklıkla duraksarken duyduğum sesle gözlerimi araladım.
“Sakinleş Savaş Ağa! Nefes al! Derin nefes al!”
Sözlerini bir robot misali yerine getirirken ne sustu ne de beni bıraktı. “Konağı başımıza yıkmanı istemeyiz, adamım. Rojda Kurt’un emeklerine yazık değil mi?”
Duyduğum isimle kollarından kurtulmaya çalışırken izin vermedi. “Hey! Sakinleşmeden bırakamam. Ejder Atabeyoğlu torununu tek parça getirmezsem saçlarıma veda etmem gerekeceğini söyledi. Ki saçlarım benim en kıymetlimdir.”
Sözleriyle buruk bir ifadeyle gülümsedim. Rahatladığımı hissettiğimde, “Tamam, bırak beni Bevar,” dedim.
Kollarını çekerken, ardıma döndüğümde terden yüzüne yapışan sarı saçlarına baktım. “Bu saçları kesmenin zamanı gelmiş.”
“Yok!” dedi geri bir adım atarken. Elleriyle saçlarını düzeltmekten çok daha fazla karıştırdı. “Onlar benim bir parçam…”
“Peki,” dedim avluda yere saçılan eşyalara umutsuzca bakarken. Burayı bu hâle benim getirmiş olmama inanamıyordum. Başımı çevirip yüzüne baktım. “Dedemle ne zamandan beri benimle ilgili konuşuyorsunuz?”
“Cenazeden beri,” dedi omzunu silkerken. “Sana dair haber alabilmek için benden yardım istedi. O adamı sevdim. Ki ben kolay kolay birini sevmem. Bu önemli bir şey.”
“Biliyorum. Peki, ya Rojda?”
“Sana dair pek çok şeyi biliyorum, Savaş Ağa. Rojda Kurt sadece bir detay…”
“Barzan Ağa?” dediğimde olumsuz anlamda başını salladı.
“Ben onun adamıyım, ulağı değil. Artık değil… Hadi Ejder Bey, bizi bekliyor.”
Avludan çıktığında onun ardından baktım. Bu adamın diğerlerinden farklı olduğunu biliyordum. Ancak anlamını henüz çözememiştim.