Vivienne, bütün gün bulaşık yıkamaktan buruşan ellerine acıyla baktı. Deterjanın tahriş ettiği parmak araları su toplasa da, teninde hissettiği acı ruhunda hissettiği acıyla kıyaslanamazdı bile. O an, hafızasında annesiyle yaşadığı anlar canlandı. Her sabah, alnına kondurulan küçücük bir öpücükle uyandığı günler, artık çok gerilerde kalmıştı. Bu şehir ondan sadece umutlarını değil, aynı zamanda hayallerini de çalmıştı. Ama ne olursa olsun yenilmemeliydi. Pes etmek gibi bir lüksü olamazdı, olmamalıydı. Her an tükenecekmiş gibi titreyen zayıf bedenine inat, omuzlarını dikleştirmeye çalıştı. Kendi kendine defalarca; Angeline için dik durmalısın dese de, içinde ki çaresizlik onu her an daha da dibe çekiyordu. En kısa zamanda daha iyi bir iş bulması gerektiğini biliyordu, ama nasıl olacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Angeline’nin hastane masraflarını, bu küçük dükkan da bulaşıkçılık yaparak karşılayamazdı. Üstelik; bu ay ev saydığı tek odalı harabenin kirasını ödeyemediğinden, ev sahibinin kapıya dayanması an meselesiydi.
Uğursuz saydığı Marsilya’ya geldi geleli; şanslı olduğu bir konu vardı, sahip olduğu tek dostu Aida. Aida hiçbir karşılık beklemeden, Vivienne için çoğu zaman anne; Angeline için ise büyük anne olmuştu. Yaşadıklarının altında ezilirken, ağlamamak için var gücüyle direndi. Daha yeni yirmi yaşına girmiş birisi için, çok ağır bir sorumluluk vardı üzerinde.
Öğleden sonra, önünde dağ gibi yığılmış bulaşıklara bakarken, cebinde ki telefonunun titreşimini hissetti. Ellerini üzerindeki mutfak önlüğüne silip cevap verdi. Telefondaki kadın ağlıyordu.
“Vivienne, Angeline hiç iyi değil. Hastanedeyiz.”
Genç kız gözlerine hücum eden yaşlara rağmen metanetli olmaya çalıştı. Aylardır sık sık hastaneye gitmeleri gerekse de, bu duruma alışabilmesi imkansızdı. Kısılan sesiyle telefonun ucundaki Aida’ya; “Hemen geliyorum,” diyerek izin almak için, kafenin sahibini buldu. Karşısındaki sevimsiz adama durumu anlattığında patronu ona yine mi der gibi baktı. Ancak, o an kimin ne düşündüğüne takılacak zaman değildi. Mutfak önlüğünü çıkartıp koşarak yakınlarında bulunan hastaneye gitti.
İçeriye girdiğinde Aida, iki büklüm olmuş Angeline’nin bulunduğu odanın kapısında bekliyordu. Vivienne’i görünce ağlayarak boynuna sarıldı.
“Ben, çok üzgünüm. Birden nefesi kesildi. Çok kötüydü.”
Vivienne de ona sarılıp omzunda ağlayan kadın gibi kendini özgür bıraktı. Kirpiklerinin arasından süzülen her yaşta çaresizliği, sahipsizliği vardı.
Saatler sonra minik Angeline birazda olsa toparlanmıştı ama hastane masrafı bu sefer tahmin ettiğinden daha fazla çıkmıştı. Nereden para bulacağını düşünürken her zamanki gibi Aida yardımına yetişti.
“Üzülme tatlım. Ben gerekli ödemeyi yaparım.”
Onun teklifiyle Vivienne daha çok ezildi. Her ihtiyaç duyduğunda yanı başında duran kadına yeteri kadar yük olmuşlardı. Kendi öz annesi bile arayıp sormazken, kan bağı olmayan birisinden bu denli destek görmek duygularını daha çok incitiyordu. Ona karşı çıkarak, “Ama!” demişti ki Aida kaşlarını çatarak gözlerine baktı.
“Lütfen, o cümleyi tamamlamayı düşünme. Sizler benim kızlarımsınız.”
Duydukları karşısında hiçbir şey söyleyemeden sadece boynunu yere eğdi. Çünkü karşı çıkmak istese de kabul etmekten başka çaresi yoktu. Her geçen gün daha çok yıpranırken nereye kadar dayanabileceğini de bilmiyordu.
Akşam, hep birlikte hastaneden çıkıp eve gittiklerinde kapıda ev sahibiyle yüz yüze geldiler. Adam, her zamanki güler yüzünün aksine sert görünüyordu.
“Vivienne, bende seni bekliyordum. Sanırım bu ay ki kira parasını unuttun.”
Tam da hastane çıkışı, özelliklede Aida’nın yanında bir de bu durumu yaşamasıyla utandı. Her şey üst üste geliyordu. Kucağındaki bebekten güç alır gibi daha bir sıkı sarılarak ikna edici olmasına özen gösterdiği ses tonuyla konuşmaya başladı.
“Geciktirdiğim için üzgünüm. Yarın akşam iş çıkışında getirsem olmaz mı,” diye cevap verse de, biliyordu ki parayı bulamayacaktı.
Adamın yüzünden inanmadığı açıkça belli oluyordu. Aida, Vivienne’in çaresizlik ve mahcubiyetle dolan gözlerinin farkında olarak adamı tersledi.
“Görmüyor musunuz bebek hasta! Lütfen biraz anlayışlı olun!”
Aida’nın tepkisi ile karşılaşan ev sahibi genç kıza dönüp;
“Tamam, sana 24 saat veriyorum. Eğer yarın akşam param gelmezse, küçük yaratığını da alarak evimi terk et. Yoksa ben sizi göndermesini bilirim,” diyerek sert bir sesle konuştu.
Adamın iğrenir gibi telaffuz ettikleriyle hıçkırmaya başlayan Vivienne, kucağında uyuyan yeğenini uyandırmamak için susması gerektiğini biliyordu, ama elinde değildi. Adam gittikten sonra, bu haliyle yanında duran kadının gözlerinde daha da küçülmemek adına,
“Yalnız kalmaya ihtiyacım olduğunu söylesem beni bağışlar mısın” dedi.
Aida, anne şefkatiyle ona sarılıp üzülmemesini söylese de biliyordu ki Vivienne için söyleyeceği hiçbir şey onu teselli etmeyecekti. Durumu ortadaydı. Hayatı boyunca çaresiz kalan çok insan görmüştü ancak böylesine şahit olmamıştı.
Aida gider gitmez içeriye giren Vivienne, kapıyı kilitleyip sırtını soğuk duvara yasladı. Angeline; kucağında her şeyden habersiz, mışıl mışıl uyurken, saatlerce sessiz gözyaşları döktü. Hiç umudu olmasa da hayatını değiştirecek bir mucizeye ihtiyacı vardı. Gece yarısından sonra kafedeki arkadaşı Teresa, Angeline’nin durumunu sormak için aradı. Vivienne cevap verir vermez arkadan gelen gürültü nedeniyle kısa süreli telefonu kulağından uzaklaştırmak zorunda kaldı. Akşama kadar onunla birlikte kafede çalışan Teresa, geceleri de bir barda çalışıyordu. Müzikle karışık insan sesleri nedeniyle birbirlerini net duyamasalar da, birisinin arayıp ona nasıl olduğunu sorması iyi gelmişti.
Vivienne sabah erkenden evden çıkıp saatlerce yapabileceği ek iş aradı. Ama her çaldığı kapıda ya deneyimsiz bulundu ya da aranan kriterlere uymadığı söylendi. Aldığı her ret cevabında umutları kırılarak çalıştığı kafeye eli boş döndü. Sürekli ağlamaklı gözlerle bulaşık yıkarken Teresa yanına geldi. Arkadaşı Vivienne’e bakar bakmaz ne olduğunu anladı.
“İş bulamadın, öyle değil mi?”
Konuşmakta zorlanan Vivienne gözyaşlarıyla başını salladı.
“Bugün kirayı ödemem gerekiyor. Eğer ödeyemezsem ev sahibi bizi evden atacak. Üstelik Angeline sürekli hastalanıyor, masraflarına yetişemiyorum. Çok iyi bakılması şart, ama neyle? Bir çıkış yolu arıyorum ama bulamıyorum.”
O anlattıkça Terasa, arkadaşının çaresizliğine aynı gözyaşlarıyla karşılık vererek birbirlerine sarıldılar.
“Bizim barda iş olsaydı seni önerirdim biliyorsun. Ama iş yok,” dedi üzüntüyle.
Sonra bir önceki gece barda çalışan iki kişinin konuşmalarını hatırladı. Hatırladıklarıyla umutlansa da, duyduklarını dile getirmesi çok zordu. Özellikle de; bu durumdaki arkadaşı tarafından, yanlış anlaşılmaktan korktu. Kısa süreli düşünmesinin ardından sesi titreyerek;
“Angeline için her şeyi yapar mısın” diye sordu.
Vivienne, Terasa’nın sorduğu soru üzerine ondan uzaklaştı. Meraklı bir ifade ile arkadaşına baktı.
“Ne demek istediğini anlamadım?”
Teresa, söylemekle söylememek arasında tereddüt ederek konuşmaya başladı.
“Dün, barda bizim çocukların konuşmalarına şahit oldum. Bir ajans varmış. Modellik ajansı olarak görünseler de aslında eskort kız ayarlayan bir ajans. Zengin adamlara kiralık giden kızlara ciddi paralar ödüyorlarmış. Hele birde bu kız bakireyse para ikiye katlanıyormuş” dedi.
Vivienne, duyduklarına inanamadı. Teresa’nın söyledikleri mide bulandırıcı, ahlaksız bir işti. Bedenini satmak dünyada yapacağı son iş olsa bile yapamazdı. O an doktorun söyledikleri geldi aklına. “Angeline’nin iyi bir bakıma ve tedaviye ihtiyacı var.” Rutubet kokan, güneş görmeyen bir evde onu nasıl büyütebilirdi? Ya bir gün Aida ona bakamayacağını söylerse? O zaman ne yapardı? Sanki Teresa ile yaptıkları konuşma hiç olmamış gibi aklında ki bin bir düşünce ile tekrar yaptığı işine döndü. Mutfak tezgahında tabakları yıkarken, yüzü de gözyaşlarıyla birlikte yıkanıyordu. Onun cevap vermemesini yanlış anlayan Teresa, söylediklerine pişman olarak Vivienne’i yalnız bıraktı.
Aslında genç kızın arkasını dönmesinin sebebi, mutfağa bulaşıkları taşıyan personelin onun acılarını görmelerini istememesiydi. Mutfakta yalnız kaldığından emin olduğunda elindeki bulaşık süngerini kederle levyenin içine attı. Akşam birde kira parasını ödemesi gerekiyordu. Şiddetlenen ağlaması ve gelgitler yaşadığı iki saatin sonunda midesi almasa da bu iş aklına yatmıştı. Ama nasıl yapacağını bilemiyordu. Çünkü daha önce bir erkek ile böyle bir deneyim yaşamamıştı. Yarım saat kadar düşündükten sonra bütün cesaretini toplayıp Teresa’nın yanına gitti. Utanarak;
“Bana bugün o ajansın adresini bulabilir misin,” diye sordu.
Sesi her zamankinden daha kararlı çıkmış olsa da korktuğu gözlerinden açıkça okunuyordu. Sadece gözleri de değil, titreyen ellerinden, vücut dilinden nasıl bir ruh hali taşıdığı açıkça görülüyordu. Vivienne’in sorduğu soruyla Teresa şaşkınlıktan kekeleyerek konuşmaya başladı.
“Sen ciddi misin? Gerçekten bunu yapacak mısın?”
Çünkü arkadaşının karakterini bildiği için duyduklarına inanması çok zordu. Bir umut olarak görüp ona bu işten bahsetse bile kabul edip etmeyeceğinden emin değildi. Vivienne, Teresa’nın inanmayan bakışlarından gözlerini kaçırarak, ruhuna acı veren çaresizliğiyle içini çekti.
“Evet.”
Çaresizlik işte böyle bir şeydi…
Kafeden çıkar çıkmaz Teresa’dan aldığı adrese gitti. Neyle ya da kimle karşılaşacağını bilmediği için küçük kalbi her zamankinden daha hızlı atıyordu. Önce nefesini kontrol altına almak için kapının önünde bir süre bekledi. Bekleyişle geçen dakikalar sonunda, içinde yaşadığı çelişkiler ve onu bekleyen geleceğin korkusuyla eli titreyerek zile uzandı. Fakat dokunamadı. Parmağını geri çekip içinden yapamayacağım derken aklına Angeline’nin masum yüzü geldi. Yeşile dönen ela rengi gözlerini kısa süreli kapatıp tekrar açtı. Yapmak zorundaydı.
Ajansın kapısını uzun boylu, sarışın bir kadın açtı. Yüzündeki makyaj, makyajdan çok maskeye benziyordu. Taktığı takma kirpikler ise neredeyse kaşlarına değiyordu. Kadına doğru yaklaşarak kısık sesle,
“Elma şekeri katalog çekimi için geldim” dedi.
Aslında kurduğu cümle, ona bu işi sağlayacak parolaydı. Teresa, şifre olmadan ona güvenmeyeceklerini, kabul edilmeyeceğini özellikle belirtmişti.
Kadın onu tepeden tırnağa süzdükten sonra içeri aldı.
“Beni takip edin.”
Vivienne, içeri girdiğinde gözüne ilk olarak duvardaki tablo çarptı. Resimdeki, kırmızı elbisesiyle dans eden kadına bakarken aklına, Marsilya’da ki ilk yılında gittiği, dört ay süren dans kursu geldi. Kulağını dolduran müzik eşliğinde dans ederek kendini mutlu ettiği günlerin üzerinden sanki yıllar geçmişti. Bir an daldığı geçmişinden sıyrılan genç kız gerçeğe döndü. Onu takip etmesini söyleyen kadın Vivienne’i bekleme salonu tarzın da bir odaya aldı.
“Az sonra size haber vereceğim. Lütfen burada bekleyin.”
Kadının söylediklerine cevap vermek yerine başıyla onayladı. Bulunduğu oda da yalnız kalıp odayı incelemeye başladığında kapının kapanmasıyla ürkerek yerinde sıçradı. Bir yanı kaçıp kurtulmasını söylese de diğer yanı başına gelecekleri çoktan kabul etmişti. Aklındaki seslere kulak vermemek için çok renkli olan duvarı incelemeye başladı. Sanki gördüklerinden, yaşayabileceklerine dair bir ipucu arıyordu. Çevresi model resimleriyle doluydu. Ve bütün resimlerdeki kadınların yüzünde kocaman kahkahalar vardı. Bir gün kendisi de böyle gülebilecek miydi acaba? Beş dakika sonra, varsayımları yüzünden duvarlar üzerine gelmeye başlamıştı ki kadın tekrar odaya döndü.
“Görüşme için bekleniliyorsunuz.”
Görüşme için kabul edildiğini duyduğunda tedirgince ayağa kalkıp başka bir odaya yönlendirildi. Tıpkı bir labirenti anımsatan ofiste, yalnız olsa kaybolacağını düşündüğü sırada, ajansın çalışanı kadın önünde durdukları kapıyı çaldı. Ardından, “Gel” diyen gür erkek sesinden sonra ajansın sahibinin odasına girdi.
Normalde bu ses sahibinden ürkmesi gerekiyordu ama duyduğu ses korkutmak yerine meraklanmasına neden oldu. İçerisi boyayla karışık puro kokuyordu. Bu kokuyu nerede olsa tanırdı. Çünkü üvey babası Harbin yüzünden evlerinin her bir köşesine bu koku sinmişti. Loş ışıkta masada oturan adamın yüzünü seçmeye çalışarak ona doğru yürüdü. Yürürken aynı zamanda kazağının kollarını çekiştirerek ürkekliğini sergiliyordu fakat farkında değildi. Adam ayağa kalkarak onu selamladı. Ve tanışmaya gerek görmeden direkt konuya girdi.
“Daha önce böyle bir iş yaptın mı?”
Vivienne, beklemediği soru nedeniyle yüzü kızararak gözlerini duvarda gezdirdi.
“Hayır.”
Onun teninin rengindeki değişimi izleyen adam soru cevap şeklindeki görüşmeden daha da keyif aldı. Onun güzel olduğunu öğrendiğinde bu kadar çekimser bir kız olacağını beklememişti. Hem güzel hem de gizemli, tam da bu işe uygundu. Sıra diğer konulara geldiğin de gelecek yeni cevapların hevesiyle kaldığı yerden devam etti.
“Kaç yaşındasın? Her hangi bir hastalık taşıyor musun? Çünkü bizim müşterilerimiz seçkin adamlar ve bu konuda çok hassaslar.”
Vivienne arka arkaya gelen sorularla başını yere daha da eğdi. İçindeki ses bu kadar yeter dese bile devam etmeye kararlı olarak cevap verdi.
“Yirmi yaşındayım ve herhangi bir hastalık taşımıyorum.”
Yaptığı bu konuşma hayatında yaptığı en kötü konuşmaydı. Ama Angeline için buna katlanmaya mecburdu.
Sorular bittiğinde adam ayağa kalkıp etrafında dönmeye başladı; onu inceliyordu. Vivienne ise bu davranışla oturduğu koltukta küçüldükçe küçüldü.
“Çok şanslısın küçük. Yarın için iki iş var elimde ama uzun vadeli. Sabah sağlık raporunla gel, işlerden birisi senindir.”
Uzun vade kısmını anlamasa da, adamın her gün başına ödeyeceği parayı duyunca gözleri irileşti. Bahsedilen parayı kazanabilmesi için kafede en az bir ay çalışması gerekirdi. Kafeden bir ayda kazandığı parayı burada tek gecede kazanacaktı. Bu parayla hem kendisinin hem de meleğinin hayatı kurtulabilirdi. Aklına gelen şeyle utanarak başını yerden kaldırmadan,
“Arkadaşım bakireler için fiyatın iki kat arttığını söylemişti” dedi.
Adamın yüzü sanki mücevher bulmuş gibi aydınlandı.
“Tamda aradığım kızsın. Sağlık raporunu getir, sana çeki düzen verelim, söylediğim paranın üç katını vereceğim. Bu arada küçük hanım, bir gizlilik sözleşmesi imzalaman gerekli, ajansımı riske atamam” dedi.
☆☆☆☆☆☆
Ertesi sabah kafeye gitmeden önce sağlık raporunu aldı. İş çıkışı doğruca ajansa gidip raporu verdiğinde, kendisine bu işi temin edecek adam ona sözleşmeyi imzalattı. Eğer bu işle ilgili ikinci bir kişiyle konuşursa çok ağır bir bedel ödeyeceğini imzaladığı kağıt da okumuştu.
“Yarın başlayabilir bilir misin?”
“Evet,” dedi utanarak.
Adam kasadan çıkarttığı zarfı Vivienne’e uzattı.
“Müşteri seni iki aylığına kiralıyor. Bir haftalık ücretin bu zarfın içinde, eğer senden memnun kalmazsa bir haftanın sonunda vazgeçme hakkı var. Bir haftalık deneme süreci diyelim.”
İki ay çok uzun bir süreydi. Bu zaman zarfında Aida Angeline’e bakmayı kabul edecek miydi bilemiyordu. Belki de ona para teklif ederse kabul ederdi. Kafasındaki soru işaretleri ve onu bekleyen şeyin korkularıyla,
“Tamam” dedi.