Vivienne, akşam eve gitmeden önce Teresa’ya uğrayıp bir gün önce kira için aldığı borç parayı ödedi. Sonrada olanları anlatıp Angeline’i almak için Aida’nın evine gitmeliydi. Ancak bu tahmin ettiğinden daha zordu. Orta yaşlı kadının evine gitmek için attığı her adımda; ruhunda taşıdığı acı, geleceğiyle ilgili kaygıları, büyüdükçe büyüdü. Yeğenini göreceği için heyecanlı olması gerekirken, ilk kez ayakları aynı yolda geri geri gidiyordu.

Yarım saat kadar sonra Aida kapıyı her zaman ki gibi güler yüzüyle açtığında Vivienne, suçlu gibi gözlerini kaçırdı.

“Vivienne iyi misin?”

Genç kız bitkin şekilde içeriye girerken, iyi olduğunu belirtmek için sadece başını salladı. Aksi halde konuşmak için ağzını açar açmaz gözyaşı dökebilirdi. Salona girdiği zaman Angeline’nin pusetinde uyuduğunu görünce sessizce koltuğa yerleşti. O an aklına Aida ile ilk tanıştıkları gün geldi. Evlerinin yakınlarındaki eczaneden alışveriş yaptığı bir gün, parası yeterli gelmediği için kasada zor durumda kalmıştı. Hem de çok küçük bir miktar yüzünden. Eğer Aida o gün o eczanede olmasaydı Vivienne ihtiyacı olan ilacı alamayacaktı. Orta yaşlı kadın sadece ilacın parasını ödemekle kalmamış, ayrıca Vivienne’in iyileşmesini sağlayacak bitki çayları önermişti. Altmışların başında olan kadın gerçek yaşını söylemese onu en fazla ellilerin de sanırdı. Lakin uzun boyu, kumral saçları, hala bir kız çocuğunun tenine benzeyen pürüzsüz cilt yapısıyla yıllara meydan okusa da, aşk konusunda şanssız bir kadındı. Gençliğinde aşık olduğu adam tarafından, en yakın arkadaşıyla aldatıldığı için erkeklere olan inancını kaybederek bekarlığı seçmişti. Daha ileriki yıllarda ise anne ve babasının vefatıyla tamamen yalnız kalmıştı. Yurt dışında yaşayan, yılda sadece bir kere gördüğü kız kardeşinden başka kimsesi yoktu. Belki bu nedenledir ki çok kısa zamanda Vivienne ile aralarında çok güçlü bir bağ oluşmuştu.

“Sorun ettiğin şey kira parasıysa sana halledebileceğimi söylemiştim,” diyen Aida’nın sesiyle bulunduğu ana dönen Vivienne, başını yerden kaldırmadan ayak parmak uçlarına bakmaya devam etti.

Onun bu haline alışık olmayan Aida, tedirgin olarak yanına oturdu. Omuzlarına dökülen dalgalı kumral saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırırken cesaretlendirmek adına elini tuttu.

“Ne oldu Vivienne? Hadi anlat, korkutuyorsun beni.”

Genç kız onu korkutmak istemiyordu. Ancak yaşadığı çaresizlik, yaptığı anlaşmayı normalleştiremeyeceği için, içine düştüğü durumu açıklamak çok zordu.

“Ben..” dedi ve birkaç saniye bekledi. “Bir anlaşma yaptım.”

“Anlaşma mı?”

Genç kız, ona daima bir anne şefkatiyle yaklaşan kadının yanında utandı, kızardı, yerin kat kat altına girdi. Ve sonunda cesaretini toplayıp, olanları tek tek anlatmaya başladı. O anlattıkça Aida’nın duyduklarıyla yüzü şekilden şekile giriyordu ancak şaşkınlığından yorum yapamıyordu.

Vivienne, konuşması bittiğinde başını kaldırıp Aida’ya korunmasız küçük bir kız çocuğu gibi baktı. Gözleri her an ağlayacakmış gibi öyle yorgun ve çaresiz görünüyordu ki. Aida, duydukları karşısında uğradığı şoktan çıkarak aklından geçenleri dile getirdi.

“Sen çıldırdın mı Vivienne! Nasıl böyle bir şeye imza atarsın! Birlikte olacağın adamın nasıl birisi olduğunu bilmiyorsun bile. Genç mi, yaşlı mı, akıllı mı, deli mi? Senden neler isteyebileceğini bilmiyorsun bile” derken, gözleri aklında beliren kötü senaryoların dehşetiyle büyüdü. “Ya sana işkence yaparsa? Ya sana zarar verecek bir sapıksa? Bunları hiç düşündün mü?”

Aida haklıydı. Bunların hiç birisini düşünmemişti. O sadece Angeline için daha iyi bir hayatı düşünmüştü, o kadar. Kaçtığı düşünceleri Aida’nın ağzından duymak korkularını daha da arttırdığı için saatlerdir bastırdığı gözyaşları istem dışı akmaya başladı.

“Başka çarem yok Aida, anlamıyor musun? Clair bir haftalık bebeğini ve çocuk sayılabilecek yaştaki kardeşini düşünmeden, kendini öldürdüğü gün benim kaderim değişti.”

Clair, Vivienne’in ablasıydı. Clair’in internet üzerinden yaptığı iş başvurusu kabul edilince iki kız kardeş ailelerini de arkada bırakarak yaşadıkları kasabadan ayrılıp bu şehre gelmişlerdi. Vivienne üniversiteye kayıt olmuş, Clair ise düzenli olarak bulduğu işte çalışıyordu. İlk yıl her şey olması gerektiği gibi geçti. Fakat daha sonra Clair hızlı bir biçimde değişmeye başladı. Başlarda işten geç dönmeye, sonrasında ise sabaha karşı eve alkollü gelmeye başladı. Bazı geceler hiç gelmediği bile oluyordu. Vivienne ona zarar geleceği endişesiyle, gelmediği geceler sabaha kadar pencerede bekliyordu. Bir gün Clair hamile olduğunu söyledi. Ama kimden ve ne zaman olduğunu kendisi de hatırlamıyordu. Hayatına aynı gün içerisinde o kadar çok erkek girmişti ki, akıl yürütmesi mümkün değildi. Hamile olduğunu fark edemeyecek kadar şuursuz olduğundan, bebeği doğurmak istemese bile aldırmak için çok geç kalmıştı. Hamileliği süresince alkolden ve başka adamların koynuna girmekten vazgeçmediğinden, bebek sağlıksız olarak hamileliğinin yirmialtıncı haftasında dünya geldi. Doktorların yaşamasına mucize gözüyle baktığı bebeğe Angeline ismini Vivienne verdi. Çünkü mucize bebeği gördüğü an onu tıpkı bir meleğe benzetmişti. Clair, Angeline henüz bir haftalıkken girdiği bunalım yüzünden intihar etti. Onun ölümü yalnız kalan Vivienne’i kedere boğsa da küçük yeğeni için güçlü olmak zorundaydı. Aileleriyle görüşmeyi Clair’in hamileliği döneminde kesmişlerdi zaten. Maddi hiçbir desteği olmadığı için önce okulu bıraktı. Sonrada bir kafenin mutfağında bulaşıkçı olarak çalışmaya başladı.

Bir süre daha genç kızın imzaladığı sözleşmenin yanlışlığını konuşsalar da, artık dönüşünün olmadığını ikisi de biliyordu. Aida; onun için beslediği korkulara rağmen, Angeline’nin bakımıyla ilgilenebileceğini söylediği zaman, Vivienne rahatladı. Ama rahatlasa da, uzun bir süre bebeğini göremeyeceği için mutlu olamadı. En azından sözleşmeye eklettirdiği bir madde sayesinde, haftada bir gün evine gelebilecekti. Bu süre zarfında, bu küçük zaman dilimiyle yetinebilecek miydi?

☆☆☆☆☆☆☆

Sabah, Angeline’i Aida’ya emanet ettikten sonra, gözyaşları içinde vedalaştılar. Ajansta onu daha önceki sarışın kadın karşıladı. Kadın;

“İçeri girmene hiç gerek yok” dedikten sonra, Vivienne’e tepeden aşağıya iğreniyormuş gibi bakarak inceledi. “Müşteri için seni hazırlamamız gerek. Bu halinle seni kimse kabul etmez. Gel benimle.”

İşittiği aşağılanma zoruna gitse de, tanımadığı kadının peşine takılan Vivienne, her geçen gün bilinmezlere sürüklenirken aklında tek bir şey vardı; Angeline. Ondan güç alarak, sarışın kadınla birlikte değişime ilk güzellik salonundan başladılar.

Önce açık kumral saçları siyaha boyandı, sonra şekil verildi. Ardından kaşları daha kavisli alındı. Mermer gibi beyaz olan kadifemsi teni şimdi her zamankinden daha çekici görünüyordu. Makyajdan sonra güzellik salonundan çıkıp alışverişe gittiler. Sırt dekolteli, vişne rengi kısa bir elbise, uzun topukları olan zarif bir ayakkabı seçtiler. Sarışın kadın kıyafet ve ayakkabı alışverişinden sonra onu iç giyim mağazasına götürüp çılgınca bir sürü gecelik ve iç çamaşırı aldı. Yapılan alışveriş süresince Vivienne, sanki alınanları başka birisi giyecekmiş gibi bakmadan sadece kadının tercihlerini başıyla onayladı. Birlikte ajansa döndükleri zaman, ona bu işi veren adamın resmen nutku tutulmuştu. Vivienne, bu bakışlardan rahatsız olsa da tepki vermedi. Adam;

“Tam da istediğim gibi görünüyorsun,” dedikten sonra saatine baktı. “On beş dakikaya kadar seni almaya gelecekler.”

☆☆☆☆☆☆

Onu almaya, son model siyah bir araba geldi. Şoför, yeni kıyafetlerinin olduğu bavulları bagaja yerleştirdikten sonra hareket ettiler. Bir saat sonra şehir merkezinden uzak, ormanlık bir alan içerisine inşa edilmiş malikanenin önünde durdukları zaman gözleri irileşti. Nasıl bir yere gideceğini daha önce hiç düşünmemiş olsa da, bu kadar büyük bir ev beklemiyordu. Arabadan inerken ürperdiğini hissetti. Adrenalin salgısı üst seviyeye gelse de buradan dönüş yoktu artık. Devasa büyüklükteki eve bakarken yanına genç bir kadın gelip onu takip etmesini söyledi.

Çift kanatlı geniş kapıdan adım atar atmaz yanında güler yüzlü, orta yaşlı başka bir kadın belirdi.

“Siz Vivienne olmalısınız. Ben Eliza, Mösyö Gerard gelinceye kadar odanıza yerleşmenize yardımcı olayım,” diyen kadın, Vivienne’e odasına kadar eşlik ederken kendini tanıttı.

“Bir şeye ihtiyacınız olursa bana çekinmeden söyleyebilirsiniz.”

Genç kız, tanımadığı kadın ve eve öylesi yabancıydı ki, cevap vermek yerine gözlerini kırptı. Birilerinin ona bu kadar insancıl davranmasını, belki de tahmin etmediğinden, nasıl davranacağını bilmiyordu. Peki, ona sahip olacak adam, o da bu kadar iyimser olacak mıydı? İsminin Eliza olduğunu öğrendiği kadın eşyalarını yerleştirmesinde yardımcı oldu.

“Siz istirahat edin, Mösyö Gerard geldiği zaman haber vereceğim” diyerek odadan çıktı.

Beklerken Vivienne’in korkuları, her geçen dakika daha da artmaya başladı. Mösyö Gerard nasıl bir adamdı acaba? Hayalinde; kendisine gülümseyip, edepsiz isteklerde bulunan, çirkin adam suretleri belirdi. Kimisi yaşlı, kimisi kambur, kimisi kör hatta kel ve dişsiz olanlar bile vardı. Çaresizlik ve korkuyla gözleri dolsa da, ağlayamazdı. Çünkü ağlarsa makyajı bozulabilirdi. Daha eve geldiği ilk gün anlamıştı bunu, artık kendisi gibi olamazdı. O; kendini tanımadığı bir adama tutsak ederek, bütün özgürlüğünü kaybetmişti. Karmakarışık olan düşünceleriyle, duvardaki aynaya yaklaşıp, ilk kez dikkatle kendisine baktı. Ne kadarda değişmişti böyle? İlk kez o an, kendisine bakan gözler bir başkasına aitmiş gibi hissetti. Sanki masumiyetini kaybetmiş, bir yabancı duruyordu karşısında. Peki, bir gün bu evden gittiğinde kendine bu kadar yabancılaşmışken, eskisi gibi olabilecek miydi? Filmlerde izlediği, şarkılarda dinlediği, kitaplarda okuyup, hayal ettiği aşk bir gün hayatına girecek miydi? Hiç sanmıyordu. Çünkü o, imzaladığı anlaşmayla Angeline için bunları elinin tersiyle itmişti. Kendisinin mutlu olmaya dair küçücük de olsa umudu kalmasa da, minik meleği daha kaliteli bir hayat yaşayıp, diğer çocuklar gibi koşup oynayabilecekti. İşte bu her şeye değerdi.

Aklında dolanan düşüncelerle yorgun düşüp, hava karardığında kapısı çaldı. Eliza, korkuyla beklediği haberi nihayet getirmişti. İçinden bildiği tüm duaları ederek ardında yürüdüğü kadınla birlikte aşağı kata indiler.

Birlikte yemek salonuna girdiklerinde, masa da oturan adama yaklaşmak için attığı her adımda boğulduğunu hissetti. Sanki her an nefesi kesilip oracıkta can verecekmiş gibiydi. Çünkü karşısındaki adam, onun beklediğinin aksine çok genç birisiydi. Üstelik bir o kadar da yakışıklı. O, hayatında ilk kez gördüğü adamı kaçamak bakışlarla, hayranlıkla süzerken iç sesi kulaklarında yankılandı. O seni satın aldı Vivienne! Buraya gelme nedenini unutma! Amacından sapmadan Angeline’i düşün!

Eliza; “Mösyö Gerard beklediğiniz misafir geldi” dediği zaman, adam başını kaldırıp umursamaz gözlerle Vivienne’e baktı. Sonrada boş bakışlarını Eliza’ya çevirdi.

“Sana daha kaç defa bana adımla hitap etmen gerektiğini söyleyeceğim Eliza!”

Adamın sert çıkan yüksek sesi bir anda salonda yankılandığın da Vivienne ürkerek yerinde sıçradı. Ağlamak, hatta bulunduğu evden kaçıp kurtulmak istiyordu fakat artık çok geçti. Bu adam, evinde çalışan kadına böylesi basit bir nedenden dolayı bu tepkiyi veriyorsa, ona neler yapmazdı. Vivienne olduğu yerde korkuyla titrerken Eliza başını önüne eğdi.

“Affedersiniz Mösyö Alex!”

Alex, kendisine soyadı ile hitap edilmesinden hoşlanmazdı. Yıllardır Eliza’yı uyarmasına rağmen inatçı kadın bu huyundan bir türlü vazgeçmemişti. Onu kovmak defalarca dilinin ucuna gelse de babasından çekindiği için bir türlü yapamıyordu. Çünkü Eliza neredeyse onun doğumundan itibaren bu aileye hizmet etmişti. Tek başına yaşamaya karar verdiği gün babası casusluğunu yapması için onun yanına yerleştirmişti, farkındaydı. Evde ne zaman olumsuz bir durum olsa her şeyden haberdar olurdu.

Eliza, işittiği azardan sonra gitti. Vivienne ise ayakta ne yapacağını bilmez bir halde, başını önüne eğmiş bekliyordu. Alex konuşmadan, hatta yüzüne bile bakmadan, eliyle oturmasını işaret etti. O an genç kız için hayatının en zor anlarından biriydi. Her an yanlış bir hareket yapacakmış da, Alex ona bağıracakmış gibi çekinerek masadaki yerini aldı.

1 HAFTA ÖNCE

Babasının karşısında hiddetlenerek ayağa kalktı.

“Evimde bir kadın istemiyorum!”

“Sen ne zamandır benim kararlarımı sorguluyorsun Alex? Hayatına günü birlik ilişkiler dışında kadın girmiyor. Bugüne kadar aynı kadınla iki kere yattığın oldu mu oğlum? Ben söyleyeyim, hayır. Artık evlenmeni istiyorum. Soyumuzun devam etmesini istiyorum. Ömrünün sonuna kadar bu şekilde yaşayamazsın.”

Alex acı acı gülümsedi. “Neden evleneyim baba? Bir gün, annemin seni başka bir adam için terk ettiği gibi, beni terk etmesi için mi?”

Alex’in sözleri babasını derinden yaraladı. Onun böyle kadın düşmanı olmasının tek sebebi kendisiydi çünkü. Dört yaşından beri, annesinin kendilerini başka bir adam için terk ettiğini söyleyerek, nefretle büyütmüştü oğlunu.

“Bütün kadınlar annen gibi değil oğlum. Onu unut artık. Haftaya senin için seçtiğim kız gelecek ve sana bir kadınla birlikte yaşamanın ne demek olduğunu öğretecek. Sadece iki ay Alex. Alışman için deneyim süreci bu sadece. Babandan doğum günü hediyesi olarak kabul et.”

Babasının ne kadar ısrarcı olduğunu bildiği için bu armağanı kabul etmek zorunda kaldı. Çünkü biliyordu ki, onu başından savmasının tek yolu buydu. Hayatında hayır kelimesinin yeri olmayan Archer Gerard, amacına ulaşmadan asla durmazdı. Ancak sorun şuydu ki, bu iki ay evinde bir kadının varlığına nasıl dayanacaktı? Belki de bir kaç gün sonra, memnun kalmadığını söyleyerek gönderebilirdi onu. Evet, bu akıllıca bir fikirdi.

Sessizce yerine oturan kızın varlığından rahatsız olarak, babasıyla yaptığı görüşmeyi hatırladı. Karşısındaki kıza baktı uzun uzun. Ama o; bu süreçte bir kere bile başını kaldırıp, onun yüzüne bakmamıştı. Sadece başı eğik, masada hiçbir şeye dokunmadan, öylece bekliyordu. Oysa bütün kadınlar ona ağzının içine düşecekmiş gibi bakar, kur yaparlardı.

Kız beklediğinden daha güzeldi. Hatta olağan üstü de denilebilir nitelikteydi. Ama neticede, kendini parayla satan sıradan bir fahişeden başka bir şey değildi, tıpkı diğerleri gibi.

“Adın” dedi.

Kız titrek ses tonuyla; “Vivienne, efendim” diye cevap verdi.

“Yüzüme bak Vivienne!”

Vivienne, başını kaldırıp Alex’in yüzüne baktı. Gözleri o kadar güzeldi ki, ezberlenmemiş bir şarkı gibi masum ve saf bakıyorlardı. Alex, kendini saklamasını bilen kadınlardan da hiç hoşlanmazdı. Birden öfkeye kapılarak ayağa kalktı.

“Odana git!”

Vivienne, onun bağırarak söylediği iki kelimeyle, neye uğradığını şaşırdı. Korkuyla masadan kalkıp, koşarak odasına gitti. Giderken Alex onun arkasından baktı. Vücudunun kıvrımları çok güzeldi. Koşarken savrulan eteğinin altındaki uzun kar beyazı bacakları, hemen dikkatini çekti. O an ona sahip olmanın nasıl bir şey olacağını düşünse de, bu fikri kafasından hemen uzaklaştırdı. Kendine hakim olmalı, on güne kadar bu kızı evden göndermeliydi.

☆☆☆☆☆

Alex, gece yatağında uyurken kapının açıldığını duydu. Uykusu o kadar ağırdı ki gözlerini zor araladı. O yatağında doğrulurken, Vivienne geceliğiyle ayakucunda durmuş, ona bakıyordu. Beklentiyle, “Demek geldin” dedi. Genç kız sihirli kelimeleri duymuş gibi, konuşmadan üzerindeki geceliğin askılarını omuzlarından aşağı kaydırdı. Artık çırılçıplaktı. Alex’in elini uzatmasıyla, usul usul ayakucundan yatağa tırmandı. Genç adamın üzerindeki baxırı ustaca çıkartıp, sanki her gece bunu yapıyorlarmış gibi üzerine yerleşti. Kendinden emin duruşunun yanında, gözleri de tıpkı bedeni gibi alev alev yanıyordu. Eğilip ellerini Alex’in ellerine kenetledi ve birlikte hareket etmeye başladılar. Fakat genç adam bu şekilde kısıtlandığını hissettiği için, onun ellerini bırakıp kollarını genç kızın beline dolayarak, tek hamleyle altına aldı. “Şimdi oldu.”

Alex, gördüğü erotik rüyanın etkisiyle yatağında kabustan uyanmış gibi doğruldu. Kan ter içinde kalarak, kendini kontrol etti. Bunu uykusunda en son on altı yaşlarındayken yaşadığını hatırladı. Vivienne ilk geldiği günden onu etkilemiş, beynine girmeyi başarmıştı. Kadınların şeytan olduğu düşüncesini kendi içinde bir kez daha tekrarlayarak duşa girdi. 

Recommended Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

error: Content is protected !!