Eliza’nın getirdiği haberle; korkularını adım adım yaşamaya başlayan Vivienne, ne yapacağını bilmeden, odanın içinde bilinçsizce gezinirken, elleriyle kendini sardığının farkında değildi. Sanki vücudu kendisinden bağımsız bir koruma kalkanı oluşturuyordu. O an hiç var olmamış gibi yok olmak istedi. Yok olmak ve içine düştüğü durumu hiç yaşamamak. Ama bu noktadan sonra mümkün değildi.
Alex’in odasına gitmeden önce; bedenen ve ruhen alt üst olmuş halde, titreyerek aynanın karşısına geçip, son kez solgun yüzünü inceledi. Daha önceleri de kendini çaresiz hissettiği olmuştu. Ama ilk kez kendini bu kadar korkmuş ve aciz görüyordu. Nasıl olmuştuda bu kadar acınası hale gelmişti. Hayat katıydı. Tıpkı az sonra ona sahip olacak olan adam gibi. Fakat kendine acımayı bırakıp bir an önce cesaretini toplamalı, küçük meleğinin yaşayabilmesi için bunu yapmalıydı. Elinin tersiyle dolan gözlerini silip gardırobun kapısını açtı. Kendine ait olmayan birbirinden şık ve seksi olan kıyafetlere göz ucuyla bakarken yabancısı olduğu hayattan midesi bulandı. Aptal dedi kendi kendine. O adamdan hoşlandığını düşünecek kadar aptalsın Vivienne! Görmüyor musun? Seni bu evdeki her hangi bir eşyadan farklı göremez o. İç sesinin kulaklarını tırmalayan sözlerinden sonar, yeni bir şeyler giymekten vazgeçti. Odaya geldiğinde sutyenini çıkartmıştı zaten. Tekrar takmaya gerek görmedi. Nasıl olsa on dakika sonra çırılçıplak kalacaktı. Sadece dağınık saçlarını toplayıp rahatlamak için yüzünü yıkarken lavabonun aynasında yine kendisiyle yüz yüze geldi. Marsilya’ya gelirken ne kadar güzel hayalleri vardı. Ama bu şehir iki kız kardeşi tüketip, onları olmayacak tercihler yapmak zorunda bırakmıştı. Düşünceleriyle birlikte gözyaşları gözlerine tekrar hücum ettiğinde, serinkanlı olması konusunda kendi kendine telkinde bulundu. Hayatta her şeyin bir bedeli vardı. Angeline’nin hak ettiği şekilde yaşayabilmesi için şimdi bu bedeli ödeme vaktiydi.
Alex’in odasının önünde bir kaç dakika bekleyip, nefesini düzenledikten sonra kapıyı çaldı. Onun karşısında güçsüzlüğünü sergileyerek daha fazla alçalmak istemiyordu. O nedenle içeriden cevap gelmesini beklemeden temkinli adımlarla odaya girdi. O içeriye girdiğinde Alex yeni duştan çıkmış, üzerinde beline doladığı havluyla banyonun girişinde duruyordu. Vivienne onunla göz teması kurmamak için sadık bir köle gibi başını önüne eğerek odanın ortasına kadar gitti. Onun duruşuyla genç adam saçını kurulayarak yanına yaklaştı. Bir kadın nasıl olurda aynı anda hem bu kadar kışkırtıcı hem de bu kadar masum görünebilirdi? Tanımadığı bu kadın yüzünden, neden onu her gördüğünde kafası karmakarışık oluyordu? Aralarında sadece yarım metre kadar mesafe vardı. Alex, sağ eliyle çenesini tutarken, sol el bileğini sağ dirseğinin altında sabitledi. Sonrada avını gözetleyen avcı gibi Vivienne’in etrafında dolaşarak kulağına yaklaşıp kısık sesle;
“Bakalım seninle neler yapabiliriz Vivienne,” dedi
Onun, kulaklarını dolduran iç gıcıklayıcı erkeksi sesine rağmen Vivienne cevap veremediği gibi duruşunu da bozmadı. Çünkü kapıdan girerken dışarıda bıraktığı korkularının yerini, kontrolden çıkan yeni duygular aldı. Heyecan gibi. Ama hissettiklerini ona yansıtamaz, kendini ele veremezdi. Başı önünde olsa da omuzları düşmemeli, dik durmalıydı. Peki, bu tutarsız ruh hali doğru muydu? Karşısındaki adamın ona aşkla değil de sadece cinsel amaçla yaklaştığını bilirken nasıl oluyordu da kalbi bu denli hızlı atabiliyordu? Alex, onu iki aylığına kiralamıştı ve Vivienne için bu bedeli ödeme zamanıydı. O an aklına Aida’nın söyledikleri geldiği için tedirgin oldu. Ya ona kötü davranırsa? Ya kabul edemeyeceği bir şey yapmak isterse, o zaman ne yapardı?
Kafasının içinde kendi kendiyle konuşurken, Alex arkasında durdu. Onun kendisine bu kadar yakın olması, vücudundaki titremeyi arttırırken, bir erkeğe göre fazlasıyla zarif olan parmaklarını teninde hissetti. Ona dokunuyordu. Alex, Vivienne’in elbisesinin fermuarını ağır ağır beline kadar indirdi. Genç kadının sırtı tamamen çıplak kalmış, pürüzsüz teni gözlerinin önünde sergileniyordu. Aç gözlerle onu incelerken, sutyen takmadığı için daha da heyecanlandı. Bedeni acele etmesi için onu zorlarken, aklı ağırdan alması gerektiğini söylüyordu. O da bedeni yerine aklına kulak verdi. Önce, dudaklarını aralayarak Vivienne’in ensesine ıslak bir öpücük bırakıp, vücuduna istediği ürpertiyi gönderdi. Sonra, rüyasında gördüğü gibi elbisesinin askılarının omzundan düşmesine izin verdi. Daha önce hiçbir kadını istemediği gibi istiyordu onu. Ama acele etmeyecek, zevkini çıkartacaktı. Kollarını beline dolayıp, karnında birleşen ellerini ağır ağır aşağılara kaydırarak, kasığının üzerinde durdu. Burnunu genç kızın saçlarına dayayıp, kokusunu içine çekerken arkasından vücudunu ona bastırarak, erkekliğini hissetmesini sağladı. Vivienne’in rengi kıpkırmızı, nefes alıp verişi hızlıydı. Boynuna burnunu gömerek kokusunu içine çekti. Aslında bu daha önce yaptığı bir şey değildi ama şuan bunu düşünecek durumda da değildi. Elleri yavaş yavaş Vivienne’nin vücudunda keşfe çıkarken, gözlerini kapatmıştı. Kulağına gelen sesli nefes alışverişleri duydukça, keyfi yerine geldi. Demek o da istiyordu bunu. Onu kendine çevirip, yüzüne baktı. Vivienne, yine gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Hafif tebessüm ederek;
“Gözlerini aç,” dedi.
Komutuyla uzun kirpikler ağır ağır aralandı ve eladan yeşile dönen gözler, onun gözlerine odaklandı. O an fark etti ki bu kızda başka bir şey vardı. Ama ne? İsmini bir türlü koyamıyordu.
Kafasındaki soru işaretlerini bir kenara iterek, geri çekildi. Uzun boyunun avantajını kullanarak Vivienne’in elinden tutup, kendi çevresinde döndürdü. Daha önce hayatından sayısız kadın geçse de, hiç birisinin bu kadar kusursuz bir vücuda sahip olmadığını düşündü. Bastırmaya çalıştığı heyecanı ile onunla birlikte ağır ağır yatağa yürürken, Vivienne yere bakıyordu. Onun çekimserliğine inat, kendi rahatlığından taviz vermeden üzerindeki havluyu çıkartıp, çift kişilik koltuğun üzerine attı. Vivienne, onun ne yaptığının farkında olsa da, yüzü kırmızının bütün tonlarını almış, bakamıyordu. Alex kızın utangaç tavırlarından rahatsız olmadı. Aksine hoşuna gidiyordu. Kendini yatağa bırakıp Vivienne’e tekrar komut verdi.
“Buraya gel.”
Vivienne, Alex’i dinledi ve ne yapması gerektiğini bilemeyerek ona yaklaştı. Genç adam erkekliğini işaret ederek;
“Bana dokunmanı istiyorum,” dedi.
Oysa niyeti başlarda sadece onunla oynamaktı. Yani en azından öyle karar vermiş ti. Ta ki, bulundukları ana kadar.
Onun ne istediğini idrak etmek de geç kalan Vivienne, daha cevap vermeden Alex’in istediği yönde ilerlemeye başlamıştı bile. Ancak ilk kez deneyimleyen bir kız için, fazla mide bulandırıcı bir yoldu bu. Nasıl olduğunu anlamadan, bir anda ağzının istemediği bir yöne itildiğini fark ettiğinde, midesindeki safrayı çıkarmakta gecikmedi. Alex’in üzerine kustuğunda, genç adam bağırdı.
“Hemen odamdan defol!”
Vivienne, o gece sabaha kadar korku içinde, kapısının çalınmasını bekledi. Aklında hep Alex’in öfke dolu bakışları vardı. Onun isteklerini yerine getiremediği yetmezmiş gibi, birde üzerine kustuğu için kesin kovulacaktı. Başına gelenlere, yaşadıklarına lanet ederek, en son saate baktığında sabah 04:45 olduğunu görmüştü. Sonrasında narin bedeni, daha fazla uykusuzluğa dayanamayarak pes etti.
Gözünü açtığında saat 11:30 olmuştu bile. Ama henüz gelen giden olmadığı için merakla yatağından kalkıp, üzerini giyindi. Belki Eliza, ona duymaktan korktuğu haberi vermek için bekliyordu. Kovulma ihtimaline karşılık, dolabı açıp kıyafetlerini bavuluna yerleştirdi. Sonuçta giymesi gerekenleri ona ajans temin etmişti. Geri istemeleri olası bir durum olduğu için onları evde bırakamazdı. Hazırlıklarını bitirip, evde Eliza’yı aradı. Mutfağa indiğinde, orta yaşlı kadın diğer çalışan hizmetlilerle birlikte bir şeyler konuşuyordu. Konuşulanlardan anladığı kadarıyla konu Alex’in iki gün sonraki doğum günüydü. Eliza onu görür görmez, diğer çalışanlara dağılmalarını söyledi, Vivienne’in yanına yaklaştı. Yüzünde manidar bir gülümseme ile;
“Zor bir geceydi galiba,” dedi.
Eğer Eliza gülümsüyorsa ve bu soruyu soruyorsa demek ki Alex kovulma emrini vermemişti daha. Bir an için rahatladığını hissetti.
“Evet, zor bir geceydi.”
Eliza, Alex’in çok erken kalktığını, iki günlüğüne iş için Paris’e gittiğini anlattı. Vivienne, bu haberle daha da rahatladı çünkü bu iki gün korkulardan uzak yaşayacağı anlamına geliyordu. Eliza;
“Mösyö Alex iki gün burada olmayacağına göre evine gidebilirsin. Tabii yarın 17:00’da burada olmak şartıyla. Olurda erken dönerse, evde olman gerek. Azar işitmek istemiyorum,” dedi.
Eliza’nın sözleriyle, Vivienne mutluluktan neredeyse kanat takıp uçacaktı. Beş gündür Angeline’den uzak kaldığı için, onu çok özlemişti ve onu kucağına alabileceğini düşündükçe içi içine sığmıyordu. Eliza ile vedalaşıp, onun yanından uzaklaşmak üzereyken aklına gelen soru bir anda dudaklarından döküldü.
“Eliza, Mösyö Alex kötü birisi mi?”
Eliza, elindeki kahve fincanını Vivienne’e uzatırken, mutfak taburesine oturmasını işaret etti. Sonrada anlatmaya başladı.
“Alexandre doğduğu zaman, ben senin yaşlarındaydım. Bebek bakımında Madam Rachelle’e yardımcı olmak için, işe alınmıştım. O; çok tatlı, mutlu bir bebekti,” dedi ve gülümsedi.
Sanki geçmişten bahsederken, o tarihlerde yaşıyormuş gibiydi. Anlattıkça gülen yüzü solmaya başladı.
“Ve bir gün Madam Rachell gitti. O zamanlar Alex, olan biteni anlamayan dört yaşında küçük bir çocuktu. Bir daha da annesini asla görmedi. Alex’e Alexandre diye hitap eden tek kişi Madam Rachell olduğu için Mösyö Archer Gerard yani Alex’in babası, ona Alexandre diye hitap edilmesini yasakladı.”
Demek Alex de, Angeline gibi annesi tarafından terk edilmişti. Vivienne, onun nasıl bir çocukluk yaşadığını tahmin ederek, üzüldü.
“Peki, annesi neden gitti,” diye sordu.
Eliza, uzaklara bakan gözlerini Vivienne’e çevirdi.
“Bu uzun ve üzücü bir hikaye. Alex kötü birisi değil. O; otuz yaşında olmasına rağmen, hala küçük bir çocuk benim için. Nefret ile büyütülen, mutsuz bir çocuk.”
Vivienne, Eliza’nın yarım yamalak anlattıklarından bir şey anlamasa da, bu konuyu kurcalamaması gerektiğini biliyordu.
☆☆☆☆☆☆
Şoför Vivienne’i Aida’nın evinin önünde bıraktığında, genç kızın ayakları adeta heyecandan yere basmıyordu. Zile bastıktan kısa bir süre sonra Aida kucağında Angeline ile kapıyı açtı. Küçük yeğenini koklaya koklaya öperken, aynı zamanda ağlıyordu. Aida;
“Hadi hasretinizi içeride giderirsiniz,” diyerek eve geçti.
Angeline; Vivienne’in şirinliklerine tepki olarak, kıkırdayarak cevap verdi. Henüz altı aylık olduğu için konuşamıyordu. Ama attığı gülücükler teyzesini ne kadar özlediğini gösteriyordu. Bir süre sonra Angeline uyuyunca Aida Vivienne’e;
“Alex ile ilgili sorun var mı” diye sordu.
Vivienne şaşırdı. Çünkü daha önce ona Alex’den bahsetmediği gibi adını da söylemediğini hatırladı.
“Sen Alex’i nereden biliyorsun,” diye sordu. “Sana onun ismini söylediğimi anımsamıyorum.”
Aida ne cevap vereceğini şaşırsa da, durumu hemen toparladı.
“Telefonda anlatmıştın ya,” dedi gülümseyerek.
Vivienne düşündü. Ona gerçekten bahsetmiş miydi ki? Gerçi günde en az üç kez Angeline hakkında bilgi almak için, onu sık sık arıyordu. Belki de bahsetmişti fakat kendisi hatırlamıyordu.
Gece yarısına kadar küçük yeğeniyle oynayıp, Aida’ya evde yaşadıklarıyla ilgili fazla detay vermeden, olanları anlattı. Karşısındaki kadın, gerek giyim gerekse görünümü hakkında ona övgüler yağdırdı. Bu değişim Vivienne’i küçük genç kız görünümünden, gerçekten dişi bir kadına çevirmişti ama kendisi farkında bile değildi. Angeline tekrar uyuyunca kendi evine geçip, küçük meleğine sarılarak uzandı. Onun bukle bukle olan kumral saçlarını koklarken Alex’i düşündü. Anne sevgisi olmadan büyümek, onun için kim bilir ne kadar zor olmuştu. Alex’in çocukluğunu düşünürken, aklına onu gördüğü bir önceki gece geldi. Ona dokunurken hissettikleri doğru muydu? Neden onu düşünürken bile vücudunu ateş basıyordu? Onu özlüyor muydu, ama nasıl? Onu özlememeli, ondan korkmalıydı. Kafası ve kalbi soru işaretleriyle o kadar doluydu ki, ona yasak olan duyguları hissetmemek için, uyumaya çalıştı. Fakat ilerleyen saatlerde, yanında uyuyan Angeline’nin düzensiz nefes alıp verişleriyle, kapatmaya çalıştığı gözlerini tekrar açtı. Bir an önce hastaneye gitmeliydiler.
Geceyi hastanede geçiren Vivienne, ertesi gün istemesede küçük meleğinden ayrılmak zorundaydı. Çünkü vakit öğleden sonrayı gösterdiğinde, korkularıyla dolu o eve dönme zamanı gelmişti. Angeline’nin saçlarını defalarca öperek, Aidaya emanet etti. Aklı onlarda kalsa da, Eliza’ya söz verdiği gibi saat 17:00’dan önce evde olmalıydı. Şoför tamda Eliza’nın söylediği saatte, onu almak için kapının önündeydi.
☆☆☆☆☆
Araba evin bulunduğu araziye girer girmez, şoföre inmek istediğini söyledi. Son zamanlarda hayatı dört duvarın arasında geçtiği için, yürümeye ihtiyacı vardı. Yürümek ve temiz havayı soluyarak azda olsa yaşadığı sıkıntılardan kurtulmak istiyordu. Kötü düşünceleri kafasından uzaklaştırıp, güzel hayaller kurarak ağır adımlarla eve yaklaştı. Yaşamaya başladığı yerin bahçesinin ne kadar büyük olduğunu o zamana kadar nasıl olmuştu da fark etmemişti. Ayakkabılarını çıkartıp, eline aldı. Çimenlerin üzerinde yürürken, gelecekteki hayatında mutlu olup olmayacağına dair Tanrı’dan bir işaret diledi. Tam bu sırada fıskiyeler çalıştı. Ve beklediği işaret böylece gelmiş oldu. Suyun altında sırılsıklam olurken, mutluluktan olduğu yerde kollarını yanlarına açmış, ellerinde ayakkabılarıyla zıplıyordu. Kahkahalarla kendi kendine gülerken, başını gökyüzüne çevirdi. Fıskiyelerden çıkan sular yüzüne damlarken, gözleri kapalı Tanrı’ya teşekkür etti. Onun bu çocuksu halini pencereden izleyen, bir çift kahverengi gözden habersiz, gelecek günler için küçücük bir ümit belirdi kalbinde.