Konağa dönmeden önce kendimi toparlamak istediğim için dağ evine geldim. Kıyafetlerimin birkaçını getirttiği için Ayaz’a minnettar olarak önce duşa girdim. Üzerimdeki kiri, düşüncelerimin beynimi dağlayan ağrısını suya bıraktım. Alnımı taş duvara yaslayıp, suyun vücudumdan akmasını beklerken nereden başlayacağımı bilmiyordum. Bevar’ı arayıp yanıma çağırmamak için kendimi güçlükle tutuyordum. Zira buraya gelirse onu sıkıca sarıp hasretimi haykırmaktan korkuyordum. Onunla karşılaşmadan önce bu duygularımı zapt etmekten başka çarem yoktu.

Başarmıştım. Benden koparılan kardeşimi, canımın yarısını bulmuştum. Ama ona sarılamıyordum bile. Öncelikle benim ardımda duracak, beni destekleyecek dostlar edinmek zorundaydım. Mezopotamya topraklarında güç ve toprak sahibi ağalara ihtiyacım vardı.

Yedi Aşiret… Onların içinde bana destek olacak birisi olmalıydı! Hatta birden fazla kişi… O masada bana destek verip Barzan Ağa’nın karşısında gücümü katlayabilirlerdi. Onlara Barzan Ağa’nın gerçek yüzünü anlatabilir, aileme çevirdiği dolapları kanıtlayabilirdim. Kardeşimin özgürlüğünü kazanabilirdim. Peki, hangisine güvenecektim? Cihan Korkmaz, Yiğit Aslan, Mert Soylu, Kenan Cesur, Toprak Bedir… Hiçbirini suretinden daha derin tanımıyordum. Ama öğrenebilirdim. Bu adamların bir zaafı, bir yarası mutlaka olmalıydı.

Ama her şeyin öncesinde Barzan Ağa’dan, Bevar’ı azat etmesini isteyecektim. Böylece onu kendi yanıma alabilecektim. Kardeşimin artık gözümün önünde olmasını istiyordum. Benimle aynı masada yemek yemesini, aynı çatı altında uyumasını istiyordum.

Duştan çıkıp belime bir havlu sardım. Barzan Ağa’yı aramalıydım hemen. Dışarı çıkıp, yatağın üzerindeki telefonumu açtığımda gelen birçok arama ve mesaj vardı. Çoğu İzmir’deki şirketimdendi. Bir tanesi hariç… Gönderen kişiyi gördüğümde heyecanla çarpan kalbimle gülümsedim. Hızlıca açtığımda hayal kırıklığıyla gölgelendi yüzüm.

“Kırmızı fularımı gönderir misin? Sende kalmasını istemiyorum…”

Öfkem anbean artarken elimin arama tuşuna gittiğinin farkına geç varabildim. Açıldığını gösteren süre işaretini gördüğümde, sesimi sakin tutmaya çalışarak adını fısıldadım.

“Rojda…”

Koca bir sessizliğin ardından derin bir nefes alış duyduğumda gözlerimi kapadım. Küçük bir hışırtı, bir kıpırdayış hissettiğimde ardıma yasladım başımı. “Kapatma lütfen. Tamam, konuşma ama dinle. Benden istediğin şeyi yapamam.”

“O benim!” dediğinde bir gündür duymadığım sesini işiten yüreğim hasretle sızladı.

“Hayır, Rojda. Senin teninden avuçlarıma süzüldüğü anda benim oldu.”

“Ama…” dediğinde alayla gülümsedim.

“O benim uğurum artık. Üzerinde solmaya yüz tutan kokun ise bana gerçekleri hatırlatan tek şey.  Her masalın mutlu bitmediğinin tek kanıtı…”

“Savaş… Ben…” dediğinde odada Ayaz’ın sesi yankılandı.

“Ağam! Ağam!”

Telefonu kulağımdan indirdiğimde Ayaz, telaşla odaya girdi. “Ağam buradasın!”

Ayaz’a döndüğümde endişeyle titreyen ellerini yüzünde gezdirdi. “Ağam, az önce haberi geldi! Barzan Ağa bu gece ölmüş!”

Telefon elimden düşüp, yerde parçalarına ayrıldığında Ayaz beni sarsan sözlerine devam ediyordu. “Arabası toprak yolda paramparça hâlde bulunmuş!”

“Emin mi? O mu yaptı?” dediğimde hızlıca başını salladı.

“Hayır, Ağam! Ferzan Ağa öldürmüş Barzan Ağa’yı!”

“Nasıl öğrendin o olduğunu?”

“Az önce buradaydı. Kapının önüne kadar geldi adamlarıyla.”

“Söz vermişti…” dedim şaşkınlıkla ıslak saçlarımda ellerimi gezdirirken. “Bekleyecekti… Nasıl yapar bunu?”

“Ağam, dedi ki… Anlaşma bugün sen Emin’e gittiğinde bitmiş. Senin Genco’yu getirmeyeceğini bildiği için bu işi kökten çözmeye karar vermiş.”

Emin’in yaşadığını biliyordu. Her şeyi biliyordu. Benimle oyun oynamıştı.

“Genco Ağa’ya haberin çoktan gittiğini ve yarın sabah Bevar’la birlikte Mardin’de olacağını söyledi.”

Ona nasıl inanabilmiştim? Bana yardım edeceğini nasıl düşünebilmiştim? Onu sırrıma dâhil ettiğim için pişmanlıkla ardımdaki yatağa çöktüm. Evet, kardeşimi bana vermişti. Ama ardından ellerimin arasından çekip almıştı ansızın. Üstelik bu kez yüreğimi koca bir ateş sarmıştı. Ben henüz onu Barzan’dan alamamışken onu öldürmüştü. Vefa borcuyla onun Genco’nun yanında kalacağını biliyordu. Beni derinden sarsan gerçekle acıyla inledim. Kardeşimi şimdi gerçekten kaybetmiştim.

Gözümü dahi kırpmadan şöminenin karşısında otururken aklım karmakarışıktı. Hakikati biliyor olmama rağmen, Yedi Aşiret ağalarından haberin bana ulaştırılmasını bekliyordum. Barzan Ağa’nın ölümüne dair haberi neredeyse Genco Uluhan’la birlikte almış olmama rağmen, bilmiyor gibi davranmak öyle güçtü ki… O konağa gidip, kardeşimi kolundan tutup çekip almak istesem de yapamıyordum. Zira Ayaz’ın verdiği diğer bir haber de ona aitti. Barzan Ağa’nın kardeşi Sermiyan Uluhan, Genco’yu alıp getirmesi için onu İstanbul’a göndermişti. Onu adım adım takip etmek istesem de korumak istesem de yapamıyordum.

“Ağam, yeni telefonun…”

Saatler önce paramparça olan telefonumun eşi önümdeki sehpaya bırakıldığında, çalmaya başlarken irkildim. Uzanıp baktığımda gördüğüm isimle irkildim. Arayan Cihan Korkmaz’dı. Sert görünümüne eş değer oldukça sessiz duran adama mı düşmüştü bana haberi vermek? Neden oydu? Ayaz’a kısa bir an bakıp telefonu açtım.

“Alo?”

“İyi geceler Savaş Ağa. Seni bu saatte rahatsız etmek istemezdim. Ama haberdar olman gereken çok önemli bir durum var,” dediğinde yerimde doğruldum. Duygularımı gizlemeyi yıllar önce babamdan öğrenmiş olmanın rahatlığıyla ifadesiz bir sesle sordum.

“Hayır olsun, Cihan Ağa!”

“Pek hayırlı değil. Barzan Ağa bu gece vefat etti. Yarın öğleye kalmadan, Uluhan konağında olmamız gerekiyor. Cenazeyi kaldırmak Yedi Aşiret’in ve vârisinin görevidir, bilirsin,” dediğinde dişlerimi sıkarken başımı salladım.

“Başımız sağ olsun. Orada olacağım. İyi geceler…”

“İyi geceler Savaş Ağa.”

Telefonu kapadığında, yumruklarımı sıkarken Ayaz’a seslendim. “Hazırlıklarını yapabilirsin, Ayaz. Yarın sabah Mardin’de olmamız gerek…”

“Elbette Ağam. Oflaz Bey ile Kardelen Ağama haber verecek misin?”

Nasıl unutmuştum? Bu gelişmeden halamın ve Oflaz’ın haberi olmalıydı. Buraya gelmelerini istemesem de söylemeye mecburdum. Ancak saat oldukça geçti. “Sabah arayacağım onları. Şimdi halam benim için telaşlanır.”

Ayaz, düşünceli bir hâlde dışarı çıktığında avucumdaki telefona çevirdim bakışlarımı. Ezberlediğim numarayı tuşlayıp, açmasını beklerken onun için endişeliydim.

“Savaş?”

Adımı söyleyişini işittiğimde gözlerimi kapadım sıkıca. O bana her seslenişinde sıkışan yüreğim, hasretle kavruldu bu kez. Suretini, güzel gözlerini, onları gölgeleyen kirpiklerini bile özlemiştim. En çok da kokusunu… Yanımdan ayırmadığım kırmızı fuları benimle olsa dahi, bedeninin sıcaklığından yükselen o saf kokusunun ciğerlerime dolmasını özlemiştim. Deli gibi…

“Rojda…”

“Telefon kapandığında endişelendim. İyi misin?”

Ürkek çıkan sesini işittiğimde bu hâlde olmamıza neden olan kadere koca bir lanet savurdum. Neden bir arada olmamız bu kadar zordu sanki? Neden şu an yanımda, kollarımın arasında değildi? Neden o adamla bir yazılmıştı kaderi? Başka bir yerde, başka bir zamanda neden karşılaşamamıştık sanki? Onun Kurt Aşireti’nin vârisi olmadığı, benim koca bir aşiretin, lekeli bir mazinin yükünü taşımadığım bir zamanda, ikimiz de sıradan insanlarken tanışmış olmalıydık. Bizden başka, ikimizden başka hayatımıza ve ona duyduğum hislere engel olacak kimseler olmamalıydı etrafımızda. Sadece biz olmalıydık. Biz…

“İyiyim,” dedim düşüncelerden bir külçe misali ağırlaşan alnımı sıvazlarken. Henüz haberi almamıştı. Bu yüzden endişeli olsam da onu uyarmak için en doğru vaktin bu olduğunu biliyordum. Cama kolumu dayayıp, alnımı yasladığımda gözlerimi kapadım tekrar. “Senden bir şey isteyebilir miyim? Son kez…” dediğimde kısa bir sessizliğin ardından derin nefes alışını işittim.

“Birileri geliyor, Savaş! Kapatmalıyım!”

“Dur! Dinle beni! Birazdan bir haber gelecek konağınıza. Rojda, her ne olursa olsun yarın oraya gelme. Söz ver bana!”

Neden böyle bir istekte bulunduğumu anlayamadığını biliyordum ama açıklayamazdım. Gerçekleri benden öğrenmesini istemiyordum. Aramızdaki onca engele, yıkılmaz duvarlara bir yenisini eklemek istemiyordum.

“Söz,” dediğinde burukça gülümsedim.

“Teşekkür ederim.” Telefonu kapadığımda rahat bir nefes aldım. Onu bu yaşananlardan uzak tutmak için her şeyi yapabilirdim. Bu kirli oyunlardan, ölümlerden ve yalanlardan… Ama elimden bundan fazlası gelmiyordu. Onu aramamalıydım bile… Parmağında o adamın yüzüğünü taşıyordu. Ona olan aidiyetinin sembolüydü o taş. Yüreğime söz geçiremiyordum. Ama yapmak zorundaydım. Bir ihanetin nedeni, bir günahın ortağı olmayacaktım. Bu geceden itibaren bir daha onu aramayacaktım. Bunun için yemin ederken, aslında hayatın bu yemini bozmak için bana koca bir armağan vereceğinin henüz farkında değildim.

**

Merhaba sevgili okurlarım,

İki yeni bölüm sizlerle…

Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum.

Sevgiler…  

Recommended Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published.

error: Content is protected !!