“Bizi yalnız bırakabilir misin Savaş?”
Neden benden böyle bir şey istediğini anlayamıyordum. Şu an neden burada olduğumuzu çözemediğim gibi… O adamla, Barzan Uluhan’la halamın nasıl bir mazisi olabilirdi? Titreyen ellerinin sarı saçlarına dokunduğunu gördüğümde derin bir nefes aldım. Sorgulamak için doğru bir zaman olmadığını bilsem de dudaklarımdan firar eden sözlere engel olamadım.
“Hala, bunu neden yapıyorsun?”
“Sadece bir veda…” dedi dudaklarında acı bir gülümseme yer bulurken. Kopyası olan mavi gözleri yaşlarla puslanmıştı. Onları dökmemek için çabaladığını görüyor olmak kalbimi sıkıştırıyordu. Sadece birkaç adım ötemde, metal bir sedye üzerinde yatan adamın onun hayatındaki yerini öğrenmek beni korkutuyordu. Halam için neden önemli olduğunu bilmek isteyen yanımı susturdum. Duymamalıydım, bilmemeliydim. Hayatımızı mahveden adamlardan olan Barzan Uluhan’ı tam olarak burada bırakıp, ardıma dönüp çekip gitmeliydim. Saatler sonra onu toprağa teslim edeceğimin rahatlığıyla… Sessiz bir kabullenişle halamı orada yalnız bırakmadan önce beyaz örtünün altındaki adama baktım. Bana vermediği onlarca sorunun cevabıyla giden adama… Kardeşimi bana yabancı kılan adama… Onu bana vermeden, kardeşime gerçekleri vermeden, yalanlarıyla öylece çekip giden adama… Yumruklarımı sıkarken cehennemde yanmasını diledim. Derinliğini henüz bilemesem de canımın parçasına sahip çıkmaktan öte kendine kalkan edişine duyduğum öfkeyi haykırmak istedim yüzüne. Bana cevap veremeyeceğini bilsem de… Bir gün onunla er ya da geç hesaplaşacağımı bilerek Ayaz’ın açtığı gizli kapıdan dışarı çıktım. Karanlık koridorda sadece hızlı nefes alışverişlerim duyuluyordu. Sırtımı duvara yaslayıp çıktığım kapıya çevirdim yüzümü. Orada yalnız bıraktığım halamın hıçkırıkları yankı bulurken…
***
“Barzan Uluhan’ı nasıl bilirdiniz?”
İmamın sorusuyla alaylı bir tebessüm yer etti dudaklarımda. Ona dair bildiklerim etraftan yükselen, “İyi bilirdik!” sözlerinden o kadar farklıydı ki! Yanıt vermemek için dudaklarımı kıpırdattım sadece. Sesler o kadar fazlaydı ki, benimki ayırt edilemezdi bile.
“Hakkınızı helal ediyor musunuz?”
Bu soruyu duyduğum an başımı ardıma çevirdim. Tam orada gördüğüm suret, bu soruya verebileceğim en büyük yanıttı. Canımın yarısı, kanım… Onu bana yabancı kılan babama ortaklık eden, kendine koruma ve kalkan kılan adama nasıl helal edebilirdim hakkımı? Onun çektiği acıları, yalnızlık ve sevgisizlikle geçirdiğine emin olduğum çocukluğu nasıl yok sayıp cevap verebilirdim bu soruya? O başı önüne eğik, dalgın bir ifadeyle dururken yumruklarımı sıktım. Önüme döndüğümde imam tabutu almak için işaretini veriyordu.
Ayaklarımın altında kurak topraklar, omzumda Barzan Uluhan’ın tabutu vardı. Ve bir kol mesafesinde, yanımda yürüyen kardeşim… Ona bunu söyleyemediğim için öylesine büyük bir azap içerisinde hissediyordum ki kendimi! Onu alıp buradan götüremediğim için, onu Uluhanlardan kurtaramadığım için… Kendini bilmeden yaşadığı bu yalan hayatı yok edip ona gerçek benliğini sunamadığım için… Bizden çaldıkları yirmi beş yılın hesabını hâlâ soramadığım için… Şu an onunla konuşmamın garip olacağını bildiğimden sıktığım çenem canımı yakıyordu. Omzumdaki tabuta öfkeyle baktım. Bu görevi yerine getirmek öyle zor ve ağır geliyordu ki yüreğime! Bize bunları yaşatan adama bu iyiliği yapıyor olmak öfkemi katlıyordu sadece. Adımlar yavaşladığında görünen mezar taşlarıyla bu saçmalığın bittiğini anlamamı sağladı.
Boran ULUHAN – Bergüzar ULUHAN
Barzan Ağa’nın babası ve üvey annesi… Onların yanında hazırlanan mezar için tabutu bıraktığımızda görevliler hazırlıklara başlamıştı. Mezara Genco Uluhan’la birlikte inen kardeşime bakarken derin bir soluk aldım. Orada olmasını istemesem de sesimi çıkarabilecek durumda değildim. Açılan tabuta yaklaşıp görevimi yapmak için eğildim. Sermiyan Uluhan’la birlikte Yedi Aşiret’te liderden sonraki en güçlü ağa olarak Barzan Ağa’nın cansız bedenini kucakladım. Mezarın içinde olan Genco Uluhan ve kardeşime teslim ederken ona son kez baktım. Buraya kadardı. Artık bize zarar vermeye gücü yetmeyecek tek yere gidiyordu işte. Geri çekilip Bevar’a elimi uzattım. Onun yukarı çıkmasını sağladığımda yanımda olduğunun verdiği güçle derin bir soluk aldım.
Toprakla örtülen mezar ve edilen duanın ardından kalabalık dağılmaya başladı. Rojda yoktu. Gelmemesi en iyisiydi. Onu burada, Genco Uluhan’ın yanında görmek bugün isteyebileceğim son şeydi. Öyle yorgundum ki… Kasılan bedenim bunun sinyalleriydi. Diğer ağalarla kenarda dururken, Bevar ve bakışlarında bile sevgisini hissedebildiğim genç bir kız göründü. Kardeşimin kalbini çalan kız, Uluhanların prensesi Lalezar… Birbirlerine karşı mesafeli yürümelerine rağmen aralarındaki bağı görmemek imkânsızdı. Bunu mezarın başındaki adamın hâlâ göremiyor oluşuna inanamıyordum.
“Artık gidelim mi?” Kenan Ağa’nın sesiyle bulunduğum yere dikkatimi vermeye çalıştım.
“Akşam konaktaki yemeğe kadar dinlensek iyi olur.” Toprak Ağa’nın sözlerine hak veren diğerlerini sessizlikle kabul ettim.
Konakta verilen yemekte yanında oturduğum adam, Genco Uluhan’dı. Ardında duran ise sabahtan beri yanından bir saniye ayrılmayan kardeşimdi. Elleri önünde kenetli öylece duruyordu. Kendimi sakin tutmaya ve tepki vermemeye çalışmak o kadar yorucuydu ki… Yemek ve ardından hocanın duası bittiğinde yavaş yavaş herkes ayaklanmaya başlamıştı. Yedi Aşiret olarak biraz daha konakta kalacağımızın bilinciyle yerimden kalktım. Halamı merak ediyordum. Onu en son gördüğümde onun için hazırlattığım odasında uyuyordu. Gözleri kızarmış ve saçları darmadağındı. Her zaman gördüğüm bakımlı hâlinden fazlasıyla uzak olsa da yine de çok güzeldi. Ayaz’ın yanına ilerlediğimde hemen doğruldu.
“Ağam?”
“Ayaz, halam nasıl?”
“Az önce kontrol ettirdim, Ağam. Uyuyormuş. Yemek yemek istememiş.”
Sıkıntıyla başımı salladım. “Oflaz’dan hâlâ haber yok, değil mi?”
“Yok, Ağam. Ama ulaşmaya çalışıyoruz.”
“Tamam. Nerede olduğunu öğrenir öğrenmez bana hemen haber ver.”
“Emredersin Ağam!”
Arka avluya yönelirken tekrar köşede yolumu kesen silüetle duraksadım. Karanlıkta net olarak seçemesem de kolumu kavrayan el beni dar bir koridora çekiştirdi. Ufak ışıkların olduğu kısma geldiğimizde önümde duran adama baktım. O an yüzü göründü. Bevar’dı. Elinde tuttuğu küçük bir bohça şeklindeki kumaş yığınını bana uzattı.
“Bu senin Savaş Ağa,” dediğinde kaşlarımı çattım.
“Bu ne?”
“O fotoğrafta gördüm. Annenin elindeydi. Kardeşinin olmalı.”
Söyledikleriyle hızlıca kavradım. Açtığımda gördüğüm yumuşak ve yer yer sararmış olan bez parçaya bakarken gözlerimin dolmasına engel olamadım.
“Nedenini bilmesem de onun uzun zamandır o kasada olduğunu biliyordum. Barzan Ağa kasayı açarken, birkaç kez denk geldiğimde gördüm. Sonra sen o sabah elinde fotoğrafla geldiğinde senin ailene ait olduğuna emin oldum. Ama oradan alıp sana getirmem Barzan Ağa yaşadığı sürece imkansızdı. ”
“Neden yaptın bunu, Bevar?” Dolan gözlerimdeki yaşların akmasına engel olmaya çalışırken.
“Ailenin ne demek olduğunu bilmiyorum ama o senin. Kasa birkaç gün sonra Genco Ağama teslim edilecek. O zamana kadar sana vermek zorundaydım.”
“Ya sen? Senin ailen?” dedim gözlerinin içine bakarken.
“Onları tanıyan tek kişi şu an toprağın altında. Artık onları bulmam imkânsız,” dedi gözlerini kaçırırken. “Umarım sen kardeşini bulursun ve onu bulduğunda öldürmekten vazgeçersin.”
Ardına dönüp, geldiğimiz yolda kaybolurken avuçlarımdaki battaniyeyi sıkıca kavradım. Üzerinde annemin ve onun kanı kuruyup taş kesmişti Hasretle göğsüme bastırdım. “Senin ailen benim!” diyemedim. Diyemezdim. Dışarıdaki altı adam kardeşimi öldürmek için pusuda beklerken, henüz onu korumak için hazır değilken bunu ona yapamazdım. Önce onun için kurulmuş tuzakları bulacak, Barzan’ın bahsettiği o delilleri yok edecektim.
“Umarım sen kardeşini bulursun ve onu bulduğunda öldürmekten vazgeçersin.”
Bu söz kulaklarımda yankı bulurken gözlerimden süzülen yaşlara engel olmadım bu kez. Onu öldürmek için değil, yaşatmak için çabaladığımı bilmiyordu. Ama öğrenecekti. O nefes aldığı için benim nefes aldığımı çok yakında öğrenecekti.
Bir günde soluksuz okudum ❤️ yeni bölümü sabırsızlıkla bekliyorum ❤️
Ellerine emeğine yüreğine sağlık 🙏🌼❤️