Akşamüzeri Alex gözlerini açtığında, Vivienne’i yanında göremedi. Başını kaldırıp odada gözlerini gezdirince, onu cam kenarındaki koltukta oturmuş, dışarıyı izlerken gördü. Sessizce yerinde doğrulup, sırtını deri yatak başlığına dayadı. Genç kız düşüncelere o kadar dalmıştı ki, uyanıp kendisini izleyen adamı fark etmemişti bile. Alex, o an için onun ne düşündüğünü merak etti. Onu çimenlerin üzerinde, çıplak ayakla yerinde zıplarken gördüğü günü anımsadı. Tam bu sırada, Vivienne bilinçsizce bakışlarını yatağa çevirdi. Onu kendisine bakarken görünce, elinde olmadan irkilip, yerinde sıçradı. Alex, onun bu tavrına gülümseyerek;

“Seni korkutmak istemezdim, üzgünüm. Aç mısın,” dedi.

Vivienne, yerinden kalkmadan;

“Önemli değil. Sizin için yiyecek bir şeyler hazırlayabilirim,” diye cevap verdi.

Alex, en son bir önceki akşam yemek yediği için, açlık hissediyordu fakat evde yeme fikri ona çok cazip gelmemişti. Yataktan çıkıp, Vivienne’e yaklaştı. Yanağına dokunarak;

“Hazırlan hadi, dışarıda yiyelim,” dedi.

Aslında normalde; iş görüşmeleri dışında dışarıya bir kadınla asla çıkmazdı. O nedenle, yaptığı teklif yüzünden kendisini tuhaf hissediyordu. Ama bugün onun doğum günüydü ve Vivienne için bu kuralı bir kereliğine çiğneye bilirdi. Nasıl olsa bugün onun ilklerini yaşadığı gündü.

Vivienne, onun bu isteğini garipsese de çok hoşuna gitti. Alex, hazırlanmak için odasına giderken, Vivienne mutlulukla gardırobunu açıp, ne giyeceğine karar vermeye çalıştı. İlk defa birisiyle akşam yemeğine çıkacağı için çok heyecanlıydı. Üzerine siyah, sırt dekolteli elbiseyi giyerken, ajansta kendisine bu kıyafetleri seçen kadına minnet duydu. Saçlarını aceleyle toplayıp, hafif bir makyaj yaptı. En son parfümünü sıkarken, kapısı çalındı. Alex, Vivienne’i görünce hayranlıkla onu tepeden aşağı süzdü. Siyah, dar, diz üstü elbisenin içinde kusursuz duran bedeni incelerken, hevesle yutkundu. Ancak her hangi bir yorum yapmadı. Onu her seferinde büyüleyen kı,z daha ne kadar şaşırtabilirdi, merak ediyordu.

“Hadi çıkalım” dedikten sonra dengine gelen kadınını kapıya yönlendirmek için eli sırtına gitti.

Vivienne, kapıdan çıkarken, gözü genç kızın pürüzsüz sırt dekoltesine takıldı. Gömleğinin yakasına yakın olan düğmesini açarak, nefes almaya çalıştı. Vivienne önünde böyle yürürken, daha ne kadar sabredebileceğini kendisi bile bilmiyordu.

Restoranın kapısında onları kırmızı üniformalı, kırklı yaşlarda görünen görevli karşıladı.

“Hoş geldiniz Mösyö Alex. Masanız hazır efendim.”

Alex, Vivienne ile rezervasyon yaptırdığı masaya yerleşirken, yanlarına orta yaşlı, uzun boylu bir adam yaklaştı.

“Alex, bu ne güzel tesadüf.”

Alex ayağa kalkıp, adamla selamlaştı. Onlar konuşurken, Vivienne alışık olmadığı lüks ortama göz gezdirmeye başladı. Orta yaşlı adamın;

“Alex kız arkadaşınla beni tanıştırmayacak mısın,” demesiyle Vivienne bakışlarını onlara çevirerek, ayağa kalktı.

Elini ilk kez gördüğü adama uzatırken, beklentisi karşı tarafın onun elini sıkmasıydı. Ama adam eğilip, kibarca elini öptü. Beklemediği bu davranışla mahcup oldu. O an, kendisini o ortama ait bir hanımefendi gibi hissetti. Alex önce Vivienne’e sonrada adama bakarak;

“Mösyö Philip birlikte çalıştığımız ortaklarımızdan birisidir,” dedikten sonra Vivienne’i ona meraklı gözlerle bakan adama takdim etti.

Ayaküstü yapılan kısa sohbetin ardından Philip; eşinin olduğu masayı gösterip, onlardan kendilerine katılmalarını istedi. Vivienne bu davetten rahatsızlık duysa da, Alex adamın ısrarı üzerine kabul etti. Çünkü Philip, şirketini ilk kurduğu yıllarda Alex’e destek vererek, bugünlere gelmesinde büyük rol oynamış, onun için önemli, kıramayacağı bir adamdı. Philip’in eşi Carine onları güler yüzle karşıladı. Alex iş ortaklığından dolayı, yıllardır kadını tanıdığı için onunla konuşurken kendini rahat hissediyordu. Carine, Vivienne bakarak;

“Böyle güzel bir sevgilin olduğunu bilmiyordum Alex. Onu nasıl tavladın,” diye sordu.

Alex ve Vivienne gelen soruyla kızarsalar da bozuntuya vermediler. Genç adam;

“Bir doğum günü vesile oldu,” diyerek üstü kapalı bir cevap vermiş oldu.

Carine’nin susmaya hiç niyeti yoktu ve konuşmaya devam etti.

“Philip’e her zaman çok zevkli bir genç adam olduğunu söylemişimdir.”

Vivienne, sohbetin akışından rahatsız olarak, lavabo bahanesiyle ayağa kalktı. Eğer bulundukları ortamda kalmaya devam ederse, cevaplamaktan hoşlanmayacağı başka sorular gelebilirdi. O gittikten sonra, Carine neşesini gizlemeyerek;

“Kız arkadaşına bayıldım Alex. Çok tatlı bir kız, çok şanslısın,” dedi.

Vivienne, lavaboda bir süre vakit geçirdikten sonra tekrar masaya dönmek için tuvaletin kapısını açtığında, karşısında elleri ceplerinde duran Alex’i görmeyi beklemiyordu.

“Seni merak ettim. İyi misin?”

Vivienne, mahcup gözlerini kaçırmaya çalışarak;

“Ben iyiyim ama sizi bu duruma düşürdüğüm için üzgünüm” diye cevap verdi.

Alex, önemli olmadığını söylese de, Vivienne artık ait olmadığını anladığı bu ortamda bulunmaktan dolayı gerilmişti bir kere. Genç adam bunun farkındaydı. O an, dışarıya çıkma fikrinden pişmanlık duydu. Onu alışık olmadığı bir ortama sokarak, üzülmesine neden olduğu için, içi hiç rahat olmasa bile, bir süre daha restoranda kalmak zorundalardı.

Yemek siparişleri masadaki yerlerini alırken Philip, Vivienne’e ne işle ilgilendiğini sordu. Yemek her geçen dakika daha sinir bozucu bir hal almış, tahmin ettikleri gibi arka arkaya gelen sorular, hem Alex’i hem de Vivienne’i sıkıntıya sokmuştu. Vivienne;

“Aix-Marseille üniversitesinde siyasal bilimler okuyordum, fakat..” cümlesini tamamlayamadan, Alex konuşmanın nereye gideceğini tahmin edip, müdahale etti.

“Vivienne bölümünden memnun olmadığı için yarım bıraktı. Kendisi iç mimarlık düşünüyor,” diyerek cümleyi tamamladı.

Alex, Vivienne’in üniversiteyi neden yarım bıraktığını soracaklarını tahmin ettiği için konuya girmişti. Kendisiyle iki ay yaşamayı kabul ettiğine göre üniversiteyi bırakmış olmalıydı, ama neden?

Yemek servisi tamamlanır tamamlanmaz, genç kız önünde duran çatal ve bıçaklara baktı. İlk defa bu kadar lüks bir masada yemek yiyeceği için, neyi nasıl kullanacağını bilemedi. Kasabada büyüyen bir kız için fazla ayrıntılı bir masaydı çünkü. Rezil olmaktan ve Alex’in de bu durumdan dolayı zor durumda kalacağını düşündüğünden, korktu. Karşısında oturan Carine’nin hangi çatalı kullandığına dikkat ederken Carine;

“Başlamayacak mısın,” diye sordu.

Alex, Vivienne’in aklından geçenleri tahmin ederek;

“Sevgilim migrenin tekrar mı başladı” diye sordu.

Vivienne, Alex’in gelen yardımıyla başını tutarak;

“Maalesef” dedi.

İkilinin bulduğu bahane, masadan kalkmak için güzel bir mazeret olmuştu. Philip ve Carine’den özür dileyip, bulundukları ortamdan ayrıldılar.

☆☆☆☆☆☆☆☆

Alex, mutfak taburesine oturmuş, kendisine sandviç hazırlayan genç kızı izliyordu. Vivienne ayağını sıkan topuklu ayakkabıları çıkartıp, çıplak ayakla, salam almak için buzdolabına doğru yürüdü. Dolaptan aldığı malzemeleri, sandviç ekmeğinin arasına yerleştirirken, Alex;

“Çıplak ayakla gezmeyi seviyorsun” dedi.

Vivienne, sandviçi ve meyve suyunu ona uzatırken, cevap verdi;

“Bazen.”

“Geçen gün seni çimlerin üzerinde yine böyle görmüştüm,” diyerek Vivienne’in ayaklarına baktı.

“Çok mutlu görünüyordun. Seni öyle mutlu eden şey burada olman mı?”

Alex’in söyledikleri canını sıksa da, belli etmemeye çalıştı. Neden sürekli onun kiralık bir kız olduğunu hatırlatıyordu sanki. Kim böyle bir durumdan mutluluk duyardı ki. Onun yanıldığını ispatlamak için karşısına oturup, kendisi için hazırladığı sandviçten bir ısırık aldı.

“O gün Tanrı’dan bir işaret diledim. O da bana gönderdi. O nedenle o kadar mutluydum.”

Alex, Vivienne’in ne söylemek istediğini anlamadı.

“Ne işareti?”

Vivienne cevap vermek istemese de konuştu.

“Gelecekle ilgili bir dilek tutup, gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine dair Tanrı’dan bir işaret istedim. Tam bu sırada fıskiyeler çalıştı.”

Alex, onun söylediklerini komik bulduğu için güldü.

“Tanrı ile aranızdaki iletişim çok ilginç.” Sonra gülümsemesi durdu ve ciddiyetle Vivienne bakarak;

“Eğer beni dilediysen hiç şansın yok, Tanrı seninle kafa bulmuş,” dedi.

Vivienne, sinirle ayağa kalktı. Gözleri anında kızarmış, gözyaşlarıyla dolmuştu.

“Sizi dilediğimi de nerden çıkarttınız? Bizim gibi alt sınıf insanların hayal kurmaya bile hakkı yok, öyle değil mi? Bu gece ki eğlenceniz bittiyse, ben yatmaya gidiyorum.”

Alex, onun tepkisi karşısında cevap veremedi. Sadece başını sallayarak, onayladığını belirtti.

Vivienne, gittikten sonra uyumak için misafir odalarından birisine geçti. Onu kırdığının farkında olsa da, özür dilemek hiç huyu değildi. Yatağa uzanınca Vivienne’i düşündü. Akşam ki görünüşünü, yemekteki tavırlarını, Philip ve eşini bile büyüleyen güzelliğini hatırladı. Yataktan çıkıp, onun odasına gitmek istese de, bugünlük yapamazdı. Normalde; insanların ne düşündüğü veya hissettiğiyle ilgilenmeyen genç adam, umursamıyormuş gibi davranmaya çalışsa da, onu huzursuz eden tanımlayamadığı bir şeyler vardı. İçinde oluşan bu his her neyse, hiç hoşuna gitmedi. O an onu rahatlatacak bir şeye ihtiyaç duydu. Ve bunun ne olduğunu gayet iyi biliyordu.

Vivienne Alex’in kendisiyle dalga geçmesine o kadar içerlemişti ki, ilerleyen saate rağmen gözüne uyku girmemişti. Son kırkbeş dakikada defalarca yaptığı gibi yastığını tekrar ters çevirip, gözlerini kapattı. Unutmak için belki de en iyi yoldu bu, ama o yola bir türlü giremiyordu. Tanrıdan sadece bir işaret istemişti o kadar. Neden bunu Alex’e söyleme gereği duymuştuki. Sadece ona değil, dilini tutamadığı için kendine de kızıyordu. Başucundaki bardaktan bir yudum su alıp, yatağın örtüsünü başına kadar çekerken, kulağına tanıdık bir melodi geldi. Romance De Amor. Hemen gözlerini kapatıp, kemanın sesine yoğunlaştı. Her notası buram buram hüzün kokan parça, yüreğine öylesi dokundu ki. İnsanın içine işleyen, bir anda geçmişe götüren tılsımlı bir parçaydı işittiği. Müzik sesi, sanki kendini çağırıyormuş gibi nereden geldiğini merak ederek, yataktan çıktı. Kapının koluna elini uzattığında, yanlış bir şey yapıyormuş gibi tereddüt etti. Kısa bir süre beklesede, cesaretini toplaması uzun sürmedi. Kapıyı aralayıp önce dışarıya bakındığında, holde kimsecikler görünmüyordu. Parmak uçlarına basarak, sesin geldiği yönde ilerlemeye başladı. Ve bir anda olduğu yerde durdu. Çünkü ayakları onu tamda Alex’in odasının önüne getirmişti. Aynı anda ses kesilince birden silkelendi. Olmaması gereken bir yerdeydi. Tıpkı geldiği gibi, sessizlikle odasına gidip, yatağına girdi. Nasıl olacağını bilmese de, bir an önce uyumalıydı.

Alex, sabah huzursuzca gözlerini açtığında, saat 08:00 olmuştu. Giyinmek için odasına gitmeden önce, Vivienne’in odasına uğradı. Ne söyleyeceğini bilemese de onu görmek istiyordu. Fakat odasında yoktu. Evde bir yerlerde olacağını düşünerek kendi odasına gittiği zaman, odayı toparlayan Eliza ile karşılaştı.

“Vivienne nerede” diye sordu.

Eliza;

“Günaydın efendim. Vivienne evine gitti,” dedi.

Alex’in içini kaplayan panikle, gözleri iri iri açıldı

“Nasıl?”

Alex’in kulaklarında gitti kelimesi yankılanırken, kalbinde kocaman bir boşluk açıldığını hissetti. Vivienne’in artık hayatında olmayacağı düşüncesiyle sarsıldı. Eliza;

“Normalde izin günü dün olmasına rağmen,” dedi ve yatağa baktı. “Alıkonulduğu için iznini bugün kullandı. Yarın sabah dönecek.”

Alex, onu kendi oğlu gibi seven ve en iyi tanıyan insanlardan birisi olan Eliza’nın sözleriyle rahatladı. Gülümseyerek orta yaşlı kadına odasından çıkabileceğini söylerken, neredeyse mutluluktan şarkılar söyleyecekti. Alex’in yüzündeki üzgün ifade aldığı haberle aydınlanırken, Eliza onun hisleri konusunda artık emin olmuştu.

☆☆☆☆☆☆☆

Angeline ile geçirdiği güzel bir günün ardından, Vivienne eve döndü. Alex’i göremediği bir gün boyunca sürekli onu düşünse de, hakkı olmadığını bildiği halde ona çok kırgındı. Çünkü gelecekle ilgili umutlarıyla dalga geçerek onu küçümsemiş, her defasında yaptığı gibi ona yerini hatırlatmıştı. Yine de bütün bunlara rağmen, kendine ne kadar kızsa da, garip bir biçimde onu özlemişti. Vivienne, odasında yeni başladığı romanını okurken, Eliza kapısını çaldı. Orta yaşlı kadın gülümseyerek Vivienne’in yanına oturdu.

“Neler oluyor Vivienne?”

Vivienne, Eliza’nın ne demek istediğini tam olarak anlamadı. Acaba ona, telefonunu alacağını söyleyerek eve geldiği ve Alex’in onu bırakmadığı günümü kastetmişti.

“Anlamadım?”

“Alex ile neler oluyor? Aranızda garip bir şey var farkındayım” dedi.

Vivienne, karşısındaki meraklı kadına ne cevap vereceğini şaşırdı. Geldiği günden beri Eliza ona hep iyi davranıp, kendisini iyi hissettirmişti. Ona bu konunun onu ilgilendirmediğini söylemek yerine biraz düşündükten sonra;

“Bilmiyorum,” dedi. Çünkü onu kırmak, isteyebileceği son şeydi.

Eliza gülümsedi.

“Bence aranızdaki şey, sıradan bir hoşlanmanın çok ötesinde, farkında değil misin?”

Vivienne, duyduklarına inanamayarak, suratını astı.

“Böyle konuşursan umutlanırım, umutlanırsam kırılırım Eliza. Benim bu evdeki varlığım iki ay ve bu sürenin dokuz günü bitti bile. Sence bu kadar kısa zamanda hoşlanmaktan ötesi olabilir mi? Senin bahsettiğin sadece filmlerde ve kitaplarda oluyor,” diyerek elindeki romanı gösterdi.

Eliza, usulca Vivienne’in saçlarına dokundu.

“Aşk, zaman tanımaz sevgili Vivienne. O öyle bir duygudur ki, bir bakışla bile kalbimizin en tenhalarına taht kurabilir. Hele de zengin-fakir, güzel-çirkin, ya da din, dil, ırk hiç tanımaz. Aşk, bambaşka bir şeydir. Onu aklın değil kalbin seçer. Ve siz birbirinizi seçmişsiniz.”

☆☆☆☆☆

Alex, bütün gününü Vivienne ve onunla yapabileceklerinin hayalini kurarak geçirdi. Eve gelir gelmez, ıslık çalarak odasına giden merdivenlerde ilerlerken, Eliza’yla karşılaştı.

“Eliza bu akşam yemek yemeyeceğim. Vivienne’e söyle odama gelsin,” dedi.

Alex için bu akşamın menüsünde Vivienne vardı.

Vivienne beş dakika sonra elinde bir belgeyle Alex’in odasının kapısını çaldı. İçeriye girdiğinde, Alex gömleğinin düğmelerini açıyordu. Hiçbir şey söylemeden yere bakarak genç adama yaklaştı, elindeki kağıdı uzattı. Alex merakla Vivienne’in elindeki kağıdı alırken;

“Bu ne” diye sordu.

Vivienne, başını kaldırmadan cevap verdi.

“Bu size kiralanırken imzaladığım sözleşme. Sözleşmedeki yedinci maddeye dikkat ederseniz, özel günlerimde bana dokunamayacağınıza dair bir madde var.”

Alex, babasının ona gönderdiği sözleşmeyi okumadan, çalışma masasının çekmecesine koyduğunu hatırladı. Morali bir anda çökse de, Vivienne’e hissettirmemeye çalıştı. Vivienne;

“İsterseniz bu yedi günlük süreçte evinizde kalmayabilirim,” diye devam etti.

Alex’in bütün planları suya düşmüş, hayal kırıklığına uğramıştı. Tanrının regl dönemlerini, erkeklere ceza olarak verdiğini düşündü.

“Evde kalabilirsin, sorun değil” dese de sinirden neredeyse çıldırmak üzereydi.

Alex, Vivienne’in yere bakarak, zafer kazanmış gibi gülümsediğinin farkındaydı. Ses tonunu ayarlamaya çalışarak;

“Çıkabilirsin” dedi.

☆☆☆☆☆

Genç adam, ertesi sabah bir gün önceki hayal kırıklığıyla, güne gergin uyandı. Gergin uyandığı sabahlarda olduğu gibi; evde önüne kim çıkarsa tersledi, her şeye bir bahane, bir kusur buldu. Bu gerginlikten Eliza bile nasibini aldı.

“Neden bu yumurta rafadan değil,” diye söylendi.

Eliza, sabırlı bir kadındı ve Alex’in derdini az çok tahmin edebiliyordu.

“Efendim, siz yumurtayı tam pişmiş seversiniz.”

Alex, kaşlarını çatarak kadına ters ters baktı.

“Artık sevmiyorum” dedi ve elindeki çatalı masanın ortasına fırlatıp, ayağa kalktı.

“Vivienne nerede!”

Eliza, onun huysuzluğuna çok kereler tanık olsa da, bu kadarını görmemişti.

“Odasında efendim.”

“Söyle ona, önümüzdeki yedi gün boyunca size yardım etsin,” dedi ve evden çıktı.

Alex’in bütün günü şirketinde çalışanlara bağırarak, her işe kusur bularak geçti. Defalarca telefonunu eline alıp, ona kadın ayarlayacak birilerini aramak istese de her seferinde vazgeçti. O sadece Vivienne’i istiyordu.

Akşam aynı ruh haliyle eve döndüğünde, bütün çalışanlar diken üstünde hareket ediyordu. Çorbanın tuzlu, etin iyi pişmemiş, şarabın ılık olduğunu söyleyerek, yemek masasından öfkeyle kalktı. İçinde dizginleyemediği bir şey vardı. Kendini bile tanıyamayan Alex, soluğu evdeki spor salonunda alarak, kum torbasıyla çalıştı. Aklında sürekli aynı sorular dönüp duruyordu. Hayatına giren bu kız kimdi? Neden diğerlerinden farklıydı? Ve neden artık ondan başka birine dokunamıyordu? Hem fiziksel hem de zihinsel yorgunluğuyla duşunu alıp, yatağına girdiğinde, çocukluğundan beri ara ara gördüğü rüyayı gördü.

Rüyasında; 4 yaşındaki haliyle tren istasyonunda, annesiyle birlikte oluyorlardı. Sonra bir anda etrafları tanımadığı adamlar tarafından kuşatılıyordu. Annesi, ağlayarak çaresizlikle ona sımsıkı sarılıyor ve “Onu benden alamazsınız” diyen kadının yalvaran sesi kulaklarında yankılanıyordu. Tam bu anda, diğer adamların arasından babası çıkıp geliyor ve annesinin kollarından onu çekerek alıyordu. Annesi “Alexander” diye defalarca bağırırken, kadının sesi yavaş yavaş uzaklaşıyordu.

Alex, ter içinde yatağında uyandığında, saat sabahın 04:15’i olmuştu. Yıllardır bu rüyayı neden gördüğüne bir anlam veremeyip, tekrar uykuya dalmaya çalıştı.

Vivienne, Eliza’dan Alex’in ne kadar asabi olduğunu öğrendiğinden beri, onunla karşılaşmamaya çalıştı. Aynı çatı altında yaşasalar da, dört gün boyunca hiç yüz yüze gelmediler. Vivienne, yanına sokulamasa da, onu uzaktan izledi. Alex’i özlüyordu ve bu özlem yüzünden kendinden nefret ediyordu. Özleminin yanında başka korkularda barındırıyordu içinde. Bu dört günlük süre içinde Alex’in ona olan isteği azalmış olabilir miydi?

Aynı günün akşamı, yemek sonrası Alex çalışmak için odasına çekildi. Akşamları evde sadece Eliza bulunuyordu. Diğer çalışanların, özel bir durum söz konusu olmadığı müddetçe evde kalmaları yasaktı. Vivienne, mutfakta meyve tabağı hazırlayan Eliza’yı gördü. Kadıncağız geçirdiği soğuk algınlığı yüzünden, çok kötü görünüyordu. Vivienne tabağı işaret ederek;

“Mösyö Alex için mi” diye sordu.

Eliza kısık çıkan sesiyle;

“Evet” diyerek cevap verdi.

Vivienne, tezgahın üzerindeki tabağı eline aldı.

“Sen dinlen istersen, ben onunla ilgilenirim.”

Eliza, Alex’in ev işlerinde Vivienne’in onlara yardımcı olmasını söylediğini hatırladı. Kızmayacağını düşünüp, genç kızın teklifini memnuniyetle kabul etti.

Vivienne, meyve tabağıyla önce kendi odasına gidip, en seksi iç çamaşırlarını ve o güne kadar giymeye cesaret edemediği süper mini elbisesini giydi. Saks mavisi straplez elbisenin üstü beline kadar otururken, eteği kloş olduğu için yürürken adeta üzerinde hareket ediyordu. Saçlarını serbest bırakıp, topuklu ayakkabılarını da giydikten sonra Alex’in çalışma odasının kapısını çaldı.

“Gel” sesiyle birlikte odaya girip, salınarak yürürken, Alex olduğu yerde dondu.

Onu izleyen gözlerin farkında değilmiş gibi, tam masaya yaklaşırken bilerek tabaktaki elmayı yere düşürdü. İyi ki Eliza, Alex’in elmayı soyulmamış tüm olarak sevdiğini söylemişti. Vivienne arkasını Alex’e dönerek, elmayı almak için dizlerini kırmadan yere eğildi. Siyah tangasıyla kalçası olduğu gibi Alex’in gözünün önünde sergileniyordu. Vivienne’in yapmak istediği tamda buydu. Karşısındaki görüntüyle nefesi kesilen Alex, derin derin nefes almaya çalıştı. Günlerdir bastırmaya çalıştığı bütün duygular, bir anda tekrar ortaya çıkmıştı. Vivienne, özür dileyerek meyve tabağını ona uzatırken, yere düşürdüğü elma elindeydi. Müsaade isteyip, kapıdan çıkmak üzereyken Alex;

“Dur” dedi.

Vivienne gelen emirle ne bir adım atabildi, ne de arkasını dönüp bakabildi. Ayak seslerinden onun kendisine yaklaştığını anlayabiliyordu. Bir kaç saniye sonra, Alex arkasından beline sarılıp, sertleşen erkekliğini onun kalçalarına bastırdı. Sonrada kulağına;

“Ne yapmaya çalıştığının farkındayım Vivienne. Amacına ulaştın. Son üç gününün tadını çıkar. Çünkü sana yapabileceklerimi hayal bile edemezsin” dedi.

Vivienne, kendi yaptığı şeye inanamayarak Alex’in çalışma odasından ayrılırken, bütün vücudunun heyecandan ürperdiğini hissetti. Bir anda nasıl olmuştu da olmadığı bir kız haline gelebilmişti? Bir yandan da rahatlamıştı aslında, çünkü Alex hala ona karşı istek duyuyordu. Lakin diğer yanı, genç adamın son sözcüklerini hatırlamasıyla ürperdi. Hayal edemeyeceği şeyler ne kadar kötü olabilirdi ki? 

Recommended Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

error: Content is protected !!