Gözlerini kaçırdığında öfkeyle yüzündeki ellerimi indirip belini sardım. “Nereden tanıyorsun? Anlat! Hiç konuştun mu onunla? Senin yüzünü gördü mü benden önce?”
Sustukça öfkeden delirecek gibi oluyordum. Onu hızla kucağımdan indirdim. “Allah kahretsin! Tamam, anlatma! Duymak istemiyorum!”
Odada bilinçsizce adım atarken kolumu tutan narin elini hissettim. Yüzüne bakmamak için gözlerimi kaçırıp bağırdım. “Bırak, Amelya!”
“Hayır! Yüzüme bak, Genco! Yalvarırım, bana bak!”
Dayanamayıp başımı kaldırdığımda yaşlı gözleriyle yüzüme baktı. “Beni istediğine dair haberler yolluyormuş. Dadım duymuş ama ben umursamadım. Seni bekliyordum, Genco! Bana geleceğin günü bekliyordum. Yılda bir kez doktor kontrolü için konaktan çıkardım dadımla. Hastane odasında Doktor Seda Hanım’ı beklerken odaya o adam girdi. İlk o gün gördüm onu. Sen gelmeden onun olacağımı, karısı olacağımı söyledi ve ardından çıkıp gitti. Yüzümü görmedi. Yemin ederim!”
Kalbimden kalkan yükü hissetsem de ellerini kavrayıp yüzüne baktım.
“Onu beğendin mi? O gün… Gördüğünde…”
“Hayır! Ben seni bekliyordum, Genco. Senden başkasına gözüm kördü.”
Ellerimizi ayırdım. Sakinleşmek için bir süre bekledim. Ondan uzaklaştığımda hıçkırdığını duysam da tepki vermedim. Bir nebze de olsa rahatladığımı hissettiğimde arkama döndüm. Sağ elimle boynunu tutup kendime çektim. Dudaklarımız birbirine değerken fısıldadım.
“Sen benimsin! Benim karım, benim kadınımsın! Seni kimse benden alamaz! Hiç kimse!”
***
Birlikte küvetin içinde uzandık sessizce. Ben onun tenindeki su damlalarını izledim parmak uçlarımda. O ise sessiz ve hareketsizdi. Alkolün bulanıklaştırdığı zihnim berraklığına kavuştu. Önce onu, sonra kendi bedenimi havluya sarıp odadan çıktığımızda duvardaki saati fark ettim.
“Hazırlanalım. Savaş ve Rojda’yı bekletmeyelim.”
Başını sallayıp gözlerini kaçırdı. Bugün yaşadıklarımızdan dolayı sarsıldığını biliyordum. Ancak kendi içimdeki yangını söndürmeden ona merhem olamazdım. İçimde sanki kocaman bir yanardağ vardı ve ben bir çözüm bulamıyordum. Kıskançlık böyle bir duygu muydu? Bu denli can yakıcı, bu denli sancılı… Bir gün sonra Cihan’ın buraya, haneme geleceğini bilmek, onun kadınımla aynı çatı altında olacağını düşünmek beni deli ediyordu. Ama engel olamazdım. Diğer dört aşiretin adamlarına nasıl açıklayabilirdim bu durumu? Başımı sallayıp düşünceleri zihnimden uzaklaştırmaya çalıştım.
Kendi kıyafetlerimin olduğu kısma yürüdüm. Siyah bir pantolon, beyaz bir gömlek giydim. Üzerime bir yelek aldım. Kollarımı kıvırdım. Islak saçlarımı karıştırdım. Görüntümden memnun olduğumda çekmecedeki saatlerimden birini aldım. Yavaşça bileğime geçirip arkama döndüğümde, Amelya ayakkabılarını giymek için eğilmişti. Saçları dalgalar hâlinde omuzlarına dağılmış ve güzel yüzünü gizlemişti. Kısa bir süre sonra saçlarını savurarak doğrulduğunda üzerinde gezindi bakışlarım. Siyah payetli elbisesi uzun kolluydu ve dizlerinin biraz üzerinde bitiyordu. Dekoltesinden görünen göğüslerinde gezdirdim bakışlarımı. Yavaşça yaklaşıp dekoltesini çekiştirdim. Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde güzel yüzünde makyaj yoktu. Nemli saçlarına dokundum.
“Çok güzelsin…”
Utanarak gözlerini kaçırdı. Yüzüne dokunacağım anda çalan telefonla uzaklaşmak zorunda kaldım. Odaya geçip yatağa bıraktığım telefonumu aldım. Arayan Savaş’tı.
“Hazır mısınız, Savaş Ağa?”
“Evet, sizi bekliyoruz.”
“Geliyoruz,” diyerek telefonu kapayıp odada gezdirdim bakışlarımı. Aynanın karşısında kırmızı bir ruj sürerken gördüğümde inleyerek gözlerimi kapattım. Bunu yapamazdı. Güzelliği gözleri kamaştıracakkenbir de bu ruj… Telefonu cebime koyup yanına yaklaştım. Beni gördüğünde arkasına döndü. Elini kavrayıp kendime çektiğimde dudaklarına bakarak fısıldadım.
“Bu gece yanımdan bir saniye bile ayrılma!”
Yalının giriş katına indiğimizde Savaş ve Rojda bizi bekliyordu. Savaş her zamanki gibi siyahlar içerisindeydi. Siyah bir pantolon ve siyah bir gömlek vardı üzerinde. Rojda ise beyaz, ince askılı uzun bir elbise giymişti. Savaş, Rojda’yı izliyordu. Rojda ise başını eğmiş, dalgın bir tavırla elindeki çantasına bakıyordu. Kavga mı etmişlerdi? Sıkıntıyla iç çekerek son basamağı indim. Güzelim yanımda dururken gülümsedim.
“Hadi çıkalım.”
Önden çıkarken korumalar arabaların yanlarında yerlerini almışlardı. İstediğim VIP minibüs hazırlanmıştı. Amelya’nın binmesini sağlayıp yanına oturdum. Ardından Savaş ve Rojda da karşımızda yerlerini aldıklarında kapının kapanması için adamlarıma işaret verdim. Kapılar kapanınca korumalar eşliğinde yalıdan ayrıldık.
“Yemeği yatta yiyebiliriz, Genco Ağa. Hem İstanbul turumuza onunla devam ederiz.”
Savaş’ın sözleriyle bakışlarımı ona çevirdim. Yanında duran Rojda’nın elini tutmuş ve kendi kucağına çekmişti. Onu sahiplenmesi ve böyle yakın durması beni mutlu etse de Rojda’nın yüzündeki ifade beni endişelendiriyordu. Yüz ifadesi mutsuz değildi ancak endişeli görünüyordu. Neyin endişesini taşıdığını anlayamıyordum. Fakat onunla konuşmalıydım. Küçük bir gülümsemeyle başımı salladım.
“Damadımın yemek teklifini geri çevirmem ayıp olur, değil mi?”
Sözlerime hafif bir kızgınlıkla karşılık verdiğinden, bu sözü onunla konuşurken daha sık kullanmaya karar verdim. Yanımdaki küçük tuşa basıp şoförle bizim olduğumuz kısmı birbirinden ayıran cam bölmeyi indirdim. Yanındaki adamım hemen arkaya dönmüştü ve şoför de kontrollü bir biçimde dikiz aynasından bana bakıyordu.
“Ağam?”
“Marinaya gidiyoruz.”
Başlarıyla onaylayıp önlerine döndükleri anda bölmeyi kapadım. Savaş, karısı Rojda ile ilgilenirken, ben de Amelya’nın incecik belini sarıp kendime çektim. Sırtı göğsüme yaslanırken saçlarını kokluyordum. İpek saçlarından duyduğum kokum içimdeki sıkıntıyı zapt etmeme yetmiyordu.
***
Zelal…
Önümüzdeki gösterişli yatın adı buydu. Benim dışımda bu adın Savaş’ın hayatındaki önemini bilen yalnızca beş adam vardı. Beş aşiretin ağaları… Onlara bu acı hikâyeyi babalarının anlattığına emindim. Ancak benim öğrenmeme vesile olan Barzan Uluhan değildi. Ben, Rojda ile Savaş’ın evlenmesini istediğim o gece, Bevar’ın getirdiği kara bir dosyadan öğrenmiştim. Birbirinden derin yaraların izlerini taşıyan sayfalar arasında beni en çok etkileyen de bu değildi üstelik.
Yata ilk adımımı atıp arkama döndüm. Beni bekleyen güzelime elimi uzattığımda, bekletmeden narin parmaklarını avucuma bıraktı. Sıkıca tutup kendime doğru çektim. Ardından belini sardığımda titreyerek başını eğdi. Bakışlarımı az ileriye çevirdiğimde bizden önce yata çıkan Rojda’nın elini tutan Savaş’ı gördüm.
“Bu yat kimin, Savaş?”
Rojda’nın sözleriyle bakışlarımı Savaş’ın yüzüne çevirdim. Gülümsüyor ve bir çocuğun yüzünde taşıdığı o zafer ifadesiyle kuzenime bakıyordu.
“Benim. Beğendin mi?”
“Güzel… Daha önce çok yat gördüğüm söylenemez. Zelal kim?”
Gülümseyişi soldu Savaş’ın. Ardından sertleşen yüz hatları ve kasılan çenesiyle birkaç adım geri çekildi. Elleri ayrılırken başını salladı.
“Önemli biri değil.”
“Önemli biri değilse adını neden bu büyüleyici şeye verdin?”
Müdahale etmemin zamanı gelmişti. Savaş sinirliydi ve sevgili kuzenim bilmeden kocasının en büyük yarasını deşiyordu. Amelya’mın elini tutup onlara doğru yürüdüm. Birkaç adım kala duraksayıp alaylı bir gülümsemeyleyüzlerine baktım.
“Hadi, Savaş Ağa! Bu nasıl misafir ağırlamak böyle?”
Bakışlarını yüzüme çevirdi. Yüz hatları bir milim bile gevşemeden başını sallayıp, kaptan köşküne doğru yürürken bize bakmadan konuştu.
“Ön kısma geçin. Yola çıkıyoruz.”
Gecenin karanlığı İstanbul’un üzerine çökerken, denizi izleyen bakışlarımı kaptan köşküne çevirdim. Savaş tüm ciddiyetiyle dümen başındaydı. Omzunu sardığım güzelim titreyince ona döndüm.
“Üşüdün mü?”
Başını salladığında onu kendime doğru çektim. Sıkıca sarıp saçlarına bir öpücük bırakırken kulağına fısıldadım.
“Ben seni ısıtırım.”
O kadar güzel ve tatlı görünüyordu ki… Karşımda oturan kuzenime baktığımda, onun bizi izleyen bakışlarını kenetlediği ellerine çevirdiğini fark ettim. Mutlu görünmekten çok uzaktı. Savrulan gece karası saçlarını yüzünden çekip, bakışlarını Savaş’ın olduğu yere çevirdiğini gördüğümde ben de o yöne baktım. Savaş da karısını izliyordu ve kenetlenen bakışlarını birbirlerinden ayırmıyorlardı. Ancak bu durum çok sürmedi. Rojda bakışlarını ondan ayırıp çatılan kaşlarıyla yüzünü çevirdi. Büyük bir yazıyla yazılmış olan teknenin adına bakmaya başladı.
Kısık sesle çalmaya başlayan müzik motorun durmasıyla oluşan sessizliği böldüğünde, irkilerek kendime geldim. Geçtiğimiz yerleri uzaktan da olsa hem Amelya’ya hem de Rojda’ya anlatmaya çalışmış ve kıyıdan fazlasıyla uzaklaştığımızı fark ettiğimde yorgunlukla arkama yaslanmıştım. O andan itibaren geçen zamanda üçümüz de sessizliğe bürünmüş, denizin nahif çırpınışlarını dinlemeye ve kabardıkça büyüleyen dalgaları izlemeye koyulmuştuk. Durduğumuzu fark ettiğimde göğsümdeki sıkıntıyla birlikte derin bir soluk aldım.
“Yemek masasına geçelim mi?”
Savaş’ın bakışları Rojda’dan bana kaydığında başımı sallayıp doğruldum.
“Peki…”
Amelya’mın belini sarıp Savaş’ın gösterdiği yere, üst kata çıkmak için merdivenlere yöneldim. Savaş ve Rojda’nın kenarda sessizce konuştuğunu gördüğümde, onları yalnız bırakmanın en doğru karar olduğuna emindim. Zira büyükannemin onları yalnız bırakmamak için elinden geleni yaptığını bugün öğrenmiştim.
Yemek masasında yerimizi aldığımızda iki bayan garson hızlıca servislerimizi yaptı. U şeklinde hazırlanan yemek köşesi teknenin en uç kısmında yer alıyordu. Az ileride oldukça geniş bir alan, yerlere atılan minderlerle teknenin en rahat ve özgür kısmı olarak dikkat çekiyordu. Savaş masadaki şarap şişesini açtığında, Amelya’nın kadehini geri çekerken, “Amelya içmiyor, Savaş,” dedim.
“İçmek istiyorum.”
“Ben de.”
Amelya ve Rojda’nın art arda konuşmalarıyla ikimiz de kaşlarımızı çatıp onlara baktık.
“Hayır, Amelya!”
“İçmiyorsun, Rojda!”
“Lütfen, Genco.”
Elimi tutan narin elini hissettiğimde çatık kaşlarımın altından baktım.
“Yalnızca bir kadeh!”
Başını salladığında pes ederek Savaş’a işaret ettim. Savaş ise Amelya’nın kadehini doldururken, Rojda’nın inatçı tavırlarını umursamıyor gibiydi.
“Ben de istiyorum! Ya… Savaş, Amelya içiyor ama!”
“Bu bir yarış değil, Rojda.”
“Ben de çocuk değilim, Savaş Ağa!”
Savaş derin bir soluk alıp elindeki kadehi gösterdi.
“Peki ama yalnızca bir kadeh!”
Doldurulan kadehleri havaya kaldırıp birbirine tokuştururken gülümsedim.
“Uluhan ve Kahraman ailelerine!”
Amelya ve Rojda’nın çalan müziğe ayak uydurmaya çalışmalarını ve sonra da birbirlerine bakıp kahkahalarla gülmelerini şaşkınlıkla izliyordum. Daha önce birbirleriyle konuşmaktan kaçınan, hatta göz göze bile gelmemeye çalışan sevgili karım ve kuzenim iki yakın arkadaş gibi görünüyorlardı. Onların eğlenen hâlleri, kahkahaları ve gülümseyen yüzleri beni gülümsetti. Karşımda oturan Savaş’a baktım. O da benim gibi gülümsüyordu.
“Bu gece kulübe gitmeyelim. Kızlar zaten sarhoş oldu bile.”
“Haklısın, Genco Ağa. O zaman ben diyorum ki bu gece burada kalalım.”
Bakışlarımı tereddütle Amelya’ya çevirdim. Ancak o denli eğleniyor ve kendinden geçmiş görünüyordu ki keyfini bozmak istemedim.
“Pekâlâ. Bizim için de kalacak yerin varsa tabii…”
“Misafir odam var ve hiç kullanılmadı,” dedi şarap dolu kadehine uzanırken. Başımı sallayıp bakışlarımı tekrar kahkahalar atan güzelime çevirdim.
Yorulmak bilmiyor ve çalan her parçada daha da hareketleniyorlardı. Kadehimdeki şarabı yudumlayıp yerimden doğruldum. Amelya’nın kıvırdığı belini ve kalçalarını gördüğümde daha fazla dayanamadım. Hızla Amelya’ya yaklaşıp kucağıma aldığımda onun kahkahalarına ve küçük çığlığına gülümsedim.
“Uyku zamanı.”
Savaş da Rojda’yı kucağına aldığında, “Bizim odamız nerede?” dedim.
“Beni takip et,” dediğinde başımı salladım.
“İşte burası. Yardımcılar benim buradaki kıyafetlerimden içeriye bıraktı. İyi geceler,” diyen Savaş, kucağında mırıldanan Rojda ile diğer odaya girdi. Ardından ben de bize ayrılan odanın kapısını aralayıp içeri girdim. Daha adımımı atar atmaz Amelya kucağımdan indi. Küskün bir ifadeyle yüzüme bakıp ellerini göğsünde kavuşturdu.
“Ben… Seninle aynı yatakta yatmayacağım!”
Onun büzülen dudaklarına ve ardından puslu güzel gözlerine bakıp ben de kollarımı göğsümde kavuşturdum. “O nedenmiş, küçük hanım?”
“Ben… Küçük hanım… Değilim!” Alkolün etkisiyle söylediği kelimeler uzuyor, birbirine karışıyordu. “Sana küstüm ben! Git! Başka yerde yattt!”
Küçük adımlarla ona yaklaşırken fısıldadım. “Yok öyle. Sen benim karımsın ve ben karımın sıcaklığı, teni, kokusu sinmeyecek bir yatağa girmem.”
“Ama… Ama… Genco’m…”
Aramızda bir adım kala durduğumda dudaklarına yaklaşıp fısıldadım.
“Genco’nun güzeli…”
Dokunmadım. Ne tenine ne de dudaklarına. Madem bana ceza veriyordu küçük hanım, üstelik de sarhoş zihninde bunu hatırlıyordu. Ben de o bana gelmeden ona dokunmayacaktım. Geri çekilerek yatağın üzerindeki beyaz tişörtü alıp kucağına bıraktım.
“Bunu giyiyorsun ve hemen yatıyorsun, Amelya.”
Başını salladı. Bense beklemeden hemen üzerimdekileri çıkarıp yatağa uzandığımda beni izlediğini hissediyordum. Ellerimi başımın altında kenetleyip sessizce bekledim. Kumaş hışırtısı sona erdiğinde giyindiğini anladım. Yatağa gelmesini beklediğim sırada, yere bir şey düştüğünü duydum. Onun, “Offf!” dediğini duyduğumdaysa hızla yerimden doğruldum. Gördüğüm manzara karşısında güçlükle yutkundum. Üzerindeki tişört ıslanmış ve tüm güzelliğini gözler önüne sermişti.
“Islandım!” dediğini duyduğumda hızlıca yerimden kalktım. İncecik belini sarıp dudaklarına kapandım.
***
Duyduğum sesle gözlerimi araladım. Boynuma değen sıcak nefeslerle başımı çevirdim. Güzelim başını boynuma yaslamış uyuyordu. Sağ bacağı üzerimdeydi. Belini saran ellerimi gevşetmeye çalıştığımda kıpırdandı. Daha da yaklaşıp mırıldandığında gülümsedim. Kesilen ses, tekrar yankılanmaya başladığında başımı çevirdim. Telefonum çalıyordu ve güçlükle uzanıp aldım. Ekranına bakıp arayanı gördüğümde hızla açtım.
“Bevar?”
“Ağalar karar değiştirmişler. Bugün geliyorlar.”
Kadınımın üzerimdeki bacağını kavradım. “Ne demek bugün geliyorlar? Yarın burada olacaklardı!”
Öfkeli sesimle Amelya’m uyanıp hafifçe doğruldu. Dalgalı saçları omuzlarına dökülürken tüm çıplaklığıyla karşımdaydı.
“Konuşulacak önemli mevzular olduğunu söylediler ama ne olduğuyla ilgili tek laf etmediler. İki saate burada olurlar, Ağam.”
“Tamam, Bevar. Geliyoruz!” Telefonu kapadığımda Amelya’nın elleri iki yanımda duruyordu.
“Genco, bir sorun mu var?”
İç çekerek yüzüne baktım. “Sorunsuz bir günüm yok ki…Ağalar geliyorlarmış.”
“Ne? Hemen dönmemiz lazım! Hiçbir şey hazır değil! Odalar, kahvaltı…” Üzerimden kalkmaya çalışırken, “Genco bırak! Gitmemiz lazım!” dediğinde bacağından elimi çektim. Sinirle başımı geriye atıp gözlerimi kapadım.
“Ah, lanet herifler!”
Dudaklarımı elleriyle örttü.
“Bela okuma. ‘İyi değildir,’ der, dadım.”
Belini sarıp yer değiştirmemizi sağladım. Yatağa yatırıp bacaklarının arasına yerleştim. “Gözlerin bana böyle güzel bakarken… Gülkurusu dudakların öpmem için beni çağırırken… Tenin tenimi böyle yakarken nasıl bırakırım seni, Amelya?”
Elleriyle yüzümü kavrarken gülümsedi. “Bırakma, Genco.”
“İstesem de bırakamam,” dedim dudaklarına kapanmadan önce.
***
Telefonunu defalarca çaldırmama rağmen açmamıştı. O yüzden kapısına dayanıp yumruklamaya başladım. Kısa bir an sonra üstünde yalnızca boksırıyla kapıyı açan Savaş’ı gördüğümde kaşlarım çatıldı.
“Beni kapına dayanmak zorunda bıraktığın için sağ ol, Savaş.”
Bir gece önce etrafımızda diğer ağalar yokken, birbirimize yalnızca adımızla hitap etmeye karar vermiştik.
Gözlerini ovuşturup yüzüme baktı.
“Ne oluyor, Genco? Bu saatte?”
“Ne mi oluyor? Ağalar geliyor, Savaş!”
“Ne? Neden? Yarın gelmeyecekler miydi?”
“Ben de öyle sanıyordum fakat önemli konular olduğunu söylemişler. Dönmemiz gerekiyor.”
Saçlarını karıştırdı.
“Ben Rojda’yı uyandırayım o zaman. Yola çıkarız.”
“Savaş? Neredesin?”
Arkadan kuzenimin sesini duyduğumda gülümsedim. “Biz yukarıdayız.”
Başını salladı. Yukarıya çıkan merdivenlere yöneldim. Dün gece onlar için de fazlasıyla güzel geçmiş olmalıydı. Onların birbirlerine alışmalarını ve kuzenimin mutlu olmasını istiyordum.