Alex, yaklaşık on yıl önce geçirdiği estetik operasyonla, üzerinde taşıdığı doğum lekesinden kurtulmuştu. Babasına ait hiçbir izi taşımak istemediği gibi, aynaya her baktığında annesini hatırlamak da istemiyordu. Çocukluğuna ait sisli hatıralarının arasında annesinin, Bu işaret seni tüm kötülüklerden koruyacak oğlum, dediğini hala anımsayabiliyordu.
Üzerinde taşıdığı işaretten kurtulmuştu kurtulmasına ama aynı işaret aynı yerde yıllar sonra tekrar karşısına çıkmıştı. Üstelik küçücük bir bebeğin kürek kemiğinin üzerinde, bariz bir şekilde belli olarak. Alex; Clair’in tanıdık yüzü, Angeline’in bildik gözleri ve doğum lekesini birleştirince, bebeğin önce kendisine ait olabileceği şüphesine kapılmıştı. O güne kadar; yüzlerce kadınla tek gecelik ilişkiler yaşayan bir adam için, bunun olma olasılığı olsa da, DNA testiyle emin olmak istedi. Hastaneye gitmeden önce, Vivienne’e gönderilen fotoğrafların hesabını sormak için babasının evine uğradığında hatırlamıştı Clair’i. Yine babasına habersiz uğradığı günlerden birinde, onunla bu evde, babasının odasının kapısında karşılaşmıştı. Alex, babasından hesap sormaya gittiği gün, “Mösyö Archer şehir dışında,” diyen hizmetçiyi yanından gönderdikten sonra, banyodan aldığı diş fırçasıyla babalık testini yaptırmıştı. Sonuçta aynı haç işaretini Archer Gerard da taşıyordu.
Alex test sonucunu aldıktan sonra, her şeyi unutmak için her zaman ki takıldığı bara gidip alkole sığınsa da, sadece vücudu uyuşabilmişti, zihni değil. Sürekli kafasında dönüp duran düşünceler başında şiddetli ağrılara neden olurken, bir karar vermek zorunda olduğunu biliyordu. Telefonu eline alıp babasına bir çocuğu olduğu haberini verebilir, neredeyse torunu yaşındaki bir kadından çocuk sahibi olduğu için ne kadar iğrenç bir adam olduğunu suratına haykırabilirdi. Ama babasını Vivienne’den uzak tutmaya çalışırken, bu gerçeğin ortaya çıkması, babasının sevdiği kadının hayatına dahil olması anlamına gelirdi ki, bunu asla istemezdi. Peki, Vivienne’e gerçeği anlatmaya cesareti var mıydı? Hiç sanmıyordu. Babasının ona yaptıklarından sonra, öğrendikleriyle deliye dönebilirdi. Üstelik kız kardeşini hamile bırakarak onu sahiplenmeyen adamın oğluna, hangi gözle bakardı? Angeline’in kendi çocuğu olabileceğini düşünürken kardeşi çıkması, Alex için ayrı bir felaketti. Yaşadıklarının kabus olması için neler vermezdi ama her şey o küçük bebek kadar gerçekti.
Şimdilik bu sırrı kendine saklamaya karar vererek bardan ayrılıp, Vivienne’in evine gittiğinde öğleden sonra olmuştu bile. Kapıyı açan Vivienne, soru soran gözlerle ona bakarken elinde kırmızı bir defter tutuyordu. Alex ile kısa bir süre birbirlerine baktıktan sonra, sessizliği bozan Vivienne oldu. Elindeki kırmızı kaplı deri defteri Alex’e göstererek, “Clair’in günlüğü” açıklamasını yaptı. Alex onun, Angeline’in babasının kim olduğunu öğrenmiş olabileceğini düşünerek gerilirken, Vivienne;
“Clair son satırlarında, internetten bulduğu işi ona babanın verdiğini yazmış. O babanın şirketinde çalışıyormuş Alex, ne tesadüf öyle değil mi,” dedi.
Alex ise ne söyleyeceğini şaşırarak olduğu yerde kalakalmıştı. Sadece;
“Ben, bilmiyordum,” diyebildi.
Şimdi babasının Clair’i nereden bulduğu belli olmuştu. Gerçekler açıklanmak için dilinin ucuna kadar gelse de, konuşamadı. O, vicdanıyla aklı arasında gel gitler yaşarken, Vivienne; “Özür dilerim, kapıda kaldın,” diyerek onu içeriye davet etti.
Vivienne, Alex’in gündüz içmesine daha önce şahit olmadığından onu kendine getirmek için bir fincan kahve yaptı. İki gündür onun kendinde olmadığının farkında olarak, kahve fincanını uzatırken;
“Benden ne saklıyorsun Alex? Sabah açıklayacağını söylemiştin. Şimdi, seni dinliyorum” dedi.
Alex, ondan aldığı kahve fincanını orta sehpaya bırakıp, bütün cesaretini toplayarak Vivienne’in oturduğu koltuğa geçti. Her şeyi şimdi açıklarsa açıklayabilirdi, yoksa bir daha bu kadar cesaretli olamayabilirdi. Ya kaybedecek ya kazanacaktı. Genç kızın ellerini tutup gözlerine bakarak söze;
“Vivienne, öğrendiklerinden sonra benden nefret etmenden korkuyorum. Ama şunu bil ki, her ne olursa olsun benim sana olan duygularım sonsuza kadar değişmeyecek” diyerek, anlatmaya başladı.
Vivienne, onun üzüleceği bir konuya gireceğini tahmin edip, duyacaklarına kendini hazırlamak için nefesini tuttu.
“Ne nefret etmesi Alex? Beni korkutuyorsun.”
Alex, gözlerini kapatıp tekrar açtığında Vivienne’in gözlerindeki endişeyi gördü. Bir an için anlatmaktan vazgeçmeyi düşünse de, ilişkilerinde dürüst olmak zorunda hissetti kendini, bunu ondan saklayamazdı.
“Angelinenin babasının kim olduğunu biliyorum.”
Vivienne onun söyledikleriyle şok olurken; “Kimmiş,” diye sordu.
Alex, onun ellerini bırakıp başını avuçlarının arasına alıp yere bakarak; “Babam” cevabını verdi.
Vivienne duyduğu şeye inanamayarak ayağa kalktı.
“Bunu kabul etmiyorum. Sana inanmıyorum! Büyük babası yaşındaki bir adam, nasıl olurda Angeline’in babası olabilir?”
Genç kız çıldırmış gibi odanın içinde gezinirken, Alex sakin olmasını söyleyerek onu yatıştırmaya çalıştı, fakat Vivienne onu duymadı. Günlüğün son sayfasında, işi ona Archer’ın verdiğini yazsa da devamında ne olduğu yoktu. O nedenle böyle bir şeyin mümkün olmadığını düşündüğünden, dudaklarından sürekli arka arkaya çıkan tek kelime, “Olamaz”dı. Onlar yeni öğrendikleri gerçeği sindirmeye çalışırken, Alex’in telefonu çaldı. Genç adam bilmediği numaraya cevap vermek yerine, Vivienne’i sakin olması konusunda ikna etmeye çalışıyordu. Ona sıkıca sarılıp, yanında olduğunu hissettirmek istese de, yanına bir metreden fazla yaklaşamıyordu. Sessize almasına rağmen, ısrarla çalan telefonuna önceleri cevap vermek istemeyen Alex, sonunda sinirle cevap vermek zorunda kaldı. Telefonun ucundaki adamın söyledikleriyle tuhaf olurken “Ölmüş mü” diye sordu.
Onun sorduğu soruyla kendini toparlayan Vivienne, merakla Alex’ e yaklaştı “Kim ölmüş?”
Alex ne hissedeceğini bilemeyerek, “Babamın, uçağı düşmüş,” cevabını verdi.
Vivienne o adamın ne kadar kötü birisi olduğunu bildiği için, zerre kadar üzülmeyerek susmayı tercih etti. Daha beş dakika önce, yeğeninin babası olduğunu öğrendiği adamın, şimdi ölüm haberi gelmişti. İçinden; tanrının adaleti diye geçirerek Alex’e baktığında, onun yüzünde hiçbir duygu belirtisinin olmadığını gördü. Ne nefret, ne sevgi, ne sevinç, ne de üzüntü
Alex gitmek zorunda olduğu için, evden çıktıktan sonra Vivienne öğrendiklerini birisiyle konuşma ihtiyacı hissetti. Aida’yı arayıp onu görmek istediğini söyledi. Angeline uyuduğundan kendisi gidemeyeceği için, Aida’ya anlatacakları olduğunu söyleyerek evine davet etti. Aida ise Vivienne’in üzgün gelen ağlamaklı sesinden, kötü bir şeyler olduğunu hissedip, beş dakika sonra yanına geldi. Kapıda gördüğü kadına hıçkırarak sarılan Vivienne, ona Anegline’in babasının kim olduğunu öğrendiğini ve o adamın az önce ölüm haberinin geldiğini söylediğinde, Aida şaşırdı. Genç kızın anlattıklarından sonra bir süre birbirlerine sarılarak oturdular. Orta yaşlı kadın birden ondan uzaklaşarak; “Sanırım fırını açık bıraktım. Hemen eve gidip geliyorum tatlım” diyerek çıktıktan bir dakika kadar sonra, Aida’nın masanın üzerinde unuttuğu telefonu çalmaya başladı. Genç kız ekrana baktığında arayan numaranın rehbere kayıtlı olmadığını gördü, önemli bir şey olabileceğini düşünüp telefonu açtı. Daha kendisi konuşmadan tanıdığı ses, “Archer ölmüş” dediği an, neye uğradığını şaşırdı. Sesinden belli olan bir şaşkınlıkla; “Eliza!” derken sadece ses benzerliği olmasını umsa da, telefonun ucundaki kadının suskunluğundan dolayı benzetme olmadığını anlamıştı. “Eliza, Ama siz?” dedi ve sustu. Bu sırada tekrar kapı çaldı. Kapıyı açtığında, karşısında duran Aida’ya; “Eliza” diyerek telefonu verdi. Aida, Eliza’ya onu arayacağını söyleyerek telefonu kapattı. Karşısında açıklama bekleyen Vivienne’e bakıp;
“Sana her şeyi anlatacağım” diyerek genç kızı karşısına oturttu.
“Eliza benim çok eski bir arkadaşım. Senin onun çalıştığı eve gitmen ise tamamen tesadüf.”
Vivienne, onun açıklamasına karşılık aklına gelen diğer soruyu sordu.
“Tamam. Eliza arkadaşın, dediğin gibi tesadüf var sayalım. Ya, Archer Gerard ile ne alakan var?”
Aida, köşeye sıkıştığı için rengi bembeyaz olmuştu.
“Archer beni erkeklere küstüren, geçmişte kalan sana anlattığım umutsuz aşkımdı.”
Vivienne; bir gün içinde çok fazla şey öğrendiğinden, kafası ve duyguları karmakarışık olmuştu. Kafa karışıklığının üzerine, birde Angeline’in uyanmasından dolayı, öğrendiklerini irdeleme fırsatı bulamadı. Belki de öğrenmek istemedi. Çünkü öğrendikleri onu üzmekten başka işe yaramıyordu.
Aradan üç gün geçmesine rağmen, Alex ve Vivienne birbirlerini aramadılar. Vivienne, Archer konusunda öfkeli olsa da Alex’i babasının yaptıkları yüzünden yargılayamazdı. Onun suçu olmadığını bilse de, içinde nedensiz adlandıramadığı kırgınlıklar vardı. Aklını kurcalayan bir diğer konuda, Alex’in bebeğin babasını nasıl öğrendiğiydi. Eğer Archer’dan nefret etmeseydi, destek olmak için sevdiği adamın yanında olmayı çok isterdi. Ne kadar aşağılık bir adamda olsa, nihayetinde babası değil miydi? Bunları düşünse de Alex’i ne arayabildi ne de yanına gidebildi.
Alex ise babasının cesedinin bulunması için yapılan arama çalışmalarını, uzaktan takip etti. Onun uçağının düştüğünü öğrendiği ilk andan beri, babası için hiç üzülmemişti. Ona yaşattığı onca şeyden sonra, sonuçta lanet olası kan bağları vardı. Azda olsa üzülmemesi normal miydi?
Bir haftalık karşılıklı sessiz bekleyişin sonunda, gece yatağında Alex’i düşünen Vivienne, onu ne kadar çok özlediğini, ona ne kadar çok ihtiyaç duyduğunu hissetti. Kalbi anlatılması imkansız kırgınlıklarla doluydu fakat bu kırgınlık aşkı kadar büyük değildi. Cep telefonunda, Alex’in uyurken gizlice çektiği resmini açtı. Parmakları ekrandaki yüze dokunurken, gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı ki, ekrandaki yüzün yerini Alex’in ismi aldı. Sanki onu ekranda görecekmiş gibi gözlerini silip, saçına başına çeki düzen verdikten sonra telefona cevap verdi.
“Alo”
Alex; “Seni düşündüğüm gibi sende beni düşünüyor musun Vivienne? Sen de benim seni özlediğim gibi beni özlüyor musun,” diye sordu.
Duydukları karşısında Vivienne’ in dudakları kilitlenmiş, konuşamaz hale gelmişti. Madem böyle düşünüyor, böyle hissediyordu, o zaman neden daha önce aramamıştı. Alex’in sorusuna kalbi, bende seni özledim diye sessizce bağırsa da, duygularını kelimelere dökemedi. Onun sessizliğinden, kendinden vazgeçtiği anlamını çıkartan Alex, aşkı için son kez şansını denedi.
“Konuşmadığına göre sessizliğinden, bizden vazgeçtiğin anlamını mı çıkartmalıyım? Gözlerinde, artık kendimi görememekten korktuğum için, ben gelmeye cesaret edemesem de, seni son bir ümitle sabaha kadar bekleyeceğim. Bu kadar çabuk karar verme, son bir şans ver bana Vivienne.”
Son kelimelerde telefondaki sesi boğulan Alex’in gözlerinden, umutsuzlukla iki damla yaş düştü. Diğer tarafta Vivienne ise hıçkırıklarının duyulmaması için elini yumruk yapmış, büktüğü işaret parmağını ısırıyordu.
Ertesi gün, Vivienne malikanenin bahçesinden yürüyerek içeri girerken, Alex’in kendisini nasıl karşılayacağını düşünüyordu. Gece daha telefonu kapatır kapatmaz, sevdiği adama koşmak istemişti ama Angeline uyurken yapamazdı. Sabah erkenden kalkıp, bebeği son zamanlarda azda olsa güvenini sarsan Aida’ya bıraktığı gibi, soluğu Alex’in evinde aldı.
Bahçe kapısından girerken ayakkabılarını çıkarıp, yalınayak evin önüne kadar yürüdü. Sonsuza kadar Alex’in yanında olmasını diledikten sonra, ellerini havaya kaldırarak tanrıdan yine işaret istedi. Ve tam bu sırada, bahçeyi sulayan fıskiyeler çalıştı. Vivienne olduğu yerde sevinçle zıplarken, fıskiye vanalarının yanında ona gülümseyen Alex’i gördü. Genç adam; yüzündeki kocaman gülümsemesiyle,
“Sanırım bu sefer bana teşekkür etmelisin. Eğer dileğinin içinde bende varsam kabul ediyorum” diyerek Vivienne’e koştu. Birbirlerine sarılıp, tutkuyla dudakları buluşurken, ıslanmak umurlarında bile değildi. Alex geri çekilip, Vivienne’in yüzünü avuçlarının arasına aldı. Gözlerine bakarak, “Geleceğini biliyordum” dedi.
Vivienne gülümsedi. “Tabii ya, burada beklediğine göre sanırım emindin.”
Alex onun yüzünü başparmaklarıyla okşayarak;
“Aslında ümidim yoktu. Güvenlik malikaneye giriş yaptığını haber verdi” dedi ve devam etti. “İlkindim, sonuncun olmak istiyorum. Beni başka bir ben yapan seni çok seviyorum ve sonsuza dek benimle birlikte yaşamanı, yaşamanızı istiyorum.”
Vivienne, duyduklarıyla yine şok olmuş halde ona bakarken, cevap veremiyordu. Alex onun tutulduğunu anlayıp;
“Kabul ediyorsan başını salla” dedi.
Vivienne, başıyla kabul ettiğini belirtip, ellerini yanlara açarak “Seni seviyorum” diye bağırırken, Alex ellerini genç kızın beline dolayıp, onu kendine çekti.