Eliza dizlerinin üzerine düşen Alex’in koluna uzandı. “Lütfen Alex topla kendini” dedi ağlamaklı çıkan ses tonuyla. Genç adam gerek fiziksel, gerekse ruhsal anlamda kendini tamamen kaybetmiş gibiydi. Ellerini yumruk haline getirerek sert zemine yerleştirirken, aklının içinde yankılanan tek bir kelime vardı. “Gitti” diyordu, kendi kendine. Zaten, gece geçirdiği nöbet sonrasında doktoru bir sürü olumsuzluktan bahsederek, kabullenmese de ümitlerini kırmamış mıydı? Ama o ısrarla sığınacak küçük bir umut aramıştı. Eliza Alex’i kolundan tutarak ayağa kaldırıp, yatağa oturtmak istedi. Ama genç adam, orta yaş üstü bir kadına göre o kadar ağır ve umursamazdı ki, zavallı kadın yerinden bile kıpırdatamadı. Alex buz gibi gözlerle bakışlarını yere sabitlerken, ne dudaklarından bir kelime çıkmıştı, nede gözünde bir damla yaş vardı. Eliza onun şok geçirdiğinin farkındaydı. Onu omuzlarından tutup sarsarak “Alex, kötü bir şey olsaydı Aida bize haber verirdi, lütfen bırakma kendini” dedi.
Aslında o da Alex’den farksız olsa da birisinin dik durması gerekiyordu. Eliza Alex’i rahatlatacak konuşmayı yapmaya çalışırken odaya Aida girdi. Ve Alex’in perişan olmuş haliyle karşılaştı. “Bende size bakmaya kafeteryaya gitmiştim. Vivienne’i tomografiye götürdüler” dedi.
Onun sözleriyle bir anda yüzüne renk gelen Alex, anında kızaran gözlerle zorlukla ayağa kalkıp, Aida’nın karşısında durdu. Gözlerinde biriken yaşları silerken, aynı zamanda mutluluktan gülüyordu.
“Ben, ben kötü bir şey oldu sandım. O, İyimi?” dedi, sesine yansıyan heyecanla.
Yanlış anlamanın farkına varan Aida, aynı şekilde gülümsedi.
“Durumunda değişiklik yoktu, yani kötü bir şey olmadı merak etme.”
Vivienne tekrar odaya getirilirken, Alex onu görmenin verdiği rahatlıkla derin bir nefes aldı. Sanki kalbi bir süre durmuş, sonra tekrar çalışmaya başlamış gibiydi. Hareket halindeki sedyenin koruyucularından tutarak Vivienne’e seslendi. “Bebeğim ben buradayım” diyebildi sadece. Cümlesini tamamlayamadan onu yoğun bakıma almışlar, Alex çaresizce yine camın diğer tarafında kalmıştı. Bir an için, onu kaybettiğini sanarak hissettiği acıyı belki de sonsuza kadar unutamayacaktı.
Alex yapılan kontrollerden sonra Vivienne’in durumu hakkında doktoruyla görüştü. Ödem artmadığı gibi azalmada göstermemişti. En azından yeni bir nöbet geçirmemişti ya da durumunda olumsuz bir gelişme yoktu. Eli kolu bağlı bir şekilde beklemekten başka çaresi yoktu. Gün içerisinde Alex’in beklemediği iki konuğu vardı, March ve Nicholas. Onları görünce bakışlarını serleştirerek;
“Burada ne arıyorsunuz” diye sordu.
Nicholas ona ulaşamayınca şirketi ve evi aradıklarını, haberi bu şekilde öğrendiklerini söyledi. Alex telefonunu iki gündür şarja takmadığı için doğal olarak telefonu kapanmıştı.
“Size ulaşmak için o kadar aradım, mesaj bıraktım. Neden o zaman dönmediniz” diye sordu.
March yüzünü buruşturarak;
“Çünkü birlikte yurt dışında iş seyahatindeydik. Mesajlarını da dönünce aldık ve seni merak ettik” dedi.
Bu Alex’e göre iyi bir mazeretti, çünkü ikisinin birlikte ortak iş yaptıklarını biliyordu.
“Bana söyler misiniz, babamla nasıl işbirliği yaparsınız? Bana bunu yapabildiğinize hala inanamıyorum!”
Nicholas şaşırmış gibi yapsa da March rolünü iyi oynayamıyordu. Neyse ki, Alex içinde bulunduğu durum nedeniyle bunu fark edebilecek durumda değildi.
“Biz senin dostunuz ve doğal olarak senin için endişeleniyorduk. Ömrünü yapayalnız geçirmenden korktuk. Bizi dinlemeyeceğini bildiğimiz için de babana başvurmaktan başka çaremiz kalmamıştı Alex.”
Alex babasıyla yaptığı konuşmayı hatırlarken gerilse de, şuan onlara hesap sorulacak ne yer ne de zamandı. Ama merak ettiği tek bir şey vardı.
“Öyle bir ajansın varlığından nasıl haberdar oldunuz? Ve ajans neden hiç olmamış gibi ortadan kayboldu? Biriniz bana bunu açıklayabilir mi?”
Nicholas Alex’in soğuk karşılamasına rağmen ona yaklaştı.
“Senin tanımadığın bir arkadaşımdan öğrendim, hem bunun ne önemi var ki. Ajansın ortadan kaybolduğunu da senden duyuyorum. O tip yerler sürekli aynı noktada kalmaz ve kendilerini çok güzel kamufile ederler, bilirsin işte, anlatmaya gerek var mı?”
Nicholas’ın söyledikleri mantıklı olduğu için Alex fazla üzerinde durmadı. En azından Vivienne bu haldeyken duramazdı, şimdilik.
“Resimlerinizi gazetede gördüm, güzel kızmış. Sonunda aşk senide buldu ha Alex” diyen March’ın sözleriyle bir anda konu yön değiştirdi.
“Evet, buldum ve kaybetmek üzereyim.”
Onun yüzünü saran acı ifadeyi gören arkadaşları, Alex’in bir kadın için bu kadar acı çekebileceğine inanamadılar. Ona moral verici, teselli içeren birkaç söz söyledikten sonra, March dayanamayıp aklından geçen soruyu sordu.
“Her zaman her yerde bütün kadınlar sana yaklaşabilmek için gölge gibi peşinden koşarken, neden Vivienne Alex? Onun diğerlerinden farkı ne?”
Alex hiç düşünmeden cevap verdi. “Kalbi.”
Vivienne tam üç gün boyunca yoğun bakımda kaldı. Alex bu süre içerisinde hastaneden ayrılmadan, genç kızın odasının önünde bekledi. Hastanede kendileri için ayrılan odayı sadece üzerini değiştirmek ve duş almak için kullandı, uyumak ya da dinlenmek için değil. Zaman zaman onu bir koltukta sızmış halde gören Aida ve Eliza, ne kadar ısrar etseler de o hep Vivienne’e yakın olmayı tercih etti.
Bu süre içerisinde Aida Vivienne hakkında bilmediklerini anlattı Alex’e. Mesela; genç kızın çok sevdiği çileğe karşı alerjisi olduğunu, klasik müziği çok sevdiğini ve Vivienne’in nasıl bir doğa tutkunu olduğunu. Hatta Aida, Vivienne ve Clair ile yaşadığı bir anısını anlattı gülümseyerek. “Marsilya’ya geldikleri ilk yıldı, daha tanışalı birkaç ay olmuştu. Bir gün Vivi hafta sonu hep birlikte kampa gidelim diye tutturdu. Clair önce olmaz dedi, fakat kardeşinin ısrarına dayanamayıp, onu kırmamak için kabul etmek zorunda kaldı. Tabii sürekli yalnız yaşayan birisi için bulunmaz fırsat olduğunu düşünerek, bende onların peşine takıldım. O gün piknik yaptık, çok da eğlendik, ta ki gece Vivienne’in hırıltılı çıkan sesiyle uyanıncaya kadar. Kalbi çok hızlı atıyordu ve nefes alamıyordu. Ben korkuyla ne yapacağımı şaşırırken, Clair öfkeyle; böcek ısırığına karşı alerjisi var endişelenme, şimdi ilacını veriyorum dedi ama ben resmen korkudan ölecektim. O gün hep birlikte kamp yerine hastanede sabahladık. Meğer bizim kızın tek alerjisi olduğu şey çilekler değilmiş. O gün serum kolunda yatakta yatarken; bir gün kuş cıvıltılarıyla uyanamayacak mıyım, diyerek ağlamıştı.”
Alex yaptıkları uzun sohbetler sayesinde, aslında sevdiği kadın hakkında ne kadarda az şey bildiğini fark etti. Gerçi hakkında öğrendiklerinin de çok hoş şeyler olduğu söylenemezdi. Özellikle alerji konusuna takılmıştı aklı. Çünkü Vivienne’in malikanenin bahçesinde yalınayak dolaştığı günü hatırlamıştı.
Akşam saatlerinde doktor, yapılan kontroller sonrasında nihayet Vivienne’in normal odaya geçebileceğini söyledi. Tabii arkasından da, bu kazanın genç kız üzerinde ne gibi hasarlar bırakabileceğini anlattı. Duyduğu ihtimaller yüzünden Alex’in bütün sevinci yarım kaldı. Çünkü Vivienne hafıza kaybından, denge kaybına veya konuşamama gibi birçok sorunla karşı karşıyaydı. Vivienne’e verilen ilaçlar kesildikten sonra sadece uyanmasını beklemek kalmıştı. Akşam 22:00’a kadar Eliza ve Aida Alex ile birlikte beklediler. Ama o hiç de uyanacak gibi görünmüyordu. Doktor sabaha kadar uyuyabileceğini söylediğinde, genç adam Eliza’ya eve gitmesini söyledi. Çünkü orta yaşlı kadın da kendisiyle birlikte çok yorulmuştu. Onun gidişinin ardından, vedalaşma sırası Aida’ya gelmişti. Alex ilk kez o an, onun gözlerindeki şefkati ve sevgiyi görerek ürperdiğini hissetti. Özelliklede son birkaç gün, Aida ile olması gerekenden çok daha yakın olmuşlardı. Genç adam kendini ona o kadar yakın hissediyordu ki.
Oda da Vivienne ile yalnız kalan Alex, öğle saatlerinde evden getirttiği kemanını koyduğu dolaptan aldı. Diğer odalarda bulunan hastaları rahatsız etmemek için, susturucuyu kemanına dikkatlice taktı. Bu şekilde çalmak zor olsa bile, böylece çıkabilecek yüksek sesi önleyebilecekti. Müzik aletiyle çalma pozisyonu alıp, yatağın başucuna yaklaştı. Hayatında ilk kez birisinin karşısında bu yeteneğini sergileyeceğinden, odaklanmak için gözlerini kapattı. Üts ve alt kirpikleri birbirine değerken aklına Vivienne’in kendisinden keman çalmasını istediği gün geldi. Genç kız;, o gün, umarım ben ölmeden önce gelir, demişti. Hatırladıklarıyla kapalı gözlerini sıktı ve Salvatore Adomo’nun Tombe Le Neige isimli şarkısının notaları, kendiliğinden kemanının yaylarından döküldü. Öyle hissederek, öyle yaşayarak çaldı ki, parçayı bitirip açık kahverengi gözlerini tekrar açtığında, karşısında ona gülümseyen bir Vivienne bulmayı umdu. Ancak sevdiği kadında hiçbir değişiklik yoktu. Yanağını dayadığı kemanı hayal kırıklığıyla tekrar aldığı yere bıraktı ve Vivienne’in yanına gidip, özlediği dudağına küçük bir öpücük bıraktıktan sonra yanağını okşadı. “Ben sözümü tuttum sevgilim. Şimdi sıra sen de. Sonsuza kadar benimle olacağına dair söz vermiştin. Hadi aç gözlerini.”
Genç adam dakikalarca onu ne kadar sevdiğini, ne kadar özlediğini anlattı. Ama saatler geçmesine rağmen Vivienne de hiçbir değişiklik yoktu. Doktorun anlattığı, çarpmanın Vivienne üzerinde bırakacağı olumsuzlukları anımsayan Alex için, korku dolu günler bitmek bilmiyordu. Sabaha karşı, oturduğu koltukta uyuklayan Alex, vücudundaki tutulmanın neden olduğu sızıyla koltuğunda doğrulurken, kendine bakan Vivienne’i fark etti. Onun uyandığını görünce, şaşkınlık ve mutlulukla sevdiği kadına koştu. Vivienne’in güzel yüzünü incitmemeye özen göstererek, avuçlarının arasına aldı. “Beni bırakmayacağını biliyordum” dedi ve onu öpmek için eğilirken Vivienne konuştu.
“Sizde kimsiniz?”
Vivienne’in dudaklarından dökülen buz gibi sözcükler, zehirli birer ok gibi Alex’in ruhuna saplanarak gülen yüzünü bir anda soldurdu.
Kulaklarında yankılanan “Sizde kimsiniz” sözcükleriyle ellerini hızla genç kızın yüzünden çekip, korkuyla bir adım geriledi. Biri ensesinden tutmuş, sırt üstü karanlık bir kuyuya çekiyordu sanki. Birkaç nanosaniyede aklından o kadar çok şey geçti ki. Vivienne’in tekrar gözlerini açması elbetteki kendini hatırlamasından daha önemliydi. Ama bu yeni durum, onu kaybetmenin başka bir şekli değilmiydi? Ya onu hiçbir zaman hatırlamazsa, ya tekrar sevmek istemezse ne yapardı o zaman?
Vivienne başında hissettiği ağrıyla uyanalı aslında yarım saat kadar olmuştu. Gözlerini ilk açtığı an, önce hastane odasının beyaz ışığı kamaştırmıştı gözlerini, sonrada karşısındaki koltuğa kıvrılmış adamın görüntüsü. Onu görünce yataktan kalkmak istedi, ama sanki başı kurşun gibi ağırdı ve vücudunu taşıyan bacakları değil de kafasıymış gibi yerinden kalkamadı. O an hatırladı üzerine gelen arabayı ve düşme anını. Elleriyle başını tutarak tekrar kalkmaya çalıştı ama hareket ettikçe başındaki ağrının şiddeti daha da arttı. Aklına gelen korkunç düşüncelerle, ayak parmaklarını kıpırdattı, ellerini zaten hissedebiliyordu. Sadece hareket ederken sırtında hissettiği hafif bir acı vardı o kadar. Vücudunda sıkıntı yoktu ama ya bu sargılı başındaki ağrı, bu geçecek miydi? Sonunda pes ederek kendini yatağa bıraktı. Karşısındaki koltukta uyuyan Alex’i bir süre izledikten sonra, ona seslenmek istedi ama kıyamadı. Çünkü uyurken bile, o bebeksi yüzünde öyle bir acı taşıyordu ki, her zaman rahat görünen adamın kaşları uyurken bile çatıktı. Genç kız başına gelen kaza yüzünden onun ne duruma geldiğini görünce çok üzüldü. Üstelik ilk kez onu sakallı görüyordu. Vivienne içinden acaba kaç gündür tıraş olmuyor diye geçirirken, Alex’in kilo verdiğini fark etti. Tabii ardından da çok uzun zamandır hastanede olduğunu tahmin etti. Tam karmaşık düşüncelerle Alex’i izlerken, genç adam gözlerini açmış, çatık kaşlı yüz ifadesi anında yumuşayıp, gülümsemeye başlamıştı. Vivienne kendine yaklaşan adamı izlerken, sanki aylardır onu görmüyormuş hissine kapılsa da, o kadarda uzun zaman olmadığını umuyordu. Alex mutlulukla dolan gözleriyle, ellerini Vivienne’in yüzüne yerleştirdiğinde, genç kız kendini tutarak “Sizde kimsiniz?” demişti.
Alex duyduğu cümleyle geri adım atarken, Vivienne söylediği şeye ilk saniyeden pişman olmuştu. Böyle bir şakanın ne kadar aptalca olduğunu düşünürken, Alex ellerini kendi göğsüne çevirerek;
“Beni hatırlamıyor musun?” dedi.
Gözleri bulutlu, her an şimşeklerin çakıp yağmurun yağmaya hazır olduğu, karanlık bir gökyüzünü andırıyordu. Vivienne yaptığı saçmalıktan utanarak gülümsedi.
“Sence, senin gibi bir adamı hatırlamamam mümkün mü? Özellikle de bana çaldığın şarkıdan sonra.”
Alex bu halde bile şaka yapan kadınına kendini kaybedip, sevinçten sıkıca sarılınca, Vivienne başını tutarak acıyla inledi. Sadece başının arkasındaki dikişler değil, beyninin içi şiddetle sarsılıyordu.
Onun canının yandığını fark eden Alex, özür dileyerek geri çekildi. “Hemen doktoru çağırıyorum” diyerek hareket edecekken, Vivienne kolunu tuttu. “Dur gitme Alex! Sadece biraz başım ağrıdı iyiyim merak etme.”
Alex yatağın kenarına oturup Vivienne’in ellini tuttu. Tuttuğu eli defalarca öperken gözlerini bir an bile genç kızın gözlerinden ayıramadan, hiç doymayacakmış gibi bakıyordu. Ses tonuna yansıyan kederle;
“Çok korktum Mulier Mea. Bir an için seni kaybettim sandım” dedi.
“Hepsi geçti Alex. Bak ben iyiyim, yanındayım ve seni bir başkasına bırakmak gibi bir niyetim yok.”
Vivienne’in kontrolleri yapıldıktan sonra, doktoru bir süre daha hastanede tutulması gerektiğine karar verdi. Genç kız fiziksel olarak kendini iyi hissetse de, hafif şiddetli baş ağrısı ve ayağa kalktığı zaman denge kaybı yaşıyordu.
Alex her gününün her saatini hastanede geçirirken, işleri konusunda da ciddi sıkıntılar baş göstermişti. Fabrika yangını sonrasında yapılan incelemeler sonucu, yangının; kundaklama nedeniyle çıktığına dair bir rapor hazırlanmıştı. Bu nedenden dolayı sigorta şirketi, açılacak dava sonuçlanıncaya kadar fabrikalar için her hangi bir ödeme yapmayacaktı. Tam üretim aşamasına geçmeye bu kadar yakınken, iki fabrikanın aynı anda yanıp kullanılamaz duruma gelmesi, her şeyi mahvetmişti. Elinde geriye iki fabrikası kalmıştı, fakat onlarla da ellerindeki siparişleri karşılaması mümkün değildi. Çünkü ihraç edilecek şarapların siparişleri ve ön ödemeleri aylar öncesinden yapılmıştı.
Vivienne’in durumu günden güne iyiye giderken, Alex’in sıkıntılı hali de gözünden kaçmıyordu. İkisinin odada yalnız kaldıkları bir an;
“Alex benden sakladığın başka bir şeyler varmış gibi hissediyorum. Sorun ne, bana anlatır mısın? Bilmek istiyorum.”
Alex onu telaşlandırmak istemese de, Vivienne’den bir şey saklamaması gerektiğini öğrenmişti. “Fabrika yangınları yüzünden işler aksayacak gibi görünüyor. Siparişleri karşılayabilmemiz mümkün değil bebeğim. Ve şimdiden müşterilerle sıkıntılar başladı bile.”
Vivienne Alex’in son bir haftayı geceli gündüzlü kendisiyle birlikte hastanede geçirdiğini düşününce, suçluluk duydu.
“Bu kadar sıkıntının içinde sürekli benimle birlikte olmaktan işlerini aksattın. Artık işlerinin başına dönüp, her şeyi yoluna koymak için bir yerden başlamalısın. Ben iyiyim, hem doktor yarın taburcu olabileceğimi söyledi, rahat ol. Aida ve Eliza’da sürekli benimle birlikte.”
Alex ona karşı çıkarak; “Olmaz!” dedi.
Onu öldürmeye çalışan adam, hala dışarıda elini kolunu sallayarak gezerken, sevdiği kadını hastanede yalnız bırakırsa, onu koruyamayacağını düşünüyordu.
Vivienne yerinden kalkmak isteyince, Alex genç kızın kendisine sinirlendiğini sandı.
“Bebeğim olmaz diyorum. Taburcu oluncaya kadar buradayım.”
Vivienne oturduktan sonra, elini Alex’in koluna koyarak ayağa kalkmak için ondan destek almaya çalıştı. Çünkü baş ağrıları azalsa da, ara ara baş dönmesi ve mide bulantısı devam ediyordu.
“Aşkım tuvalete gitmem gerekiyor” dedi ve birlikte ayağa kalktılar.
Alex’in kolundaki elini çeken Vivienne; “Artık ihtiyaçlarımı yalnız gidermek istiyorum” dedi.
Genç adam önce itiraz etse de, Vivienne’in kararlı bakışları karşısında kolunu bırakmak zorunda kaldı. Onu arkasında, bir adım geriden takip ederken, gözleri genç kızın hastane önlüğünün açıkta bıraktığı sırtına takıldı. O, hastane odasında değil de başka bir yerde yalnız olduklarını hayal ederken, Vivienne dengesini kaybederek banyonun kapısına tutundu. Ama Alex ani refleksle ondan önce davranarak, belinden yakalamıştı bile.
“Ah Vivienne, neden beni dinlemiyorsun ki?”
Genç kız kapıya dokunan ellerini bırakıp Alex’in, karnın üzerinde birleştirdiği ellerini tuttu.
“Bugün daha iyiyim. Kendim yapabilirim, lütfen” dedi.
Ama Alex’in bu sefer onu dinlemeye hiç niyeti yoktu.
“Hayır, seni bırakamam. Ya düşer başını çarparsan, ya boynunu kırarsan, seni riske atamam” dedi ve koluna girdi.
Genç kız kendisini bırakması için çırpınsa da kurtulamayacağının farkındaydı. Alex onu klozete doğru götürürken;
“Bu hasta önlüklerinden birkaç tanede eve mi alsak, arka profilden çok seksi görünüyorsun bebeğim” dedi.
Vivienne Alex’in sözleriyle daha da çıldırdı;
“Ben tek başıma tuvalet ihtiyacımı bile karşılayamazken, senin bunları düşünebildiğine inanamıyorum!”
Genç adam onun bu çıkışına hak verip, söyledikleri için pişman oldu;
“Özür dilerim. Ben sadece, seni çok özledim ve sana tekrar bir şey olacak diye çok korkuyorum.”
Vivienne onun gözlerindeki endişeyi fark eder etmez hemen yumuşadı, çünkü Alex’in günlerdir kendisi için nasıl çırpındığına şahit olmuştu.
“Asıl ben özür dilerim. Benim için endişelendiğinin farkındayım ama sonsuza kadar böyle kalmaktan korkuyorum” dediği an Alex ona sımsıkı sarıldı;
“Merak etme hepsi geçecek, doktor baş dönmelerinin bir süre olabileceğini söylemişti zaten.”
Vivienne daha önceki seferlerde olduğu gibi yüzü kıpkırmızı olmuş halde klozete otururken, Alex kolunu tutmaya devam etti. Genç kız için bu durum gerçekten işkenceden beter bir durumdu. Bir önceki günlere nazaran, kendini daha iyi hissettiği için Alex’ten kendisini bir kez daha yalnız bırakmasını istedi;
“Kalkarken sana seslenirim. Sen yanımda böyle dururken yapmam daha zor oluyor neden anlamıyorsun?”
Onun ses tonundaki mutsuzluğu hisseden Alex daha fazla dayanamadı;
“Tamam, ama kalkmadan bana sesleneceksin, anlaştık mı?”
Vivienne uslu bir kız gibi hafif başını salladı; “Anlaştık.”
Alex banyodan çıktıktan sonra genç kızın isteği üzerine kapıyı kapatıp, dışarıda beklemeye başladı. Vivienne ise tuvaletle işi bitince, duvardan destek alarak ağır ağır ayağa kalktı. Hafif bir baş dönmesi yaşasa da dengesini kaybettirecek kadar şiddetli değildi. Yürümeyi yeni öğrenen bebek gibi birkaç adımda kapıya ulaştığında, odadan tanımadığı bir kadının kahkaha sesini duydu. Merakla kapının kolunu açınca Alex ile yüz yüze geldi.
“Ah kahretsin Vivienne, hani bana haber verecektin,” diyen Alex’in paniklemesinden çok, odadaki hemşireyle ilgilenen Vivienne, kızın Alex’e olan bakışlarından hiç hoşlanmamıştı. Bu ikisi, hangi ara birbirlerine espri yapacak kadar yakın olmuşlardı ki. Kıskançlıktan sinir olan Vivienne, koluna giren Alex’e ters bir bakış atarak; “Beni beklerken sıkılmamana sevindim” dedi.
Vivienne’in tansiyonunu ölçen hemşire odadan çıkar çıkmaz, Vivienne yatağın kenarında oturan Alex’in kolunu çimdikledi. “Ne söyledin de onu güldürdün?”
Vivienne’in kıskançlığıyla keyiflenen genç adam; “Hastane yönetimine, tuvaletlerin çift kişilik yapılmasını önereceğimi söyledim, ona güldü” dedi.
Vivienne, Alex’in söyledikleriyle daha da sinir oldu. “Onu ne kadar zamandır tanıyorsun ki böyle espriler yapabiliyorsun?”
Alex onun tutumu karşısında kendini tutmayı bırakıp gülmeye başladı. “Hadi ama bebeğim, bana hemşireyi kıskandığını söyleme”
Genç kız elini arka arkaya Alex’in koluna vurarak; “Gülmeyi keser misin?” dedi.
Ama o gülmeyi bırakmak yerine, gülücüklerini neredeyse kahkahalara çevirmişti. Vivienne sinsice onun gözlerine bakarak;
“Tamam, o zaman aynı espriyi bende doktorumun yanında gelen stajyer çocuğa yapayım. Bakalım o zaman da böyle gülebilecek misin?” dediği an Alex’in yüzünün şekli değişti;
“Aklından bile geçirme.”
Gülme sırası Vivienne’e geçmişti. “Neden, kıskandın mı yoksa?”
Alex onun işveyle söylediği sözcükler karşında, resmen eridiğini hissederek daha fazla dayanamadı ve küçük kadınının dudaklarına eğildi. Ondan uzak kaldığı son bir haftanın acısını çıkartarak öperken, kendini kaybetti. Ama kendini kaybeden sadece o değildi, çünkü Vivienne’in de ondan farkı yoktu. Öpüşmeyle başlayan yakınlaşma, sevişmeye dönüşürken Aida’nın kapıyı çalmasıyla birbirlerinden ayrılmak zorunda kaldılar.
☆☆☆☆☆☆☆
Akşam aldığı ilaçların uyku vermesi yüzünden, sabaha kadar deliksiz uyuyan Vivienne, gözünü açar açmaz karşısında kendini gülümseyerek karşılayan Alex’i buldu.
“Günaydın Mulier Mea. Sana güzel haberlerim var. Bugün öğleden sonra hastaneden çıkabileceğiz.”
Vivienne aldığı haberle çok mutlu oldu. Günler sonra nihayet Angeline’i görebilecek, normal hayatına dönebilecekti. Alex’in yardımıyla ayağa kalkıp boynuna sımsıkı sarıldı.
“Sonunda normal hayatımıza dönebileceğiz.”
Vivienne hafif baş dönmesinin dışında kendini iyi hissederek, odanın içinde dolanmaya başladı. Genç adamın kolunun üzerindeki elini çekerek, tek başına yürüdüğünü ispatlama çabaları gayet başarılı gitti. Her an düşecekmiş gibi yanında dolanan Alex’e rağmen, odanın içinde birkaç tur atabilmişti. Onun özellikle hastane kıyafetinin içinde çok çekici göründüğünü düşünen Alex, önlüğün sırt kısmındaki açık olan yerden elini içeriye daldırınca, Vivienne’in bütün vücudunu ürperti sardı. Yönünü Alex’e döndüğü an, göz göze geldiler. Dilin söyleyemediği ama gözlerin anlattığı o kadar çok şey vardı ki. Yine kapının çalmasıyla aralarındaki çekim normale dönmüştü.
Bir gün önceki hemşire, elinde iki kişi için hazırlanmış kahvaltı tepsisiyle, kıvırarak içeriye girdiğinde gözleri yalnızca Alex’e bakıyordu.
“Sevdiğiniz gibi, yumurtanız rafadan Mösyö Alex” dediği an Vivienne bu sefer çıldırdı.
Hemşirenin karşısına geçerek; “Mösyö Alex bu sabah benim hazırladığım menüyle beslenecek, çıkabilirsiniz” dedi ve elindeki tepsiyle hemşireyi kapının önüne koyup, arkasından kapıyı kilitledi. Başında hafif bir dönme olsa da dengesini kaybedecek kadar şiddetli olmadığı için içinden tanrıya şükrederek kendisini takip eden Alex’in karşısında durdu.
“Demek rafadan yumurta, hem de senin sevdiğin gibi” derken, Alex’in üzerine doğru yürümeye başladı.
Geri geri gittiğinin farkında olmayan Alex, onu ilk kez bu kadar sinirlenmiş gördüğü için, kendiside gerildi.
“ikimiz için kahvaltı getirmelerini, benim yumurtamın rafadan olmasını söyledim bebeğim, o kadar. Yanlış anlıyorsun.”
Vivienne’in kıskançlıktan bu sefer gözü dönmüştü.
“Ne zamandır hemşireler oda servisi yapıyor, açıklar mısın?”
Onun yüzündeki ciddiyeti gören Alex, geri geri gitmeye devam ederken, ortamı yumuşatmak için gülümseyerek;
“Cazibeme kapılmışsa, demek ki ” dediği an, arkasından bacağına çarpan sertlikle durdu. Vivienne ise tam karşısında durmuş, yüzünde yumuşadığını gösteren en küçük belirti olmadan, öfkeyle ona bakıyordu.
“Demek hemşireleri ayartıyorsun Alexander Gerard.”
Alex onun çılgınca bakan gözlerinden korkarak;
“Bunu nasıl düşünürsün bebeğim, senin için nasıl çıldırdığımı görmüyor musun” diyerek kendini savunurken, Vivienne ellerini Alex’in göğsüne koyup, yatağa itti.
“Şimdi ceza vakti!”
Alex Vivienne’in onu itmesiyle yatağın ayakucuna oturmuştu. Onun ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken, Vivienne iyice ona sokulup, sağ elini ensesine yerleştirerek, başını kendine çekip öptü. Genç kızın dudaklarını dudaklarında hissetiği an baştan çıkan Alex, ellerini küçük kadınının çenesine yerleştirerek ona cevap vermede gecikmedi. Vivienne, o ana kadar öpmediği hırsla asıldı erkeğine. Dili Alex’in ağzının içindeki mentollü lezzeti keşfederken, onu daha önce istemediği kadar çok istedi. Bir anda ne olmuştuda bu hale gelebilmişti, kendisi bile bilmiyordu. Tek bir şey istiyordu, o da, odanın kapısını kilitlediği andan itibaren Alex’in içinde olması. Diliyle başlattığı ön sevişmeye, ellerinide dahil ederek ağır ağır aşağılara indi. Genç adamın kasıklarına kadar inen parmakları eşofmanının içinde sertleşen erkekliğini kavradığı an, Alex kendini kaybederek zevkle inledi. Vivienne’in beklenmedik hareketleriyle soluk soluğa kalan Alex, günlerdir kadınının bedeninden uzak durmak için kendini tutmakta zorlanıyordu. Zaman kazanmak için kollarını Vivienne’in beline dolayıp, başını geri çekti. “Sana burada ne veriyorlar bilmiyorum ama hastaneden çıkarken bu önlüklerin yanında birazda onlardan alsak hiç fena olmaz” dedi.
Vivienne önce kendi dudaklarını ısırarak gülümsedi, sonrada onu duymazdan gelerek tekrar Alex’in dudaklarına uzanıp dişleyerek vahşice öptü. Kendini karşısındaki bambaşka kadına tamamen bırakan genç adamın elleri, Vivienne’in üzerindeki hastane kıyafetinin belini tutan iplere gitti. Fiyonklu atılan düğümü çektiği an, önlükten kurtulmak daha kolay olmuştu. Çırılçıplak kalan Vivienne’in pürüzsüz vücudunu aç gözlerle kısa bir an süzdükten sonra, onu bacaklarının arasına çekip, kumaşın altındaki sertliği kasıklarında hissetmesini sağladı. Kendine bu kadar talepkar bakan kadınına istediğini zevkle sunmak isteyen Alex, önce Vivienne’in sağ göğsünü avuçlayıp okşadı. Sonrada onun yarı aralı gözlerinde kaybolarak, avuçladığı göğsün sertleşen ucunu ağzına alıp emmeye başladığında, kendini kaybetme sırası Vivienne’e gelmişti. Alex dokunuşlarını biraz daha sertleştirerek bir göğsünü okşarken, diğer göğsüne hafif ısırıklar bırakmaya başladığı an, Vivienne yeryüzünden yükselerek bambaşka bir yere gittiğini sandı. Alex’i durdurarak onun üzerindeki tişörtü çıkartıp, ellerini göğsüne yerleştirerek yatağın üzerine itti. Sırt üstü yatağa düşen genç adam, onun yapacaklarını izlemek için kollarını havaya kaldırarak dirseklerini büktü, ellerini başının altına yerleştirdi. Vivienne, eşofmanın altındaki sertliğe kumaşın yüzeyinden dokunup, hafif sıkarak okşadı. Sonra daha fazla dayanamayarak Alex’in yardımıyla, baksır ve eşofmandan aynı anda kurtuldular. Vivienne gözlerinin önünde uzanan sevdiği adama dokunmak için eğildiği zaman, başı hafiften dönmeye başlayınca, şimdilik bunu erteleyebileceğini düşündü. Kendini izleyen Alex’in gözlerine kilitlenerek, ağır ağır üzerine tırmanıp, dilini tekrar Alex’in ağzının içine ittiğinde, ikisininde tahammülü kalmamıştı. Bacaklarını ata biner gibi açıp genç adamın üzerine oturduğunda, Alex hissetiği hazla Vivienne’in boynunu ısırdı. Ama genç kız acıyı hissetmedi bile. Vivienne için, içini dolduran adamın üzerinde zevkle inlerken, hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Alex ise Vivienne’in altında, günlerdir hayalini kurduğu doyuma ulaşmasına ramak kalmışken, kendini genç kızın içine daha hızlı itti. Hemde yatağın kenarındaki çağrı butonuna dokunduğunu fark etmeden, sıkılaştırdı hareketlerini.
Alex birlikteliklerinin en heyecanlı kısmında, sevdiği kadının kulağına tılsımlı sevgi sözcükleri fısıldarken, kapının koluna uzanan el, ikisi arasındaki büyüyü bir anda bozuverdi. Önce birbirlerinin gözlerine, ardından da kapıya çevirdiler bakışlarını. Kapıdaki hemşirenin; “Madam Vivienne iyi misiniz?” diye seslenmesi üzerine hemen Alex’in üzerinden inen Vivienne, aceleyle hastane önlüğünü üzerine geçirirken, yerdeki eşofman altını ve baksırıda Alex’e uzattı. Sonrada sevdiği adamın giyinmesi için zaman kazanmak adına, ağır hareket ederek kapıya gitti. O kapıyı aralarken, Alex de uğradığı hayal kırıklığına küfür ederek eşofman altını giymiş, almak için koltuğun üzerindeki tişörtüne uzanmıştı. Vivienne kapıyı aralayıp, daha bir saat kadar önce onu kıskançlık krizlerine sokan hemşireyle yüz yüze geldi. Hemşire meraklı gözlerle içeriye bakarken, tişörtünü üzerine geçirmekte olan Alex’i gördüğü an yüzü kızararak bakışlarını yere devirdi.
“Çağrı butonuna bastığınız için sorun olduğunu düşünmüştüm.”
Bir eli kapı pervazına dayanırken, diğer eliyle omuzunun üzerinden dökülen bir tutam saçıyla oynayan Vivienne gülümsedi.
“Sorun yok” dedi ve arkasını dönüp Alex’e baktıktan sonra bakışlarını tekrar hemşireye çevirdi. “iflah olmaz aşkım biraz yaramazlık yapmak istedi, o kadar” dedi. Hemşire zoraki gülümsemesiyle ikiliye tebessüm ederken, Vivienne kapıyı kapattı